1946 seçim faciası!..
Prof. Dr. Mustafa ARMAĞAN |
Seçim tarihimizin gelmiş geçmiş en şaibeli, en lekeli ve
sakat seçiminin (21 Temmuz) 1946 yılında yapılan "ilk çok partili seçim" olması (büyük bir utanç ve) tam bir
ironidir.
Demokrasiye geçtik, geçiyoruz derken Tek Parti yönetiminin dizginleri
bırakmamakta ne denli ısrarcı olduğu ve girilen demokrasi yolundan her an
dönebileceği niyetini teşhir eden kritik bir hadisedir bu.
Yıllardan 1946, aylardan Eylül’dür… Demokrasi tarihimizin
ilk tek dereceli genel seçimi yapılalı iki ay olmuştur. “Cumhuriyet” gazetesi
sahibi Nadir Nadi, Mersin Asliye Ceza Mahkemesi’nden bir celp kâğıdı alır.
Duruşmaya çağrılmaktadır. Suçum ne? diye araştırınca şaşırtıcı bir gerçekle
burun buruna gelir. Meğer 21 Temmuz 1946 seçimlerinde muhabirleri Mersin’de
“bir CHP görevlisinin cebinden çıkardığı bir tomar zarflanmış oy pusulasını
herkesin gözü önünde sandığa attığını görmüş”, haber de ertesi günü gazetesinde
çıkmıştır. Sandık görevlisi mahkemeye başvurmuş ve işin ilginç tarafı gazeteyi mahkûm
ettirmiştir! Yolsuzluğu yapan değil, haber veren suçludur… (“Perde
Aralığından”, 1991, s. 301-302.)
Ne var ki, 46 seçimlerindeki yolsuzluk ve usulsüzlükler
saymakla bitecek gibi değil. Bu, demokrasiye sürülmüş kara bir lekeydi ve
üstelik bunu itiraf edenlerin arasında bizzat CHP yöneticilerinin, hatta İsmet
İnönü’nün de bulunması durumun vahametini ortaya koyar. Kimsenin
gizleyemeyeceği karanlık işler çevrilmişti ve bunlar çuvala sığacak cinsten
değildi.
Tansiyon daha seçimden önce yükselmişti. İzmir’in bir
köyünde bir DP’li yönetici yaralanmıştı. Daha vahimi, Aydın’da seçimden 48 saat
önce bir DP ocak başkanı, bir öğretmen ile Menderes’in çiftlik kâhyasının
öldürülmüş olmasıydı.
Oylar devlet görevlisi olan yetkililer
önünde ‘açık’ olarak sandığa atılacak ve ‘gizli’ olarak ‘bir gün sonra’
sayılmaya başlanacaktı. Neden oy açık, neden sayım gizli ve neden bir gün
sonra? Seçmenin baskı altında tutulmasından başka bir amaç da oylar iktidarın
istediği yere verilmemişse ne yapıp edip verdirmekti.
Az daha unutuyordum, seçim kanunu gereği sayılıp sonucu ilan
edilen oylar hiç bekletilmeden yakılarak imha edilecekti! Yargıç güvencesi gibi
lüksleri hiç saymıyorum!
Seçim yapılır yapılmasına ama sonuçlar bir türlü
açıklanamaz. Aslında her şey göz önünde cereyan etmiştir. Sonuçların ilanına da
gerek yoktur. Zira oylar göstere göstere atılınca sandık başında bulunanlar
hangi partiye kaç oy atıldığını önlerindeki kâğıda not etmişlerdir! Rakamlar
havada uçuşur ama kesin sonuçlar ancak üç gün sonra açıklanacaktır.
Kendi hesabına göre kazandığını zannettiği seçimden Demokrat
Parti yenilmiş, sadece 62 milletvekili çıkarabilmiştir. CHP’nin koltuk sayısı
397 olmuş, 3 de bağımsız milletvekili seçilmiştir.
İtirazları, protestoları, şaibe iddialarını tutmayın gitsin.
İlki 40 bin kişiyle İzmir’de, ikincisi bin kişiyle Bursa’da ve devamında Konya,
Adana ve Ankara’da gerçekleştirilen büyük mitinglerin ardından Ankara’ya gelen
Fevzi Çakmak’ı karşılayan 40 bin kişilik kalabalık iktidara gözdağı verir.
İstanbul’dakiler sesini çıkaramazlar, çünkü sıkıyönetim vardır! Celal Bayar’ın
şiddetli bir protestosunu yayınlayan iki gazete anında kapatılır.
Meclis açılınca muhalefet şansını orada denemek ister ama
itirazlar iktidar milletvekilleri tarafından reddedilir. Lakin ilk defa oyunun
derdine düşen halkın itirazları bitecek gibi değildir. Karşılarına bu defa
jandarma baskısı çıkarılacaktır.
Senirkent faciası
Hataylı Demokratların İnönü’ye çektikleri 23 Temmuz tarihli
telgraf, zulümleri yansıtan bir ayna gibidir. Hataylılar oy verme işlemleri
sırasında iktidarı tutan memurlar ile jandarma subay ve erlerinin “adeta
mezalim şeklini alan tazyik, tehdit, süngü ve dipçikle döğme ve yaralama
fiilleri biz Hataylıları kalbimizden yaraladı. Döğüldük, söğüldük, hapsedildik,
dipçik ve süngü ile yaralandık, mukaddes haklarımız olan oylarımızı
kullanırken, sandık başında, milletin gözü önünde koğulduk” diye şikayette
bulunmakta ve bir zulümleri araştırma komisyonu kurulmasını talep
etmektedirler.
Yalnız Hataylılar mı? Seçim sırasında ve sonrasında yapılan
zulümler 1 Şubat 1947 tarihli “Tasvir” gazetesine olanca çıplaklığıyla yansır.
Zulüm Isparta Senirkent’te de bütün dehşetiyle yaşanmıştır. Senirkentli
mağdurlar jandarmanın yaptıklarını aylar sonra Noter’e tasdik ettirip gazete
göndermişlerdir. Özetle şu zulümler icra edilmiştir:
1) Bir iskemlenin ayaklarına vatandaşın ayaklarını geçirip
sandalyenin üzerine oturtulan jandarmanın yardımıyla ayakları patlayıncaya
kadar dövmek,
2) Ağızlarına gem vurularak üstlerine bindirilen erlerle
çeşme yalaklarından hayvanlar gibi suç içmeye götürülmek,
3) Islak ve karanlık bodrumlara hapsedilip üzerlerine 20-25
teneke su dökmek,
4) Şapkalarını çıkarıp içini pislikle doldurduktan sonra
giymeye zorlamak, hatta şapkanın içindekileri içirmek,
5) Yüzüstü yere yatırıp namuslarına tecavüze yeltenerek
mağdurlara dehşet vermek,
6) Soğuk gecelerde su dolu havuzlara atmak ve boğma
tehditlerinde bulunmak…
Daha bunlar hepsi değildir ve mazlum olan bir tek Senirkent
de değildir.
Ayyuka çıkan hile ve zulüm şikayetleri İsmet Paşa’nın
kulağına gitmemiş olamaz. Ancak o bunlara kendisi dışında olmuş bitmiş şeyler
gözüyle bakmayı tercih edecektir. Oysa Milli Eğitim Bakanlığı da yapmış olan
Tahsin Banguoğlu, 1947 yazında İnönü’nün kendisini Florya’ya çağırdığını ve
şunları söylediğini anlatır (Tercüman, 26 Mayıs 1986):
“Biliyor musun ne?, dedi. Bunlar bana demek isterler ki
‘Paşa, sen diktatörlükten vazgeçmek istiyorsun. Peki, bırak biz kendimize yeni
bir diktatör buluruz.’ Halbuki ben diktatörlükten vazgeçmek değil, diktatörlüğü
kaldırmak istiyorum. Vallahi onlar benden daha iyi bir diktatör bulamazlar.”
Siz bunu bir kenara kaydedin, ben İnönü’nün başka sözlerini
özetleyerek aktarayım:
“Bu seçimlerde yapılan hilelerden haberim olmamıştır.
Başbakan ve İçişleri Bakanı’nı çağırdım. Kim yaptı, kim yaptırdı, diye sordum.
Haberleri olmadığını söyleyip reddettiler. Sonra İçişleri Bakanı istifa etti ve
seçim hilelerinin vebali Parti’nin üzerine kaldı. Seçim hileleri bizde eski bir
hastalıktır. Tek Parti zamanında bile bu hastalığı önleyememişizdir.
Hatırlarım, bir defasında İstanbul Valisi bir seçimden sonra gelip anlatmıştı:
Sandıklar açılmış, oylar sayılmış ve Kâzım Karabekir’e 2 oy çıkmış. Durumu
Ankara’ya bildirmiş. Ankara ‘Bu iki oyu imha et’ diye emir vermiş. O da imha
etmiş.” (Milliyet, 1 Ocak 1975.)
Cemil Koçak, Cumhurbaşkanı İnönü ve diğer CHP
yöneticilerinin seçim rezaletindeki siyasî sorumluluğu üzerlerine almak yerine
alt kadrolara atmalarının aslında 23 yıldır Tek Parti yönetiminin vesayetiyle
toplumun bir gün gerçekleşecek olan çok partili seçim için yetiştirildiği
iddiasını çürüttüğünü söylemektedir. Aslında bir yerde rejimin ve İnönü’nün böyle
bir amaç (benim deyişimle niyet) taşımadıklarının da itirafı olmaktadır bu
savunmalar. (İktidar ve Demokratlar, 2012, s. 531-2.)
Dayak yiyen seçmenler
Eski CHP senatörü Sırrı Atalay’ın anılarından aktarıyorum.
Kendisi 46 seçimlerinde Lice’de savcı yardımcısıdır. Oy sandığının başına
gider. Bakar ki masada sadece CHP oy pusulaları var, halk da sessizce bekliyor.
Diğer partilerin oyları nerede? diye sorar. Memur çekmeceden çıkarıp uzatır.
Bunun kanunda yeri olmadığını söyleyince kalabalığın dili çözülür. O da bir şey
mi derler ve zorla oy kullandırmalarından, gelmeyenlerin oylarının
kullanılmasından şikayet ederler. Hatta karakolda 3-4 gencin dayak yemekte
olduğunu söylerler. Suçları, masada diğer partilerin oy pusulalarının
bulundurulmasını istemekmiş. İçeri almış, bir de dayak faslı geçmişler.
Gençleri serbest bıraktırır. İki gün sonra bazı kadınlar yakınlarının jandarma
tarafından seçim günü tutuklandıklarını, sıra dayağı çekildiğini ve karakolda
tutulduklarını haber verirler. Savcı koşar ve ifadelerini alıp hepsini serbest
bıraktırır. (Bir Ömür Politika, 1986, s. 147-9.) http://www.mustafaarmagan.com.tr/1946-secim-faciasi/
3 Yorum
Bütün bunlara ragmen bu millet hala Hayri inönü yü Şişli
belediye başkanı olarak karşımıza çıkardı.Tarih tekerrürden ibarettir ifadesi
yerine gelmiş oldu sanırım. Abdurrahman BİÇER
*
Allahına kurban mustafa armağan. millet tarih öğrensin. çin
malı gibi tarihi istemiyoruz. Karaejder SOYSAL
*
Bunların zihniyeti 1946 ne ise 2014 de aynıdır bunlar
hırsızlığı o zamandan beri gelenek haline getirmişler. Yavuz,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder