Hasan Emre
OKTAY
İdam, yani
insanları boynundan asarak öldürmek, ölüm cezalarının insan haysiyetine en
aykırı olanı ve en ilkel şekillerinden biridir. Günümüzde yani 2017 yılında
idam cezaları kaldırılmış durumdadır. Ülkemizde en son idam 1982 yılında Sinop
Cezaevinde infaz edilmiş ve bu tarihten sonra, idam kararları kaldırılacağı 3
Ağustos 2002 yılına kadar hep bekletilmiş.
1950’den
önce Türkiye’de idam cezası ibret olsun diye, alenen uygulanıyormuş.
Meydanlardaki bu idamları seyreden insanlarda kim bilir ne ruhsal travmalar
meydana geliyordu. Zira okuduklarımızdan veya çok yaşlı büyüklerimizden
öğrendiklerimize göre, idamlar esnasında, sehpa kurulan meydanlarda bugün için
inanılmaz ortamlar oluşurmuş. Bir eğlence seyreder gibi toplanan halkın
arasında gazozcular, simitçiler, seyyar satıcılar dolaşırmış. Toplanan
kalabalığın arasından yükselen konuşmalar, hatta kahkaha sesleri arasında,
mahkûm edilen adamları asarlarmış. Demek ki, idamları kanıksamış bir zümre de
varmış.
Çok anlamlıdır 1950-60 arasında, yani Demokrat Parti döneminde idam sehpaları hiç kurulmuyor. Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Türkiye Cumhuriyetine lider oldukları bu on yıllık süre, sehpasız tertemiz bir süredir. Bu süreyi Samet Ağaoğlu, ‘Arkadaşım Menderes’ kitabında şöyle tasvir ediyor,
Çok anlamlıdır 1950-60 arasında, yani Demokrat Parti döneminde idam sehpaları hiç kurulmuyor. Celal Bayar ve Adnan Menderes’in Türkiye Cumhuriyetine lider oldukları bu on yıllık süre, sehpasız tertemiz bir süredir. Bu süreyi Samet Ağaoğlu, ‘Arkadaşım Menderes’ kitabında şöyle tasvir ediyor,
“Hafızamda
çok küçük yaşımdan beri yan yana sıralanmış, birçoğunu yakından tanıdığım, amca
diye ellerini öptüğüm, devirlerinde gösterişli, bazısı azametli, bazısı
ihtişamlı insanların asıldığı sehpalar var. Hemen hepsi siyaset adamı. Bunların
en sonuncularından birinde Menderes ile beraber iki arkadaşım sallanıyor.
Devirlere isimlerini takmış kudretler arasında yalnız onun, evet yalnız
Menderes’in devrinde, böyle bir sehpa kurulmadı. Enver-Talat yıllarında,
Atatürk-İnönü zamanında, Milli Birlik kıyametinde sehpalar siyaset hayatımızın
adeta süsleri olmuşlardır.
Sadece "BAŞ VEKİL" Adnan MENDERES Devri (Cumhuriyetin Asr-ı Saadet Dönemi) Bu Zakkum Çiçeğini Yakasına Takmadı!
Ama kaderin garip cilvesi bu tertemiz dönemin lideri Menderes, Yassıada Mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı ve yakın iki arkadaşıyla birlikte, idam sehpasında hakkın rahmetine kavuştu.
Ama kaderin garip cilvesi bu tertemiz dönemin lideri Menderes, Yassıada Mahkemelerinde idam cezasına çarptırıldı ve yakın iki arkadaşıyla birlikte, idam sehpasında hakkın rahmetine kavuştu.
27 Mayıs
macerasının sonunda meydana gelen trajik bu üç infaz, Türk Halkını derinden
yaralamış, etkisini hala sürdüren ağır bir küskünlük yaratmıştır. İnfazlardan
önce Yassıada’da, Yassıada zulmü esnasında da 10 tutuklu bakan, milletvekili ve
bürokrat, işkence dâhil çeşitli şekillerde hayatlarını kaybettiler ve sebep
olarak hemen hepsine kalp krizi raporu verilmiştir. Yassıada Mahkemelerinden 15
idam hükmü çıkmıştır ve bu hükümler gerekçeleri açıklanmadan, sanıkların
yüzlerine okunmuştur. Türkiye Cumhuriyetimize büyük hizmetleri olan bu değerli
insanlar, Başvekilimiz Adnan Menderes, Hariciye Vekilimiz Fatin Rüştü Zorlu,
Maliye Vekilimiz Hasan Polatkan, ne yazık ki, Yassıada darbe mahkemelerinde,
bir hiç uğruna idama mahkûm olmuşlar ve infaz edilmişlerdir.
Yassıada
mahkemelerinde idam gerekçesi olarak iki muğlak olay gösterilmiştir. Biri
Tahkikat Komisyonu kurularak Anayasanın ihlali, diğeri Topkapı’da İnönü’yü
öldürmeye teşebbüs. Bu iki gerekçe de anında çürütülmüştür ama nafile, zira darbecilerin
amacı:
DARBECİLERİ AMACI NAHAK (HAKSIZ)
YERE CAN ALMAKTIR.
Şöyle ki, Menderes’in avukatları Yassıada’da Topkapı Davası devam ederken Divana, ‘madem İnönü’nün öldürülme niyetinden bahsediyorsunuz, o halde Sayın İsmet İnönü’yü çağıralım ve kendisine soralım, böyle bir girişim var mıydı? demişlerdir.’ Baş yargıç Başol’un insanlıktan, adaletten, vicdandan uzak cevabı ise şöyle olmuştur.
Şöyle ki, Menderes’in avukatları Yassıada’da Topkapı Davası devam ederken Divana, ‘madem İnönü’nün öldürülme niyetinden bahsediyorsunuz, o halde Sayın İsmet İnönü’yü çağıralım ve kendisine soralım, böyle bir girişim var mıydı? demişlerdir.’ Baş yargıç Başol’un insanlıktan, adaletten, vicdandan uzak cevabı ise şöyle olmuştur.
‘İsmet
İnönü gibi mümtaz bir şahsiyeti buraya çağırmak haddinize mi?’
Hâlbuki
İnönü şüphesiz bu celseyi dinlemiştir. Yassıada ya gelse ve dese ki,
“Evet,
aramızda çok sert tartışmalar, mücadeleler oldu ama beni öldürmeye
niyetlendiler, diyemem”
Ve eklese
siyasi konularda ben idama karşıyım. O zaman idamlar büyük bir ihtimalle
dururdu. Nitekim o tarihte Topkapı’da İnönü’nün arabasında olan Kasım Gülek
mahkemeye gelmiş ve ifade vermiştir. Demiştir ki, ‘Topkapı’da Demokrat
Partililer aleyhte sert nümayiş yaptılar ama elimi vicdanıma koyarak söylüyorum
ki öldürmeye niyet yoktu, böyle bir izlenim almadım’ Bu ifadeden sonra rahmetli Kasım Gülek takdir
edileceğine CHP’deki işi bitirilmiştir. Rahmetli babam Faruk Oktay Topkapı
olayları cereyan ederken İstanbul Emniyet Müdürü idi. Evdeki anlatımlardan
gayet iyi hatırlıyorum. Propaganda gezilerinden İstanbul’a dönmekte olan
İnönü’nün arabasına, Topkapı’da nümayiş var gerekçesiyle tenha ve güvenli
güzergâhlar ve koruma önerilmiş, ama İnönü asla kabul etmemiş. Topkapı’da
kalabalıkların bulunduğu yere doğru arabası sürülmüş. İnönü’nün güvenliği için
Dâhiliye Vekili rahmetli Dr. Namık Gedik’in nasıl emirler verdiğini ve Emniyet
Müdür babam Faruk Oktay’ın, Belediye Başkanı rahmetli Kemal Aygün’ün, vali
Ethem Yetkiner’in nasıl çırpındıklarını bizzat biliyorum.
Tahkikat
Komisyonu kurulmasının Anayasayı ihlali konusu da bir trajedidir. Zira ihlal
edildiği iddia edilen 1924 Anayasasının 22 maddesi şöyle, der (1924 Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu),
“Sual ve
istizah (gensoru) ve Meclis tahkikatı (soruşturma) Meclis’in cümle-i
selahiyetinden (yetkisinden) olup tatbik şekli içtüzük ile kararlaştırılır”
TBMM İç
Tüzük 177. Madde: “TBMM’nin
resen (bağımsız olarak) bilgi almak istediği her çeşit konu hakkında bir
tahkikat komisyonu kurulabilir.”
Kaldı ki,
Tahkikat Komisyonu önerisi DP hükümeti tarafından Meclis’e sunulmuş ve Meclis
tarafından kabul edilerek kanunlaşmıştır. Yine aynı Anayasanın 103. Maddesi,
“TBMM’den
çıkmış olan kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz”
Zaten 1960
yılındaki bu Meclis Tahkikat Komisyonu önerisinden önceki önerileri
inceleseniz, bu önerilerin hemen hepsinin CHP’den geldiği görülür. Diyorum ya
bu suçlama trajiktir.
27 Mayıs
ve Yassıada her yönüyle zulüm dolu bir faciadır. Her zaman söylerim Allah
korusun bir düşman işgali olsa bu kadarını yapmazdı. Darbecilerin akıl
hocalığına soyunan dönemin İstanbul Üniversitesi profesörleri, alelacele darbe
yapan ve darbeden sonrada ne olacağını, ne yapacaklarını dahi bilmeyen,
maceraperest darbeci subaylara sürekli yol göstermişlerdir. Bu yol gösteriş
darbeyi meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Askerlere demişlerdir ki,
“Sizin
ihtilalinizin meşru olabilmesi için, bunların suçluluklarının ortaya konması ve
suçlu olarak ceza görmeleri icap etmektedir. Siz bunları cezalandırmazsanız,
gayrı meşru duruma düşeceksiniz ve suçlanacaksınız. Yarın efendim meşru bir
iktidara karşı, kanun dışı bir ihtilal yapmış olarak cezanız da idamdır. O
halde haklı olduğunuzun ortaya konulması lazımdır. Bu da ancak bunların
suçluluğunun bir mahkeme kararıyla tescil ettirilmesi ve;
HAKLARINDA
CEZA UYGULANMASI İLE MÜMKÜN OLUR ”
Prof. Dr.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da diyor ki,
“Şimdi
eğer bunlar (DP’yi kastediyor) mahkeme edilmeyip de bırakılsalardı. O zaman ne
olacaktı? Onu bir düşünün bakalım. Hemen bir punduna getirip bu zavallıları
(darbecileri kastediyor), demokrasiyi kurmak için müdahale etmiş olanları,
yakalayıp hadi Divan-ı Harbe, askeri mahkemeye, örfi idareye vesaire. O halde
yine demokrasi kurulacak mıydı?
Bu
ifadeleri, Demir Kırat Belgeselinde, bizzat General Cemal Madanoğlu’nun,
Alpaslan Türkeş’in, Prof. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu’nun ağzından dinledik.
İsteyenler hala youtube da bu belgeseli bulabilirler. Türkeş diyor ki,
“Biz
Demokrat Parti yöneticilerinin İsviçre’ye gönderilmesi ve bir süre yurt dışında
orada ikamet etmelerinin yeterli olacağı görüşündeydik. Hatta bu maksatla
Dışişleri Bakanına da bir ön hazırlık için söylenmişti….”
Evrensel
hukukun değişmez kurallarından biri de şudur. ‘Suçluluğu ispat edilene kadar
herkes suçsuzdur’ Ama başta Prof. Muammer Aksoy olmak üzere (o zaman Doçent) 27
Mayısçılar, yeni yeni kanunlar çıkartıp geçmişe uygulamak hukuk skandalını
yaptıkları gibi, bu kuralı da bozmuşlardır. Demişlerdir ki, ‘Demokrat
Partililer suçsuzlukları ispat edilmediği sürece suçludurlar. Haklarında karine
(ipucu) vardır’ (Abdi İpekçi- Ömer Sami Coşar, İhtilalin İçyüzü)
İşte bu
hukuk profesörlerinin, hukuk dışı uyarıları ile Yassıada ve idamlara kadar
giden süreç başlamıştır. Önce Yassıada tespit edilir, sonra yargılamaları
yapacak Yüksek Adalet Divanı (YAD) kurulur ve daha sonra sorgulamaları
yürütecek Yüksek Soruşturma Kurulu (YSK) oluşturulur. Bu kurulların üyeleri de
titizlikle DP’den nefret eden kişilerden seçilir. YAD Başyargıcı Salim Başol,
DP döneminde Yargıtay başkanı olmak istemiş ama olamamış ve bu yüzden
Menderes’e şiddetle kırgın, kızgın. YSK Başsavcısı Altay Ömer Egesel
Balıkesir’den DP milletvekili olmak istiyor, ancak aday adayı bile seçilemiyor.
Zira basından eski haberleri karıştırırken gördük, bir erkek çocuğuna taciz
davası var kayıtlarda.
YAD
Üyelerinden Ferruh Adalı çok yakın bir aile dostumuzdu. Ankara’da iken hemen
her yılbaşı ailece bir arada olurduk. Ama kaderin garip cilvesi Ferruh amca
Yargıtay üyeliğinden Yüksek Adalet Divanı üyeliğine geçti, babam da Ankara
Emniyet Müdürlüğü, Gümüşhane Valiliği ve İstanbul Emniyet Müdürlüğünden
Yassıada’ya geçti. Üzüntüyle hatırlarım 27 Mayıs’tan sonra Ferruh amca bir kere
olsun bizi aramadı. Ona çok ihtiyacımız oldu ama herhalde korkudan olsa gerek
telefon dahi etmedi. Ancak kendisi mahkemeler başladıktan bir süre sonra,
sağlık nedenlerini ileri sürerek YAD’dan azlini istedi ve ayrıldı. Muhakkak ki,
Yassıada Mahkemelerinin kararlarının, özellikle idam kararlarının sümen altında
bekletildiğini ve tüm celselerin darbeyi meşrulaştırmaya yönelik bir tiyatro
olduğunu anlamasından dolayı ayrılmıştır.
Bize göre
sol başta o zaman Yargıtay üyesi Ferruh Adalı, Ankara Emniyet müdürü babam
Faruk Oktay, Ankara Emniyet Müdür Muavini İsmail Küntay, diğer şahısın Merkez
Kumandanı olduğunu hatırlıyorum.
Bize göre,
sol başta oturan Ferruh Adalı, 1957 yılbaşı, en sağda Adalı’nın iki oğlu
görülüyor
27
Mayıs’tan sonra hiçbiri, bir kerecik olsun kapımızı çalmadılar. Demek ki, iyi
gün dosalarıymışlar.
Darbenin
beş generalinden biri olan Cemal Madanoğlu da, doğduğum Kalamış’ta apartman
komşumuz imiş. Babamın da hem Harp Okulundan hem de Kurmay okulundan sınıf
arkadaşı. Tahmin edersiniz darbeden sonra o da hiç aramadı, bizi tanımadı.
Madanoğlu hiç evlenmemiştir. Madanoğlu’nun babası da 150’liklerdendir.
150’likler Kurtuluş Savaşı sonrası, cumhuriyet hükümetinin işbirlikçi ilan
ederek Türkiye’den sürdüğü insanlar.
Rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay Yassıada’da, Yüksek Adalet Divanı’na, DP’nin aleyhinde malzeme toplamaya çalışan, Yüksek Soruşturma Kulununun sorgulamaları sırasında işkence altında hayatını kaybetmiştir. Yassıada’nın ünlü Bizanslardan kalma ölüm zindanına, dövülerek atılan babam, orada üç gün tutulmuş ve 52 yaşında bir hiç uğruna, yalan söylemediği, Menderes’e iftira atmadığı için acılar içinde ölmüştür. Yassıada sorgulama gerçeğini, DP Hükümeti bakanlarından Nuzhet Kirişcioğlu anılarında açık seçik ifade etmiş,
Rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay Yassıada’da, Yüksek Adalet Divanı’na, DP’nin aleyhinde malzeme toplamaya çalışan, Yüksek Soruşturma Kulununun sorgulamaları sırasında işkence altında hayatını kaybetmiştir. Yassıada’nın ünlü Bizanslardan kalma ölüm zindanına, dövülerek atılan babam, orada üç gün tutulmuş ve 52 yaşında bir hiç uğruna, yalan söylemediği, Menderes’e iftira atmadığı için acılar içinde ölmüştür. Yassıada sorgulama gerçeğini, DP Hükümeti bakanlarından Nuzhet Kirişcioğlu anılarında açık seçik ifade etmiş,
“Yassıada’da
dayaktan zindana, ışıklı oda sorgulamalarından, kayalıklardan baş aşağıya adam
sallandırmaya kadar akla gelen ne varsa yapılmıştır… Yassıada kumandanı ve
ekibi, llahsız Gardiyan lakaplı Yarbay Tarık Güryay, bize isnat edilen suçların
kanunda yeri bulunmadığı ve delil de elde edilemeyeceği kanaatine sahip olduğu
içindir ki, ikrar veya atfı cürüm (iftira) elde edebilmek için Egesel ile el
ele her kötülüğe başvurmuştur. İlk dayaklar 28-29 Nisan Öğrenci olaylarında
öldüğü iddia edilen talebelerin mevcudiyetini söyletmek ve olmayan cesetlerin
yerlerini öğrenmek için atılmıştır. Birçok emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş,
İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Fakat ceset bulunmadığı
anlaşıldıktan sonra da zulüm sürdürülmüştür…”
İKİ RESİM
ARASINDA AY FARKI VAR, BİZE GÖRE SAĞDAKİ RESİM YASSIADA’DA ÇEKİLMİŞ BABAMIN
BAVULUNDAN ÇIKTI SAĞ KAŞINDAKİ YARALARI SAKLAMAYA ÇALIŞAN RÖTÜŞLERE DİKKAT ÇEKERİM
BİZE GÖRE
SOL BAŞTA İSTANBUL EMNİYET MÜDÜRÜ BABAM FARUK OKTAY, BAYAR VE MENDERES’İN GÜVENLİĞİ
İÇİN HEP YANLARINDA
Yassıada
Mahkemesi hükümlerini açıkladıktan sonra, müebbet hapis cezasına çarptırılan
sanıklar da, idam cezasına mahkûm olanlar gibi İmralı adasına götürülüyorlar.
Niyet 70-80 kişi asmak. Sanıklar adadaki hapishaneye götürülürken, kazılı 66
mezar çukurunu görecek şekilde yürütülüyorlar, gözlük dâhil her türlü eşyaları
alınıyor, kravatları çıkarılıyor ve bir grup eller arkadan kelepçeli diğer grup
önden kelepçeli 9 saat, başlarına ne geleceğini bilmeden bekletiliyorlar.
Elleri arkadan kelepçeli olan Emin Kalafatın Londra uçak kazasından dolayı bir
kolu kısa ve sakat kaldığı için açı içinde kıvranıyor, saatlerce inliyor. Lütfen empati yapalım, o durumda insan neler
hisseder? Biraz sonra asılacak mısınız yoksa cezanız gerçekten müebbet mi
bilmeden, başınıza biraz sonra neler geleceğini bilmeden azap içinde beklemek.
Gazeteci
Mithat Perin, İmralı Olayını şöyle tanımlamış,
“Sehpadan
dönenlerle, ölümden dönenlerin buluşması”
Gerçekten
çok anlamlı bir yorum. Sehpadan dönenler, idama mahkûm olup mahkûmiyetleri
müebbede çevrilenler. Ölümden dönenler ise, müebbet hapise mahkûm edilmiş
olmalarına rağmen, ölüm botuyla infaz adası İmralı’ya götürülenlerdir.
SEHPADAN
DÖNENLER BU ŞEKİLDE 9 SAAT BEKLETİLİYORLAR, BİZE GÖRE SOL BAŞTA AHMET
HAMDİ SANCAR, ORTADA NUSRET KİRİŞCİOĞLU VE İBRAHİM Ö. KİRAZOĞLU
RAHMETLİ
EROZAN'IN SAĞ YANINDA GÖRÜLEN DELİK, HELA ÇUKURUDUR.
9 SAAT
BOYUNCA O DELİKLERDE, ELLER ARKADAN BAĞLI İHTİYAÇ GİDERMEYE
ÇALIŞMIŞLARDIR.
Bu 9 saat
süre içinde koğuşlara arada bir gardiyanlar girip, eller bağlı olduğu için,
mahkumların ağızlarına peynir ekmek, çay
vermeye çalışmışlar. Bir süre sonrada koğuşları keskin alkol kokusu kaplamış
zira Yassıada kumandanı Allahsız Gardiyan lakaplı Yarbay Tarık Güryay ve
darbeci subay arkadaşları, adada kurdukları içki sofrasından kalkıp, mağrur bir
şekilde koğuşları dolaşmışlar. Müebbet hapis hükümlülerinden DP İstanbul
milletvekili Muhlis Erdener o geceyi şöyle anlatıyor (Mitahat Perin, İdamların
İçyüzü, 1970),
“Ellerim
kelepçeli olduğu halde, o gece 23.00’da bir kalp krizi geçirdim. İnliyor,
doktor istiyordum. Bir müddet sonra Yassıada Kumandanı Tarık Güryay içkili
olarak, yanında birçok subayla geldi. Dili ağzında zor dönüyordu. Biz infazın
yapılacağını derhal anlamıştık. Yanıma geldi. Gerdanımdan okşayarak, Erener,
dedi, ‘ipten kurtuldun ama memleket menfaati için beş Erdener, otuz Erdener
ölmüş ne olur sanki?’ Bu arada şaşkın bir halde bulunan Sezai Akdağ, ‘çok
doğru, çok doğru’ deyince, Güryay ona döndü ve uzat ellerini diye emir verdi.
Sezai uzattı. O her zaman elindeki sopa ile iki defa kelepçeli ellerine vurdu.
Tarık Güryay’ın bu anormal hali üzerimizde daha büyük bir tedhiş havası
estirdi.”
Yassıada’nın,
İmralı’nın çilesini çekmiş olanların anlatımlarını içeren aynı kitaptan devam
ediyorum,
“Hasan
Polatkan, vücut zafiyetinin bitkinliği içinde mütevekkil ama vakur hücreye
konulduğu andan itibaren sessiz beklemişti. (Yassıada’da müebbet hükmü alanlar
bir koğuşta, idam hükmü alanlar ise heladan çevirme hücrelerde ayrı ayrı
bekletilmekteler y.n.) İdamların infazından biraz önce ölüm hücrelerinin
kapılarını ardına kadar açmışlar ve sonra birer birer kapatmışlardı. Fatin
Rüştü Zorlu’nun götürülüşü sırasında ise kapılar açık değildi. Sonra bir ara
yine açılmıştı ki, dar koridorda duyulan dik bir ses ‘5 numaranın kapasını
kapat’ emrini vermişti. Beş numaralı ölüm hücresinde Agâh Erozan vardı. Ondan
öncekinde, yani 4 numarada ise Hasan Polatkan. Erozan yanındaki kapının
açıldığını ve heyecanlı bir sesin ‘Hasan bey sizi başka bir yere nakledeceğiz’
dediğini anlatmıştır. İşte bu sırada Agâh Erozan 6 numaralı hücredeki
Kirazoğlu’na oldukça yüksek sesle bağırmıştı. Kiraz infazlar başladı…
Kirazoğlu’da ona mukabele etmişti. Agâh Kuran’a başla! Her ikisi birden Kuran
okumaya başlamış ve hücrelerin bulunduğu yeri ilahi bir hava kaplamıştı…”
27
Mayısçıların esas niyetinin tam bir katliam yapmak olduğu, adada kazılan
mezarlardan ve darbeci subayların 1965 yılına kadar yaptıkları söyleşilerden
anlaşılıyor. Daha sonra 1965 yılında, yapılan seçimleri, Menderes misyonunu
sürdüreceği propagandasını yapan AP tek başına iktidar olacak çoğunlukla
kazanınca, hele hele 1969’da darbecileri koruyan ‘Tedbirler Kanunu’ ve 1980
darbesi ile de ‘Tabii Senatörlük müessesesi’ kalkınca, 27 Mayısçıların
ifadeleri çok değişmiş, hepsi birer insan hakları savunucusu kesilmişlerdir..
Bilindiği
gibi Yassıada’da hükümlerinin, infazların onaylanması veya onaylanmaması
yetkisi Milli Birlik Komitesindedir. Komite karar vermek için Ankara’da
toplanır. Mahkeme dosyaları bir jet ile Ankara’ya komitenin önüne
getirilmiştir. Anılardan öğrendiğimize göre komite mensupları masanın üstüne
konan Yassıada Mahkemeleri dokümanlarına ellerini bile sürmezler. Aralarında
tartışırlar. Sonuçta Yüksek Adalet Divanının oy birliği ile verdiği 4 idam
hükmü onaylanır. Celal Bayar’ın hükmünü de yaşı 65’i geçtiği için müebbette
çevirirler. Hâlbuki darbeciler 27 Mayıs’tan hemen sonra TCK’da değişiklik
yaparak idamlar için 65 yaş sınırını kaldırmışlardı. Bu karar şüphesiz ki,
Celal Bayar’ın idam edilebilmesi için alınmıştı. 27 Mayıs darbesini
destekleyen, savunan ve 1961 Anayasasını yapan profesörler kurulundan Prof. Dr.
Muammer Aksoy, 1975 yılında Nazlı Ilıcak ile yapılan bir söyleşide (N. Ilıcak,
27 Mayıs Yargılanıyor), infazlarda 65 yaş sınırının kaldırılması hususunda
insanı dehşete düşüren şu açıklamaları yapmış. Bu açıklamalar yapıldığı zaman
yıl 1975, yani darbecilerin ve destekçilerinin yaptıkları işi devrim
addettikleri ve kendilerini birer kahraman olarak gördükleri bir dönem. Bu gün
bizi dehşete düşüren bu tür birçok açıklama o zaman gururla, mağrur bir şekilde
söylenmişti. Birde dikkatinizi çekerim, her konuşan şahıs olayların bizzat
faili olduğu halde, kendini aklamaya çalışmıştır. Prof. Muammer Aksoy,
“Biz
infaza ilişkin olarak 65 yaşını bitirenler lehine öngörülmüş kanun hükmünü,
Celal Bayar’ı ölümden kurtarmak için kabul ettik. Bunu bir şekilde bilin.
Gerçeği söylüyorum size. Milli Birlik Komitesinden hatırladığıma göre Orhan
Erkanlı gelmiş bize demişti ki, ‘siz bu 65 yaş meselesini değiştirmezseniz,
adalet tecelli etmeyecektir, engellenecektir. Çünkü 65 yaşını bitirmiş durumda
olan Celal Bayar, bütün suçları üstüne alıp, ne varsa ben yaptım diyecektir.
Bütün herkesi suçlarından azade hale getirecektir. Bunu önlemek ve gerçek
durumun ortaya çıkmasını sağlamak için, içimizden falan şahıs Celal Bayar’ı
vuracak ve ondan sonra da intihar edecektir.’ Bize böyle söylemişlerdir. Bu bizde
dehşet havası yaratmıştır. Bütün her şeye rağmen, biz hiçbir zaman herhangi bir
şahsın öldürülmesini istememişizdir. Özellikle Celal Bayar’ı ölümden kurtarmak
için o hükmü koyduk. Aksi halde Celal Bayar öldürülecekti. Hiç değilse, o zaman
Milli Birlik Komitesi üyelerini, söylediklerini yapabilir güçte görüyorduk.
Belki yapardı, belki yapamazdı. Sonradan gittikçe zayıfladı başka. Bunlar
konuşulduğu zaman, Milli Birlik Komitesi isterse yıldızları filan yere
getirebilecek güçte görünüyordu.”
Rahmetli
Adnan Menderes niye idam edildi diye merak eden gençler için belirtelim.
İdamların asıl sebebi Makyavelist bir yaklaşımda yatmaktadır. Makyavel,
‘Hükümdar’ adlı eserinde der ki,
“İnsanları
ya okşayacaksın ya da ortadan kaldıracaksın. Çünkü vereceğin ceza hafif olursa,
kişi veya kişiler senden intikam alır. Ama ağır ceza verirsen başlarını
kaldıramazlar.”
İşte
darbeciler, özellikle Menderes’in halkın gözündeki engin değerini biliyorlardı.
Eğer Menderes’i ortadan kaldırmazlarsa, bir gün tekrar ülkenin başına
geçeceğine şüphe yoktu. Ya kendilerinden intikam almaya kalkarsa, diye bilinçli
veya bilinçaltı düşünüldü.
Derler ki,
İsmet Paşa idamları önlemek için, Berin Menderes’in ricası üzerine Devlet
Başkanı mevkiindeki Orgeneral Cemal Gürsel’e bir mektup yazmış ama mektubun
yararı olmamış ve İsmet Paşada üzülmüş. Bu üzülme yalanı beni çok üzer. Zira
İsmet Paşa eğer idamların yapılmasını gerçekten istemiyor idiyse niçin
zamanında bir basın toplantısı yaparak, görüşlerini Türk Halkına ve darbecilere
haykırmadı da sessiz sessiz köşesinde olayları seyretti. Hele hele bir de
darbeden 5 sene sonra sanki darbeye karşıymış gibi, Celal Bayar için ‘kuyuya
düşen adamı kurtaracağım’ diyerek, halkın baskısıyla çıkacağı kesin olan af
konusuna sahip çıkan beyanatlarda bulunması, darbeyi ateşli bir şekilde
desteklemiş olan Prof. Muammer Aksoy’u bile çileden çıkarmış ve 5 Kasım 1969’da
‘Siyasi Haklar Oyunu ve Sonuçları başlıklı bir yazı yazmıştır. Aksoy’un
yazısından aktarıyorum,
“Demokrat
Partilileri iktidarda iken ve iktidardan düştükten sonra daima ağır bir dille
suçlamış olan İnönü’nün şimdi ağız değiştirmesini anlayamıyorum.
MİLLİ
BİRLİK ÜYELERİ, YASSIADA HÜKÜMLERİNİN TASDİKİNDE TEMSİLCİLER MECLİSİNİN YETKİ
SAHİBİ OLMASINI TEKLİF ETTİĞİ HALDE, İSMET PAŞA BUNU RET ETMİŞ VE BAŞLADIĞINI
İŞİ TAMAMLAYIN DİYEREK, İNFAZLARIN CHP’NİN HEMEN HEMEN TAMAMINI TEŞKİL ETTİĞİ
TEMSİLCİLER MECLİSİNE GEÇMESİ İMKÂNINI (YANİ İDAM KARARLARININ KENDİSİ EVET
DEMEDİKÇE İNFAZ EDİLMEME İMKANINI) KENDİ ARZUSU İLE ORTADAN KALDIRMIŞTIR.
Sonuçta
İmralı’daki dramı haklı gösterecek en ufak sebep bulmak imkânsızdır.
Ancak
niyetlerini belirtik ya, niyet:
NAHAK YERE
CAN ALMAKTIR.
Rahmetli
Menderes, bir süredir biriktirdiği uyku ilaçlarını birden içrek intihar
girişiminde bulunmuş, ancak ölmeden durumu koma halinde iken fark edilmiş. Bu
yüzden Menderes İmralı’ya Zorlu ve Polatkan’ın infazının ertesi günü öğleye
doğru götürülmüştür. Menderes’in komadan çıkmasına en çok Yarbay Tarık Güryay
sevinmiş. Bu sevincin sebebini Yassıada’nın telefon santralinde çalışan Mehmet
Kabak’ın anlatımından aktarıyorum. (Posta Gazetesi, Yüzbaşı Kazım Çakır’ın
anıları),
“Tarık
Güryay beni arayarak Menderes’in avukatlarını ve doktorunu telefonla bağlamamı
istedi. Ben suç olmasına karşın hattan ayrılmadım (Güryay’ın konuşmasını
dinliyor y.n.) Avukatlarına, ‘Doktorları hemen adaya getir. İt oğlu iti ipte
görmek istiyorum. Ölmemesi gerekiyor.’ İntihar ettiğini o zaman anladım.”
İMRALI’YA
ÇIKIŞ: RESİMDE MENDERES’İN SAĞ KOLUNDA ‘KASTRO TUĞRUL’ LAKAPLI ÜSTEĞMEN VAR BAKIŞLARINDAN
DAİMA HINÇ AKTIĞINI, HAKARET FIŞKIRDIĞINI YASSIADA’DAN SAĞ KURTULANLARIN ANILARINDAN
ÖĞRENDİK. SANKİ MENDERES KAÇACAKMIŞ GİBİ KOLUNA GİRMİŞLER. O GÜN BU RESİMDE
GÖRÜNMEK
İÇİN ÇIRPINANLAR, BU GÜN BU GÖRÜNTÜLERİNDEN UTANÇ DUYUYORLAR.
Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan’ın infaz edildikleri İmralı adası
hapishane müdürü rahmetli Ahmet Acarol, İmralı Belgeselinde kendi ağzından
anlatıyor ve İmralı’ya çıkan 200 kadar thomson’lu (makineli tabanca) subaydan
bahsediyor. Niye hepsi değil de üç kişi asılıyor diye baskı yapmışlar ve onları
yatıştırmak çok zor olmuş. Zaten İmralı’da 60 kadar mezar hazırlandığını
belirtmiştik. İmralı Belgeselini youtube’da bulup bütün bunları dinlemek
mümkün. Belgeselde Acarol, ‘infaz tamamlandıktan sonra rahmetli Menderes’in
naaşını en son ben gördüm. Artık kefenlenip gömülecekti. Vücudunda sigara
söndürmüşler, göğsü bir değil, beş değil kabuk bağlamış sigara sönüğü yaraları
ile kaplıydı’
"ŞEHİT BAŞVEKİL ADNAN MENDERES GERÇEKTE İDAM EDİLMEMİŞ; ALÇAKÇA VE HUNHARCA KATLEDİLMİŞTİR" (DK)
"ŞEHİT BAŞVEKİL ADNAN MENDERES GERÇEKTE İDAM EDİLMEMİŞ; ALÇAKÇA VE HUNHARCA KATLEDİLMİŞTİR" (DK)
Menderes
gerçekte idam edilmemiştir, katledilmiştir. Çünkü infazların esasları
yazılıdır. İnfaz dünyanın bütün ceza kanunlarında sabaha karşı
gerçekleştirilir. Menderes ise öğleye doğru, aşağılamaya devam etmek için
anüsten prostat muayenesi yapıldıktan, yemeği yedirildikten sonra saat 13,23’de
alelacele infaz edilmiştir. Bu işlem Türk Milleti olarak ne geleneklerimize
uyar ne de yasaldır. Selçuklu-Osmanlı tarihinde de, Cumhuriyet tarihinde de
öğle saatlerinde yapılan bir infaza rastlanmamıştır. İnfazlar sabaha karşı tan
olayı esnasında yapıla gelmiştir.
İnfaz
saatleri ile ilgili kanun; Ceza infaz hukuku, idamların nasıl infaz edileceğine
dair hüküm vaz etmiş (Cumhuriyet Savcı Yardımcısı A. Rıza Mengüç, Ölüm
Cezasının İnfazı),
“Ölüm
cezası güneş doğmadan evvel infaz olunur (tüzük 64) Böyle bir hazırlığın
başlayabilmesi için mahkûmiyet hükmünün onandığını ve yerine getirilmesine
karar verildiğini gösterir kesinleşmiş şerhini havi ilamın, mahkemesinden
Cumhuriyet Savcılığına tevdi edilmiş olması gerekir.”
İmralı
adasındaki infazların uygulama tekniği de son derece ilkeldir. Zira infazlarda
önemli olan ani bir düşüş ve boyun kemiğinin kırılmasıdır. Boyun kemiği
kırıldığı anda ölüm gerçekleşir. Bu sonuca hemen varmak içinde resimde görülen
manivelalı sistem kullanılmalıdır. Kolu çekince ayakaltındaki kapak bir anda
açılıyor ve tüm vücut ağırlığı ile boyun kemiğini kıracak ani düşüş sağlanıyor.
Hâlbuki Zorlu, Polatkan ve Menderes’e derme çatma bir darağacı kurulmuştur.
Sarhoş bir cellat ayakların bastığı sandalyeye tekme atıyor, kim bilir belki de
ilk tekmede sandalye ayakaltından gitmiyor, bir tekme daha, derken boyun
kemiğinin kırılması mümkün değil. Ölüm en acı verici şekliyle, boğulma
suretiyle uzun sürede geliyor. Nitekim infazı seyredenlerden duyuyoruz,
Menderes ipte can çekişirken ayağından bir ayakkabısı fırlamış.
NE DİYELİM
ALLAHTAN BULSUNLAR..
Yassıada’da
görevli 120 askerden biri olan Muzaffer Erkan, İmralı’daki infazlara da görevli
er olarak götürülmüş, dolayısıyla tanıklık etmiş. Kendi ifadesiyle korkudan
yıllarca susan Erkan, nihayet 75 yaşında konuşmuş. İzmir’de yaşayan Muzaffer
Erkan çekirdekten Cumhuriyet Halk Partiliymiş. Zaten öyle olmasa Yassıada’da
görevli olarak asla seçilmezdi. Erkan, idamlara çok üzülmüş ve günlerce yemek
yiyememiş. Muzaffer Erkan,
“O anlar,
gözlerimin önünden gitmedi, çok zor oldu benim için. Rüyalarıma girdi, kâbus
görüyordum hep”
İmralı’da
66 mezar yeri kazıldığını söyleyen Erkan, Zorlu’nun infazdan önce 2 rekât namaz
kıldığını ve cellat’a lüzum duymadan kendi kendini astığını söylemiş ve
eklemiş,
“İdam günü
ayağa kalkamayacak kadar hasta olan Menderes’in burnuna ve ağzına merhem
sürülerek canlandırıldı… İdam öncesinde misafir odasında bir parça şeftali
yedi. İdam edildiğinde şeftalinin suyu beyaz kefeninin üzerine aktı. Başsavcı
Egesel, idam fermanını okuduktan sonra dalga geçer gibi, ‘Ya Menderes gördün mü,
nerelere kadar düştün’ dedi… Menderes’e son arzusu sorulduğunda dini telkin
için orada bulunan hoca ile yalnız kalarak görüşmek istedi. Ama bu isteği kabul
edilmedi… Menderes ipte 45 dakika bekletildi. İpte sallanan Menderes’e doğru
yaklaşan cellat, onun rugan ayakkabılarına baktı, ‘bu ayakkabılar benim olacak’
dedi.
İnfazın
ertesi günü de bir icra memuru ve iki asker, Zorlu, Polatkan ve Berin
Menderes’in evlerine giderek aileden, ip parası, cellat parası (150 TL.), kefen
parası ve Yassıada’da yenen yemeklerin parasını tahsil etmişlerdir. Rahmetli
Aydın Menderes, bu olayla ilgili sorulan bir soru üzerine son derece üzgün bir
şekilde, maalesef doğru diye cevap vermişti.
27 Mayıs
darbesi ve zulümlerin müsebbipleri, hala yargılanmamıştır ve tüm cinayetler, Dr.
Namık Gedik’in intihar süsü verilen cinayeti, babam Faruk Oktay’ın ağır bir
şekilde dövülerek, Bizanslardan kalma zindanda ölüme terk edilmesi dâhil,
cezasız kalmıştır. Diyorum ya Allahtan ümit kesilmez, inşallah bir gün 27 Mayıs
yargılanacaktır.
Geçen
sürede İlahi Adalet her zamanki gibi kararlı ve sessizce yerini bulmuştur.
Zira Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Ankara Celal Bayar Bulvarı, İzmir Adnan Menderes Havalimanı, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın Adnan Menderes Bulvarı, Aydın Dr. Namık Gedik üst geçidi, Adana Adnan Menderes Bulvarı, Antalya Adnan Menderes Bulvarı, Samsun Adnan Menderes Bulvarı, Kütahya Menderes Bulvarı, Mersin Adnan Menderes Bulvarı, Osmaniye Adnan Menderes Bulvarı, Rize Adnan Menderes Bulvarı, Siverek İnönü Bulvarı Adnan Menderes Bulvarı olarak değiştirildi, İstanbul Adnan Menderes Bulvarı, İstanbul Vatan Caddesi Anıt Mezar ve başkaları gibi, kadirşinas halkımızın teveccühünü somutlaştıran tesisler yurdumuzun her köşesinde yer almaktadır. Diğer taraftan halkımıza, 27 Mayıs’ı yapan ve kasım kasım kasılan mağrur, kendilerini kerametleri kendilerinden menkul devrimciler addeden darbeci subaylardan üçünün adını sayın deseniz kimse sayamaz. Örneğin Emanullah Çelebi, Selahattin Özgür, Muzaffer Karan, Rıfat Baykal kim diye sokakta insanlarımıza sorsanız, bu isimleri kimse tanımaz. Hâlbuki bunlar bir zamanlar kendilerini birer kahraman devrimci zanneden, Milli Birlik Komitesi üyeleridir. Bunları artık kendi silah arkadaşları bile hatırlamıyorlar. Ama öte yanda Tevfik İleri’nin, Namık Gedik’in, Celal Yardımcı’nın, Samet Ağaoğlu’nun, Fatin Rüştü Zorlu’nun, Hasan Polatkan’ın, Adnan Menderes’in, Celal Bayar’ın isimleri Türkiye’de hala yaşamaktadır.
Zira Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Ankara Celal Bayar Bulvarı, İzmir Adnan Menderes Havalimanı, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi, Aydın Adnan Menderes Bulvarı, Aydın Dr. Namık Gedik üst geçidi, Adana Adnan Menderes Bulvarı, Antalya Adnan Menderes Bulvarı, Samsun Adnan Menderes Bulvarı, Kütahya Menderes Bulvarı, Mersin Adnan Menderes Bulvarı, Osmaniye Adnan Menderes Bulvarı, Rize Adnan Menderes Bulvarı, Siverek İnönü Bulvarı Adnan Menderes Bulvarı olarak değiştirildi, İstanbul Adnan Menderes Bulvarı, İstanbul Vatan Caddesi Anıt Mezar ve başkaları gibi, kadirşinas halkımızın teveccühünü somutlaştıran tesisler yurdumuzun her köşesinde yer almaktadır. Diğer taraftan halkımıza, 27 Mayıs’ı yapan ve kasım kasım kasılan mağrur, kendilerini kerametleri kendilerinden menkul devrimciler addeden darbeci subaylardan üçünün adını sayın deseniz kimse sayamaz. Örneğin Emanullah Çelebi, Selahattin Özgür, Muzaffer Karan, Rıfat Baykal kim diye sokakta insanlarımıza sorsanız, bu isimleri kimse tanımaz. Hâlbuki bunlar bir zamanlar kendilerini birer kahraman devrimci zanneden, Milli Birlik Komitesi üyeleridir. Bunları artık kendi silah arkadaşları bile hatırlamıyorlar. Ama öte yanda Tevfik İleri’nin, Namık Gedik’in, Celal Yardımcı’nın, Samet Ağaoğlu’nun, Fatin Rüştü Zorlu’nun, Hasan Polatkan’ın, Adnan Menderes’in, Celal Bayar’ın isimleri Türkiye’de hala yaşamaktadır.
Asılan
Adnan Menderes’in bedeninde Türk Halkının iradesidir.
Lokman
Suresi, 16. Ayet,
"Yaptığın
iyilik veya kötülük bir hardal danesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın
içinde veya göklerde yahut yerin derinliklerinde bulunsa yine de Allah onu
senin karşına getirir. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilmektedir ve her
şeyden haberdardır”
HASAN EMRE
OKTAY
MASALI BIRAKIN
YanıtlaSilDP
DEMOKRAT DEĞİLDİ
MENDERESveBAYAR
ATATÜRK'E LAİKLİĞE İHANET ETTİ
http://www.twitlonger.com/show/n_1sisoqv
http://www.twitlonger.com/show/n_1sisot2
Senin ataturkunede sanada sokturma piç oğlu piç
Silhassiktir lan piç...
Silyiyorsa demokrat saymadığınız Erdoğana bir el uzatınsana. adamı sikerler... o devir geçti artık, sütü bozuk çakma demokratlar.
Lan orisponun siçtıgi bu okulanlarin hepsi doğru adnen menderes için denilenler hep fos ve boş çıktı elinde sarhoş bı ddgnekli çakal milletin iradesine azrail kesilmiş anası sikilece seninde senin düşündüğün ilkelerinde
SilHERKESİN BİR PLANI VARDIR.UNUTMAYALIM Kİ HERŞEYDEN HABERDAR OLAN ALLAHINDA BİR PLANI VARDIR.MUTLAK ALLAHIN PLANI GALİP GELECEKTİR.HİÇ KİMSE SEVİNMESİN SİZİN ÖLÜLERİNİZ CEHENNEME BİZİM ŞEHİDLERİMİZ ALLAH VE RASULUNUN YANINA,HAYDI BAKALIM SİZLERİN YAŞAMAYI SEVDİĞİ KADAR BİZLERDEDE ÖLÜME AŞIK YİGİTLER VAR,ÖLÜM PAHASINA HAK VE KAİKATIN DIŞINDA ,KENDİSİNİ İPE GÖTÜRENLERDEN MERHAMET DİLENMADEN ŞAHADETE KOŞANLARA SELAM OLSUN.....
YanıtlaSilDEMOKRATLAR KÜLÜBÜMÜZÜN ŞAHSINDA TÜM DEMOKRATLARA EN DERİN KALBİ MUHABBETLERİMİ BİR EVLADI KATİPZADE OLARAK KABUL BUYURMANIZI İSTİRHAM EDERİM.
YanıtlaSilAbicim aktardığın bilgiler için sana yürekten teşekkür ediyorum çok güzel ve her kesimden insanın kolayca anlayabileceği bir dille kaleme almış olduğunuz için ayrıca teşşekkürlerimi sunuyorum.biz yeni nesiller 27 eylülü ve adnan menderesi yüzeysel olarak biliyorduk,detaylar hakkatten çok üzücü.o insanları suçlu gibi gösterip resmen katledenler şuan hayatta deiller ALLAHA'a versinler hesabını.
YanıtlaSilmenderes ve arkadaşları asılmayı hak etselerdi zaten avrupa arkasında olurdu asılmazlardı
YanıtlaSil