27 MAYIS 1960 OLAYI
Rasim CİNİSLİ (*)
27 Mayıs öncesi ve sonrası öğrenci olaylarının canlı
şahitlerindenim. O günden bugüne geçen 48 yıla rağmen, Türk siyasi hayatı, 27
Mayıs’ın etkisinden kurtulamadı. Bu 48 yıl boyunca zaman oldu sade bir vatandaş
olarak, zaman oldu parlamento içinde, kimi zaman kızgın sac üstünde yaşayan
siyasetin göbeğinde bulundum. 27 Mayıs 1960 olayı ile ilgili 48 yıllık
şahitliğin, tecrübenin özetini sunmak istiyorum.
27 Mayıs Nedir? Bir ihtilal midir? Darbe midir? Fiili durum
mudur? Öncelikle bu olayın hukuki adını koyalım. Müsaade ederseniz, kişisel bir
kanaatimi öncelikle açıklamak istiyorum: Bana göre 27 Mayıs olayı, Ordu
Hareketi değildir! Şerefli Türk ordumuzu bu bühtandan uzak tutmak lazımdır. Her
ne kadar asker elbisesiyle yapılmış olsa da, emir ve komuta zinciri bulunmadığı
için bu olayın ordu iradesiyle yapıldığını iddia etmek abestir. Çünkü o günün
Genelkurmay Başkanı Org. Rüştü Erdelhun ve Kuvvet Komutanları darbeciler
tarafından tutuklanmıştır. O gün ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu
generallerin 233’ü, 27 Mayıs’ı yapanlar tarafından emekli edilmiştir. Ayrıca
çoğunluğu albay, yarbay ve diğer kademelerden olan 5 bin subay da ordudan
uzaklaştırılmıştır ki, bu tarihe EMİNSULAR olarak geçmiştir. EMİNSULAR, tarih
içinde ordumuzda yapılan en büyük kıyımlardan biridir. Bunları belirttikten
sonra yeniden 27 Mayıs’ı soruşturmaya devam edelim:
Çünkü ihtilallerde halk hareketi ve desteği gereklidir. 27
Mayıs bir siyasi partiden destek alsa da halkın desteklediği bir sistem
değişikliği için yapıldığı söylenemez.
27 Mayıs bir darbe
midir, fiili durum mudur?
Ord. Prof. Ali Fuat Başgil Hoca’nın tespitine göre 27 Mayıs
“klasik hükümet darbesi”dir. Çünkü 27 Mayıs’ta, bir siyasi kadronun tasfiyesi hedef
alınmıştır.
Devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise 27 Mayıs hakkında
şunları söyler: “Hükümet darbesi midir? Hayır! Çünkü hükümet darbesi iktidarda
kalmak ve devleti sürekli yönetmek hevesi ile yapılır. Bir çeşit iktidar
hastalığıdır. Küçük bahanelerle veya bahanesiz gelir oturur, sonra başka bir
darbeyle yıkılır gider… 27 Mayıs, fiili durumdur. Osmanlı’dan kalma geleneksel
yönetimimizde ordu-medrese işbirliğinin, kanun yapma ve yürütme gücüne karşı
direnişidir.”
Ben Ali Fuat Hoca’nın öğrencisiyim. Bu konuda Celal Bayar’ın
değil, hocamın görüşüne katılıyorum. Çünkü iktidarda kalma süresi, üç ay, üç
yıl veya 30 yıl mıdır? Darbe, 27 Mayıs 1960 günü başlamış, 15 Ekim 1961 gününe
kadar Milli Birlik Komitesi tarafından yönetilmiştir. Kaldı ki, darbecilerin niyeti
Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidar yapmaktır. Darbeci, cunta ile netice almış,
iktidarda kalma eylemini ise aynı fikri paylaştıkları CHP ile devam ettirmek
istemiştir. İktidarda sürekli olarak kalma niyetlerini belli etmişlerdir.
Dolayısı ile Ali Fuat Hoca’nın görüşü doğrudur:
Nitekim darbeyi yapanların, sivil uzantıları vasıtasıyla
uzun süre iktidarı elde tutmak oyununu bozan şey, 15 Ekim 1961 seçimleri
olmuştur. Demokrat Parti’nin devamı olan siyasi kadrolar büyük bir başarı
kazanmıştır. Darbeci seçimlerde tokat yemiştir. Milletin tercihini beğenmeyen
cuntacılar ise “Yıldız Protokolü” ile seçimleri iptal etmek istemişlerdir.
27 Mayıs sosyal ve
siyasi proje midir?
Bu olayın içinde bulunan iç ve dış dinamiklerin ne olduğunu,
kim olduklarını, niyetlerini sağlıklı olarak ortaya koyamadığımız sürece doğru
bir tahlil ve tespit yapmış olamayız. 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin doğru yorumunu
yapabilmek için çeşitli odakların neler düşündüğünü, nasıl hazırlandıklarını ve
uygulamaya nasıl koyduklarını bilmek lazımdır. Mesela;
Asker kesiminde
(cunta) olup bitenler;
Siyasi kesimi (CHP ile olan ilişkiler): kimler destekledi,
ne umuldu?
Üniversite kesimi (öğrenci ve öğretim üyelerinin rolleri). Basın.
Yurtdışındaki güç
odakları ile bağlantılar.
Bütün bunları gün
ışığına çıkarmak gereklidir.
(Bu unsurları bir araya getirip değerlendirmediğimiz sürece
yorumlar yarım veya yanlış kalmaya mahkûmdur).
Yarım asra yakın geçen zaman içinde darbeyi hazırlayan
cuntanın ne zaman kurulduğu, nasıl kurulduğu, kimler tarafından nelerin
yapıldığı yazılan ‘hatırat’lar ışığında bilinir hale gelmiştir. Üniversite
kesimindeki öğrenci olayları ve cuntaya destek olan öğretim üyelerinin tutumu
da aşağı yukarı bellidir. Siyasî kesim ve CHP’nin katkısı yine yazılmış olan
hatıraların ışığında üç aşağı beş yukarı gözükmektedir.
Basının da bu olayda iftira ve yalan habercilik yaparak çok
kötü bir sınav verdiği malumdur.
Geriye kalan en önemli nokta olayın dış bağlantılarıdır.
Amerika, Rusya ve diğer batılı ülkelerin arşivlerinden sızan bilgilere göre dış
bağlantıların varlığı belgelenmiştir. Bu belgelerin büyük bir kısmı henüz
günışığına çıkmamıştır. İşte bu kaynakların tamamına ulaşabildiğimiz gün, doğru
bir yorum yapma imkânı bulacağız.
1960 Darbesi olayını 2 ayrı pencereden bakarak açıklamaya
çalışacağım:
İlki, 27 Mayıs 1960 öncesi ve sonrası olaylardan hareketle
bugüne gelmek. İkincisi de bugünden geriye dönerek olayı değerlendirmek
istiyorum.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi birinci sınıf
öğrencisiydim. Yıl 1959. Siyasi ortam son derece gergin. Üniversite ortamı da
bu gerginliğin içinde rol almıştı. Siyaset Parlamento’dan çıkmış, sokaklara
dökülmüştü. Mitingler yapılıyor, iktidar suçlanıyor, üniversite hocalarının
bazıları bu kavganın tarafı olarak siyasi beyanlarda bulunuyorlardı. Böylece
üniversiteler ilim yuvaları olmaktan çıkmış günlük siyasetin içinde rol almaya
başlamıştı. Üniversite gençliği miting alanlarında polisle çatışıyor, askerle
kucaklaşıyordu. Sloganlar atıyor, “Olur mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur
mu?” diye marşlar söylüyorlardı. Her geçen gün, gençlik siyasetin elinde, ateş
topu gibi değdiği yeri yakıyordu. Sokaklar savaş alanına dönmüştü.
O günkü basın, yangına benzin püskürtüyordu. Her gün bir
önceki günü gölgede bırakacak korkunç iddialar ortaya atıyordu. İddiaların
bazıları şunlardı:
Yüzlerce üniversite
öğrencisi öldürüldü,
Cesetleri kıyma
makinelerinde kıyıldı,
Bu cesetlerden hayvan
yemi yapıldı,
Pek çok gencin cesedi buzhanelerde buz kalıplarının içinde
saklanmaktadır.
Öldürülen gençlerin bir kısmı da yollara gömülüp üstlerine
asfalt dökülmüştür!
1500 Harbiyelinin imha planı ele geçirildi,
Reisicumhur Celal Bayar 103 milyonu İsviçre Bankalarına
kaçırmıştır.
Her görkemli bina, Demokrat Parti ileri gelenlerinden
birinindir!
Demokrat Parti taraftarlarını silahlandırarak kardeş
kavgasını hazırlamaktadır.
Kars, Ardahan gizli antlaşmalarla Moskova’ya satılmıştır!
Bunun gibi daha akla hayale sığmayan ama okuyanı ve işiteni
diken diken eden zehir gibi propagandalar, genç-yaşlı her kesimden insanı allak
bulak ediyordu. Bu yakıcı propagandalar o kadar yoğundu ki, “Hepsi de yalan
olamaz!” diye kuşku duyan insanlar bile Demokrat Parti iktidarını
çaresizleştiriyordu. Türk efkârı toz duman, göz gözü görmüyordu. İdrakler felç
olmuş, ne yapacağını bilemez bir şaşkınlık devletin üzerine oturmuştu. Sonuçta
olan oldu, darbe yapıldı.
27 Mayıs 1960 sabahı Türkeş’in sesiyle, “Kardeş kavgasını
önlemek ve siyasi partilerin içine düştüğü uzlaşmazlıktan kurtarmak için Türk
milleti adına Silahlı Kuvvetler yönetime el koymuştur.” Ayrıca “girişilen
teşebbüsün hiçbir şahsa ve zümreye karşı olmadığı” ilan edilmiştir. O gün,
başta Reisicumhur olmak üzere Başbakan, hükümet üyeleri ve milletvekilleri
tutuklandı, TBMM feshedildi. Yerine 38 kişilik Milli Birlik Komitesi üyeleri ve
onların tayin ettiği örfi idare komutanları ülke yönetimine el koydu. Bu olayın
ne olup olmadığını, o günkü Türkiye ortamını kısa yoldan anlatmak için,
Türkeş’in Ankara’da konuştuğu günün sabahı Eskişehir Örfi İdare Komutanı Bedii
Kıraçtepe imzasıyla yayınlanan 1 Numaralı tebliğini aynen okuyorum:
Ankara’daki ses, kardeş kavgasını önlemekten bahsediyor,
Eskişehir’deki örfi idare kumandanı, “D.P. il, ilçe, bucak başkanlarını tevkif
edin” diyor. Kime diyor? Kaymakamlara, savcılara, polise mi? Jandarma veya
herhangi bir devlet görevlisine mi? HAYIR!
Adres belli değil. Herkese… Kardeşi kardeşe yakalattırmak
istiyor. Böyle bir tebliğ kardeş kavgasına çanak tutmaz da ne yapar? Bu yalnız
Eskişehir için söz konusu değildir. Ne yazık ki bütün vatan sathında, hatta
kasaba ve köylerde yaşanmıştır. En küçük ihtilafı olanlar bile işi siyasi renge
boyayarak iftira ve jurnal furyasına kapılmışlardır.
Sizlere traji-komik bir vaka nakledeyim:
İki Karadenizli Zeytinburnu’ndaki bir kahvehanede sohbet
ederler. Merhum Hakkı Morgül, diğer arkadaşına içinin acısını döker. “Ah elimde
imkân olsa da şu Yassıada’ya bir tünel kazsam! Menderesi kurtarsam!” Yan masada
oturup bu konuşmayı duyan bir ispiyoncu, Hakkı Morgül’ü şikâyet eder. Morgül
hemen tutuklanır ve aylarca değil, yıllarca hapishanelerde süründürüldü. Askeri
mahkemedeki hâkim ile aralarında şu konuşma geçer:
—Hâkim Bey Zeytinburnu ile Yassıada arası kaç kilometredir?
—75 kilometre.
—Ben elimdeki kazma kürek ile Zeytinburnu’ndan Yassıada’ya
tünel kazacakmışım öyle mi?
—İddianame’de öyle yazıyor!
—ordunun koruduğu Yassıada’dan Menderes’i kurtaracağım öyle
mi?
—İddianame öyle diyor.
—Ula Hâkim Bey o zaman ben Türkiye Devletinden de, TSK’ dan
da hatta Amerika’dan bile güçlüyüm. O zaman ordu beslemenize gerek yok. Bulgar
mı saldırdı? Gel ula hakki vur oni, Yunan mı saldırdı, gel ula hakkı kır oni
deyin yeter…
Bu arada mahkeme heyeti kahkahalarını gizlemek için kürsünün
altına saklanırlar. Ve Hakkı Morgül en son şöyle der.
—Yaz ula hâkim, istediğin cezayı yaz!
Ki, Hakkı Morgül ve arkadaşları 27 Mayıs tarihine
“Tünelciler” olarak geçmişlerdir.
Yeniden 27 Mayıs’ın acı yüzüne dönelim
Eskişehir Örfi İdare kumandanının uygulaması bütün yurdu
sarmıştı. Türkeş’in sözleri radyoda kaldı. Korku dağları sardı. CHP’li olmayan
kimselerin ne gün ve kimin tarafından ihbar edileceği korkusu vatandaşta huzur
bırakmadı. Evet, ne yazık ki 27 Mayıs 1960 Darbesi ülkeye iyilik getirmedi. Ucu
bugüne kadar uzanan derin yaralar açtı. Bu yaralar nelerdir?
1-a - Devlet Hukuku
ve Devlet İtibarı Bakımından
RASİM CİNİSLİ |
Anayasa ve kanun otoritesi çiğnendi: 1924 Atatürk anayasası
rafa kaldırıldı. Yerine 1961 Darbe anayasası konuldu. Atatürk Anayasası
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesini benimsemişti. Devlet yönetiminde
temel kabul edilen millet iradisiydi ve bu irade her şeye hâkimdi. 1961 Darbe
anayasası ise milli iradeye ortaklar getirdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi
yanında Cumhuriyet Senatosu kuruldu. Anayasa Mahkemesi kuruldu. Özerk kurumlar
ihdas edildi: Özerk TRT, Özerk üniversite, halk diliyle söylersek “TAY”lar yani
Yargıtay, Danıştay, Sayıştay yeniden dizayn edildi. Eskiden kurum olarak mevcut
olanların içi boşaltıldı. Yerine CHP ve darbe iradesini sürekli iktidarda
tutabilmek için müstahkem mevkilere dönüştürüldü. Özellikle devlet erki CHP ve sola göre tanzim
edildi.
Devlet otoritesinin nasıl çiğnendiğini bir örnekle
anlatayım: 1961 Anayasası yani darbecilerin devlet hukukunu tanzim ettikleri
anayasa 9 Temmuz 1961 tarihinde halkoylamasına sunulmuş, yüzde 40’a karşı yüzde
60 çoğunlukla kabul edilmiştir. 15 Ekim 1961 tarihinde genel seçimler yapıldı.
Seçimlerde CHP çoğunluğu elde edemeyince CHP’li 37 general ve Albay “Yıldız
Protokolü” adı altında yeni anayasayı çiğneyen bir protokole imza attılar. Bu protokolün
özü şuydu: Yapılan seçimler iptal edecek; ülkenin idaresi memleketin has
evlatlarına verilecek (Yani CHP’lileri) ve bütün bunlar, darbeden sonra
TBMM’nin ilk defa toplanacağı 25 Ekim’den önce yapılacaktı. Hani anayasayı
ihlal ettikleri bahanesiyle darbe yapıp, meşru hükümeti düşürüp, üç devlet
adamını idam etmiştiniz! Hani Menderes diktatörlük kuracaktı? Onun için darbe
yapmıştınız! Yıldız Protokolü’nün ifade ettiği şey diktatörlüğün ta kendisi
değil midir?
Devlet otoritesinin zedelenmesi anarşiyi, terörü ve
bölücülüğü cesaretlendirdi. Milletlerarası camiada itibarımız azalmıştır!
Milletlerarası anlaşmalarda gücümüz zayıflamıştır. Mesela Türkiye’nin kurucusu
olduğu CENTO fonksiyonunu yitirmiştir. Kıbrıs ve Avrupa Birliği (AET-Ortak
Pazar) ile olan ilişkilerimiz askıya alınmıştır. Yassıada mahkemelerinde devlet
sırlarımız ifşa edilmiştir (6–7 Eylül Olayları ve Cezayir’e ve Kıbrıs
Mücahitlerine silah yardımı). Böylece uluslar arası milli menfaatlerimiz de
zarar görmüştür.
1-b- Adalet Cihazı
Büyük Darbe Yedi
Hukukun adaleti yerine, Darbelerin hukuku ikame edildi.
Yasssıada Mahkemeleri Türk hukuku adına bir kara lekedir. “Sizi buraya tıkan
kuvvet böyle istiyor” diye Yassıada Mahkemelerinde 3 Büyük Devlet adamımız
haksız yere idam cezasına mahkûm edilmiştir. Düzmece iddialar, köpek, bebek,
cımbız ve Afgan Atları’nın davası (1) bu sözde yüce mahkemede görüşülmüştür!
Devlete hizmet eden insanlar ve aileleri zulme uğratılmıştır. Devlet adamlığının itibarı çiğnenmiştir.
Öyle bir adalet ki, mahkemesinin kuruluşunu Alpaslan Türkeş
29 Ocak 1995’te Sabah gazetesinde yayınlanan hatıratında, şöyle anlatıyor:
Yassıada hâkimlerinin seçimi ile ilgili Adalet Bakanı Amil Artus komite
üyelerine, elindeki hâkimler listesini okuyarak, “Bu hâkimi seçersek sizi
dinlemez. Şu hâkimi seçersek sözünüzden dışarıya çıkmaz.” Diyor.
Aynı bakan Artus, 24 Mayıs 1987 tarihinde yayınlanan kendi
hatıratında MBK Lideri Cemal Gürsel’den aldığı talimatı anlatırken Cemal
Paşa’nın parmaklarıyla sayarak, “Celal Bayar, Adnan Menderes, Fatin Rüştü
Zorlu, Hasan Polatkan için idam kararı verilirse komite bunları onaylayacaktır”
dediğini yazıyor. Mahkemeler başlamadan aylar önce bu hükmün verilmesi şairin
dediğine uyuyor:
“Hâkim ola davacı ve
muhzır dahi şahit
Ol mahkemenin hükmüne
derler mi adalet?”
Bürokrasinin cesareti kırılmıştır. Yarınlar darbe getirirse
korkusu iş yapmayı engellemiştir. Polis aşağılanmış kolluk kuvvetleri karşı
karşıya getirilmiştir.
2-Rejime olan
etkileri
27 Mayıs rejime, seçim sandığına, devlet hukukunun
değişmeyeceğine olan inancı yıkmıştır. İktidarların seçim yoluyla kazanılıp
kaybedileceği ilkesi 27 Mayıs ile son bulmuştur. Bugün bile iktidarlardan
memnun olmayan çevreler seçim sandığı değil müdahale bekler olmuşlardır.
Demokrasi istikrar ister. Güven zemini üzerinde gelişir. Hindistan ve Pakistan
örneği: 1947 Hindistan bağımsızlığını kazanmıştır. İngilizlere karşı dünya
çapındaki büyük mücadeleyi veren Gandi bir suikast neticesi öldürülmüştür. Buna
rağmen, Hindistan demokratik yönetimden vazgeçmemiştir. Aşağı yukarı aynı
tarihlerde Pakistan da bağımsızlığını kazanmıştır. Bu zaman içinde Pakistan 6
askeri darbe yaşamıştır. Hindistan bugün bilgi teknolojileri konusunda dünya
ile yarışır duruma gelmiştir. Buna karşılık Pakistan hala kendi içinde siyasi
boğuşmalarla zaman geçirmektedir.
27 Mayıs bu istikrarı mahvetmiştir. Bir gece baskını ile
alaşağı edilen demokrasinin içi boşaltılmıştır. Demokrasinin beli kırılmıştır.
Demokrasiyi koruyan denetim güçleri zayıflamıştır. Sorumluluk kaybolmuştur.
Seçim kanunu ve partiler kanunu değiştirilmiş vatandaşın demokrasiye olan
katkısı ve denetimi elinden alınmıştır. Ocak bucak teşkilatları kapatılmış,
demokrasinin mahalli gücü elinden alınıp merkeze taşınmıştır. Yani milli irade
vatandaştan alınmış, zümre ve ekiplere verilmiştir. Partilerde lider sultası
devri açılmıştır. Parti içi demokrasi
rafa kaldırılmış, “parti lideri” kavramı yerine “liderin partisi” ikame
edilmiştir. Siyasi Parti enflasyonu oluşmuştur. Bu durumun sonucu olarak
sağlıklı kamuoyu oluşması durmuştur. Böylece yapay gündemler kamuoyu yerine
geçirilmiştir. Kamuoyu halkın elinden alınıp, güç odaklarına verilmiştir.
27 Mayıs müdahaleler dönemi başlatmıştır: 22 Şubat, 21
Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Nisan (Post modern darbe “ince ayarlar”) ve en son
Sanal Darbeler… Görünen ve görünmeyen teşebbüsler, 27 Mayıs olayından
esinlenmişlerdir. Olmuş, olacak müdahalelerin “rol-modeli” 27 Mayıs 1960
Darbesi’dir.
3- Türk Silahlı
Kuvvetleri Üzerindeki Etkileri
Devletimizin ve ordumuzun kurucusu Atatürk diyor ki: “Bir
ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa birlikte hareket etme ve
savaşma kabiliyetini esastan kaybeder. Vatanın müdafaa gücünü hiçe indirir.
Siyasete karışmış bir ordunun daha önceki disiplinli halini ve savaşma
kabiliyetini yeniden kazanması için çok uzun zaman ister.” Ve devamla: “Ordu
devletin siyasasına bağlıdır. Yoksa devletin genel siyasası orduya değil.”
Atatürkçülük iddiası ile darbe yapanların bu talimatlar
karşısında ve tarih önündeki değerlendirmesini tarihçilere bırakalım. 27
Mayıs’a kadar kışlayan, okula, camiye siyaset bulaştırılmamış idi. 27 Mayıs’ta
ordu günlük siyasetin içine çekilmiştir. Bu darbe en büyük kıyımı da TSK
bünyesinde yapmıştır. 27 Mayıs günü ordumuzu yöneten 260 General’in 233’ü; ayrıca albay, yarbay ve her kademeden 5 bin
subay resen emekli edildi. Ordu tarihinin bu en büyük kıyımlarında birisi
EMİNSULAR olayı olarak tarihe geçti.
Ordu, Atatürk’ün talimatlarına aykırı olarak siyasetin içine
çekilmiştir. Hem de bunu Atatürk’ün en yakın arkadaşı İsmet İnönü bilinçli bir
biçimde yapmıştır.
İsmet Paşa’nın darbe içindeki rolünü hatıratlara yansıyan
biçimiyle sunmak istiyorum.
Darbe lideri Org. Cemal Gürsel, İzmir’den MBK Başkanlığına
getirildiği gün, İsmet Paşa’yı telefonla arayarak, “Emirleriniz bizim için
daima Peygamber buyruğudur Paşam!” teminatını vermiştir.
MBK Üyesi Numan Esin’in dediğini göre “komitedeki albay ve
generallerin hemen hepsi iktidarın süratle CHP’ye intikaline zemin hazırlama
yanlısı” idiler. Prof. Dr. Turan Güneş, Milliyet Gazetesi’nde 24 Ocak 1979
yılında “Politikada Çeyrek Yüzyıl” isimli röportajında diyor ki: “İsmet
Paşa’nın 27 Mayıs’a karşı iki ana amacı vardı. Birincisi 27 Mayıs’ı ordu
içindeki bir cuntanın malı olmaktan çıkartıp bunu tüm silahlı kuvvetlere mal
etmek istiyordu. İkinci amacı da bir an önce seçimlere gidilmesini sağlamaktı.”
27 Mayıs’tan bir hafta önce Ankara Palas’ta verilen bir
yemekte General Sıtkı Ulay’ın yanına oturan Amerika’nın askeri ataşesi ona,
“İhtilal yapacağınızı biliyoruz. Bize gününü ve saatini söyleyebilir misiniz?”
Sıtkı Ulay, bu konuşmayı 27 Mayıs 1986 yılında Milliyet gazetesine anlatırken,
“İhtilalin saatini İsmet Paşa’ya bile söylememiştik” diyor.
Darbecilerin Devlet Bakanı Amil Artus’un 19 Mayıs 1987’de
Milliyet gazetesi’nde yayınlanan hatıralarındaki bölümü aktarayım: Amil Artus
İnönü’yü ziyarete gider. Maksat komite ve hükümet adına bilgi sunmaktır. Tarih,
Haziran 1960. Yani ihtilalden birkaç gün sonra.
İsmet Paşa soruyor: “Öldürüldüğü iddia edilen
üniversiteliler hakkında yeni bir bilgi elde edebildiniz mi?”
Bakan Artus: “Hayır! Sekme kurşunla ölen ile tank altında
kalan bir kişiden başka birinin izine rastlayamadık.”
İsmet Paşa: “Biz bu konuyu ihtilalden evvel çok araştırdık.
Fakat iki şehitten başka bir şey tespit edemedik. İki şehit verilmiş olması
ilgililerin sorumluluğu için yeterlidir. Fakat daha fazla ölü olduğu iddia
edilir de sonradan bunun gerçek olmadığı anlaşılırsa sizin için iyi olmaz.
Onları suçlamak için iki şehit yeter. Buna dikkat edin.”
Paşa “Buna dikkat edin” diyerek darbe yöneticilerini,
yönlendiriyor ve uyarıyor.
Bu konuda bir zamanlar CHP genel sekreterliğini yapmış Kamil
Kırıkoğlu hatıratında şöyle diyor: “Kıyma makineleri dedikoduları üzerine CHP
araştırma komisyonu kurdu. Komisyon böyle bir şeyin olmadığını rapor etti. Bu
raporu okuyan İsmet Paşa Kırıkoğlu’nu azarlayarak, “Olmaz. Yoktur
demeyeceksiniz. Vardır imajı vereceksiniz!” diyor.
Dikkat edilirse sekme kurşun ve tank paletinin altında
kalarak ölen gençlerin sorumlusu Menderes hükümeti imiş gibi gösterilmek
isteniyor. Darbeden önce başka ölen olmadığı bilindiği halde yalan
propagandalar pervasızca yapılmıştır. Hatta bu yalanlar darbe yapıldıktan sonra
hükümet sözcülerinin konuşmalarına ve örfi idare komutanlarının tebliğlerine resmi
olarak alınmıştır.
Bu noktada size İsmet Paşa’nın propagandanın gücü ile ilgili
TBMM’de yaptığı bir konuşmadan bir parça okuyacağım:
“Propaganda eğer müsait saha bulursa bir memlekette, bir
millette yıkılmayacak zannolunan bir binayı dahi yıkabilir. Muntazam, şuurlu ve
muayyen bir hedef aleyhine tevcih edilen propagandanın zamanla sarsmayacağı
hiçbir kuvvet yoktur. Eğer bir cemiyetin hayatın mutlaka fena görmek ve
gösterilmek isteniyorsa onun her muvaffakiyetli işini ters tarafından veya
eksik tarafından göstermek mümkündür. Ne kadar şuurlu ve anlayışlı olursa olsun
hiçbir millet muntazam, müstemir (sürekli) ve daimi bir propagandanın
tesirlerine tahammül edemez.”
CHP Lideri ihtilalin eşiğinde, İstanbul’daki gösterilerden
bahsederken bakınız nasıl bir dil kullanıyor? “Tanklar altında ezelmişler ve
alınlarından kurşun yemişlerdir. Böylece bu masum gençler hürriyet
mücadelesinin öncüleri olmuşlardır.”
Yine İnönü o yıllarda Kore’de cereyan eden ihtilal ile
mukayese ederek Türk hükümetini tehdit ediyor: “Sigman Rhe kurtuldu mu? Üstelik
onun ordusu, polisi, memuru elinde idi. Hâlbuki sizin elinizde ne ordu var, ne
memur, ne üniversite ve hatta ne de polis! Türk milleti Kore milletinden daha
az haysiyetli değildir. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru
bir haktır.”
“Sizi ben de kurtaramam” meşhur konuşmasının mefhum ı
muhalifinden anlaşılan şudur. Sizi diktatör olacaksınız diye suçlarken aslında
diktatör olamayacağınızı biliyoruz. Çünkü milletin verdiği yetkiden başka
elinizde diktatörlüğü temin edecek ve sürdürecek hiçbir güç yok!
Avni Doğan’ın şu sözü ile bu paragrafı kapayalım: “İhtilali
biz hazırladık, ordu yaptı!”
1960’da üniversite ve gençlik kesimini yönlendiren CHP Sivas
Milletvekili Prof. Dr. Turhan Fevzioğlu, darbeden 27 yıl sonra pişmanlığını şu
sözlerle ifade etmişti: “1950 – 1960 arasındaki mücadelede bugünkü aklım
olsaydı mücadeleyi yumuşatmak için bütün gücümü sarf ederdim. Geriye baktığım
zaman bunu görebiliyorum. O günlerde mücadele gereksiz olarak sertleşiyordu.
Gereksiz olarak diyorum çünkü memlekette terör yoktu. Irk ve mezhep ve sınıf
kavgası yoktu. Ancak partiler arasındaki ilişkiler sertti. Daha doğrusu
partiler de sertti.”
4- Millet Üzerindeki
Etkileri
RASİM CİNİSLİ ERZURUM MİLLETVEKİLİ |
Devlet ile milletin bütünlüğü bozulmuştur! Demokrat Parti’ye
oy veren seçmen çoğunluğu, gerici, düşük, kuyruk diye horlanmıştır. DP’liler
dövülmüş, CHP’liler sevilmiştir. Bu tutum halkımızın hafızasına unutulmaz
ayrılık tohumları sokmuştur.
Kalkınmanın önü kesilmiştir! İstikrarı ve güveni ortadan
kaldırmıştır! Kronik istikrarsızlık ve güven bunalımı toplum değerlerini
hırpalamıştır. Sosyal dokunun temelini oluşturan aile ve ahlaki değerler zarar
görmüştür.
5-Siyasete Etkileri
Cemal Gürsel Amil Artus’u Adalet Bakanlığı’na getirdiği gün
şu sözleri söylüyor: “İlk aşamada senden Demokrat Partiyi kapatmanı ve Yassıada
duruşmalarını bir an önce başlatmanı istiyorum!” (22 Mayıs 1987 Milliyet
Gazetesi)
İsmet İnönü Devlet Bakanı Amil Artus ile ilk görüşmesinde
Demokrat Parti’nin ne olacağını sormuş. Ve CHP’li Devlet Bakanı Şefik İnan da
bu konu ile ilgilenmeye başlamıştır. O tarihlerde MBK üyesi olan Alpaslan
Türkeş, “Şefik İnan bir toplantıda bir teklif yaptı. Bu DP’yi kapatmak lazım.
DP’yi muhkeme kapattı ama bunu Şefik İnan düzenledi; onu biliyorum.” (26
Haziran 1994, Sabah Gazetesi).
CHP İktidarı için Demokrat Parti kapatılmıştır. Araya öfke
ve husumet ekilmiştir. Bir tarafta İsmet Paşa düşmanlığı prim yapar hale
gelmiştir, bir başka tarafta Menderes düşmanlığı. Bu nedenle toplumsal (sivil)
ahenk bozulmuştur. Siyasete proje üretenler yerine öfke ve husumet üretenler
hâkim olmuştur. Liderlerimiz, iktidar-muhalefet kadroları, memleket
meselelerini çözümlemek için yapacakları münakaşa yerine “tencere dibin kara,
seninki benden kara” suçlamaları ile yılları heba etmişlerdir. Millete ve
devlete hizmet etmenin yolu olan siyaset riskli hale getirilmiştir. Siyasette
kalite düşmüştür. Siyasette hizmet idrakini, menfaat güdüsü gölgelemiştir.
Siyasette liyakat ve etik değerler yerine, para ve şahsi menfaat ön palana
çıkmıştır. Politika çok paralı, çok pahalı bir alan olmuştur.
Siyasi istikrar bozulmuştur: Parti enflasyonu başlamıştır.
Güçlü iktidarlar dönemi bitmiş, siyasi kanaatleri zıt partilerin istikrarsız ve
kısa ömürlü koalisyonları dönemi başlamıştır.
Bu bozulma daha sonraki yıllara da yansımıştır. Sincan’da
tanklar yürütülerek, daha fazla oy alanları itmiş, istedikleri kişilerin
hükümet kurmasını sağlamışlardı. Bu siyasi istikrarsızlık ekonomiyi de vurmuş,
kalkınmayı engellemiştir. Ekonomimiz IMF’ye
bağımlı hale düşürülmüştür.
Politika bir gölgeler savaşına dönüştürülmüştür. İç ve dış
politika gerçekleri bir yana bırakılmıştır.
Bir yanda irtica geldi gelecek, laikli gitti gidecek
naraları, öte yanda hamasi nutuklar yeri göğü inletmektedir: Sorumlular
gölgelerle boğuşurken Kerkük’te, Kuzey Irak’ta, Kıbrıs’ta, Avrupa Birliği’nde
kırmızı çizgilerimiz silinmiştir.
Ekonomide, enflasyonda, işsizlikte hâsılı milletin
gündeminden uzağa düşülmüştür. Eşik önünde beyanat verme adet olmuş; politikacı
her uzatılan mikrofona laf yetiştirmek zaafına düşmüştür. Devlet adamı fıkdanı
(yokluğu) başlamıştır.
Burada rahmetli Osman Bölükbaşı ile eski bir bakana arasında
geçen şu konuşmayı hatırladım: Hasta yatağanda ziyaret ettiği Bölükbaşı’na “Bir
emriniz var mı?” diye sorar. Bölükbaşının verdiği cevap vecizdir: “Sayın Bakan,
devlet adamı eşik önünde konuşmaz. Her uzatılan mikrofona beyanat vermez.”
2000’li
yıllarda durum yukarıda anlatılan hale düşmüş bulunuyordu. Oysa İmralı’ya idama
giden Demokratik Parti ekibi, o korkunç ana rağmen memleket meselelerini
konuşuyorlardı. Celal Başar, Fatin Rüştü Zorlu’ya, “Fatin anlat bakalım şu
Avrupa Topluluğu ile ilişkilerimiz ne halde?” soruyor, Fatin Bey de Türkiye AT
ilişkilerini anlatıyordu.
6-Basın ve Medya’ya
etkileri
Basın toplumu objektif bilgilendirme yerine, tutanın eline
hizmet eder duruma düşmüştür.
Bir kısım basın da şantajcı olmuştur. Basının düşmüş olduğu
bu durum ülkede yaşayan her insanı rahatsız etmektedir. Basın eleştirilerden ve
denetimden kurtulmuş. Bazı basın organları azgın boğa gibi saldırgan olmuştur.
Yargısız infaz yapmayı alışkanlık haline getirmiştir.
7 – Üniversiteye
Etkileri
27 Mayıs Darbesi’nin yol haritasını üniversite öğretim
üyeleri çizmiştir. Cemal Gürsel’in “DP üst kadrolarını yurtdışına sürelim”
teklifini, üniversite hocaları engellemiştir. Türk ceza kanununun
değiştirilmesine yine bu hukukçu profesörler fetva vermişlerdir. “İhtilal kendi
hukukunu kullanmazsa, zamanın hukuku ihtilalciliyi mahkûm eder” diyerek zulmün
yolunu açmışlardır. TCK 65 yaşındakilerin idam edilemeyeceğini amirken Celal
Bayar ve aynı yaşta olan diğer DP’lilerin idamını sağlamak için, yine bu
hukukçu profesörler fetva vermişlerdir. Böylece hukuk tarihine bir kara leke
olarak geçen ceza kanununda geçmişe yürüyen (makable şamil) kanun yapılmıştır!
Darbeci öğretim üyeleri ve onların etkisindeki öğrenciler,
üniversitelerde eğitimi aksatmışlardır. İlim politikaya kurban edilmiştir.
Üniversiteler uzun yıllar bu kamburun altında ezilmiş, ilim yapamaz, ilim adamı
yetiştiremez hale gelmiştir. Gençliğin içine nifak sokulmuş, sağ-sol kampları
bölünmüştür. Milletin en değerli cevheri olan gençlik, yeri doldurulamayacak
biçimde ziyan edilmiştir.
Darbeci öğretim üyelerinin etkisiyle üniversitelerden,
(sanki çok ilim adamı varmış gibi) 147 öğretim üyesi emekli edilmiştir.
8 – Ekonomiye
Etkileri
Merhum başbakan Adnan Menderes, 5 Ocak 1960 günü, yani 27
Mayıs’tan aşağı yukarı 4–5 ay önce Adana’da yaptığı konuşmada diyor ki:
“Dünyanın hiçbir memleketi 9 senede, 10 senede sanayi
takatini 10 misline çıkarmış değildir. Buna ancak ve ancak Türk mucizesi demek
lazım gelir. Bugün memlekette buzdolabından çimento ve dokuma fabrikalarının
makinelerine kadar her şey yapılmaktadır. 1950 ile mukayese edildiği takdirde
vatanımızın büsbütün başka bir manzara arz ettiğini görmek mümkündür. Milli
hudutlarımız aynı kaldığı halde iktisadi kudretimiz dört misli büyümüş ve
kuvvetlenmiştir.”
Eski sanayi bakanlarımızdan Mehmet Turgut, henüz
neşredilmeyen bir kitap çalışmasında şu bilgileri veriyor:
1950 Türkiye’sinde milli gelirde nüfus başına düşen pay 200
doların altındadır. 1960 yılında bu nispet 485 dolara yükselmiştir.
1950’de enerji bakımından kurulan güç 407 bin kilovattan,
1960’da 1 milyar 272 milyon kilovata çıkartılmıştır. Yıllık enerji istihsali
1950’de 780 milyon KW saat iken, 1960’ta hızlı bir artışla 2 milyar 815 milyon
KW saate ulaşmıştır.
50’de çimento tüketimi, 395 bin tondur. 60’da çimento
üretimi 2 milyon 40 bin ton olmuştur.
Yol durumu ise 600 KM asfalt veya taş döşeli; 250 kilometresi
ziftlenmiş 11 bin KM’si de kırma taşla döşeli ve iyi olduğu söylenen şose
şeklinde belirtilmiştir.
1960’ın yol durumu ise bu devrenin en başarılı
gelişmelerinden birini göstermektedir.
Ekonomistler 50 – 60 dönemindeki kalkınma hızının yüzde 6-7
arasında olduğunu söylüyorlar.
Andrew Mango’nun Atatürk adlı kitabında diyor ki: “On yıllık
DP yönetiminde Türkiye büyük değişim gösterdi. Ekili alanlar 14 milyon
hektardan 23 milyon hektara,
Traktör sayısı 2 binden 42 bine,
Kullanılan gübre miktarı, 42 bin tondan 107 bin tona,
Çelik takviyeli yolların uzunluğu 2 binden 7 bin KM ye
çıktı.
14 büyük baraj, 15 elektrik santrali ve 20 liman inşa
edildi.
Özel girişimciler tüketici ürünleri fabrikalarına yatırım
yapmaya özendirildiler.
Buna karşılık muhalefet lideri İnönü, yapılan eletrik
santralleri için “Bu kadar enerjiyi toprağa mı vereceksiniz? Yapılan yollar
için de “Bu yollara uçak mı indireceksiniz” diye soruyordu.
Türkiye 1960’tan 10 yıl sonra Komünist Bulgaristan’dan
elektrik almak zorunda kaldığı gibi, yolar da trafik sıkışıklığına maruz
kaldılar.
2008 Mayıs Ayından 27
Mayıs’a Bakmak
Bugün 2008 yılının Mayıs ayından geriye dönüp baktığımda
yeni duraklar görüyorum. Bu duraklarda durup yeniden düşünmek- yeni yorumlarla
yeniden değerlendirme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Zamanın ortaya çıkardığı
gerçekler var.
Büyük Ortadoğu Projesi, CENTO’nun yerini aldı.
(Irak-Körfez-Afganistan’ın işgali)
Varşova Paktı’nın çöküşü (Sovyet Blok’u çözüldü. Türk
Dünyası Gün Işığına Çıktı ama biz Türk Dünyasına sahip olamadık. İki Almanya
birleşti.)
NATO Karargâhlarında dolaşan sözde bölünmüş Türkiye
haritaları.
Elli Yıllık Ortak Pazar, Daha sonra Avrupa Birliği Sevdası,
Kıbrıs.
Birinci Dünya Savaşı’nın merkezinde Osmanlı İmparatorluğu
vardı. Harp sonunda imparatorluk çöküyor ama Anadolu coğrafyasında gözü olanlar
umduklarını bulamıyor. Umutlarını zamana
bırakıyorlar.
Kuzeyde Sovyet
Rusya-Batı Avrupa
Sovyet Rusya İkinci Dünya Harbi’nden sonra Kars-Ardahan ve
Boğazlar üzerinde hak isteyerek niyetini tekrarlıyor. Bu niyetini kabaca
diplomatik yollardan ilan ederken öte yandan içimizde ideolojik yoldan komünist
yandaşlar bularak işi kolaylaştırmaya çalışıyordu.
Bu açık ve kaba manzarayı gören Batı, fotoğrafı büyüterek
perde yaptı. Perde arkasından kendi sinsi oyununu kurmaya başladı. Moskova’dan
rol kaptı!
NATO Üyesi olduk. Kuzeye karşı, Varşova Paktı’na karşı
güvenliğimizi sağladık. Ama Avrupa’ya bilhassa Amerika’ya kapılarımızı safça,
güvenle açtık.
Birçok alanda (askerî, ekonomik, siyasî) işbirliğimiz oldu.
İmparatorluk kurmuş devletin tecrübesine yakışmayan
teslimiyet derecelerinde açtığımız kucağa Amerika, çok önceden tasarladığı
B.O.P projesi ile oturdu. Moskova’dan çaldığı rolünü geliştirmiş, komünizm
tehlikesini abartılı olarak ülkemizde yürütmeye koyulmuştu. Her defasında
kuzeydeki tehlikeyi bahane ederek kendi emellerine zemin hazırladığı
anlaşılmıştır.
Bazıları bu türlü yorumlara “Komplo Teorisi” diyorlar. Zaman
en adil hâkimdir. Olayların gün ışığına çıkması niyet sahiplerini ele
vermiştir. Bu da devlet adamı eksiğini ve Türk diplomasisinin teslimiyetçiliği
izah edilebilir.
Olaylara beraber
bakalım.
Marksizm 1917 yılında Rusya’da hükümran oluyor. İkinci Dünya
Savaşı’ndan zaferle çıkıyor. “Berlin Duvarı”nı örüyor. Avrupa kapıları
kapanıyor. Varşova Paktı’nı Marksizm’in dünya hâkimiyeti için kuruyor. Demirperde ülkeleri içine kapanıyor. Dünyanın
korkulu rüyası olarak 1990 yılına kadar yaşıyor. 1990 yılında kendi içinde
çöküyor.
Bir fikrin, bir ideolojinin çöküşü üç beş yılda olmuyor.
Marksizm gibi devletlere hükmetmiş bir ideolojinin kendi içinde çürümesi,
çaresiz duruma düşmesi en az 20 veya 30 yıl içinde gerçekleşiyor. Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği 1990 yılında çözüldü. 1990 yılından 30 yıl
geriye gidersek bu 1960 yılına tekabül ediyor. Yani 1960 yılından beri Moskova
rejim ihraç edecek gücünü kaybetmiştir.
Hâlbuki Türkiye’mizde kardeşi kardeşe düşman eden komşuyu
komşuya kırdıran sağ-sol kavgasının Moskova’dan kaynaklandığını sanırdık. Peki,
bu kadar cana, bu kadar milli servet ve milli enerjiye mal olan sağ-sol, daha
sonra da bölücülüğe dönüşen bu iç çekişmeyi kim yaptı? Kendi hamakatımız olduğu
doğrudur. Fakat şu yabancı hırsızın hiç mi kabahati yoktur?
NATO Karargâhlarından dolaşan bölücü haritaları kim
hazırladı? PKK’yı kim besleyip büyüttü? Büyük Ortadoğu Projesi’nin altını
üstünü bilen kim? Irak’ta, Afganistan’da ölen milyonların cesetleri üzerine
nasıl demokrasi kurulacak? Hangi demokrasi kurulacak?
Bunları gördükten sonra yeniden düşünmemiz gerekiyor. 27
Mayıs’ın dış bağlantıları var mıydı? Bu bağlantılar var ise nelerdir? Celal
Bayar ve birçok siyasinin iddia ettiği üzere bu dış ektiler sadece kuzey
komşumuzdan mı gelmiştir yoksa 50 yıllık dostlarımız da 27 Mayıs 1960 darbesine
müdahil olmuşlar mıdır? Oldularsa bunun derecesi nedir? Tarihçilerimizin ve
araştırmacılarımızın bu konuda milletimizi aydınlatacakları zaman gelmiştir.
SONUÇ:
Sözün burasında konuşmamın manşetini şimdi söylüyorum. 27
Mayıs 1960 Darbesi, Cumhuriyet tarihimizin en talihsiz olayıdır! Olaya topyekûn
baktığımızda 3 ismin önemli roller üstlendiğini görürüz. CHP lideri İsmet İnönü,
darbenin “kudretli albayı” Alpaslan Türkeş ve yeniden demokrasiye dönüş
mücadelesinde hakikatin ve cesaretin sesi olan Ord. Prof. Ali Fuat Başgil.
Milletimiz, 27 Mayıs’ı sevmemiştir, sevememiştir. Buna
karşılık Türk milleti demokrasiyi çok sevmiştir. Benimsemiştir. Darbeler
karşısında vakur duruşu ile tavrını demokrasiden yana koymuştur.
*
(1) Demokratik Parti üst yöneticileri hakkında uydurulan
düzmece iddialar, “Köpek Davası”, “Bebek Davası”, “Cımbız Davası” ve “Afgan
Atları Davası” gibi ipe sapa gelmez davalardı. Bunlardan Afgan Atları Davası
şuydu: Afgan Kralı Başvekil Adnan Menderes’e dört at hediye eder. Menderes
bunları bir at çiftliğine gönderir. Bir müddet sonra Sipahi Ocağı’ndan gelerek
atları satın almak isterler. Menderes atları iyi bir fiyata satar ve üzerine
kendi cebinden de para koyarak Kocatepe Camii inşaatına hibe eder. Bunun
üzerine Yassıada adaleti (!) atların yediği otların parasını Berin
Menderes’ten, merhum Menderes’in idam ipinin parası ile beraber tahsil eder!
*
(*) DADAŞ, Rasim CİNİSLİ
Eski DP Milletvekili
ve MTTB eski Başkanlarından; Avukat
1939 yılında Erzurum’da doğdu.İlk ve Orta tahsilini Erzurum’da tamamladı.1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek öğrenime başladı.Yüksek öğrenimi boyunca hep gençlik hareketlerinin içinde yer aldı.Türkiye Milli Talebe Federasyonundaki özverili çalışmaları ile öne çıktı.1964 yılında Federasyon içinde organize olmuş folklor komisyonunun çalışmalarından tatmin olmayan bir gurup arkadaşıyla ayrılıp ‘Yüksek tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ni kurdular.Amaçları,tüzüğün maddesinde belirtildiği gibi ‘Türk Folkloru üzerinde araştırma,inceleme ve derleme yapmak,tanıtım çalışmaları yaparak turizme yardımcı olmak,Türk folklorunu genç nesillere öğretmek.Türk folkloru hakkında ilmi yayınlar yapmak.
1939 yılında Erzurum’da doğdu.İlk ve Orta tahsilini Erzurum’da tamamladı.1959 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde yüksek öğrenime başladı.Yüksek öğrenimi boyunca hep gençlik hareketlerinin içinde yer aldı.Türkiye Milli Talebe Federasyonundaki özverili çalışmaları ile öne çıktı.1964 yılında Federasyon içinde organize olmuş folklor komisyonunun çalışmalarından tatmin olmayan bir gurup arkadaşıyla ayrılıp ‘Yüksek tahsil Gençliği Türk Folklor Enstitüsü Kurma Derneği’ni kurdular.Amaçları,tüzüğün maddesinde belirtildiği gibi ‘Türk Folkloru üzerinde araştırma,inceleme ve derleme yapmak,tanıtım çalışmaları yaparak turizme yardımcı olmak,Türk folklorunu genç nesillere öğretmek.Türk folkloru hakkında ilmi yayınlar yapmak.
Bu amaçla yurt dışındaki benzer kuruluşların tüzüklerini
getirterek Türkçeye çevirdiler.Türkiye Milli Talebe Federasyonundan ayrılmaları
ile folkloru bir sisteme kavuşturdular.Bir düzenli kuruluşun oluşmasına öncülük
ettiler.
Rasim Cinisli gerek gençlik yıllarında,gerekse sonraki
yıllarda Türk halk kültürünü her yönüyle yaşatmayı,yozlaştırmadan yaymayı ve
geliştirmeyi kendisine ülkü edinmiştir.
Yumuşak karakteri efendiliği,içten dostluğu,sevgi ve heyecanı onun
karakteridir.Sayın Adli Ayter’in söylemesi ile ‘tüm Dadaşlık’meziyetlerini
kimliğinde ve şahsiyetinde bir araya getiren güzel bir insandır.
Tüm meziyetler onu üniversite gençliğinde çne çıkardı.1965-66 yıllarında Mill Türk Talebe Birliği’nin genel başkanlığını yaptı.1967-68 yıllarında vatani görevini yaptı.1969 yılı genel seçimlerinde Adalet Partisi’nden Erzurum Milletvekili seçildi.1971 yılında Demokrat partinin kurucuları arasında yer aldı.1973 yılında Demokratik Partiden yeniden milletvekili oldu.1977 yılına kadar milletvekilliğini sürdürdü.1977 yılındaki seçimlere kendi isteğiyle katılmadı.
Tüm meziyetler onu üniversite gençliğinde çne çıkardı.1965-66 yıllarında Mill Türk Talebe Birliği’nin genel başkanlığını yaptı.1967-68 yıllarında vatani görevini yaptı.1969 yılı genel seçimlerinde Adalet Partisi’nden Erzurum Milletvekili seçildi.1971 yılında Demokrat partinin kurucuları arasında yer aldı.1973 yılında Demokratik Partiden yeniden milletvekili oldu.1977 yılına kadar milletvekilliğini sürdürdü.1977 yılındaki seçimlere kendi isteğiyle katılmadı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunduğu dönemde Türk halk kültürünün
derlenmesi, araştırılması, arşivlenmesi için özverili çalışmalarda
bulunmuştur. Parti gözetmeksizin komisyon çalışmalarında kulis atarak yandaş
toplayıp3.beş yıllık plana istediği her şeyi koydurabilmiştir.1979 yılında
Adalet Partisi İstanbul İl idare kurulu üyeliği,1994 yılında da Doğru Yol
Partisi İstanbul İl Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur.
Halen çeşitli dernek,vakıf ve sivil toplum örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak bulunmaktadır.Özellikle 30 yıldır Erzurumlulara hizmet için kurulmuş dernek ve vakıflarda kesintisiz çalışmalarını sürdürmüştür.Son olarak Kadıköy’de bir binayı restore ettirerek kültür merkezine dönüştüren kadronun içinde yer almıştır.
Halen çeşitli dernek,vakıf ve sivil toplum örgütlerinde kurucu ve yönetici olarak bulunmaktadır.Özellikle 30 yıldır Erzurumlulara hizmet için kurulmuş dernek ve vakıflarda kesintisiz çalışmalarını sürdürmüştür.Son olarak Kadıköy’de bir binayı restore ettirerek kültür merkezine dönüştüren kadronun içinde yer almıştır.
Tüm bu meziyetlerinin dışında edebiyata ve söz sanatlarına karşı sonsuz
yatkınlığı onun çok okuduğunu da gösteriyor.Divan şiiri başta olmak üzere Türk
ve dünya kültür adamlarının vecizelerini hafızasında tutabilen yeri geldiğinde
irticalen söyleyebilen bir kişiliktir.
Evli ve üç çocuk babasıdır.
Evli ve üç çocuk babasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder