Ali Naili ERDEM Demokratlar Kulübü Başkanı |
27 MAYIS 1960
Ali Naili ERDEM
Demokratlar Kulübü Başkanı
14 Mayıs 1950’den, 27 Mayıs 1960
tarihine uzanan ON ALTIN YIL…
Devletin itibarının bayrak,
bayrak dalgalandırıldığı “Türk’ün unutturulmuş meziyetlerinin ati’nin (geleceğin)
yüksek ufkunda bir güneş gibi parlayıp doğduğu” onurlu, şerefli ON YIL…
Çalı dibinde unutulmuş insanını,
uygarlığın tahtına, gönül rahatlığı ile yükseltenlerin, Demokrat Parti’lilerin
zaferi.
Devletin zenginliğini, halkın
zenginlik ve mutluluğunda gören; “Devlet halk için vardır” ilkesini iktidar
yapanların, sevgiyle taçlandırdığı ON YIL;
Demokrasi ile bütünleşen
Cumhuriyete, Atatürk ilke ve inkılâplarına saygıyla ve inançla bağlananların
unutulmaz destanı…
Ve, halkına bir kara sevda ile
bağlı, Köroğlu misali Hak Âşığı; Ferhat misali ömrünü heba eden, hayatını
millete adayan bir Lider..
ADNAN MENDERES
Üstün bir insan.
Kıblesi belli.
Bayrağını, Kur-an’ı gibi
yüreğinde taşıyan bir medeniyet savaşçısı;
Manâ’nın Sultanı; Madde’nin
efendisi;
Kat’ı, Yat’ı, Helikopteri olmadan,
halkının zengin gönlünde varlığını sürdüren bir efsane, faziletler odağı;
Mütevazı, sevecen ve hassas bir
ruh;
Çıplak imanında, yoksulluk
kaderini yok eden bir idealist.
Veren elin, alan elden üstün
olduğu idrakiyle; Kafasını, kalbini, yüreğini, bileğini milletine adamış bir
modern VELÎİ;
Allah’a sığınmış, katıksız bir
Mümin;
Ten’de can olan, Türkiye tutkusu…
… VE KISKANDILAR!
Ayakları üzerinde durabilecek
hale gelen özgür ve güçlü, zengin bir Türkiye’ye dost olamayanlar; Hiçbir haklı
sebebe dayanmaksızın, hasetle üzerlerine çullandılar.
Dolayısıyla,
27 Mayıs; Baştan sona siyasal bir
CİNAYETTİR.
Yassı ada; Tükenmiş, ruhsuz ve
Allahsızların, her türlü melânet ve insanlık dışı entrikalarına maruz ve
muhatap olarak: “Demokrat Parti siyasi iktidarı, nezih kadroları ve seçilmiş mensuplarını
hapsettiği” büyük bir utanç ve yüz karasıdır.
İşkencenin, seviyesizliğin, utanmazlığın,
yalan ve iftiranın her çeşidinin uygulandığı yassı ada’dan Demokrat Parti bütün
ihtişamıyla çıkmıştır.
Ne yazık ki;
O günlerin, kuzu postuna bürünen
kurtlarını, bu gün hatırlayan yok!..
Oysa MENDERES, yaşamından daha
güçlü olarak, Milletin sinesinde yaşıyor.
Bu şahadet mertebesine ulaşmış
kutsal kişilere, Allahtan Rahmet niyaz ediyorum.
(*) Ali Naili Erdem: 1927 İzmir, Kemalpaşa
doğumlu ve Ankara Hukuk Fakültesi mezunu Avukat. 1961-1980 arası 1, 2, 3, 4 ve
5. dönem İzmir Milletvekili. Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim
Bakanlığı yaptı. 1980 askeri darbesinden sonra ülkenin çeşitli İl ve
İlçelerinde konferanslar verdi. Radyo ve Televizyonlarında konuşmalar yaptı.
Demokratlar Kulübü Derneği
Başkanı Erdem, evli ve üç çocuk babasıdır.
AB sürecine ilk darbeyi 27
Mayıs vurdu
Esat KIRATLIOĞLU (*)
Eski bakanlardan Ahmet Esat Kıratlıoğlu, 27
Mayıs darbesinin perde arkasını Yeni Asya’ya değerlendirdi.
1959’da ilk müracaat eden,
başbakan Menderes’ti
AB’nin ilk kurulduğundaki adı Ortak Pazar’dı; Avrupa
Ekonomik Topluluğu (AET). Buna 1959’da ilk müracaat eden, Başbakan
Menderes’tir. Peşinden 27 Mayıs ihtilâli oldu. 1963’te Ortak Pazar’la Ankara
Anlaşması imzalandı. Ondan sonra AP hükümetleri zamanında biz bunu geliştirdik.
Ardından 12 Mart muhtırası yine Türkiye’nin AB sürecine sekte vurdu.
Önce Ecevit reddetti, sonra
12 eylül ihtilali geldi
1979’da Türkiye, Yunanistan ve Portekiz’e çağrıda bulunuldu;
“Asil üye olarak alınacaksınız” diye. O zamanki Başbakan Ecevit, “Onlar ortak,
biz pazar” diye reddetti. Yunanistan ve Portekiz “Evet” dedi ve girer
girmez—üye oldukları için—bu iki ülkeye 30’ar milyar dolar yardım yapıldı.
Ardından 12 Eylül 1980 darbesi oldu. Türkiye’nin AB yolculuğu yine inkıtaa
uğradı.
27 Mayıs, 12 Mart ve en son 12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin
demokrasiden uzaklaşması ve demokratik düzenin hâlâ oturmamış olmasından dolayı
AB süreci de sürüncemeye girdi ve nihayet bu noktaya geldi. Bu müdahaleler
olmasaydı, Türkiye bugün çoktan AB üyesiydi ve fert başına millî gelir en az 30
bin doların üzerinde olacaktı.
AB sürecine ilk darbeyi 27
Mayıs vurdu
Ülkeyi 27 Mayıs’a götüren sebepler sizce nelerdi? Demokrat
Parti iktidarı niçin 27 Mayıs darbesine mâruz kaldı?
Rahmetli Menderes, Türkiye’yi sanayileşmek hedefine
yönlendirmek istiyordu. Bunun için dövize/paraya ihtiyaç var. Bu maksatla,
mâlum 1959’ün Ekim’inde Amerika’ya gider ve 200 milyon dolar borç ister.
Amerikalılar, “Siz ne yapacaksınız bu parayı?” diye sorarlar; Menderes,
“Sanayileşmek için kullanacağım” cevabını verir. Amerikan yetkilileri, “Siz
bırakın sanayii, tarım ülkesisiniz, tarımda gelişin” diye karşılık verirler.
Açıkçası, sanayide kendilerine bağımlı kalmak için Menderes’e, Türkiye’ye o
parayı vermezler…
Bunun üzerine merhum Menderes bu kez Almanya’ya gider. Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu’nun hâtıralarında okudum. O zaman uzun yıllar Ekonomi Bakanlığı yapan Alman Başbakanı Profesör Ludwig Erhard’la görüşür. Erhard, Menderes ve beraberindekilere Ren nehri üzerinde bir seyahat-tur tertipler, gemide çok büyük bir iltifatla mükellef bir ziyafet verir. O arada Menderes, Erhad’a “Sizden bir talebim olacak, bana 200 milyon dolar kredi açacaksınız” der. O da “Ne yapacaksınız?” diye sorar. “Türkiye’yi sanayileştirmek için kullanacağım, sanayileşmeye yönlendireceğim” cevabını verir. Erhard da, “Sayın Başbakan, ne yapacaksınız sanayileşmeyi? Siz bir tarım ülkesisiniz ve tarım ülkesi olarak gelişin, Türkiye’ye daha hizmet etmiş olursunuz…” karşılığını verir…
Bu ifâdeden fevkalâde rahatsız olan Menderes, elini masaya vurur ve Zorlu’ya dönerek, “Kalk Fatin, gidelim!” deyip, Erhad’ın elini bile sıkmadan gemiyi terk eder…
Menderes, Türkiye’ye döndükten sonra Haziran’ın 15’i civarında Rusya’ya gidip bu konuları konuşmak için ziyaret ayarlanır. İşte tam bu safhada 27 Mayıs ihtilâli gerçekleşir.
Belli ki Menderes’e parayı vermeyen Amerika, Rusya ile işbirliğinden de rahatsız olmuştur. Bu durum, daha sonra 12 Mart öncesi Demirel’in Başbakanlığındaki Adalet Partisi hükûmetinin Ruslarla işbirliği yapıp Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Fabrikası ve sair sanayi tesislerini kurmasına benzer ki, Amerika, Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesini istememektedir, rahatız olmaktadır.
Daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbe ve muhtıralarında parmağı olduğu gibi, 27 Mayıs ihtilâlinin arkasında da Amerika vardı. Amerika, Türkiye Rusya’nın etkisine girer diye ordunun içine girerek darbe yaptırdı. 27 Mayıs’ın bâriz sebeplerinden biri bu…
Neticede denilebilir ki, ekonomi her şey yolunda iken, kanlı 27 Mayıs darbesi, Türkiye’nin sanayileşmesinin önünü kesmek için dayatıldı…
O arada 27 Mayıs öncesi Türkiye’de politik ortam da çok gergindi. 1950’de 60 küsur milletvekili olan CHP, ’54 seçimlerinde 33 civarında milletvekiliyle kalırken, 57 seçimlerinde 175 milletvekili kazandı. Türkiye’de bir takım huzursuzlar başgösterdi…
Politik arena kaynamaya başladı. O zaman Türkiye’de sıkıyönetim olduğu için gazeteler doğru dürüst haber veremiyorlardı. Kamuoyu, vatandaşın “fısıltı gazetesi”yle “dedikodu haberleri”ne kalmıştı. Bu “haberleri” yayan “fısıltı”yı, propagandayı geliştiren de yine CHP’ydi.
İşte, “Yüzlerce talebe kıyma makinelerinde Et Balık Kurumunda yem yapıldı”, “Talebeler Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına atıldı” gibi dedikodular, iftiralar yaydırılıyor, büyük bir sıkıntı meydana getiriliyor, sol sokağa dökülüyordu…
O zaman (1959’da) Viyana Üniversitesi’ni bitirmiş, doktorayı yapmış, Türkiye’ye gelmiştim; bütün bunları bizzat yaşadım. O zaman Batman’da idim-mâlum televizyon henüz yok-radyoda bütün bunları çok ilgili olduğum için dinliyor, yakından tâkip ediyordum. Zaten ağabeyim de Demokrat Parti milletvekili, âilece Demokrat Partiliyiz…
Rahmetli Menderes, hiç unutmam hâlâ kulağımda- çok nâzik sesiyle radyoda, “Sayın vatandaşlar, bu dedikodulara inanmayın. Hiçbir öğrenci Et Balık Kurumunda kıyma makinesine gönderilmemiştir, olacak iş mi bu? Bu İslâmiyete, insanlığa sığar mı, bu yapılabilir mi? ‘Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına öğrenciler atılmış-öldürülmüş’ diyorlar, bu asla mümkün değil, büyük bir bühtandır. Şimdiye kadar iki tane öğrenci öldü. Birisi (Ankara Sıhhiye’deki) talebe nümâyişlerinde bir polisin korkutmak için yere ettiği ateşin taştan sekip isâbet etmesiyle... Diğeri İstanbul’daki gösterilerde tankın üzerine tırmanan bir öğrenci düşüp tankın altında kalmasıyla. Onun hâricinde ölen hiçbir öğrenci yok, inanmayın…” diyordu.
Ancak karşı propaganda o denli etkili idi, dedikodular o derece yaygın idi ki, biz bile etkisinde kalıyorduk.
Menderes’in konuşmalarına neredeyse biz bile inanmıyorduk…
Bunun üzerine merhum Menderes bu kez Almanya’ya gider. Dışişleri Bakanı merhum Fatin Rüştü Zorlu’nun hâtıralarında okudum. O zaman uzun yıllar Ekonomi Bakanlığı yapan Alman Başbakanı Profesör Ludwig Erhard’la görüşür. Erhard, Menderes ve beraberindekilere Ren nehri üzerinde bir seyahat-tur tertipler, gemide çok büyük bir iltifatla mükellef bir ziyafet verir. O arada Menderes, Erhad’a “Sizden bir talebim olacak, bana 200 milyon dolar kredi açacaksınız” der. O da “Ne yapacaksınız?” diye sorar. “Türkiye’yi sanayileştirmek için kullanacağım, sanayileşmeye yönlendireceğim” cevabını verir. Erhard da, “Sayın Başbakan, ne yapacaksınız sanayileşmeyi? Siz bir tarım ülkesisiniz ve tarım ülkesi olarak gelişin, Türkiye’ye daha hizmet etmiş olursunuz…” karşılığını verir…
Bu ifâdeden fevkalâde rahatsız olan Menderes, elini masaya vurur ve Zorlu’ya dönerek, “Kalk Fatin, gidelim!” deyip, Erhad’ın elini bile sıkmadan gemiyi terk eder…
Menderes, Türkiye’ye döndükten sonra Haziran’ın 15’i civarında Rusya’ya gidip bu konuları konuşmak için ziyaret ayarlanır. İşte tam bu safhada 27 Mayıs ihtilâli gerçekleşir.
Belli ki Menderes’e parayı vermeyen Amerika, Rusya ile işbirliğinden de rahatsız olmuştur. Bu durum, daha sonra 12 Mart öncesi Demirel’in Başbakanlığındaki Adalet Partisi hükûmetinin Ruslarla işbirliği yapıp Seydişehir Alüminyum Tesisleri, İskenderun Demir Çelik Fabrikası ve sair sanayi tesislerini kurmasına benzer ki, Amerika, Türkiye’nin Rusya’ya yönelmesini istememektedir, rahatız olmaktadır.
Daha sonra 12 Mart ve 12 Eylül darbe ve muhtıralarında parmağı olduğu gibi, 27 Mayıs ihtilâlinin arkasında da Amerika vardı. Amerika, Türkiye Rusya’nın etkisine girer diye ordunun içine girerek darbe yaptırdı. 27 Mayıs’ın bâriz sebeplerinden biri bu…
Neticede denilebilir ki, ekonomi her şey yolunda iken, kanlı 27 Mayıs darbesi, Türkiye’nin sanayileşmesinin önünü kesmek için dayatıldı…
O arada 27 Mayıs öncesi Türkiye’de politik ortam da çok gergindi. 1950’de 60 küsur milletvekili olan CHP, ’54 seçimlerinde 33 civarında milletvekiliyle kalırken, 57 seçimlerinde 175 milletvekili kazandı. Türkiye’de bir takım huzursuzlar başgösterdi…
Politik arena kaynamaya başladı. O zaman Türkiye’de sıkıyönetim olduğu için gazeteler doğru dürüst haber veremiyorlardı. Kamuoyu, vatandaşın “fısıltı gazetesi”yle “dedikodu haberleri”ne kalmıştı. Bu “haberleri” yayan “fısıltı”yı, propagandayı geliştiren de yine CHP’ydi.
İşte, “Yüzlerce talebe kıyma makinelerinde Et Balık Kurumunda yem yapıldı”, “Talebeler Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına atıldı” gibi dedikodular, iftiralar yaydırılıyor, büyük bir sıkıntı meydana getiriliyor, sol sokağa dökülüyordu…
O zaman (1959’da) Viyana Üniversitesi’ni bitirmiş, doktorayı yapmış, Türkiye’ye gelmiştim; bütün bunları bizzat yaşadım. O zaman Batman’da idim-mâlum televizyon henüz yok-radyoda bütün bunları çok ilgili olduğum için dinliyor, yakından tâkip ediyordum. Zaten ağabeyim de Demokrat Parti milletvekili, âilece Demokrat Partiliyiz…
Rahmetli Menderes, hiç unutmam hâlâ kulağımda- çok nâzik sesiyle radyoda, “Sayın vatandaşlar, bu dedikodulara inanmayın. Hiçbir öğrenci Et Balık Kurumunda kıyma makinesine gönderilmemiştir, olacak iş mi bu? Bu İslâmiyete, insanlığa sığar mı, bu yapılabilir mi? ‘Konya ile Ankara arasındaki kör su kuyularına öğrenciler atılmış-öldürülmüş’ diyorlar, bu asla mümkün değil, büyük bir bühtandır. Şimdiye kadar iki tane öğrenci öldü. Birisi (Ankara Sıhhiye’deki) talebe nümâyişlerinde bir polisin korkutmak için yere ettiği ateşin taştan sekip isâbet etmesiyle... Diğeri İstanbul’daki gösterilerde tankın üzerine tırmanan bir öğrenci düşüp tankın altında kalmasıyla. Onun hâricinde ölen hiçbir öğrenci yok, inanmayın…” diyordu.
Ancak karşı propaganda o denli etkili idi, dedikodular o derece yaygın idi ki, biz bile etkisinde kalıyorduk.
Menderes’in konuşmalarına neredeyse biz bile inanmıyorduk…
Ve de 1959’un yazında bir münasebetle Aksaray’a gittim; daha sonra Ankara’da
ağır ceza mahkemesi başkanlığı yapan bir akrabam vardı, hukuk fakültesinde
okuyordu. Oturduk bunları konuşuyoruz. “Abi, arkadaşımızın birisi polis
kurşunuyla Hukuk Fakültesi önünde kucağımda öldürüldü” demişti.
Yassıada Mahkemelerinde gerçek ortaya çıktı; rahmetli Menderes’in söylediği gibi iki tane öğrencinin öldüğü tesbit edildi. Sonra hâkim olan o akrabama söyledim, “Hani o kucağındaki ölen çocuk?”; “Ya abi valla ben öyle zannetmiştim” dedi. Yani dehşetli bir manipülasyon, etkili bir algı operasyonu yapıldı…
Gerçek şu ki, 27 Mayıs öncesinde tam bir tahrik havası vardı. Halk Partisi bu hava içinde Demokratik Parti’yi irrite etmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu.
“Uşak’ta İnönü’yü taşladıkları, kafasına taş isâbet ettiği” haberi yaydırıldı. Gazeteci yazar Güngör Yerdeş, o günlere ait kitabında yazıyor ki, “Orada halk İnönü’nün aleyhinde gösteri yapıyordu. Taş atma hâdisesi yoktu. Fakat İnönü’nün yanında bulunan yöneticilerden birisi halka karşı el-kol hareketleri yaptı. Ve bunun üzerine taş attılar, o da İnönü’ye isâbet etti.” Ancak bu hâdise “İnönü taşlandı, kafasına isâbet etti, başı yarıldı” şâyialarıyla tahrikli bir şekilde propaganda edildi. Halbuki “taşlama” meselesi bu idi.
Bir de İnönü Kayseri’ye gidiyordu. Himmetdede İstasyonunda Kayseri Valisi durdurdu; “Paşam, Kayseri’de çok büyük infiâl var. Oraya geldiğiniz zaman büyük hâdiseler olur, ne olur ricâ ediyorum, şehre girmeyin, buradan ayrılın…” diye ricâda bulundu. Bu da çok istismar edildi. Çokça tahriklere âlet edildi.
O süreçte bilhassa İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki profesörler çok büyük aleyhte durum meydana getirdiler, tahriklerde bulundular…
Kısacası 27 Mayıs itibarıyla Rahmetli Menderes ve o zamanki Demokrat Parti hükûmeti böyle bir kıskacın ve baskının altında. ABD’nin, “Menderes, Rusya ile işbirliği haline girecek” diye çekinmesi ve ordunun içerisine girerek orduya ihtilâli yaptırması; bunu halkı da tahrik ederek—zamanki CHP’nin—bu sıkıyönetimdeki olan olayları halka gazeteler intikal ettirmediği için “fısıltı gazetesi”iyle “şu oldu, bu oldu” diye propagandası, öğrencileri kışkırttı ve 27 Mayıs darbesine ortam hazırlandı. Ve Türkiye’nin önünü kesti, kesildi.
Yassıada Mahkemelerinde gerçek ortaya çıktı; rahmetli Menderes’in söylediği gibi iki tane öğrencinin öldüğü tesbit edildi. Sonra hâkim olan o akrabama söyledim, “Hani o kucağındaki ölen çocuk?”; “Ya abi valla ben öyle zannetmiştim” dedi. Yani dehşetli bir manipülasyon, etkili bir algı operasyonu yapıldı…
Gerçek şu ki, 27 Mayıs öncesinde tam bir tahrik havası vardı. Halk Partisi bu hava içinde Demokratik Parti’yi irrite etmek için elinden ne geliyorsa yapıyordu.
“Uşak’ta İnönü’yü taşladıkları, kafasına taş isâbet ettiği” haberi yaydırıldı. Gazeteci yazar Güngör Yerdeş, o günlere ait kitabında yazıyor ki, “Orada halk İnönü’nün aleyhinde gösteri yapıyordu. Taş atma hâdisesi yoktu. Fakat İnönü’nün yanında bulunan yöneticilerden birisi halka karşı el-kol hareketleri yaptı. Ve bunun üzerine taş attılar, o da İnönü’ye isâbet etti.” Ancak bu hâdise “İnönü taşlandı, kafasına isâbet etti, başı yarıldı” şâyialarıyla tahrikli bir şekilde propaganda edildi. Halbuki “taşlama” meselesi bu idi.
Bir de İnönü Kayseri’ye gidiyordu. Himmetdede İstasyonunda Kayseri Valisi durdurdu; “Paşam, Kayseri’de çok büyük infiâl var. Oraya geldiğiniz zaman büyük hâdiseler olur, ne olur ricâ ediyorum, şehre girmeyin, buradan ayrılın…” diye ricâda bulundu. Bu da çok istismar edildi. Çokça tahriklere âlet edildi.
O süreçte bilhassa İstanbul ve Ankara üniversitelerindeki profesörler çok büyük aleyhte durum meydana getirdiler, tahriklerde bulundular…
Kısacası 27 Mayıs itibarıyla Rahmetli Menderes ve o zamanki Demokrat Parti hükûmeti böyle bir kıskacın ve baskının altında. ABD’nin, “Menderes, Rusya ile işbirliği haline girecek” diye çekinmesi ve ordunun içerisine girerek orduya ihtilâli yaptırması; bunu halkı da tahrik ederek—zamanki CHP’nin—bu sıkıyönetimdeki olan olayları halka gazeteler intikal ettirmediği için “fısıltı gazetesi”iyle “şu oldu, bu oldu” diye propagandası, öğrencileri kışkırttı ve 27 Mayıs darbesine ortam hazırlandı. Ve Türkiye’nin önünü kesti, kesildi.
Bütün bunlar muvacehesinde, 27 Mayıs ihtilâlinin genel bir
değerlendirmesini yapar mısınız? 27 Mayıs darbesini nasıl tanımlarsınız?
27 Mayıs, Türkiye’nin demokratik düzen içerisinde
gelişmesini, sanayileşmesini ve ekonomide kalkınmasını en az 50 sene geriye
atan bir darbedir. Cumhuriyet döneminde Silâhlı Kuvvetleri her on senede bir
darbe yapmaya vesile teşkil eden darbelerin temelidir.
Ve 27 Mayıs ihtilâli, vatana hıyânettir, demokrasiye hıyânettir. Aynı zamanda Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vatandaşın gözünde, “memleketi ikiye ayıracak gruptur” diye öyle bir duruma getirmesi bakımından Silâhlı Kuvvetlere de yapılan bir ihânettir. Silâhlı Kuvvetleri “darbeci” olarak nitelendiren bir hüküm getirmesi bakımında da hıyânettir.
Her kim ki bugün ihtilâl peşindedir, ihtilâlcidir, ihtilâl arzusu gösteriyor; vatan hâinidir. Eğer 27 Mayıs olmasaydı, ondan sonraki ihtilâller de olmayacaktı. Ve bugün Türkiye’nin fert başına düşen millî geliri 30-35 bin dolar civarında olacaktı. Türkiye şu anda Avrupa’da sanayileşmiş, madden ve mânen kalkınmış endüstri ülkelerinin yanıbaşında yer alacaktı.
27 Mayıs ihtilâli, Türkiye’nin önünü kesti; demokrasiyi ve kalkınmayı tahrip etti…
Ve 27 Mayıs ihtilâli, vatana hıyânettir, demokrasiye hıyânettir. Aynı zamanda Türk Silâhlı Kuvvetlerinin vatandaşın gözünde, “memleketi ikiye ayıracak gruptur” diye öyle bir duruma getirmesi bakımından Silâhlı Kuvvetlere de yapılan bir ihânettir. Silâhlı Kuvvetleri “darbeci” olarak nitelendiren bir hüküm getirmesi bakımında da hıyânettir.
Her kim ki bugün ihtilâl peşindedir, ihtilâlcidir, ihtilâl arzusu gösteriyor; vatan hâinidir. Eğer 27 Mayıs olmasaydı, ondan sonraki ihtilâller de olmayacaktı. Ve bugün Türkiye’nin fert başına düşen millî geliri 30-35 bin dolar civarında olacaktı. Türkiye şu anda Avrupa’da sanayileşmiş, madden ve mânen kalkınmış endüstri ülkelerinin yanıbaşında yer alacaktı.
27 Mayıs ihtilâli, Türkiye’nin önünü kesti; demokrasiyi ve kalkınmayı tahrip etti…
27 Mayıs’ın ve darbelerin demokrasiyi inkıtaa uğratmasının
yanısara ekonomiye yaptığı tahribatı, dünden bugüne kıyaslamalarla özetler
misininiz?
İyi bir kıyaslama için evvela ekonomik durumu genel olarak
ele almamız lâzım. 1923-39 dönemi arası, sabit fiyatlarla Türkiye’nin kalkınma
hızı yüzde 7. 1950 ile 60 arası Demokrat Parti döneminde Türkiye’nin kalkınma
hızı ortalama 6,3. Devamında Adalet Partisi iktidarında, 65-71 arasındaki-12
Mart muhtırasına kadar- kalkınma hızı yüzde 5,9 gerçekleşmiş. Özal’ın 1983-89
dönemindeki kalkınma hızı yüzde 4,9. AKP’nin 2003 ile 2013 sonu itibariyle
kalkınma hızı, 4,87.
Bir İngiliz düşünürü, “Eğer bir şeyi rakamla ifâde ediyorsanız, onu biliyorsunuz demektir” diyor. Hakikat şudur ki, bugünkülerin “Şunu yaptık, bunu yaptık” iddiaları değil; “yaptım” dedikleri bütün işler, bu 4.87 rakamıyla ortada. Demek ki Cumhuriyet tarihinde-ekonominin olmadığı İkinci Dünya Harbi yıllarını saymazsak-en düşük kalkınma hızı, AKP hükûmetleri zamanında olmuş. Bunlar Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarıdır.
Bu meyanda yine ekonominin durumunu belirleyen rakamlarına bakacak olursak; Demirel hükûmetleri döneminde (65-71 arasında) enflasyon yüzde 5,2 idi. Faizler ise yüzde 5,7. Şimdi ortalama enflasyon yüzde 9-10’un altına düşmüyor…
Neticede gerek cumhuriyet döneminde, Menderes-Demirel-Özal dönemleriyle mukayese edildiğinde, son 12 yıllık AKP döneminde gerçekleşen kalkınma hızı, en düşük kalkınma hızı.
Bu bakımdan şu gerçek açıkça ortadadır ki, eğer Demokrat Parti’ye 27 Mayıs darbesi ve Adalet Partisi’ne iki defa dayatılan-12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980- darbeleri olmamış olsaydı, Demokrat Parti’den sonra devamı olan Adalet Partisi ve Doğru Yol Parti iktidarlarının gerçekleştireceği kalkınma hızı, kimsenin şüphesi olmasın, yüzde 10’un altında olmayacaktı…
Bir İngiliz düşünürü, “Eğer bir şeyi rakamla ifâde ediyorsanız, onu biliyorsunuz demektir” diyor. Hakikat şudur ki, bugünkülerin “Şunu yaptık, bunu yaptık” iddiaları değil; “yaptım” dedikleri bütün işler, bu 4.87 rakamıyla ortada. Demek ki Cumhuriyet tarihinde-ekonominin olmadığı İkinci Dünya Harbi yıllarını saymazsak-en düşük kalkınma hızı, AKP hükûmetleri zamanında olmuş. Bunlar Devlet İstatistik Enstitüsü rakamlarıdır.
Bu meyanda yine ekonominin durumunu belirleyen rakamlarına bakacak olursak; Demirel hükûmetleri döneminde (65-71 arasında) enflasyon yüzde 5,2 idi. Faizler ise yüzde 5,7. Şimdi ortalama enflasyon yüzde 9-10’un altına düşmüyor…
Neticede gerek cumhuriyet döneminde, Menderes-Demirel-Özal dönemleriyle mukayese edildiğinde, son 12 yıllık AKP döneminde gerçekleşen kalkınma hızı, en düşük kalkınma hızı.
Bu bakımdan şu gerçek açıkça ortadadır ki, eğer Demokrat Parti’ye 27 Mayıs darbesi ve Adalet Partisi’ne iki defa dayatılan-12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980- darbeleri olmamış olsaydı, Demokrat Parti’den sonra devamı olan Adalet Partisi ve Doğru Yol Parti iktidarlarının gerçekleştireceği kalkınma hızı, kimsenin şüphesi olmasın, yüzde 10’un altında olmayacaktı…
27 Mayıs ihtilâli ve peşinden dayatılan darbeler
olmasaydı, Türkiye, Avrupa Birliği’nde (AB) nerede olurdu?
Biz zaten AB’nin içinde idik. O zaman Ortak Pazar’dı, Avrupa
Ekonomik İşbirliği (AET). Buna ilk müracaat eden 1959’da Menderes’tir. Peşinden
ihtilâl oldu. 1963 Ankara Anlaşması imzalandı. Ondan sonra AP hükümetleri
zamanında biz bunu geliştirdik. Ardından 12 Mart muhtırası yine Türkiye’nin AB
sürecine sekte vurdu.
1979’de, seçimlerden ve Ecevit’in istifasından önce Başbakanlığı döneminde, bütün bu ortaya koyduğumuz performans ve gelişmeyle, Türkiye, Yunanistan ve Portekiz’e çağrıda bulunuldu; “Sizi asil üye olarak alınacaksınız” diye. O zaman Ecevit, “Onlar ortak, biz pazar” diye resmen reddetti. Yunanistan ve Portekiz “evet” dedi ve girer girmez-üye oldukları için-bu iki ülkeye 30’ar milyar dolar yardım yapıldı. Ardından da zaten malûm 12 Eylül 1980 darbesi oldu, Türkiye’nin AB yolculuğu yine inkıtaa uğradı ve bu durumlara geldi. Halen de çıkmazda devam ediyor.
Yani 27 Mayıs, 12 Mart ve en son 12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması ve demokratik düzene hâlâ oturmamış olmasından dolayı AB süreci de sürüncemeye girdi ve nihayet bu noktaya geldi. Seçim Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu hiçbiri yapılmadı. AB’nin istediği uyum yasaları yeterince çıkarılmadı, uygulamalarda başarısız kalındı.
Hulâsa, gayet açıktır ki, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül demokrasiye müdahaleleri olmasaydı, Türkiye bugün çoktan AB üyesiydi ve fert başına millî gelir en az 30 bin doların üzerinde olacaktı…
(27 Mayıs 2014, Salı-Yeni Asya, Cevher İlhan-cevher@yeniasya.com.tr)
1979’de, seçimlerden ve Ecevit’in istifasından önce Başbakanlığı döneminde, bütün bu ortaya koyduğumuz performans ve gelişmeyle, Türkiye, Yunanistan ve Portekiz’e çağrıda bulunuldu; “Sizi asil üye olarak alınacaksınız” diye. O zaman Ecevit, “Onlar ortak, biz pazar” diye resmen reddetti. Yunanistan ve Portekiz “evet” dedi ve girer girmez-üye oldukları için-bu iki ülkeye 30’ar milyar dolar yardım yapıldı. Ardından da zaten malûm 12 Eylül 1980 darbesi oldu, Türkiye’nin AB yolculuğu yine inkıtaa uğradı ve bu durumlara geldi. Halen de çıkmazda devam ediyor.
Yani 27 Mayıs, 12 Mart ve en son 12 Eylül darbesiyle Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşması ve demokratik düzene hâlâ oturmamış olmasından dolayı AB süreci de sürüncemeye girdi ve nihayet bu noktaya geldi. Seçim Kanunu, Siyasî Partiler Kanunu hiçbiri yapılmadı. AB’nin istediği uyum yasaları yeterince çıkarılmadı, uygulamalarda başarısız kalındı.
Hulâsa, gayet açıktır ki, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül demokrasiye müdahaleleri olmasaydı, Türkiye bugün çoktan AB üyesiydi ve fert başına millî gelir en az 30 bin doların üzerinde olacaktı…
(27 Mayıs 2014, Salı-Yeni Asya, Cevher İlhan-cevher@yeniasya.com.tr)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder