30 Nisan 2014 Çarşamba

MİLLETE ADANMIŞ BİR HAYAT... Son Lider, Son Baş Vekil...

MİLLETE ADANMIŞ BİR HAYAT...
ADNAN MENDERS 'İN SIRRI ORTAYA ÇIKTI
Tarihçi Mehmed Niyazi, “Teşkilat Refik, rahmete erdi” başlıklı yazısında Adnan Menderes’in bilinmedik bir sırrına değindi.
Yazıda şöyle denildi: “Marmara Kıraathanesi’ne ilk gençlik yıllarımızda gitmeye başladık. Orada Ziya Nur Aksun, Erol Güngör, Nuri Karahöyüklü, Saip Atademir, Mükremin Halil Yinanç gibi değerli büyüklerimizle birlikte Refik Demir ağabeyimizi de tanıdık. 
27 Mayıs darbesinden sonra herkesin yüzü asıktı; milletin sevgilisi olan Adnan Menderes bir darbeye kurban gitmişti. Milletin geleceği, Demokrat Partililerin durumu kamuoyunda ciddi bir endişe kaynağı idi.
Refik Demir daha çok Ziya Nur Aksun, Erol Güngör ağabeylerin masasına otururdu. Refik ağabey Yalova’nın Güney köyünden idi; o köyden de Milli Birlik Komitesi’nden üyeler, subaylar vardı. Onlardan haber getireceği için Refik ağabeyin masasına otururduk. Bazı münasebetsiz adamlar Refik ağabeyin masasına oturunca Refik ağabey, karşısındakini ona gösterip; “Bu teşkilattandır” diyerek adamı uyarır; o da biraz oturduktan sonra kaçar giderdi. 
Böylece daha rahat bir konuşma ortamı doğardı. Adam kaçırmaları bu şekilde devam ettikçe Refik ağabeyin ismi de 'Teşkilat Refik' olarak kaldı. 
Aslen Dağıstan kökenli bir aileye mensuptu. 1925 yılında Yalova’nın Güney köyünde dünyaya geldi. Aslında o köyün asıl adı Reşadiye idi; herhalde Sultan Reşat’ı çağrıştırdığı için Cumhuriyet döneminde adını değiştirip Güney köyü yapmışlar.
Emekli General Mehdi Sungur ağabeyimiz, kardeşi Abidin Sungur Bey gibi pek çok muhterem insan o köyden çıkmıştır. Refik ağabey, Devlet Hava Meydanları Meteoroloji Müdürlüğü’nden emekli oldu. Eski Türkçeyi ve Fransızcayı çok iyi bilirdi; dünyası kitaplardı. Onu arayan, Sahaflar’da, Cağaloğlu’ndaki kitapçılarda bulurdu. Emekli olmakla hayattan elini eteğini çekmemişti.


II. ABDÜLHAMİT'İN KIZINA ZİYARET


Rahmetli Muzaffer Ozak Hocamız da Marmara Kahvesi’nin müdavimlerindendi. II. Abdülhamid’in kızı Ayşe Osmanoğlu’yla yakın tanışıklığı vardı. Bir akşam hoca, Ayşe Osmanoğlu Hanımefendi’nin bir hatırasını nakletmişti: “Türkiye’ye dönen Osmanoğlu’nun kızlarına bir mühendis sahip çıkarak kendilerine bir dairesini tahsis etmiş ve her ay da düzenli olarak maddî yardımda bulunuyormuş. 
Bir Sabah erken saatlerde kapıları çalınmış, Ayşe Hanım kapıyı açınca şık giyimli bir adamla karşılaşmış. Adam; “İnşallah rahatsız etmemişimdir, size ve annenize hoş geldiniz demek için ziyaret ettim.” demiş. Ayşe Hanım içeriye buyur etmiş, karşılıklı hal hatır ederlerken kapıcı günün gazetelerini getirmiş. Gazeteyi alan Ayşe Hanım “Menderes İstanbul’da” manşetini görünce karşısındakinin Adnan Menderes olduğuna iyice kanaat getirmiş ve “Beyefendi, niçin geleceğinizi önceden haber vermediniz, sizi elimizdeki bütün imkanlarla ağırlamak isterdik.” demiş. Menderes de “Valide Hanım, bizler politikacıyız; sevenimiz kadar sevmeyenimiz de var. Haberli gelseydik buraya gazeteciler doluşur, muhtemeldir ki nahoş hadiseler cereyan edebilirdi.” cevabını vermiş.
EVİN KİRASINI VE MADDİ DESTEĞİ SAĞLAYAN 
MENDERES'MİŞ
Epeyce sohbet ettikten sonra kalkarken Menderes bir ihtiyaçları olup olmadığını sormuş, Ayşe Hanım da kendilerine bir mühendisin sahip çıktığını, ihtiyaçlarının bulunmadığını söyleyerek teşekkür etmiş. 27 Mayıs darbesinden hemen sonra Menderes’in mallarına el konulunca, mühendis, Berin Hanım’a gelip ya kirayı ödemelerini ya da evi boşalttıracağını söylemiş. Evin kirasını ve maddî desteği sağlayan aslında  Menderes imiş...
BERİN HANIM PARMAĞIN’DAKİ YÜZÜĞÜ SATMIŞ
Berin Hanım, parmağındaki yüzüğü çıkarıp oğlu Mutlu’ya vermiş ve kuyumcuya gidip bozdurmasını istemiş.  
Böylece Ayşe Osmanoğlu’nun geçimi Berin Hanım’ın üzerinde kalmış. 
Rivayet edilir ki Menderes’in geçirdiği uçak kazasından sonra Berin Hanım kendisine uçak düşerken aklından neler geçtiğini sormuş, Menderes de cevaben Berin Hanım’ın Ayşe Osmanoğlu’nun kirasını ödeyip ona yardımcı olmaya devam edip etmeyeceğini düşündüğünü söylemiş... 
Bu dramatik sohbetin ardından Teşkilat Refik’in gözleri doldu; “Yassıada mahkemesinde şu husus açıklandı; on yıl boyunca başbakanlık yapan Menderes bir tek kez dahi maaşını almamış, maaş için gelen çeki imzalayarak Hazine’nin tahsil etmesi için geri göndermiştir.” dedi ve gözyaşlarını silerek masadan kalktı. Onun bu hali masada bulunan herkesi derin bir hüzne boğmuştu.
 
(Saygılarımla... / M. Ali ER / ADNAN MENDERES DEMOKRASİ PLATFORMU)

7 Nisan 2014 Pazartesi

Önemli bir hatırlatma!.. 25 NİSAN 1994, ANKARA "Fatma Berrin MENDERES" Vefat etti.

F. Berrin Menderes’ten Adnan Menderes’e mektuplar...
25 Nisan 1994 günü Hak'ın Rahmetine Kavuşan "Bir Efsane İnsan" anısına...
Adnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eyül tarihini taşıyordu. Bu mektup kendisine yarısı yırtılarak verilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektuta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısısı son kez yırtılmış bir mektupta gördü. Ölümüne birkaç gün kalmış bir insana mektubunu tam olarak vermek çok görülmüştü.
Sitemizin yazarlarından Ayşe Sevim tarafından araştırılan Mendereslerin mektuplarını sunuyoruz. Başbakan Adnan Menderes ile Berrin hanım idam gününe kadar mektuplaştılar. Mektupları ise sadece elli kelime ile sınırlı idi.Elli kelimeyi geçen her mektup sansürleniyordu…..
Berin Menderes 1960 darbesine kadar belki de hayatının ilk bölümünü yaşamıştı. Daha çok mutluluk ve ihtişamla örülü bir ömür sürmüştü. Sağlıklı üç oğlu, milyonların hayranlığını kazanmış başarılı bir eşi vardı. Hayatında kimi kırgınlıkları barındırsa da bu yaşadıkları yaşayacakları yanında sevimli anıcıklar halini alıyordu. 1960 ihtilalinin ardından sürdürdüğü hayat bir kum saati gibi tersine çevrildi. Güzelikler teker teker kendini Berin Hanım’ın hayatından çıkardılar. Sırada Berin Menderes’i uzun uzun hırpalıyacak kara günler vardı. Berin Hanım yalnızlığa alışkın değildi.Yapılacak bütün işlerde, alınacak tüm kararlarda Adnan Menderes’e danışıyordu. Adnan Menderes’in yokluğu bir sürü mali işlerle, hukuksal konularla tek başına uğraşmasını gerekli kılmıştı. Hatta bundan duyduğu sıkıntıyı Adnan Bey’e yazdığı bir mektubunda ’erkeksizlik ne kadar da zormuş’ diye belirtmişti. 27 Mayıs 1960 darbesinin ilk günlerinin ardından sıkıntılı anlar gelmeye başlamıştı. Berin Hanım çevresinde olan biteni şaşkınlıkla anlamaya çalışıyor eşi için de büyük endişe duyuyordu. 1 Haziran 1960 tarihli mektubunda eşine Vekalet Köşkünden çıkarıldıklarını haber veririken ne yapacağını bilemez bir hali vardı; www.netpano.com
’Köşkü tahliye etmemiz lazım. Bana ne tavsiye edersin? Acaba bir apartman katı mı aratayım? Yoksa İzmir veya Aydın’a mı gideyim? Bir fikir verirsen çok sevineceğim.’
Daha önce bu tür mevzuularla uğraşmamış olan Berin Hanım’ın şaşkınlığı, üzüntüsü ne yapacağını bilemez hali yazdığı mektuplardaki satırlara sızıyordu. Güzel günlerinde yanlarında olan insanlar birdenbire kaybolmuşlardı. Desteği umulan, nasihatıne ihtiyaç duyulan insanlar bir sihirbazlık gösterisi sonucu yok olmuş gibiydi. 27 Mayıs darbesi Menderes ailesinin çevresindeki dostlara hokus pokus etkisi yapmıştı.
Artık ne kadar yalız kaldığımı tahmin edersin. Aydın’ımla beraber her an sana,sıhhatine dua ediyoruz. Telefonda olmadı. Çıkıp dışarıdan etmek bana zor geliyor,pek güç oluyor’
Berin Hanım eşinin Yassıada’ya götürüldüğünü gazetelerden öğrenmişti. Bu karmakarışık günlerde haberleşme de zorluk çeken çift gazetelerden malumat alıyolardı. 13 Haziran 1960 tarihli mektubunda Berin Hanım şöyle sesleniyordu eşine;
Adnancığım,3 gündür senden bir haber alamadığım için çok meraktayım. 2 gündür gazeteler Yassıada’ya götürüldüğünü yazıyor,fakat katiyetle bir şey öğrenemediğim için büyük üzüntüdeyim. Buradayken, her gün senden el yazınla tezkere alıyor, seviniyorduk. Bugün posta ile mektup gönderebileceğimizi söylediler. Hemen bir telgaf çektim. Senin de bana telgrafla sıhhatini bildirmeni rica ederim.Akşam gazetesinde senin bana çektiğin bir telgraf yayınlandı. Fakat bana böyle bir telgraf gelmedi. Daha doğrusu Ankara’dan gittikten sonra, hiçbir mektup ve telgrafın gelmedi. Bu merak beni harap ediyor. İnşaaallah sıhhattesindir ve haberini alır sevinirim.’
Darbenin ardından ilk günler karışıklık ve şaşkınlık içinde geçiyordu. Yapılacak işler ,yerine getirilmesi gereken hukuksal işlemler vardı. Ama tüm bu yoğunluk Berin Menderes’i eşi için endişelenmekten alıkoymuyordu. Adnan Menders’in Yassıada’daki ilk gününden son gününe kadar Berin Hanım’ın kalbi eşi için çarpmıştı.
Yassıada’dan ilk sıhhat haberini gece aldık. Ne kadar sevindik bilemezsin. Buradayken her gün haberini alıyorduk. Meğer benim için ne büyük teselliymiş. Dört gündür habersiz kalınca adeta harabolduk. Gazetelerden Yassıada’da olduğunu öğrenince hemen her gün mektup ve telgraf göndermeye başladım. İnşaallah sen de dün benimkini almışsındır. Gazetelerde geceyi gömlekle geçirdiğini öğrenince çok üzüldüm. Ne ise, ihtiyacın olan valiz arkandan gelmiş. Çamaşır para göndereceğim ama nasıl bilemiyorum. İstediğini bana hemen yaz. Aydın metin, bana büyük destek oluyor yavrucak. Her an sana dua ediyoruz. Sıhhat ve selametle bize seni kavuşturması için Allah’a yalvarıyoruz. Burada ikimiz pek yalnız kaldık.’
Berin Hanım eşine sürekli neye ihtiyacı olduğunu soruyor, istediği her şeyi o anda alıp yolluyordu. Tespih, saat, kolanya gibi ufak şeyler birbir Yasıada’ya ulaşıyordu. Aynı zamanda banka işleriyle uğraşıyor neticeleri eşine bildiriyordu. Elli kelimeden fazla yazmasına müsaade olunmadığı için sevgi ve teselli sözcüklerine mektuplarda az yer kalıyordu.
İş Bankası ve Zıraat Bankası ile konuştum. Pamuk mahsulu idrak edilince öderiz dedim. Benim bütün üzüntüm senin üzüntünü bilmek. Orada sen bari bu işleri düşünmeseydin diye kendi kendimi kahrediyorum. Söyliyeceklerimi elli kelimeye sığdıramıyorum. Tahassürler sevgiler…’
Berin Hanım 14 Temmuz tarihli mektubunda eşine hasretini şöyle dile getiriyordu;
’Aydın ve benim için yegane teselli mektupların. Yalnızlığımızı bunlarla gidermeğe çalışıyoruz. O 50 kelimeyi günde kaç defa okuyoruz bilemezsin. Postacıdan Aydın almışsa, heyecanla açıp okumuyor, adeta su içer gibi içimize akıtıyoruz defalarca. Her an dua ediyor, Cenab-ı Hak’dan sıhhat ve selametle kavuşmamızı diliyoruz.’
İlk aylar da hasretin son bulacağı gün iple çekildi. Her an yalnışlık yapıldığı anlaşılacak ve bu kabus son bulacaktı sanki. Ama günler geçtikçe Menderes ailesi bu yalnışlık ve hasretin içine iyice gömüldü. Önceleri daha çok yapılması gereken işler, Yassıada’ya gönderilmesi gereken eşyalar söz konusuyken daha sonraları mektupların asıl ve tek konusu ’hasret’ olacaktı. Menderes çifti birbirlerini ne kadar çok sevdiklerini belki de en iyi Yassıada günlerinde anlayacaktı.
Adnancığım, her gün sabah ilk işim sana yazmak. Çoğu uykusuz geçen gecelerin şafağında kalkar,sana sıhhat, selametine dua eder ve mektup yazarım. Ekseriya da öğleden sonra ikinciyi yazarım. Beni habersiz bırakmamak için her gün yazışın beni minnnettar ediyor. Zaten her an nemli gözlerimden yaşlar akarken, sıhhatine , selametine bütün varlığımla Cenab-ı Hak’a dualar ediyor, seni bize kavuşturmasını niyaz ediyorum. Elbette hakikatler anlaşılacak, selametle çıkacaksın. Gün geçtikçe hasret ve iştiyakımızın ne derece olduğunu söylemek luzumsuz. Allah artık çilemizi kafi görecek. Seni bize selametle kavuşturacak.’
Berin Hanım eşinin çektiği sıkıntıları tahmin ediyor, onun yalnızlığını,acılarını azaltmak için her gün yazıyordu. Her yeni gün postaya yeni bir mektup atılıyor her yeni gün postacının yeni bir mektupla zile dokunması bekleniyordu. Berin Hanım’ın hayatı Yassıada’dan gelen mektuplar üzerine bina edilmişti artık. Menderes ailesinin küçük oğlu Aydın’la birlikte 27 Mayıs’ın onlara sunduğu zorluklara karşı bu mektuplara dayanarak sabrediyordu.www.netpano.com
Cenab-ı Hak seni başımızdan eksik etmesin. Rabb’im sıhhat ve selametle seni bize bağışlasın. Kendimi kolsuz kanatsız kalmış kuşa benzetiyorum. Bütün hayatım boyunca sana sormadan bir şey yapmadım. Şimdi danışacak kimsem yok.’
Mahkemeler 1960 yılının Ekim ayında başlamıştı. Berin Hanım şartların aleyhte olması sonucu avukat bulmakta hayli zorlanmıştı. Kimse darbecileri karşısına almak istemiyordu. Avukat işini güç bela halleden Berin Hanım bambaşka bir sorun karşı karşıya kaldı. Mal varlıklarına el konulduğu için avukatların paralarını ödeme güçlüğü doğmuştu.
7-8-9 tarihlileri gözyaşları ile okuduk!
Üzülmen için pamuk paralarına el konulduğunu ve Zıraat Bankası’nda bloke edildiğini sana bir türlü bildirememiştim. Ne yapalım, sıhatte olalım da her şey düzelir. Ben Yüksek Soruşturma Kurulu’na müracaat ettim. Sen de edersen belki daha müessir olur. Benim için üzülme. Yeter ki sen metin ve soğukkanlı ol. Mahkemenin adaletine inanırken, her şeyin üstünde Allah’ın adaleti olduğuna inanıyoruz. Seksenbeş yaşına yaklaşan annemiz her an Cenab-ı Hakk’a niyaz ederken , mektuplarıyla da beni teselliye uğraşıyor.’
Berin Hanım 22 ekim tarihli mektubunda da eşine şöyle seslenmişti;
’Paralar bloke vaziyette bir şey satma imkanıda yok. Evde eşyamız yok. Fakat bir iki şeyimize, giyeceğim kürke kadar tesbit edildiğine göre, avukatlara vermemiz için herhalde bir şeyler düşüneceklerdir. Ben avukat ücreti için yazdığım dilekçeye cevap alamadım. Belki seninkine cevap verirler.’
Berin Hanım bir yandan kendisi için yeni bir durum olan maddi sıkıntılarla uğraşıyor diğer yandan ise eşi için sürekli endişeleniyordu;
’Dünkü gazetelerde soruşturmada ifade verirken çekilmiş resimlerinden çok zayıfladığın anlaşılıyor. Ne hale geldiğimizi söylemek lüzumsuz. Ben hep seni ayrıldığımız günkü güler yüzünle tahayyül ediyordum. Ne olur kendine iyi bak. Daha fazla zayıflamamaya gayret et. Yemek ye. Çektiğimiz ıstırapların sonu gelmiştir inşaaalah. Adaletin tecellisini beklerken de her şeyin üstünde Allah’ın adaletine inanıyorum… istediğin ropdöşanbırın ( sabahlığı) dün aldım derhal postaladım.’
Menderes çifti aylardır görüşmeyi umut ediyor mektuplarında hasretlerini dile getiriyorlardı. Nihayet altı ay sonra görüşmeye izin verildi. Adnan Menderes gibi Berin Menderesin de görüşme sonrası mektuplarında ki tek konu yaşadıkları bu yarım saatlik görüşme olmuştu.
Çok şükür Allah’a seni gözlerimizle gördük, kucaklaştık. Elini tutabildik demek? Allah’ım bizim için ne büyük saadet. Altı aydır hasret olduğumuz güzel yüzünü gördük, karşı karşıya oturduk. Sakın bu bir rüya olmasın? Uyanacağım bu bir rüya imiş diyeceğim gibi geliyor. Yarım saat ne kadar çabuk geldi geçti. Ayrılık ne hazin, ne kadar güçtü. Vücudum ayrıldı fakat benliğim orada kaldı. Orada göstermeğe gayret ettiğim metanetim burada kalmadı, artık hıçkırıklarla istediğim kadar ağladım. Çok şükür seni tahayyül ettiğim kadar zayıf bulmadım, çok şükür iyisin. Seni şimdi Mutlu’ya benzetiyorum ben. Biraz gayret eder yemek yersen toplanırsın. Sıgarayı da az içmeye gayret et yalvarırım. Aydın’da yaşından umulmadık metanet gösterdi.’
Mahkemeler devam ediyordu. Berin Hanım duruşmaları gazete ve radyodan takip ediyordu. Adnan Menderes’e belkide üzülmemesini, halkın onun ardında olduğunu söylemek istiyordu. Ama sıkı sansür sebebiyle içine atıyordu düşüncelerini. Aklı duruşmadan duruşmaya çıkan eşindeydi hep. Eşinin sıkıntısını sanki azaltabilirmiş gibi kendisi de onun kadar yoğun yaşıyordu bu azabı.
’Her gün bir iskemle üzerinde oturduğunu, iki üç mahkeme olduğunu düşündükçe, Allah’a aklımı muhafaza et diye yalvarıyorum. Ne olur imkan olduğu kadar kendine iyi bak. Kantinden meyva filan aldırabiliyor musun acaba? Ne olur müsaade etseler de hiç olmazsa meyva yollayabilsek. Elma portakal gibi. Odada durur istedikçe yersin. Üç yüz lirayı telledim. Gönderdiğim yeni pijama işe yaradı mı? Daha sıcak tutacak pazen gibi bir pjama ister misin? Başka eksik neyin varsa söyle rica ederim. Pardösü paketimi almadın mı? Meraktayım. kendi elimle İstanbul’dan postaya vermiştim.’
Berin Hanım bir başka mektubunda eşine şöyle seslenmişti;
’Dün gece radyodan müdafaanı hıçkırıklar içinde dinledim. Kalbim duracak zannediyordum. Çok güzel söylüyordun. Tabii tamamını değil bazı yerlerini veriyorlar. İşlemediğiniz, en küçük kabahatınız olmayan davaların müdafaalarını yapmak. Buna mecbur olmanız beni nasıl kahrediyor bilemezsin. Allah sana sabır,metanet, kuvvet versin. Hakimlerimize de insaf versin. Elleri vicdanlarında öyle hükmetsinler artık. Çünkü sizin kadar bigünah sanık olmamıştır.’
Berin Hanım’ın yazdığı bu mektupda ki ’bigünah’ ifadesi sansür kurulunca hoş karşılanmamıştı. Adnan Menderes’in eline bu mektup ’bigünah’ kelimesinin üzeri kırmızı kalemle çizilmiş olarak geldi. Mahkemelerin başı olmasına rağmen Adnan Menderes’in ’bigünah’ olup olmadığına çoktan karar verilmişti aslında.
Şefkatine muhtacım diyorsun… Şu birkaç kelimen beni ne kadar mesud etti. Ben de ne kadar muhtacım bilsen… Seninle kıyas edilemez tabii,fakat ben de bazen o kadar yalnız hissediyorum ki kendimi… Sana istediğin şefkat ve alakayı ne kadar fazlasıyla gösterdiğimden şüphe yoktur…’’Birarada yaşamaya başladığımız günden beri iki aydan fazla senden uzak kalmamıştım. Yarabbi tam on ay bitiyor!.. İçimiz nasıl bir hasret ve iştiyakla dolu. Bayramda olsun ailelerin birbirlerini görmesine müsaade etselerdi… Çocuklarımızı sevindirselerdi… Ne kadar dua edecektik.’
Ankara’dan her gün Yassıada’ya mektuplar postalanıyordu. Avukatlardan, hastalıklardan, ekonomik sıkıntılardan, mevsimlerden, çocuklardan, en çok da hasretlerinden bahsediyorlardı. Ramazan Bayram’ı gelmişti. Yalnızlığın en fazla can yaktığı günlerden olan bayram Menderes ailesine hüzün dağıtmıştı.
Adnancığım, zaten mahzun,kederli geçen günlerimiz bu Ramazan Bayramı’nda büsbütün hüzünle doldu. Etraf günlük güneşlik. Fakat ben bu güzel havayı görmek istemiyorum. Çünkü, sen çok sevdiğin açık havadan mahrumsun. O halde ben neyleyeyim güzel havayı?’
Menderes çifti yaşadıkları sıkıntılara maziyi hatırlayarak karşı koymaya çalışıyorlardı;
Yirmialtı tarihliden otuza kadar beş mektubunu birden alınca, bayram çocuklarına döndüm. Kaç günlük yakıcı intizardan sonra, bu mektupları almak ne büyük memnuniyet oldu. Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Gözümden boşanan yalarla ıslattım onları. Senin söylediğin gibi günlerce susuz kalan,çatlayan toprak suya nasıl kanamazsa, ben de onlara kanamıyorum işte. Kaçar defa okuyorum bilemezsin!… benim de hayalimde yalnız ilk günlerimiz canlaıyor. Ne tuhaf değil mi hep gözümün önünde çiftliğe gidişimiz. İlk defa atla Çine Çayını geçişim ve düşmekten korkum. Kağnı arabasıle yine çayı geçerken yağmura tutuluşumuz. Bizim emekter Hatice Hanım hasta olmasın diye üzerine yorganları yığışımız, ne asude ne güzel günlermiş!… Cenab-ı Hak’dan sıhhat selametle feraha kavuşmamızı ve sukun içinde çocuklarımızla birarada yaşamamızı niyaz ediyorum.’
Mahkemeler sonuçlanmıştı. Anayasa Mahkemesi Adnan Menderes için idam talebinde bulunmuştu. Berin Hanım belki de ortamın aylardır süren gerginliğinden böyle bir sonucun çıkacağını tahmin ediyordu. Ama bu haberi duymak ’tahmin’ etkisinin çok üzerinde bir etki yaptı kendisinde. Çünkü karar açıklanana değin bu ihtimal aklına gelse bile onu düşünmek istememiş kendisinden uzaklaştırmıştı. İdam kararı Berin Hanım’ı yıktı ama o bu durumda bile yapılması gereken en doğru şeyi yaptı ve mektuplarında eşine kuvvet vermeğe çalıştı.
Hayatımda çok heyecanlı ızdıraplı günler yaşadım, amma dünkü günü ömrüm oldukça unutamayacağım. Gazetede, akıl havsalanın alamayacağı iddianameyi gördüğüm andaki hayret ve şaşkınlığımızı tariften acizim!.. Başına hiç beklenmedik bir anda müthiş bir darbe yiyen insan ne olursa, biz de Aydın’cığımla o haldeydik!.. Bizi o anımızda teselli edecek bir kimsemiz de yok. Allah’ın bir lutfu olacak. Yine kendi kendimi toplayabildim. Böyle bir iddianame hiç şüphesiz hukuk hakiminden varid olamaz, dedim kendi kendime. Yüksek Adalet Divanı mutlaka adilane bir karar vericek. Ve hiç şüphesiz bu beraat olacak!.. buna inanıyoruz aynı zamanda Allah’ın ilahi adaletine de sığınıyor ve güveniyoruz. İmanının kuvvetli olduğunu, metin ve sabırlı olacağını da biliyorum. Fakat bu yalnız halinde tek başına olduğun için de maneviyatının yüksek olması lazım. O halimde sana derhal yıldırım çektim. Büyük Allah bu çektiğimiz büyük ızdırapların mükafatını verecek, seni bize selametle kavuşturacak inşallah.’
Gene bana teşekkür ediyor, minnetlerini söylüyorsun. Bir daha bunu tekrarlama rica ederim. Sana hayatım müddetince bağlandım, ölünceye kadar da seveceğim. Fakat ne kadar elimki sana her yazdığımı alamıyorsun, şu birkaç satırla teselli vermeye gayret ediyorum. Biraz olsun muvaffak oluyorsam, elem, ızdıraplı anlarında, mektuplarım oyalayabiliyorsa, benim için ne büyük bir teselli!.. Kısacık mektuplar diyorsun? Biliyorsun ki uzun yazmamak lazım, yoksa sana sabahtan akşama kadar sahifeler dolusu yazardım. Madem ki biraz olsun oyalanıyorsun…’
Berin Hanım ve Adnan Menderes her gün birbirlerine mektup yazıyorlardı. Ama Yassıada’daki keyfi uygulama belli ki ne Adnan Bey’in her mektubunu postaya atıyordu ne de Berin Hanım’ın ulaşan her mektubunu Adnan Bey’e iletiyorlardı. Adnan Menderes Yassıada’da bulunurken Berin Hanım’ın annesi vefat etmişti, büyük oğulları Yüksel yurd dışındaki görevinden merkeze gönderilmişti. Ortanca çocukları Mutlu ekonomik sebebler yüzünden Avrupa’da ki üniversite tahsilini üçüncü sınıftan yarım bırakmıştı. Berin Hanım’ın erkek kardeşi Samim Bey’i devlet erkenden emekliye ayırmıştı. Dostları Menderes ailesiyle ilişkilerini tehlikeye girmemek için kesmişti. Sıkıntılar sürüyor,mahkemeler devam ediyordu. Sona doğru her gün biraz daha yaklaşıyordu Menderes ailesi. Ağustos ayına girilmişti. Mahkeme sonucunun açıklanacağı 15 Eylül’e sadece bir ay vardı. Adnan Bey’in idam günü olan 17 Eylül’e de. Ağustos ayı mektuplarının tek ve en önemli konusu ise Yassıada’da yapılacak olan ikinci görüşmeydi. Menderes çifti birbirlerini o denli özlemişlerdi ki her an görüşme duygusunun heyecanını yaşıyorlardı. Berin Hanım belkide içten içe kendisi de haberdar olarak eşinin son kez yüzünü görecekti. 15 ay boyunca sadece yarım saat birbirlerini görmüşlerdi. Şimdi ikinci ve son bir fırsatları vardı.
Cenab-ı Hak dualarımızı kabul etti. Allah’ın inayetiyle, Pazartesi sabahı seni göreceğiz!.. Bu sabahtan beri halimiz görülecek bir şey, delilere döndük!.. Allah razı olsun müsaade ve izin verenlerden. Ne yapacağımızı bilemiyor, hepimizden bir ses çıkıyor,oradan oraya sebebsiz gidip geliyoruz… Allah’a hem teşekkür ediyor, hem de daima böyle memnun etmesi,bizi feraha çıkarması sana kavuşturması için de dualar ediyorum. Sen de kimbilir ne kadar memnun olacaksın bu haberi alınca… Dün 12,13 bugun de 9 ve 10 tarihli mektuplarını aldım. Bir mektubu çok perişan yazdığımı söylüyorsun. Başka türlü olamama imkan ve ihtimal var mı Adnanım? Sana aksini yazsam inanır mısın ki? Evet bazen gayretle kendimi topluyorum. Fakat bazen de imkan bulamıyorum. Allah ömür versin üç yetişmiş erkek çocuk ve bütün evi yükü üzerimde. Maddi durumumuz malum. Sonra bunların hepsi bir yana, Allah hiç kimseyi bu hale koymasın. Üstüne titrediği, hayatından çok sevdiği kıymetli varlığın yardımına koşmamak ne büyük ıstırab Yarabbi!.. yine de Allah sabır veriyor aklımı kaybetmiyorum. Yarın Allah isterse İstanbul’a hareket edeceğiz. Sıhhat selametle pazartesiye seni kucaklamak nasip olur inşaaallah.’
Menderes çifti birbirlerini dokuz aydır görmüyordu. 21 Ağustos’taki görüşme gerçekleştiğinde hasretleri artık dayanılmaz bir hal almıştı. Menderes ailesi o gün tam olarak son kez bir araya geldiler. Adnan Menderes, Berin Hanım ve oğulları Yüksel, Mutlu ve Aydın. Bir saatlik bir mutluluğu doya doya yaşadılar.
’Buraya geldiğimizden beri her an artan heycan ve sabırsızlığımız seni görünceye kadar durmadan arttı. Kalbim yerinden fırlayacak gibi atıyor, hiçbir surette teskin edemiyordum. Çocuklarda benden farksızdı. Nasıl motora bindik,nasıl adaya çıktık,odaya alındık bilemiyorum. Biraz sonra kapı açılıp da seni görünce çocuklarla beraber kışup sana nasıl sarıldık, nasıl kucaklaştık. Sen de bizi bağrına bastın. Güzel yüzünü ellerini öpmeye doyamıyorduk. Sen de yavrularımızın birini kucaklıyor, bırakıp diğerine srılıyor,öpüyor,öpüyordun! Büyük Allah’a çok şükür, müsaade verenlerden de Allah razı olsun. Bu kadar zamanlık hasretten sonra konuşacak bir şey bulamıyor,yalnız sevimli, güzel yüzünü doya doya görelim istiyorduk. Hele Mutlu… O bir saat nasıl çabuk geçti Yrabbi! Yüreklerimiz parçalanarak ayrılışımız, Allah kimseye böyle günler göstermesin. Rabbim sıhhat ve selametle seni bize kavuştursun inşaaallah.’
Ağustos ayının geçen her günü Menderes ailesi için hüzünlü sona atılan adımdı. Ama menderes çifti artık teselliyi devam eden zamanda değil geçmişte aramaya başlamıştı. Onların ortak ve güzel mazisi evliliklerinin sukunetli zamanları tahammül edebilmeleri için bir ilaç vazifesini görüyordu.
Görüşmemiz esnasında bana müşterek hayatımızın ilk günlerinden bahsetmen beni ta içimden sarstı. Benim de gözümün önünde hep o güzel günler sinema şeridi gibi geçiyor,canlanıyor… Karşıyaka’da bir gün arabamız çamura saplanmıştı. Bir türlü kurtaramadık, yürüyerek eve döndük,güldük,söyledik. Bir kere de çiftlikte anneciğimle beraber yine benzinimiz bitti ve komşu bir çiflikte akşam yemeği yedik. Hep tatlı hatıralar! Boğaz’da sandala biner karşı sahilden denize girerdik. Mutlu denizi ne kadar severdi. Bir iki gün hastalanmış deniz banyolarına götürememiştik. Sana hep ’ Küçük oğlunuz yok, buranın neşesi kalmadı’ demişler. ’Babacığım, ne olur artık denize gireyim,atıverin beni’ diye yalvarırdı. Ne olurdu Allah’ım hep o günlerimiz deva etseydi. Büyük Allah yine bize rahat, sakin günler nasip edecek. Dağdağalı hayatında çocuklarımızla olamadık. Torunlarına inşaallah ata binmesini, denizde yüzmesini, sporu sen gösterirsin. Yeter ki sıhhati koru Adnan’ım. Kavuşunca bu ızdıraplı günler hep unutulur inşaallah.’
15 Eylül’de mahkeme kararını verecekti. Bu tarih yaklaştıkça heyecan artıyordu. Berin Hanım eşine bu endişeli bekleyişte moral verebilmek için kalem ve keğıda sarılmıştı.
Daima sabrın sonu selamet olmuştur. Allah kimseye böyle ızdırap böyle acı günler göstermesin. Fakat metin ve gayretli olmak lazım. İnşaallah sıhhat ve selametle kavuşacağız.zaman zaman Allah sevdiği kullarına böyle ızdırap veriyor işte. Hikmetinden sual aolmuyor. Fakat senin gibi müstesna, senin gibi iyi bir kimsenin bu kadar acı çekmesi, eşim olduğun için değil, iyi ve kusursuz olduğunu bildiğimden beni perişan ediyor. Adnan’ım sen Allah’a inanmış bir insansın. Onun dediğinden başka olmuyor. Biz de ona sığındık. İlahi adaletine güveniyoruz. Yüce Divan’ın senin hakkında hayırlı karar alacağına da içimizde bir his var!.. Sen kabahatsizsin çünkü. Büyük Allah selamete çıkaracak seni, bize kavuşturacak inşaalah. Bu intizar devresinin ne kadar güç olduğunu biliyoruz. Biz de senden farksızız Adnan’ım. Fakat metin olmaya gayret ediyoruz. Sen de sakin olmaya gayret et. Vicdanen müsterihsin çünkü.’
Sonunda Eylül ayı geldi. Geri sayım başlamıştı. 2 Eylül Menderes çiftinin evlilik yıldönümleriydi. Sonbaharda başladıkları evlilik hayatlarını 33 yıl sonra yine sonbaharda bitireceklerdi. Berin Hanın 2 Eylül tarhli mektubunda eşinin evlilik yıldönümünü son kez tebrik etti.
Bugün iki Eylül. Seninle müşterek hayatımıza başladığımız mesud gün. Güzel Karşıyaka’mızın latif,ılık bir gününde rahmetli anneciğimiz, kardeşlerimiz ve iki şhidimizle sesiz, sedasız, alayişsiz nikah oluvermiştik!..gürültülü merasimlerden hoşlanmadığını söylediğin için ben de hemen senin istediğin gibi olsun demiştim. İşte o andan itibaren başlayan otuz üç senelik hayat arkadaşlığımızın tatlı,acı hatıraları sinema şeridi gibi gözümün önünden geçiyor. Durmadan gözümden yaşlar akıyor. Rabbim’den gelecek birçok seneleri birarada geçirmemizi niyaz ediyor, ve bu azaplı ızdıraplı günlerimize nihayet vermesini feraha çıkarmasını seni bize sıhhat selametle kavuşturmasını yalvarıyor,dualar ediyorum. Büyük Allah bu dualarımızı kabul eder inşaallah. En derin sevgi,hasret ve iştiyakla seni kucaklar,yüzünden, gözlerinden öperim canım Adnan’ım.’
Adnan Menderes’in eline son geçen mektup 10 Eyül tarihini taşıyordu. Bu mektup kendisine yarısı yırtılarak verilmişti. Eğer mektuplar elli kelimeyi geçerse yada mektuta sakıncalı bir yer(!) görülürse yırtılıyordu. İşte Adnan Bey eşinin el yazısısı son kez yırtılmış bir mektupta gördü. Ölümüne birkaç gün kalmış bir insana mektubunu tam olarak vermek çok görülmüştü. 
İşte Berin Hanım’ın eşine ulaşan son sözleri;
Elimde kalem düşünüyorum. Bu tarifi imkansız muzdarip günlerimizde sana ne yazayım… Sen orada yapayalnız kıvranırken sana ne söyleyeyim. Her laf manasız geliyor bana. Havadan sudan bahsedilince kızıyorum. Bu kadar büyük ızdırap karşısında hala böyle manasız konuşulur mu diyorum. Halbuki seni biraz oyalayabilecek, kendini unutturacak ne söyliyebilirim ki? İşte bazen kendimizden,çocuklardan,derslerden anlatıyorum o kadar. Allah bu güne kadar sabır ve metanet ihsan eyledi. Yalvarırım sana metin ve sabırlı ol. Huzur-ıkalp içinde olman lazım…’
Tarih 30 Ağustos 2006 - Netpano.com
Ayşe Sevim
Bu araştırmanın devamı siz netpano okurlarından gelecek tepkilere göre yayınlanacaktır.İlginiz için şimdiden teşekkürler…….