26 Mayıs 2015 Salı

Demokratlar Kulübü Başkanı; Beş (5) Dönem İzmir Milletvekili; (Eski) Sanayi-Çalışma ve Milli Eğitim Bakanı Av. Ali Naili ERDEM’in: 27 Mayıs 1960’ın 55. Yıl Dönümü Mesajı...

Ali Naili ERDEM
Demokratlar Kulübü Başkanı
27 MAYIS 1960
Ali Naili ERDEM 
Demokratlar Kulübü Başkanı
14 Mayıs 1950’den, 27 Mayıs 1960 tarihine uzanan ON ALTIN YIL…
Devletin itibarının bayrak, bayrak dalgalandırıldığı “Türk’ün unutturulmuş meziyetlerinin ati’nin (geleceğin) yüksek ufkunda bir güneş gibi parlayıp doğduğu” onurlu, şerefli ON YIL…
Çalı dibinde unutulmuş insanını, uygarlığın tahtına, gönül rahatlığı ile yükseltenlerin, Demokrat Parti’lilerin zaferi.
Devletin zenginliğini, halkın zenginlik ve mutluluğunda gören; “Devlet halk için vardır” ilkesini iktidar yapanların, sevgiyle taçlandırdığı ON YIL;
Demokrasi ile bütünleşen Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına saygıyla ve inançla bağlananların unutulmaz destanı…
Ve, halkına bir kara sevda ile bağlı, Köroğlu misali Hak Âşığı; Ferhat misali ömrünü heba eden, hayatını millete adayan bir Lider..
ADNAN MENDERES
Üstün bir insan.
Kıblesi belli.
Bayrağını, Kur-an’ı gibi yüreğinde taşıyan bir medeniyet savaşçısı;
Manâ’nın Sultanı; Madde’nin efendisi;
Kat’ı, Yat’ı, Helikopteri olmadan, halkının zengin gönlünde varlığını sürdüren bir efsane, faziletler odağı;
Mütevazı, sevecen ve hassas bir ruh;
Çıplak imanında, yoksulluk kaderini yok eden bir idealist.
Veren elin, alan elden üstün olduğu idrakiyle; Kafasını, kalbini, yüreğini, bileğini milletine adamış bir modern VELÎİ;
Allah’a sığınmış, katıksız bir Mümin;
Ten’de can olan, Türkiye tutkusu…
… VE KISKANDILAR!
Ayakları üzerinde durabilecek hale gelen özgür ve güçlü, zengin bir Türkiye’ye dost olamayanlar; Hiçbir haklı sebebe dayanmaksızın, hasetle üzerlerine çullandılar.
Dolayısıyla,
27 Mayıs; Baştan sona siyasal bir CİNAYETTİR.
Yassı ada; Tükenmiş, ruhsuz ve Allahsızların, her türlü melânet ve insanlık dışı entrikalarına maruz ve muhatap olarak: “Demokrat Parti siyasi iktidarı, nezih kadroları ve seçilmiş mensuplarını hapsettiği” büyük bir utanç ve yüz karasıdır.
İşkencenin, seviyesizliğin, utanmazlığın, yalan ve iftiranın her çeşidinin uygulandığı yassı ada’dan Demokrat Parti bütün ihtişamıyla çıkmıştır.
Ne yazık ki;
O günlerin, kuzu postuna bürünen kurtlarını, bu gün hatırlayan yok!..
Oysa MENDERES, yaşamından daha güçlü olarak, Milletin sinesinde yaşıyor.
Bu şahadet mertebesine ulaşmış kutsal kişilere, Allahtan Rahmet niyaz ediyorum.
(*) Ali Naili Erdem: 1927 İzmir, Kemalpaşa doğumlu ve Ankara Hukuk Fakültesi mezunu Avukat. 1961-1980 arası 1, 2, 3, 4 ve 5. dönem İzmir Milletvekili. Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 1980 askeri darbesinden sonra ülkenin çeşitli İl ve İlçelerinde konferanslar verdi. Radyo ve Televizyonlarında konuşmalar yaptı.
Demokratlar Kulübü Derneği Başkanı Erdem, evli ve üç çocuk babasıdır.
             ***
AB sürecine ilk darbeyi 27 Mayıs vurdu
Esat KIRATLIOĞLU (*)
Eski bakanlardan Ahmet Esat Kıratlıoğlu, 27 Mayıs darbesinin perde arkasını Yeni Asya’ya değerlendirdi.
1959’da ilk müracaat eden, başbakan Menderes’ti
AB’nin ilk kurulduğundaki adı Ortak Pazar’dı; Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET). Buna 1959’da ilk müracaat eden, Başbakan Menderes’tir. Peşinden 27 Mayıs ihtilâli oldu. 1963’te Ortak Pazar’la Ankara Anlaşması imzalandı. Ondan sonra AP hükümetleri zamanında biz bunu geliştirdik. Ardından 12 Mart muhtırası yine Türkiye’nin AB sürecine sekte vurdu.
Önce Ecevit reddetti, sonra 12 eylül ihtilali geldi
1979’da Türkiye, Yunanistan ve Portekiz’e çağrıda bulunuldu; “Asil üye olarak alınacaksınız” diye. O zamanki Başbakan Ecevit, “Onlar ortak, biz pazar” diye reddetti. Yunanistan ve Portekiz “Evet” dedi ve girer girmez—üye oldukları için—bu iki ülkeye 30’ar milyar dolar yardım yapıldı. Ardından 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Türkiye’nin AB yolculuğu yine inkıtaa uğradı.
Darbeler olmasaydı, Türkiye çoktan AB’ye girmişti
27 Mayıs, 12 Mart ve en son 12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması ve demokratik düzenin hâlâ oturmamış olmasından dolayı AB süreci de sürüncemeye girdi ve nihayet bu noktaya geldi. Bu müdahaleler olmasaydı, Türkiye bugün çoktan AB üyesiydi ve fert başına millî gelir en az 30 bin doların üzerinde olacaktı.
AB sürecine ilk darbeyi 27 Mayıs vurdu
Ülkeyi 27 Mayıs’a götüren sebepler sizce nelerdi? Demokrat Parti iktidarı niçin 27 Mayıs darbesine mâruz kaldı? 
Rahmetli Menderes, Türkiye’yi sanayileşmek hedefine yönlendirmek istiyordu. Bunun için dövize/paraya ihtiyaç var. Bu maksatla, mâlum 1959’ün Ekim’inde Amerika’ya gider ve 200 milyon dolar borç ister. Amerikalılar, “Siz ne yapacaksınız bu parayı?” diye sorarlar; Menderes, “Sanayileşmek için kullanacağım” cevabını verir. Amerikan yetkilileri, “Siz bırakın sanayii, tarım ülkesisiniz, tarımda gelişin” diye karşılık verirler. Açıkçası, sanayide kendilerine bağımlı kalmak için Menderes’e, Türkiye’ye o parayı vermezler…
Bunun üzerine merhum Menderes bu kez Almanya’ya gider. Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu’nun hâtıralarında okudum. O zaman uzun yıllar Ekonomi Bakanlığı yapan Alman Başbakanı Profesör Ludwig Erhard’la görüşür. Erhard, Menderes ve beraberindekilere Ren nehri üzerinde bir seyahat-tur tertipler, gemide çok büyük bir iltifatla mükellef bir ziyafet verir. O arada Menderes, Erhad’a “Sizden bir talebim olacak, bana 200 milyon dolar kredi açacaksınız” der. O da “Ne yapacaksınız?” diye sorar. “Türkiye’yi sanayileştirmek için kullanacağım, sanayileşmeye yönlendireceğim” cevabını verir. Erhard da, “Sayın Başbakan, ne yapacaksınız sanayileşmeyi? Siz bir tarım ülkesisiniz ve tarım ülkesi olarak gelişin, Türkiye’ye daha hizmet etmiş olursunuz…” karşılığını verir…
Bu ifâdeden fevkalâde rahatsız olan Menderes, elini masaya vurur ve Zorlu’ya dönerek, “Kalk Fatin, gidelim!” deyip, Erhad’ın elini bile sıkmadan gemiyi terk eder…
Menderes, Türkiye’ye döndükten sonra Haziran’ın 15’i civarında Rusya’ya gidip bu konuları konuşmak için ziyaret ayarlanır. İşte tam bu safhada 27 Mayıs ihtilâli gerçekleşir.
Belli ki Menderes’e parayı vermeyen Amerika, Rusya ile işbirliğinden de rahatsız olmuştur. Bu durum, daha sonra 12 Mart öncesi Demirel’in Başbakanlığındaki Adalet Partisi hükûmetinin Ruslarla işbirliği yapıp Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Fabrikası ve sair sanayi tesislerini kurmasına benzer ki, Amerika, Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesini istememektedir, rahatız olmaktadır.
Daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbe ve muhtıralarında parmağı olduğu gibi, 27 Mayıs ihtilâlinin arkasında da Amerika vardı. Amerika, Türkiye Rusya’nın etkisine girer diye ordunun içine girerek darbe yaptırdı. 27 Mayıs’ın bâriz sebeplerinden biri bu…
Neticede denilebilir ki, ekonomi her şey yolunda iken, kanlı 27 Mayıs darbesi, Türkiye’nin sanayileşmesinin önünü kesmek için dayatıldı…
O arada 27 Mayıs öncesi Türkiye’de politik ortam da çok gergindi. 1950’de 60 küsur milletvekili olan CHP, ’54 seçimlerinde 33 civarında milletvekiliyle kalırken, 57 seçimlerinde 175 milletvekili kazandı. Türkiye’de bir takım huzursuzlar başgösterdi…
Politik arena kaynamaya başladı. O zaman Türkiye’de sıkıyönetim olduğu için gazeteler doğru dürüst haber veremiyorlardı. Kamuoyu, vatandaşın “fısıltı gazetesi”yle “dedikodu haberleri”ne kalmıştı. Bu “haberleri” yayan “fısıltı”yı, propagandayı geliştiren de yine CHP’ydi.
İşte, “Yüzlerce talebe kıyma makinelerinde Et Balık Kurumunda yem yapıldı”, “Talebeler Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına atıldı” gibi dedikodular, iftiralar yaydırılıyor, büyük bir sıkıntı meydana getiriliyor, sol sokağa dökülüyordu…
O zaman (1959’da) Viyana Üniversitesi’ni bitirmiş, doktorayı yapmış, Türkiye’ye gelmiştim; bütün bunları bizzat yaşadım. O zaman Batman’da idim-mâlum televizyon henüz yok-radyoda bütün bunları çok ilgili olduğum için dinliyor, yakından tâkip ediyordum. Zaten ağabeyim de Demokrat Parti milletvekili, âilece Demokrat Partiliyiz…
Rahmetli Menderes, hiç unutmam hâlâ kulağımda- çok nâzik sesiyle radyoda, “Sayın vatandaşlar, bu dedikodulara inanmayın. Hiçbir öğrenci Et Balık Kurumunda kıyma makinesine gönderilmemiştir, olacak iş mi bu? Bu İslâmiyete, insanlığa sığar mı, bu yapılabilir mi? ‘Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına öğrenciler atılmış-öldürülmüş’ diyorlar, bu asla mümkün değil, büyük bir bühtandır. Şimdiye kadar iki tane öğrenci öldü. Birisi (Ankara Sıhhiye’deki) talebe nümâyişlerinde bir polisin korkutmak için yere ettiği ateşin taştan sekip isâbet etmesiyle... Diğeri İstanbul’daki gösterilerde tankın üzerine tırmanan bir öğrenci düşüp tankın altında kalmasıyla. Onun hâricinde ölen hiçbir öğrenci yok, inanmayın…” diyordu.
Ancak karşı propaganda o denli etkili idi, dedikodular o derece yaygın idi ki, biz bile etkisinde kalıyorduk. 
Menderes’in konuşmalarına neredeyse biz bile inanmıyorduk…
Ve de 1959’un yazında bir münasebetle Aksaray’a gittim; daha sonra Ankara’da ağır ceza mahkemesi başkanlığı yapan bir akrabam vardı, hukuk fakültesinde okuyordu. Oturduk bunları konuşuyoruz. “Abi, arkadaşımızın birisi polis kurşunuyla Hukuk Fakültesi önünde kucağımda öldürüldü” demişti.
Yassıada Mahkemelerinde gerçek ortaya çıktı; rahmetli Menderes’in söylediği gibi iki tane öğrencinin öldüğü tesbit edildi. Sonra hâkim olan o akrabama söyledim, “Hani o kucağındaki ölen çocuk?”; “Ya abi valla ben öyle zannetmiştim” dedi. Yani dehşetli bir manipülasyon, etkili bir algı operasyonu yapıldı…
Gerçek şu ki, 27 Mayıs öncesinde tam bir tahrik havası vardı. Halk Partisi bu hava içinde Demokratik Parti’yi irrite etmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu.
“Uşak’ta İnönü’yü taşladıkları, kafasına taş isâbet ettiği” haberi yaydırıldı. Gazeteci yazar Güngör Yerdeş, o günlere ait kitabında yazıyor ki, “Orada halk İnönü’nün aleyhinde gösteri yapıyordu. Taş atma hâdisesi yoktu. Fakat İnönü’nün yanında bulunan yöneticilerden birisi halka karşı el-kol hareketleri yaptı. Ve bunun üzerine taş attılar, o da İnönü’ye isâbet etti.” Ancak bu hâdise “İnönü taşlandı, kafasına isâbet etti, başı yarıldı” şâyialarıyla tahrikli bir şekilde propaganda edildi. Halbuki “taşlama” meselesi bu idi.
Bir de İnönü Kayseri’ye gidiyordu. Himmetdede İstasyonunda Kayseri Valisi durdurdu; “Paşam, Kayseri’de çok büyük infiâl var. Oraya geldiğiniz zaman büyük hâdiseler olur, ne olur ricâ ediyorum, şehre girmeyin, buradan ayrılın…” diye ricâda bulundu. Bu da çok istismar edildi. Çokça tahriklere âlet edildi.
O süreçte bilhassa İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki profesörler çok büyük aleyhte durum meydana getirdiler, tahriklerde bulundular…
Kısacası 27 Mayıs itibarıyla Rahmetli Menderes ve o zamanki Demokrat Parti hükûmeti böyle bir kıskacın ve baskının altında. ABD’nin, “Menderes, Rusya ile işbirliği haline girecek” diye çekinmesi ve ordunun içerisine girerek orduya ihtilâli yaptırması; bunu halkı da tahrik ederek—zamanki CHP’nin—bu sıkıyönetimdeki olan olayları halka gazeteler intikal ettirmediği için “fısıltı gazetesi”iyle “şu oldu, bu oldu” diye propagandası, öğrencileri kışkırttı ve 27 Mayıs darbesine ortam hazırlandı. Ve Türkiye’nin önünü kesti, kesildi.
27 MAYIS İHTİLÂLİ, VATANA VE DEMOKRASİYE İHÂNETTİR…
Bütün bunlar muvacehesinde, 27 Mayıs ihtilâlinin genel bir değerlendirmesini yapar mısınız? 27 Mayıs darbesini nasıl tanımlarsınız?
27 Mayıs, Türkiye’nin demokratik düzen içerisinde gelişmesini, sanayileşmesini ve ekonomide kalkınmasını en az 50 sene geriye atan bir darbedir. Cumhuriyet döneminde Silâhlı Kuvvetleri her on senede bir darbe yapmaya vesile teşkil eden darbelerin temelidir.
Ve 27 Mayıs ihtilâli, vatana hıyânettir, demokrasiye hıyânettir. Aynı zamanda Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vatandaşın gözünde, “memleketi ikiye ayıracak gruptur” diye öyle bir duruma getirmesi bakımından Silâhlı Kuvvetlere de yapılan bir ihânettir. Silâhlı Kuvvetleri “darbeci” olarak nitelendiren bir hüküm getirmesi bakımında da hıyânettir.
Her kim ki bugün ihtilâl peşindedir, ihtilâlcidir, ihtilâl arzusu gösteriyor; vatan hâinidir. Eğer 27 Mayıs olmasaydı, ondan sonraki ihtilâller de olmayacaktı. Ve bugün Türkiye’nin fert başına düşen millî geliri 30-35 bin dolar civarında olacaktı. Türkiye şu anda Avrupa’da sanayileşmiş, madden ve mânen kalkınmış endüstri ülkelerinin yanıbaşında yer alacaktı.
27 Mayıs ihtilâli, Türkiye’nin önünü kesti; demokrasiyi ve kalkınmayı tahrip etti…
DARBELER OLMASAYDI, KALKINMA EN AZ YÜZDE 10 OLURDU
27 Mayıs’ın ve darbelerin demokrasiyi inkıtaa uğratmasının yanısara ekonomiye yaptığı tahribatı, dünden bugüne kıyaslamalarla özetler misininiz?
İyi bir kıyaslama için evvela ekonomik durumu genel olarak ele almamız lâzım. 1923-39 dönemi arası, sabit fiyatlarla Türkiye’nin kalkınma hızı yüzde 7. 1950 ile 60 arası Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin kalkınma hızı ortalama 6,3. Devamında Adalet Partisi iktidarında, 65-71 arasındaki-12 Mart muhtırasına kadar- kalkınma hızı yüzde 5,9 gerçekleşmiş. Özal’ın 1983-89 dönemindeki kalkınma hızı yüzde 4,9. AKP’nin 2003 ile 2013 sonu itibariyle kalkınma hızı, 4,87. 
Bir İngiliz düşünürü, “Eğer bir şeyi rakamla ifâde ediyorsanız, onu biliyorsunuz demektir” diyor. Hakikat şudur ki, bugünkülerin “Şunu yaptık, bunu yaptık” iddiaları değil; “yaptım” dedikleri bütün işler, bu 4.87 rakamıyla ortada. Demek ki Cumhuriyet tarihinde-ekonominin olmadığı İkinci Dünya Harbi yıllarını saymazsak-en düşük kalkınma hızı, AKP hükûmetleri zamanında olmuş. Bunlar Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarıdır.
Bu meyanda yine ekonominin durumunu belirleyen rakamlarına bakacak olursak; Demirel hükûmetleri döneminde (65-71 arasında) enflasyon yüzde 5,2 idi. Faizler ise yüzde 5,7. Şimdi ortalama enflasyon yüzde 9-10’un altına düşmüyor…
Neticede gerek cumhuriyet döneminde, Menderes-Demirel-Özal dönemleriyle mukayese edildiğinde, son 12 yıllık AKP döneminde gerçekleşen kalkınma hızı, en düşük kalkınma hızı.
Bu bakımdan şu gerçek açıkça ortadadır ki, eğer Demokrat Parti’ye 27 Mayıs darbesi ve Adalet Partisi’ne iki defa dayatılan-12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980- darbeleri olmamış olsaydı, Demokrat Parti’den sonra devamı olan Adalet Partisi ve Doğru Yol Parti iktidarlarının gerçekleştireceği kalkınma hızı, kimsenin şüphesi olmasın, yüzde 10’un altında olmayacaktı…
27 MAYIS VE ARDINDAKİ DARBELER, AB SÜRECİNİ İNKITAA UĞRATTI
27 Mayıs ihtilâli ve peşinden dayatılan darbeler olmasaydı, Türkiye, Avrupa Birliği’nde (AB) nerede olurdu?
Biz zaten AB’nin içinde idik. O zaman Ortak Pazar’dı, Avrupa Ekonomik İşbirliği (AET). Buna ilk müracaat eden 1959’da Menderes’tir. Peşinden ihtilâl oldu. 1963 Ankara Anlaşması imzalandı. Ondan sonra AP hükümetleri zamanında biz bunu geliştirdik. Ardından 12 Mart muhtırası yine Türkiye’nin AB sürecine sekte vurdu.
1979’de, seçimlerden ve Ecevit’in istifasından önce Başbakanlığı döneminde, bütün bu ortaya koyduğumuz performans ve gelişmeyle, Türkiye, Yunanistan ve Portekiz’e çağrıda bulunuldu; “Sizi asil üye olarak alınacaksınız” diye. O zaman Ecevit, “Onlar ortak, biz pazar” diye resmen reddetti. Yunanistan ve Portekiz “evet” dedi ve girer girmez-üye oldukları için-bu iki ülkeye 30’ar milyar dolar yardım yapıldı. Ardından da zaten malûm 12 Eylül 1980 darbesi oldu, Türkiye’nin AB yolculuğu yine inkıtaa uğradı ve bu durumlara geldi. Halen de çıkmazda devam ediyor.
Yani 27 Mayıs, 12 Mart ve en son 12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması ve demokratik düzene hâlâ oturmamış olmasından dolayı AB süreci de sürüncemeye girdi ve nihayet bu noktaya geldi. Seçim Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu hiçbiri yapılmadı. AB’nin istediği uyum yasaları yeterince çıkarılmadı, uygulamalarda başarısız kalındı.
Hulâsa, gayet açıktır ki, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül demokrasiye müdahaleleri olmasaydı, Türkiye bugün çoktan AB üyesiydi ve fert başına millî gelir en az 30 bin doların üzerinde olacaktı… 
(27 Mayıs 2014, Salı-Yeni Asya, Cevher İlhan-cev­her@ye­ni­as­ya.com.tr)

14 Mayıs 2015 Perşembe

14 Mayıs 1950 – 14 Mayıs 2015, 65. Yıl; BEYAZ İHTİLÂL, Demokrasi, Adalet ve Hukuk Bayramının Hayırlı ve Kutlu Olsun

Hürriyetler; Adalet, Hukuk, Cumhuriyet ve Demokrasi DP'nin kuruluş felsefesidir
Enerji ve Tabiî Kaynaklar ve Devlet eski Bakanlarından Esat Kıratlıoğlu ile Demokrat Parti’nin iktidara gelişini konuştuk. 
(Ankara, YENİ ASYA - 13, 14 Mayıs 2015, Çarşamba-Perşembe) 
Parlamentoda 6 dönem milletvekilliği yapan, AP ve DYP hükümetlerinde Devlet Bakanlığı ile Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığı yapan Esat Kıratlıoğlu ile, Demokrat Partinin iktidara gelmesinin 65. yıl dönümü dolayısıyla yaptığımız röportajda, DP öncesini ve DP’nin iktidara geldikten sonraki durumunu, 27 Mayıs darbesini konuştuk. Tarihi hatıralarını dinledik. İlerlemiş yaşına rağmen son derece dinç ve sağlıklı bulduğumuz Kıratlıoğlu ile evinde iki saate yakın sohbet ettik. Demokrat Parti felsefesini “hürriyetlerin genişlemesi ve kalkınma” olarak özetleyen Kıratlıoğlu, DP’nin ilk icraatının ezanı aslına çevirmek olduğunu söyledi. 27 Mayıs darbesinin esas sebebinin Menderes’in ABD ve Almanya’da alamadığı yardımı Rusya’dan istemesi olduğuna dikkat çeken Kıratlıoğlu, “Amerika Birleşik Devletleri, Adnan Menderes’in 8 Haziran’da Moskova’ya gitmesini engellemek ve Rusya’ya ticarî münasebetini engellemek için bu ihtilâli yaptırmıştır” diye konuştu. Kıratlıoğlu ile evinde gerçekleştirdiğimiz röportaj ile baş başa bırakıyoruz.
7 Ocak 1946’da kurulan Demokrat Parti, kuruluşundan 4 yıl sonra, 14 Mayıs 1950’de milletimizin yüzde 53 oyunu alarak iktidara geldi. Bu 4 yıl da neler yaşandı. Türkiye 14 Mayıs’a nasıl geldi?
7 Ocak Demokrat Parti’nin kurulduğu tarihte ben Adana Lisesi son sınıfta öğrenciydim. Bir sömestre tatili münasebetiyle, karne tatili münasebetiyle Nevşehir’e geldim. O zaman Nevşehir’den belli başlı ailelerin kimseleri şoför mahallinde gider gerisi de kamyonun arkasında giderdi. Ben de o zaman Nevşehir Müftüsü Kıratlıoğlu Hoca’nın oğlu olduğum için bizi şoför mahalline alırlardı. Ve Niğde’ye gittik. Trende okurum diye istasyonda bir gazete aldım. Gazete manşetindeki, Demokrat Parti’nin kurulduğu havadisini öylece öğrenmiş oldum.
Demokrat Parti’nin kuruluş safhasına gelmeden önce şöyle ona doğru bir yaklaşımda bulunalım. Malûm Demokrat Parti’nin dört kurucusu vardır. Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Prof. Fuat Köprülü. Bunlar o zamanki Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekilleri ve Celal Bayar da başbakanlığını yapmıştır. Adnan Menderes Amerikan Koleji mezunu. Ankara’ya geldikten sonra da hukuk fakültesini bitiriyor. Fakat Adnan Menderes’in hususiyeti hiç Meclis’in kütüphanesinden çıkmayan ve devamlı surette okuyan bir insan.
O günlerde 1945 yılına doğru Türkiye’de bir takım sıkıntılı durumlar var. Hürriyetin daha belirgin bir şekilde vatandaşa intikal ettirilmesi ve bir de Toprak Kanunu var. Türkiye’de toprağın yüzde 80’i büyük toprak ağalarında ve bu toprağın köylüye dağıtılması şekliyle Toprak Reformu Kanunu çıkarıldı. Ve bu Meclis’te bayağı büyük bir gürültü yaptı sıkıntı yaptı. Ve Meclis’in havası değişti. Bir muhalefet meydana gelmeye başladı. Bu muhalefet havası içerisinde İsmet İnönü bir muhalefet partisinin kurulmasının gerekli olduğunu beyan etti.
DÖRTLÜ TAKRİRLE SERBEST SEÇİMLERİN YAPILMASINI İSTEDİ
Dörtlü takrir nasıl verildi?
Muhalefeti kurmak durumunda olan insanlar da biraz evvel bahsettiğim gibi Celal Bayar, Adnan Menderes, Refik Koraltan ve Prof. Dr. Fuat Köprülü bunlar dörtlü takrir diye bir takrir verdiler. Bu dörtlü takrir reddedildi. Toprak Kanunu üzerinde ve ondan sonra hürriyetin tam manasıyla vatandaşa intikal ettirilmesi şekliyle çerçevelenen dörtlü takrir reddedilince şiddetli bir muhalefet başladı. Bu arada Adnan Menderes’le Fuat Köprülü o zamanki Vatan Gazetesi’nde çok ağır yazılar yazdılar. Bu yazıların üzerine yanlarında Refik Koraltan’da var. Refik Koraltan, Adnan Menderes ve Fuat Köprülü’yü Cumhuriyet Halk Partisi’nden ihraç ettiler. Bunun üzerine Celal Bayar önce milletvekilliğinden sonra da Cumhuriyet Halk Partisi’nden istifa etti. Ve işte bu hava içerisinde 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti kuruldu. Bu parti kurulduktan sonra ilk seçimde ki zaten kuruluşundan 4-5 ay sonra seçim yapıldı. DP, bu ilk seçimde 62 milletvekili çıkardı. Gerisini tabiî Cumhuriyet Halk Partisi aldı.
ARSLANKÖY VE SENİRKENT HADİSESİ DEMOKRAT PARTİ FELSEFESİDİR
O seçimde uygulanan seçim sistemi nasıldı?
O zaman seçim kanununa göre oylar açık verilir, tasnif yani sayım gizli yapılırdı. Bu durum karşısında Türkiye’de iki hadise oldu. Birisi Arslanköy, birisi de Senirkent. Bunun birisi Mersin’e bağlı birisi de Isparta’ya bağlı. Bu iki köyün ahalisi sandığı aldılar açıkça oy vermelerine rağmen jandarmaya teslim etmediler. “Sandıkları gözümüzün önünde bizim olduğumuz mekânda sayacaksınız” dediler. .
Bu kabul edilmeyince köylüler sandıkları vermediler. Bunun üzerine o dönem Isparta’da ağır ceza mahkemesi olmadığından Konya’ya ağır ceza mahkemesine sevk edildiler. Ne kadar köylü varsa, çoluk, çocuk, yaşlı, ihtiyar, kadın, kız yayan Konya Ağır Ceza Mahkemesi’ne götürüldüler ve yolda giderken de bunlara çok eziyet ettiler. Affedersiniz eşekle gidiyorlardı. Yolda bu hayvanların gübrelerini bunların ağzına soktular. Çok eziyet ettiler.
Ve o günkü hadise Arslanköy ve Senirkent hadisesi Demokrat Parti felsefesinin vatandaş tarafından nasıl bir iştiyakla nasıl bir arzuyla kabul edildiğinin çok açık bir göstergesidir. Bu arada parti Meclis’e girdi ve ilk sıkıntı 1947 yılı bütçesinde oldu. 1947 yılı bütçesi görüşülürken, sözcü rahmetli Menderes’ti. Rahmetli Menderes çok ağır bir konuşma yaptı ve bunun üzerine Başbakan Recep Peker kürsüye çıktı ve Menderes’e “Sen bir psikopatsın” dedi. Bunun üzerinde Meclis karıştı ve Demokrat Parti Meclis’i terk etti ve DP Meclis’ten çekilme kararı verdi. Sine-i millete dönme tabiri işte o zaman meydana çıktı ve sine-i millete dönme kararı alındı. İsmet İnönü harekete geçti ve Celal Bayar’la görüşerek Bayar’ı ikna etti. O arada Demokrat Parti’nin büyük kongresi toplandı.
DP’NİN KURULUŞ FELSEFESİ HÜRRİYETLERDİR
Bütün bunlar olurken “hürriyet misakı kararı” alındı. Bu karar nedir? DP için bir dönüm noktası mıdır?
Demokrat Parti büyük kongre kararı almasından sonra ‘Hürriyet Misakı’ diye bir karar alındı. Bu kararın içerisinde Demokrat Parti’nin kuruluş felsefesinde öngörülen hürriyetin, insan haklarının, vatandaşın haysiyetinin kanun altına alınması ve devletin garantisi altında olması ve bununla ilgili kanunların çıkarılması vardı. Ve bu arada gürültüler patırtılar başladı ve büyük bir Meclis mücadelesi başlarken İsmet Paşa yine devreye girdi ve Celal Bayar’ı dâvet etti. Celal Bayar’la konuştuktan sonra 12 Temmuz 1948 Beyannamesi neşredildi. Bu beyannameye göre Hürriyeti Misakı kararlarının ilk seçimde dikkate alınacağını ve ilk seçimlerin bu şartlar altında yapılacağı ortaya konuldu. Bunun üzerine buzlar çözüldü ve Meclis’te sükûnet hâkim oldu.
Ama bu sefer Demokrat Parti içerisinde sorunlar vukuu buldu. O zaman Osman Bölükbaşı ve Demokrat Parti İstanbul İl Başkanı avukat Kenan Öner, eski hariciye nazırlarından Yusuf Kemal Tengirşek, Hikmet Bayur ve Fevzi Çakmak, “Bu durum bir muvazaadır. İki parti artık particilik oynuyor, bunlar birbirlerinin ensesinde olmayan, ama birbirlerinin yanında kardeş olan parti oldu” dediler. Ve partiden istifa ederek Millet Partisi’ni kurdular.
Bu durumların neticesinde seçimlere yaklaşırken seçimlerden üç beş ay önce yeni bir Seçim Kanunu kabul edildi. Bu yeni seçim kanununa göre, Yüksek Seçim Kurulu teşekkül ettirildi. Bu Yüksek Seçim Kurulu üyeleri Yargıtay ve Danıştay üyeleriydi ve aynı zamanda gizli oy açık sayım açık tasnif esası kabul edildi. Ve 14 Mayıs seçimlerine bu şekilde gidildi.
14 Mayıs 1950’de, vatandaş yüzde 53’e yakın bir oyla Demokrat Parti’yi iktidara getirdi. Bu Seçim Kanunu görüşülürken Demokrat Parti “nisbî temsili” savundu. Ama bunu Cumhuriyet Halk Partisi kabul etmedi. Ekseriyet sistemi ise bir bölgede bir oy fazla alındığı takdirde oradaki milletvekillerini o parti çıkarıyor. Cumhuriyet Halk Partisi bu nisbi temsili kabul etmedi ve kendi tuzağına düştü. Ekseriyet olduğu için arada uzun boylu bir fark yoktu ve buna rağmen DP’nin karşısında CHP o zaman 64 milletvekili çıkardı. Gerisini tamamen DP aldı.
DEMOKRATİK SEÇİMLE GELEN İLK BAŞBAKAN MENDERES
Seçim olduktan sonra neler yaşandı? Ülke de durum nasıldı?
Seçim sonuçlarına göre Demokrat Parti’nin başkanlığı altında hükümetin kurulması kesinleşti. Bunun üzerine rahmetli Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıktı. “Fuat Köprülü’nün başbakan olması hepimizin arzusudur. Bilge kişi, âlim kişi Fuat Köprülü’dür. Onun başbakan olmasını arzu ediyoruz” dedi.
Celal Bayar, Menderes’i dinledikten sonra “Benim başbakanım sensin” dedi. Böylece Adnan Menderes cumhuriyet tarihinin ilk demokratik seçimle gelen başbakanı oldu.
O günlerde Türkiye’nin durumu sıkıntılıydı. Türkiye yeni bir harpten çıkmıştı. O tarihlerde Avusturya’da üniversite talebesiydim. Oradaki demokratik hareketleri de görüyordum, yaz aylarında Türkiye’ye geliyordum. Oradaki durumla buradaki durumu mukayese ediyordum.
Türkiye’nin o günkü şartlarında 1950’lerin başlarında durumu sıkıntılıydı. Asfalt yol yok, hava yolları yok. Ben Viyana’ya okumaya gidiyorum. Viyana’yla Türkiye’nin arasında uçak seferleri yok. Trenle de gitmek dövizle oluyordu. Vapurla İstanbul’dan İtalya’nın Napoli şehrine giderdik. Napoli’den trene biner Avusturya’ya giderdik. Türkiye harbe girmedi, ama harbe girmiş kadar o zamanın şartları içerisinde çok büyük bir ordu besledik. Bütün memleketin geliri orduya gitti. Silâha gitti, ordunun beslenmesine gitti.
O günleri ben hatırlıyorum. Şeker bulamazdık, çayımızı pekmezle içerdik. Tabiî 1947-48’li yıllardan 50’li yıllara gelene kadar ekmek karnesi vardı. Hâlâ o ekmek karnelerini muhafaza eden arkadaşlarımız var. Biz Anadolu’da ekmek karnesinin sıkıntılarını çekmedik. Çünkü Anadolu’da yufka ekmek yapılır, üç aydan üç aya mahallenin hanımları toplanır, “keşik” denen yufka ekmeği yardımlaşma ile yaparlardı. Bu ekmekler üç-dört ay ıslatılarak yumuşatır ve yenilirdi. Şimdi biz böyle alıştığımız için, sıkıntı çekmezdik.
DP, iktidara gelir gelmez ezanı aslına çevirdi
Eski̇ Bakan ve Mi̇lletveki̇li̇ Esat Kıratıioğlu: DP’ni̇n i̇lk çıkardığı kanun ezanla i̇lgi̇li̇ydi̇. İnsan hak ve hürriyetleri itibariyle, DP dönemi bugünkü yaşadığımız hürriyetsizliklerden daha iyiydi. DP döneminde ihtilâl havasında dahi bir öğrenci Başbakanın yakasına yapışıyor ve o öğrenciyle ilgili en ufak bir işlem yapılmıyor.
BUĞDAYI GİZLİCE ALIP EVİMİZE GETİRİRDİK
O günlere ait bir hatıranız var mı?
Hiç unutmam; o harp esnasında babam bir gün bana gelip, “Oğlum ahırdan eşeği çıkar, mezarlığa iki çuval buğday getirecekler onu alıp getireceğiz” demişti. Mezarlığa gittik oraya iki çuval buğday geldi onu eşeğe yükleyip, eve gizlice getirdik. Küçük bir tane odamız vardı onun içerisine koyduk, ağzını da kapattık, alçıyla ördük. Çimento falan da yoktu o zaman. Çimento o zaman bakkallarda çuvalın içinde satılırdı. Böyle inşaat için falan kullanılmaz, yani çanak çömlek kırıldığı zaman onları yapıştırmak için alınırdı.
Şeker yok, çimento yok. Şimdi bu şartlar altında teslim alınmış bir Türkiye. Tabiî bu harp etkisi altındaki Türkiye. Bu arada tabiî şunu ben ifade edeyim 1923 yılında Cumhuriyet kurulduğu zaman, bakanların oturacağı sandalye yoktu, masa yoktu, otomobil yoktu. Ankara’da bugünkü Hacetttepe Üniversitesi’nin bulunduğu yerde bir taş mektep vardı. O taş mektepte kabine toplanırdı ve sınıflarda toplanırdı. Bakanların oturduğu masa öğretmenin masası, oturduğu sandalye de tahta sandalye. O günlerden devralınmış bir devlet yine de çok büyük başarılar elde edildi. Sümerbank fabrikalarının kurulması, şeker fabrikalarının kurulması, tabiî o zamandan başladı, demiryolları yapıldı.
DP İKTİDARI İLE ANADOLU ADETA BİR ŞANTİYE HALİNE GELDİ
Demokrat Parti iktidara geldiğinde kalkınmaya hangi alanlardan başladı?
Demokrat Parti zamanında yola ehemmiyet verildi. Çünkü yol yoktu. Ben lise talebesiyken Nevşehir’e 20 km mesafede İnaldı Köyü vardı. Yanında da sonra ilçe oldu Acıgöl ilçesi. Hamile bir kadın doğum esnasında büyük sıkıntı çekiyordu. Onu Nevşehir’e götürecek otomobil yoktu, yol yoktu. Kadıncağız kağnı sırtında Nevşehir’e getirilirken yolda vefat etti. Mesafe sadece 20 kilometre idi. Türkiye’nin hali buydu.
Pamuk, üzüm, fındık, incir hasadı yapılıyordu, ama bunu nakledecek imkân yoktu. Çünkü demiryolu nihayetinde muayyen mesafelerde. Demokrat Parti bütün gücüyle Anadolu’da yol seferberliğine girdi. Anadolu adeta bir şantiye haline geldi. O zaman ne dozer var, ne greyder, ne de kepçe vardır. Marshall yardımıyla Türkiye’ye gelen parayla rahmetli Menderes, dozer, greyder, kepçe aldı ve yol seferberliğine girişti.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin, Demokrat Parti kurulup Meclis’e girmeden evvel, Varlık Vergisi hikâyesi vardı. Bu varlık vergisi zenginlerin devlete vergi vermesi, vergi veremeyenlerin, Erzurum Aşkale’ye göndererek taş kırarak yol yapımında çalıştırılıyordu.
MİLLET, GREYDERLERE “MENDERES’İN DEVESİ” İSMİNİ VERDİ
Greyderi kepçeyi görmeyen millet bu aletlere “Menderes’in devesi” ismini verdi. Sonra rahmetli Menderes çimento fabrikalarına, şeker fabrikalarına, tekstil fabrikalarına ve Türkiye’nin o günkü şartları altında ziraatın geliştirilmesi için traktöre ihtiyaç vardı. 1950’nin başlangıcında 3-4 bin traktör varken, bu Demokrat Parti sayesinde 40 bin civarına ulaştı. Biçer-döver yok denecek kadar azdı. Çiftçinin kalkınması için ne lâzım geliyorsa yaptı. Ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı’nı kurdu ve Türkiye’de petrol arama faaliyetlerine girdi. Batman rafinerisini kurdu ve böylece Türkiye’de bir seferberliğin kalkınma hamlesine girdi.
1950 yıllarında, 1954’e kadar Ankara’dan İstanbul’a gitmek mümkün değildi. Yol yoktu. Rahmetli Menderes, 1959 yılında Ankara-İstanbul yolunun asfalt olarak yapımını başlattı ve Bolu Dağı’ndaki geçidi yapma durumuna geldi işte o zaman ihtilâl oldu.
İhtilâlden sonra rahmetli Berin Menderes, Adnan Menderes’i Yassıada’da ziyaret ettiği zaman ilk sorduğu soru “Bolu Geçidi’nin durumunun ne olduğu”dur.
1954 yıllarına doğru geldiğimiz zaman Türkiye, sabit fiyatlarla dört yılda yüzde 15 kalkınma hızına ulaştı. Bunu söyleyince sabit fiyatlarla Demokrat Parti’nin durumunu tesbit etmek lâzım. 1950 ile 1960 arasında Demokrat Parti ilk üç dört yılı yüzde 15, 1960 yılına gelindiğinde ortalama kalkınma hızı yüzde 6,9’du. Süleyman Demirel’in zamanında yüzde 5,9, Özal’ın zamanında yüzde 4,9… AKP’nin 2002 ile 2014 yılı arasındaki toplam kalkınma hızı ise yüzde 4,7 ile Cumhuriyet tarihinin en büyük kalkınma hızı. Ama bunlar “Türkiye’yi şöyle kalkındırdık” hikâyesi okuyorlar.
TÜRKİYE’DE, BUGÜNKÜ SANAYİNİN TEMELİ DEMOKRAT PARTİ DÖNEMİNDE ATILDI
1954 yılına gelindiği zaman Türkiye böyle bir kalkınma hamlesinin içindeydi ve o arada seçime gidildi ve Demokrat Parti yüzde 57 civarında oy aldı. Ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili sayısı 31’e düştü. Cumhuriyet Halk Partisi bir takım lüzumsuz propaganda faaliyetlerinin içerisine girdi. O arada Türkiye’deki çalışma faaliyetleri bütün hızıyla devam ederken borçlanma suretiyle de kalkınmaya çalıştığı için Türk Lirası değer kaybetmeye başladı. Ama o arada Demokrat Parti, Türkiye’de görülmemiş bir yol faaliyetinin içerisine girdi. Limanlar, hava alanları yapılmaya başladı. Makine Kimya Endüstrisi kuruldu. Devlet Malzeme Ofisi kuruldu. Şeker Fabrikaları geliştirildi, çimento fabrikaları genişletilmeye başlandı.
Türkiye’de bugünkü sanayinin temeli Demokrat Parti döneminde atıldı. 1957 seçimine geldiğimiz zaman ekonomik bakımdan sıkıntılar başladı. Ve CHP bundan nemalandı ve 177 milletvekili çıkardı. Ve Demokrat Parti yüzde 48 civarında oy aldı. Ama yine ona rağmen memleketin içerisinde Demokrat Parti’ye karşı sevgi, saygı çok büyük bir nispette gücünü koruyordu.
Fakat 1958 yılına geldiğimiz zaman paranın devalüe edilmesi gerekti. Dolar 2 lira 83 kuruştan 9 liraya çıktı. İlk develüasyon 1948 yılında CHP zamanında oldu. Ticaret Bakanı Şefik İnan’dı. Dolar 90 kuruşken, 2 lira 83 kuruş oldu. 2 lira 83 kuruş 1948 yılına kadar devam etti. Dolar, 1958 yılında 2 lira 83 kuruştan 9 liraya yükseldi. Türkiye dış ticaret açığına girdi.
TALEBE HAREKETLERİNDE CHP’NİN TAHRİKİ VARDI
Ekonomideki bu durum siyasete nasıl yansıdı? “Uşak ve Himmet Dede hadisesi” nedir?
Bu arada birtakım hareketler, içerideki tahrikler başladı. Ve Demokrat Parti o zaman Vatan Cephesi’ni ilân etti. Uşak’ta İsmet Paşa taşlandı. “Onu Demokrat Partililer yaptırdı” dediler. “Ama sonradan öğrendik ki o günün durumlarını tetkik eden bir gazeteci arkadaşımız bana getirdi o günkü hadiseyi şimdi ismini söylemeyim, meşhur bir Cumhuriyet Halk Partili milletvekili, o zaman milletvekili değil gazeteciydi. İsmet Paşa’nın yanında, kürsüde İsmet Paşa konuşurken halktan bir kısmı yuhluyor. Bu da vatandaşa el hareketi yapıyor. Vatandaşa el hareketi yapınca taşlamaya başlıyorlar. Uşak hadisesinin temeli budur.
Bunu şu anda Türkiye’de çok kişi bilmez. Tamamen iş budur.
Kayseri’de Himmet Dede hadisesi oldu. Kayseri’nin bir ilçesi Yeşilhisar’da, Cumhuriyet Halk Partisi ilçe başkanıyla Demokrat Parti ilçe başkanı kavga etmişler. Bu büyük hadise oldu. Gerginlikler çıktı. O tarihte Kayseri mitingine gidecek olan İsmet Paşa, Kayseri mitingine gitmeden önce Yeşilhisarı ziyaret etmek istemiş. O zamanki vali, “Paşam, Yeşilhisar’da hava çok gergin. İki partinin başkanı kavga ettiler. Şimdi oraya siz giderseniz sıkıntı olur” demesine rağmen ısrar etmiş. Bunun üzerine Himmet Dede’de treni durdurulmuş ve vali treni bırakmamış. “İsmet Paşa Yeşilhisar’a sokulmadı” diye tahrik edildi ve ortalık tamamen bir provokasyon havasına sokuldu. İşte bu hadiselerle birlikte talebe hareketleri başladı. Bu talebe hareketlerinin başlamasında Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok büyük tahriki var. Bu talebe hareketleri başlayınca sıkıyönetim ilân edildi.
Ağabeyiniz DP milletvekili idi. O dönemde yaşadığınız hadiselerden bahseder misiniz?
Ve ben de o zaman, işte 60’lı yıllarda Viyana’dan Jeoloji Mühendisi olarak mezun oldum ve orada doktora yaptım. Jeoloji mühendisi olarak döndüm. Beni Batman’a tayin ettiler. Ben o zaman Batman’daydım. Ağabeyim de 1954 yılında Demokrat Parti’den milletvekili seçildi. Ağabeyim Nevşehir’de hâkimdi. 1954 yılında Demokrat Parti milletvekili seçildi. 1957’de tekrar seçildi. 1960’da Yassıada’ya gönderildi. Ben yaz aylarında Türkiye’ye geldiğim zaman ağabeyimle beraber köy köy dolaşırdım. Yani benim amatör politika hayatım 1954’te başladı.
DP’NİN İLK KANUNU EZANI ASLINA ÇEVİRMEKTİR
1950 ile 1960 yılları arasında Türkiye’de hürriyetler manasında ne gibi gelişmeler yaşandı?
Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi döneminde ezan Türkçe okundu. Demokrat Parti gelir gelmez ezanı aslına çevirdi. Burada Demokrat Parti’nin yaptığı doğruydu. Demokrat Parti’nin ilk kanunu budur. İnsan hak ve hürriyetleri itibariyle, DP dönemi bugünkü yaşadığımız hürriyetsizliklerden daha iyiydi. DP döneminde ihtilâl havasında dahi bir öğrenci Başbakan’ın yakasına yapışıyor ve o öğrenciyle ilgili en ufak bir işlem yapılmıyor.
RUSYA’DAN YARDIM İSTEĞİ “ECİNLİLERİ” ORTAYA ÇIKARDI
27 Mayıs darbesinin sebebi nedir?
Talebe hareketleri başladı, sıkıyönetim ilân edildi. Sıkıyönetim ilân edilince gazeteler yazamıyor. Bu sefer fısıltı gazetesi başladı. “İstanbul’da şu kadar öğrenci öldürülmüş. Ankara’yla Konya’nın arasındaki kör kuyulara talebeler atılmış. Talebeler Et-Balık Kurumu’nda kıyma yapılmış…” Bu şekilde bir tezvirat başladı.
O arada, rahmetli Menderes 1959 yılında Amerika’ya gitti. 200 milyon dolar yardım almak için. Bu 200 milyon dolar krediyle Türkiye’de sanayi hareketine girecekti. O zamanki ABD Başkanı Eisenhower’di. Amerikalılar dediler ki, “Ne yapacaksınız siz 200 milyon doları?” Menderes, “Endüstrileşeceğiz, Türkiye bir ziraat ülkesi halinden kurtulmalı” dediğinde, ABD’liler “Siz tarım ülkesi olarak devam edin daha da fazla kalkınırsınız” dediler. 200 milyon doları vermediler.
Bunun üzerine rahmetli Menderes Fatin Rüştü Zorlu’yu da yanına alarak Almanya’ya gitti. Almanya Başbakanı Adenauer, Menderes’e fevkalâde güzel bir karşılama töreni tertip etti. Ve Renn Nehri üzerinde dolaştılar. Orada Menderes, Alman Başbakanı’ndan 200 milyon dolar kredi istedi. O da Amerikalılar gibi “tarım ülkesi olarak kalmalısınız” deyince Menderes fevkalâde sinirlenmiş ve ayağa kalkıp elini masaya vurarak “Kalk Fatin” deyip, Başbakan’ın elini de sıkmadan ayrılmış.
(Devam edecek...) Röportaj: Mehmet Kara / mkara@yeniasya.com.tr - Melih Tekin / melihtekin@yeniasya.com.tr
Demokrasinin şahlandığı gün
M. Latif SALİHOĞLU, latif@yeniasya.com.tr
14 Mayıs 2015, Perşembe
Demokrat Parti, çok ağır bedeller ödeyerek 14 Mayıs 1950’de yapılacak genel seçimlere hazırlanıyordu.
Kemalistler ise, iki koldan, içinde iktidar potansiyeli taşıyan bu partinin önünü kesmeye çalışıyorlardı.
Bu kollardan birini İsmet Paşa’nın etrafında görünen Halkçılar teşkil ediyordu. Diğer kol ise, Fevzi Paşa’nın etrafında toplanmış bulunan milliyetçi-muhafazakâr kadrolardan müteşekkildi. Konuyu derinlemesine araştırdığımızda görüyoruz ki, her iki tarafa da oynayan Kemalistler, 1950 seçimlerinden önce olduğu gibi seçimlerden sonra da Demokratlarla uğraşmaktan, onları yıpratacak faaliyetlerden vazgeçmemişlerdir.
Genel seçimlere hazırlanan 1950 Türkiyesi’nde çok  mühim bazı hadiseler de yaşandı. Bunların bir kısmına değinmeye çalışalım.
Aday adayı patlaması 
Halk Partisinin 27 yıllık baskıcı hegemonyası, halkı usandırmış, adeta canından bezdirmişti. 1945'e kadar hiç kimse ortaya çıkıp da bir parti kurma cesaretini gösteremedi. Zira, baskıcı zulümkârlık had safhadaydı. Demokratik devletlerin baskısıyla, Türkiye 1945'te çok partili sisteme geçmek mecburiyetinde kaldı. İlk çok partili seçimlere, hür ve eşit olmayan şartlarda bir yıl sonra (1946 Temmuz) ancak gidilebildi.
* * *
Dört yıl sonraki 1950 seçimlerinde, ortaya hayli dikkat çekici bir durum ve tablo çıktı: Türkiye, geçmişte hiç görülmediği şekilde ve ölçüde, hür ve serbest seçimlere sahne olmuştu.
Hürriyete, demokrasiye susamış insanlarımız için mükemmel bir fırsat doğmuştu. Bu fırsatı kaçırmak istemeyen ehliyetli vatandaşlar, milletvekili aday adayı olmak için, birbiriyle yarışırcasına siyasete yöneldi.
Genel seçimlerin 14 Mayıs'ta yapılması üç ay önceden kararlaştırılmıştı.
7 Mart'ta (1950) milletvekili olmak isteyen aday adayları listesinde, adeta bir patlama olduğu fark edildi. Müracaatta bulunanların sayısı on binlerle ifade edilir bir hale geldi. (Meselâ, sadece Elazığ'da 600 vatandaşın aday adayı olduğu tesbit edildi.) Oysa, o tarihte yekûn 487 milletvekili seçilecekti. Seçim yarışına da üç parti (CHP, DP, MP) ile bağımsız adaylar katılacaktı. Fakat, demokrasi havasını teneffüs etmek isteyen milyonların teveccühü, aday adaylarını da hareketlendirmiş ve onları siyaset yoluyla vatana, millete hizmette koşturmaya sevk etmişti. 
Demokrat Parti şâha kalktı
Demokrasi tarihimizde, 14 Mayıs'ın pek büyük bir ehemmiyeti var. 1950 senesinin 14 Mayıs'ında Türkiye'de ilk kez yapılan serbest seçimlerde muhalefet grubunu temsil eden Demokrat Parti yüzde 53 civarında oy alarak büyük bir zafer kazandı. 
Bu gelişme, aynı zamanda demokrasinin de zaferi oldu. 
1950 yılının Mayıs'ında tek başına iktidara gelen Demokrat Parti, 7 Ocak 1946'da kuruldu. DP'yi kuranlar, bir süre önce çeşitli konularda ihtilâfa düştükleri Halk Partisinden (CHP) koparak, yahut ihraç edilerek ayrılan ve nisbeten liberal olarak bilinen bir grup siyaset adamıydı. 
DP'nin kurucuları arasında ismi ön plana çıkan şahsiyetler şunlar: Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan. 
Bu isimler, aynı zamanda sekiz ay evvel CHP grubuna verilen "Dörtlü Takrir"e imza koyan kişiler. 1945’te, önce Millî Kalkınma Partisi kuruldu. Hemen ardından Demokrat Partiyi kurma çalışmalarına başlandı. Gitgide Halk Partisinin baskıcı, totaliter mânâdaki fikir ve politikalarından uzaklaşan Demokratlar, Temmuz ayında yapılacak genel seçimlere doğru CHP ile aralarındaki makasın büsbütün açıldığı, hatta siyaseten birbirine tamamen ters bir istikamete düştüklerini fark ettiler. 
Bu noktada, Üstad Bediüzzaman'ın işaret ettiği "Demokratlar, siyasî meslekleri itibariyle Halkçılara zıt" bir kıvama geldiği, kamuoyunca da büyük ölçüde anlaşılmış oldu. 
Artık, geri dönüşü yoktu bu işin. 21 Temmuz'da genel seçimlere gidildi. Ne var ki, iktidardan düşme korkusu yaşayan Halk Partisi, tedbiren öyle bir seçim sistemi uygulattı ki, demokrasi adına utanç duymamak elde değil. 
Kısaca "Açık oy, gizli sayım" usûlünün uygulandığı 1946 seçimlerinin bir diğer ismi de "sopalı seçim", yahut "süngülü seçim" diye kayıtlara geçti. Bu ağır şartlar altında yapılan seçimlerde, DP şiddetin fazla uygulanamadığı sadece İstanbul ve birkaç vilayette milletvekilliği kazanarak Meclis'te grup kurdu. Bu tarihten yaklaşık iki sene sonra ise, DP'ye yönelik dehşetli bir bölme harekâtı yapıldı. 1948'de Fevzi Paşanın başkanlığında kurdurulan Millet Partisine, Demokratların toplam 60 kadar olan milletvekillerinin yaklaşık yarısı MP’ye transfer edildi. Böylelikle, DP'nin içi adeta boşaltılmış oldu. 
Ne var ki, 14 Mayıs 1950 seçimlerine bir ay kadar kala, MP'nin fahri başkanı Fevzi Paşa ölüm yatağına düştü. Önemli bir başka gelişme ise, "dincilik" yapan gazete ve mecmuaların hemen tamamı Milletçileri desteklemesine mukabil, Bediüzzaman Said Nursî ve talebeleri "Demokratlara nokta-i istinat" olduklarını izhar ettiler.. 
İşte, bu dostane tavrın memleket sathında duyulmasıyla birlikte büyük moral kazanan Demokratlara halkın desteği de büyük oldu. 
Nihayet, seçim günü olan 14 Mayıs geldi ve üç büyük parti birbiriyle kıyasıya yarışarak sandığa gitti. Sandıktan çıkan sonuç şu oldu: DP yüzde 53, CHP yüzde 39 ve MP yüzde 3.1 oranında oy aldılar. Demokratların kazanmış olduğu bu zafer, ülkede tam bir bayram havası estirdi. Hürriyete, demokrasiye susamış insanlar, sevinçten uçacak gibiydi. Demokratların ilk icraatı, 18 yıldır okunması yasaklanan Arabî Ezan ve Kur’ân’a hizmet etmek oldu.
***
@salihoglulatif: Demokrasi uğrunda çok ağır bedeller ödeyerek en büyük hizmeti yapan Demokrat Parti, 14 Mayıs 1950’de iktidara geldi; 27 Mayıs 1960’taki darbe ile cebren iktidardan uzaklaştırıldı.