27
Mayıs İsyanı ve İhanet Hareketinin Tetikleyici Unsuru, 18 Nisan 1960 Tarihli
“TAHKİKAT KOMİSYONU” Önerge Sunumu, Müzakeresi, Kabulü ve İçtüzük Değişikliğine
Dair Kanun Hakkında Bir İnceleme
Mustafa Nevruz
SINACI
2
Mayıs 1954’de yapılan Milletvekili Genel Seçimlerinde DP, kullanılan oyların %
58. 42'sini alarak, “Milletin itimat, takdir ve teveccühüne mazhariyet”
bakımından Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdı. Sonuçta: 503 milletvekili
çıkardı. Bu seçimlerde oyların % 35.11'ini alan CHP 31 milletvekilliğine kadar düştü.
Cumhuriyetçi Millet Partisi de % 5.28 oranında bir oy ile 5 milletvekilliği
kazandı. Bağımsızlar % 0.62 oyla 2 milletvekili çıkardı.
Seçimlere
katılım oranı da, % 88.63'ü buldu.
27 Ekim
1957 tarihinde yapılan “bir sonraki”
seçimler, hem Kadim Demokrat Parti iktidarı ve hem de, 14 Mayıs 1950’den
itibaren “siyaseten yok olma kaygısı
yaşayan” ana muhalefet yönünden çok olaylı, zorlu ve sıkıntılı geçti. CHP Başkanı
İsmet İnönü, iktidarın seçimlerde izlediği, (kendince) yanlı tutumu yakınma
konusu yaparak, DP Genel Başkanı Adnan Menderes'i; Gönderdiği bir telgrafla,
kamuoyu huzurunda protesto etti. Buna mukabil, Menderes, İnönü ve partisini
"yıkıcı, darbeci ve saldırgan yöntemlerle" çalışmakla suçladı.
Olaylar
bununla da kalmadı. CHP öncülüğünde muhalefet çığırından çıktı.
Demokrasi, hakkaniyet,
kanunlara riayet, hukuk ve medeni siyaset bir kenara itildi.
Muhalefet zihniyetinde
derin bir kompleks, kıskançlık, kin ve nefret dönemi başladı.
Bu minval üzere; CHP önderliği, tahrik
ve teşvikçiliğinde mevcut muhalefetin tamamı ile bağımsızları da içine alacak
biçimde; 1957 seçimlerinden önce hırs, ihtiras, kin ve nefretle oluşturulmaya çalışılan
“Milli Muhalefet Cephesi” (1956) ilgi
görmedi. Bu teşebbüs akamete uğrayınca, ağırlıklı olarak CHP partizanlarınca ‘Güç Birliği Ocağı’ adıyla tertip ve teşekkül
ettirilen “Husumet Cephesi” (1957) öncelikle
halk içinde, dahası bu paralelde kamu kurum ve kuruluşları ile genel olarak cemiyet
hayatında çok büyük tahribatlara yol açmaya başladı. Esas itibarıyla partiye
dayanan ve fakat halka parti (CHP) dışı gibi lanse edilmeye çalışılarak
faaliyet gösteren organize gruplar, tıpkı yasa dışı bir anarşi, terör-tedhiş
örgütü gibi hareket ediyorlardı. Buna karşı, DP tarafından “zorunlu bir tepki ve/veya
Nefsi Müdafaa refleksi, inisiyatifi olarak” Vatan Cephesi (1957) kuruldu.
Bu arada, Menderes 1957’de olduğu
gibi, yine erken seçim açıklamaları yaptı.
Kendisi de “erken seçim” söylemleri ortaya atan İsmet
İnönü, 1 Nisan 1959 tarihinde, sandıktan ümidini kesmiş, Muhalefet Cephesi ve
Güç Birliği organizasyonlarından ağzı yanıp pişmanlıkla çıkmış bir halde tüm
muhalefeti ve basını peşine takarak ‘Bahar
Taarruzu’ adını verdiği propaganda gezilerine Trakya’dan başladı. CHP yandaşları,,
Kırklareli’nin Kocasalih bucağında tantanalı bir miting yaptıktan sonra, burada
bir ocak açtılar. Bu ocağa ‘Güç Birliği
Ocağı’ adını verdiler. Daha sonra, İnönü ve ekibi gezileri esnasında
gittikleri ve uygun zemin buldukları yerlerde güç birliği ocaklarını açmaya
devam ettiler.
Diğer taraftan “Vatan Cephesinin” çığ gibi büyümesi, halk
içinde samimi bir karşılık bularak, muazzam bir dayanışma, ahenk, intizam,
işbirliği ve heyecanla çoğalarak yayılması; CHP kadrolarının hırçınlığı, küstah
saldırıları, hükümete karşı artarak süren tahrik, yalan ve iftiralarından
bıkmış, usanmış, yılmış olan halkı Demokrat Parti saflarına sürükledi ve burada
kenetledi. Giderek hırçınlaşan ve saldırganlaşan muhalefetten ayrılarak, gelip
DP’ye katılanlar sayesinde Parti, inanılmaz derecede bir üye potansiyeline ulaştı.
Bu beklenmeyen gelişmeler ile inanılmaz büyüme muhalefeti dehşete düşürüyor,
özellikle CHP yaklaşan genel seçimlerde bütünüyle erime, yok olma, tefessüh
etme korkusundan kaynaklanan panikle kontrol edilemez bir azgınlık ve taşkınlık
girdabının ortasına doğru sürüklenip gidiyordu.
En büyük haset ve kıskançlık
nedeni ise:, Hemen her şeye, bütün olumsuzluk ve kasıtlı engellemelere, çirkin
iftira, komplo ve hain kumpaslara rağmen “kalkınma, gelişme, ilerleme,
çağdaşlaşma ve modernleşmenin” durdurulamamış olması idi. Dostları
memnun-mutlu, halkı ümitli kılan bu istikrar, kararlılık ve bilinç; Başta iç
muhalefet olmak üzere, özellikle dâhili ve harici bedhahlar ile ülkemizin
müzmin ezeli dış düşmanlarını mahvediyor, kahrediyordu...
İşte bu nedenle “dâhili ve harici
düşmanlar” DP’ye karşı ittifak cephesi haline döndü.
Tarihi ve Kadim Demokrat Parti
yöneticileri bu “şer ve şeamet cephesi”
ile menfur emel ve mel’un niyetleri çok iyi biliyor, fakat çareyi “demokrasi,
adalet, hukuk ve meşruiyet” dairesinde bulup, millete zarar ve halel gelmeden,
“yasal olarak” uygulamak istiyorlardı. Zira Demokrat Partinin “Hukuk Devleti ve
İnsan Haklarına Saygı” prensibi çok önemli, öncelikli ve kesinlikle vazgeçilmez
idi.
Ancak bu sıralar, (mutlak düşmanlığı
27 Mayıs isyanıyla apaçık ortaya çıkan) CHP’li bazı bozguncular bir takım DP il
Başkanları ve il, içe yöneticilerine kanca atarak, ileri gelen ve fakat aslında
zayıflıkla malûl Demokrat Partililere hırs aşılayıp, fitne fesat bulaştırmıştı.
Bu menfur tuzağa acizlik, zayıflık, gafletle ve dalaletle düşen, bir kısım üst
düzey partililer, bire bir markajla kendilerine ustaca ve sinsice telkin edilen
propagandaya kandı. Sanki “yaklaşan seçimlerde
CHP’yi siyasetten silmenin verdiği heyecanıyla” Genel Merkezi zorluyor ve o
güne kadar kesinlikle izin verilmeyen esaslı bir ilkeyi çiğneyerek “partili il
başkanları, bu seçimde 1. sıradan Milletvekili adayı olsun”
istiyorlardı. Buna Genel Merkez yanaşmadı ve bilerek kumpasa gelinmesine,
tuzağa düşülmesine müsaade etmeyince, Partide huzursuzluk baş gösterdi. İlle de
Adaylık illerden aday gösterilmedi. Böylece ve nihayetinde 17 veya 19 il
“DP’nin Milletvekili adayı gösterilmediği için” DP yönünden, “sanki seçime bu
illerde hiç girilmemiş gibi” devre dışı kaldı.
Bu vahim hata ve düşman tuzağına düşmenin doğal sonucu olarak:
1957 genel seçimlerinde DP,1954
yılına göre % 10.72 oy kaybetti. Beklenenin aksine bu defa 424 milletvekili
çıkardı. DP içinde yaşanan rekabetten olağanüstü oranda yararlanan ve büyük
ölçüde kârlı çıkan CHP, bir önceki seçime oranla bu kere oylarını % 5.71 artırarak,
178 milletvekili kazandı. Hürriyet Partisi, Cumhuriyetçi Millet Partisi ve
Bağımsız adaylar da 4’er vekillik kazanarak; Hiç beklemedikleri halde
büyük başarı sağladılar. Başta Demokrat Parti içinde husule gelen haksız
rekabet ve ilkelere riayetsizlik problemi ile uygulanan Seçim mevzuatının bozukluğundan
kaynaklanan bu adaletsizlik, “Temsilde
adalet ve yönetimde istikrar” ilkesine aykırı idi. Sonucun “Türkiye Büyük
Millet Meclisi” aritmetiğine çok farlı biçimlerde yansıdığı bir defa daha açıkça
görüldü. (1957 seçimlerinde TBMM'ne toplam: 610 milletvekili seçilmişti.)
Sonuçta: Milletvekili sayısı,
neredeyse sıfırdan 178’e çıkan CHP, bu defa adeta bir zafer sarhoşluğuna
kapılarak taşkınlaştı; Daha büyük bir kin, nefret, fetret, hırs ve hırçınlıkla
Demokrat Parti örgütleri ve Hükümete karşı saldırılarını arttırdı. Yandaş
medyası, husumet cephesi, irtibat ve iştirakleri iyice küstahlaştı. Başta
Meclis Grubu, başkanı ile vekilleri olmak üzere, bütün örgüt adeta zıvanadan
çıktı. Her gün yeni bir hile, iftira, desise ve kumpaslarla; Millete ve devlete
çok büyük zararlar, onarılması güç maddi, moral ve manevi, ağır hasarlar
vermeye başladı. Bu alçaklık, küstahlık, aleni düşmanlık, acil müdahaleyi
zorunlu kılan kritik durum karşısında Başvekil Adnan Menderes, Cumhurbaşkanı
Celâl Bayar, Parti Yönetimi ve Bakanlar Kurulu günlerce istişare ettiler. “Hakkaniyet,
adalet ahlâkı, hukuk ve hukuk devleti olmanın esas, usul, anayasa, yasa ve
kaideleri içinde” makul bir çare bularak, milleti mağdur etmeden, kan
dökülmeden uygulanması kabil çözümler üzerinde çalışmaya başladılar.
İHANETİN AYAK SESLERİ VE MENFUR ÖRGÜT SİNYALLERİ
İHANETİN AYAK SESLERİ VE MENFUR ÖRGÜT SİNYALLERİ
Plânlı ve CHP destekli ihanetten
2 yıl önce bir garip olay yaşandı. Tarihe “9 Subay hadisesi” diye geçen menfur olaydaki
askerler: Dündar Seyhan, Orhan Kabibay, Faruk Güventürk, Orhan Erkanlı, Suphi
Gürsoytrak, Ahmet Yıldız, Necdet Üruğ, Sadi Koçaş, Osman Köksal, Sezai Okan,
Talat Aydemir, Adnan Çelikoğlu”
Gizli hain (dâhili bedhah/kripto)
9 subay sürekli ülkenin 1955'ten beri kötü gidişinden bahisle; Yalan, dedikodu
ve iftiralar üreterek iktidar ve hükümet aleyhine menfi propaganda yapıyorlardı.
Kendi aralarında gizlice, devlete karşı darbe yapma plânları kuran bu potansiyel
ihanet şebekesi müteşebbisi askerler (!) diğer ordu mensuplarını Menderes'in
"Ben bu orduyu yedek subaylarla dahi yönetirim" sözünü örnek göstererek
tahrik ve ihanete teşvik ediyorlardı.
Orduda görev alan ve şerefli bir Binbaşı
olan Samet Kuşçu olayı haber alıp Demokrat Parti Milletvekili Mithat Perin'e
"Tıpkı Mısır'da olduğu gibi bazı subaylar Nasır tipi ihtilal ve devlete
ihanet hazırlığı içindeler. Başlarında Yarbay Faruk Güventürk var. Beni
Başbakan Menderes ile acilen görüştür" demiş, Perin’de konuyu İçişleri
Bakanı Namık Gedik'e açmıştı.
En sonunda konu bakanlar kuruluna
gitti. Dönemin Milli Savunma Bakanı Şemi Ergin maalesef gaflet içindedir, kandırılmış
veya tehdit edilmişte olabilir. Bakanlar kurulunda aynen şöyle der: “Benim
subaylarım ihtilal yapmazlar. Subayların böyle bir şeyle suçlanması yüksek
rütbeliler arasında rahatsızlık yaratır. Bırakın Ordu kendi disiplini
içerisinde çözsün meseleyi”
Cumhurbaşkanı ve kadim Komitacı Celal
Bayar her ne kadar "Mesele ciddidir. Bu iş 9 subayın işi değil. Bütün
memlekette, ordu içinde şer, şeamet uzantılar uç vermiş ve menfur cuntalar kök
salmıştır. Bunların üzerine ciddiyetle ve kararlılıkla gidin, teşkilatlarını
meydana çıkarın." dediyse de, maalesef dinlemediler.
Şu kadar ki, şikâyet usulen işleme
konuldu ve İsmi geçen subaylar tutuklandı. CHP 9 subaya var gücüyle sahip çıktı.
Bütün varlığı ve ağırlığını ortaya koyarak hainlerin müdafaası ve korunması
işine girişti. Bu uğurda şeref ve şanla mücadele eden, soylu Türk Subayı Samet
Kuşçu, gaflete düşen DP’li Bakanlar ve Milletvekillerince, CHP’nin tavrına
rağmen yalnız ve sahipsiz bırakıldı. “İnönü’yü seven subaylar yargılanıyor”
deyip konuyu saptırdılar.
Sonuçta: Askeri mahkeme, İsmet
Paşa’nın istek, yoğun etki, baskı, güdüm ve telkinleri doğrultusunda “bu vahim,
olağanüstü önemli ve menfur” olayın üstünü kapattı. Samet Kuşçu "orduyu
isyana teşvik" suçundan yargılandı. Demokrat Parti ve Hükümetle adeta alay
edilerek bu soylu, orduya sadık ve vazifeşinas, milliyetçi ve gerçekten sorumlu
şerefli Türk Subayının onuruyla oynandı. Ardından ordudan ihraç edildi.
Olayın üstünü, CHP telkinlerine
itaat ederek ve İsmet Paşa’ya sadakat göstererek hile, desise ve şaibe ile kapatan
askeri hâkim (!) rolündeki Cemal Tural idi. Tural da zaten malum ve menfur
cuntacılarla beraber hareket ediyordu. Bu olay önceleri Demokrat Parti
camiasında pek fazla önemsenmedi ve üzerinde durulmadı. Fakat bu olaydan
cesaret alıp şımaran ihanetin azgınlaşması, giderek daha alçak, pervazız ve
küstah girişimlere kalkışması üzerine; Özellikle ve başta Milli Savunma Bakanı,
DP’li Bakanlar ve Meclis Grubu’nun aklını başına getirdi.
Hükümet: “Askeri Yargı’nın tarafgir
ve Halk Partisi temayüllü olduğunu anladı. Sözde Askeri Hâkimlerin birer cunta
fedaisi gibi hal ve hareket ettiklerini açıkça gördü. Daha önce 7 kere vaki
kalkışma teşebbüsleri de dâhil olmak üzere BUNLARA (Askeri Yargıya) ASLA İTİMAT
EDİLEMEYECEĞİNİ anladı. İşte bu idrak, ihanete uyanış, 9 subay hadisesinden
alınan ders, alenen sadır olan tehdit ve muhtemel “CHP himayesinde kalkışma”
temayülü dikkate alınarak:, Mustafa Kemal Atatürk, O’nun ilkeleri ve Türk İnkılâbına
karşı ihanetle, Cumhuriyete tuzak, demokrasiye kumpas hazırlayanlara TBMM’nin “Milli
İradeyi temsil vazifesi icra eden” mes’ul çatısı altında, adalet ahlâkı ve
hukukun içinde bir tedbir geliştirmek zaruretine binaen TAHKİKAT KONMİSYONU
tasarlandı…
NİSYAN İLE MALUL HAFIZA-İ BEŞER
Karar Yazarı, Gazeteci Elif Çakır
bu olayı konu edindiği yazısında 9 subayın daha sonra yaptıkları itirafları şöyle
açıklıyor; "Adnan Çelikoğlu, Dönemin Milli Savunma Bakanı (zavallı gafil
ve dikkatsiz) Şemi Ergin’in yaveri: “9 Subay Olayı’nın arkasındaki kişi bendim.
İhbar mektubunun üzerini ben örttüm.”
Faruk Güventürk, kalkışmacı cuntanın
çıbanbaşı, menfur bir Türk düşmanı, dessas bir hain: “Delilleri ben yok ettim.
Samet Kuşçu muhbir değildi.”
Faruk Güventürk’ü tutuklamakla
görevli (sözde) subay Ahmet Türkoğlu: “Belgeleri ben tutanağa geçirmedim.”
Dündar Seyhan: “Boynumuzu iktidar
kasabına uzatacak değildik.”
Talat Aydemir: “Evdeki bütün
evrakları imha ettim.”
Sami Küçük: “Samet Kuşçu ihbar
etmeseydi ihtilal daha önce olacaktı."
Son Baş Vekil Adnan Menderes 1959
yılında Genel Kurul'da yaptığı bir konuşmada bu menfur olaya değinerek; "Adımın
Adnan olduğuna inandığım kadar Cemal Yıldırım'ın da suçluluğuna öyle inanıyorum.
Fakat Askeri Mahkeme Türk ordusunda böyle bir hadisenin mevcut olduğunun
duyulmasını (plânlamakta oldukları kalkışma ve ihanet hareketinin deşifre olabileceği
endişesi ve korkusu cihetiyle) zararlı görerek işi (davayı) bu suretle
kapattı."
Bu 9 Subay Olayında ismi geçen
subayların tamamı 1960 darbesine karıştı.
HAİN YAVERİN iSMİ DE 9 SUBAY ARASINDA VARDI
Çankaya'da Darbe gecesi tanklar
Çankaya Köşkü'nün kapısının önüne dayanmış duruyor. Askerler Cumhurbaşkanı
Celal Bayar'ı derdest etmeye gitmişler. Bayar'ın yaveri Kurmay Albay Osman
Köksal Bayar'ın yakalanmasına yardım ediyor.Bayar "demek sende onlardansın"
diyerek tepki gösteriyor.
İşte bu Yaver Osman Köksal da 9
Subay hadisesinde ismi geçen subaylardan biriydi.
Bayar'ın kızı Nilüfer Gürsoy BAYAR,
"Daha önceki komutanın hakkında çeşitli dedikodular çıkardılar. Biz de
değiştirmek istedik. Sonradan 3 isim teklif edildi. Meğer 3'ü de
cuntacıymış." cevabını verir."
Çare, 1960 yılı Ocak-Mart
döneminde bulundu ve derhal uygulamaya konuldu.
Hukuk Devleti, Meşruiyet ve Saydamlık İlkesi
Bağlamında Mutabık Kalınan Adil, Makul, Anayasal ve Yasal Tedbir: “TAHKİKAT
KOMİSYONU” idi…
Devlet, Hükümet, Millet ve Parti
olarak maruz kalınan fevkalâde mağduriyet, milli felâket ve haksız saldırılar
karşısında; Tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin Meclis Grubu ile yetkili
kurullarında bu karara varılmasını müteakip:, “Başta Kanun ve kontrol dışı unsurlar olmak
üzere; CHP ile bazı muhalefet partileri ve bir kısım basının faaliyetlerine
yönelik Tahkikat Komisyonu oluşturulmasına ilişkin önerge” 14 Nisan
1960 tarihinde Meclis Başkanlığına sunuldu. Önerge DP Meclis Grubu
Başkanvekilleri Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ile Denizli Milletvekili Baha
Akşit tarafından imzalanarak verildi.
Buna göre: 18 Nisan 1960’da tahkikat
komisyonu kuruldu.
TAHKİKAT KOMİSYONU
KURULMASINA DAİR MECLİS KARARI
“Bursa Mebusu Mazlum Kayalar ve
Denizli Mebusu Baha Akşit’in:, “CHP’nin yıkıcı, gayrimeşru, gayriahlâki ve kanun dışı
faaliyetlerinin, bütün memleket sathında cereyan tarzı ve bunların mahiyetinin
nelerden ibaret olduğunu tahkik, tespit ve memleketin her tarafında yaygın bir
halde görülen kanun dışı siyasi faaliyetlerin muhtelif sebeplerine intikal
etmek, matbuat meselesi ile adlî ve idari mevzuatın ne suretle tatbik edilmekte
olduğunu tetkik eylemek üzere Meclis tahkikatı açılmasına dair takriri” ile “neden
böyle bir komisyona gerek duyulduğunu” şu şekilde açıklamıştır:
MECLİS KARARI HAKKINDA AÇIKLAMA:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyasetinde,
Türkiye'de iktidarın millî hâkimiyet esasına göre, vatandaşın hür iradesiyle
tâyin edilmesi prensibi, Demokrat Partinin kuruluşuna temel teşkil etmiş olan
ana fikirdir.
Demokrat Parti bilumum siyasi,
hukuki, insan hakları, adalet ahlâkı ve demokrasi mücadelesinde bu fikrin
tahakkuk etmesini temin ve bu yolla meşru bir iktidarın Türkiye’nin kaderine
hâkim olmasını takip ve müdafaa etmiş, 1950 de bu yolla iktidara gelmek
suretiyle millete söz vermiş olduğu gayeyi bizzat tahakkuk ettirmiştir. Türk
milleti 1950 den sonra, birbirini takip eden iki büyük seçimle Demokrat Partiyi
iktidarda bırakmak kararında ısrar ettiğini ve milletin kaderini,
zihniyetlerini ve fikirlerini ne kadar tebdil etmiş görünürlerse görünsünler,
tek parti nizamının mümessillerine teslim etmek düşüncesinde olmadığını alenen tezahür
ettirmiştir. Bu tezahür karşısında, tarih önünde tasfiye edildiklerini bir
türlü idrak edemeyen devri sabık adamların, başında ve içinde bulundukları
siyasi teşekkülü Türk milletinin meşru iktidarını gayrimeşru ve gayri kanuni
yollarla düşürmek fikrine dayanan bir mücadeleye sevk etmeye çalışmışlardır.
1957 seçimlerinin akabinde ve
ondan daha sonra bu gayrimeşru teşebbüslerin ileri tezahürlerini tespit eden
Demokrat Parti Hükümeti ile Meclis Grubu, Cumhuriyet Halk Partisinin sevk ve
idaresini deruhte etmiş bulunanlara 11 Ağustos 1958 tarihli tebliği ile
gayrimeşru mücadele usullerini terk etmeleri hususunda katı ihtarını vermiş
bulunuyordu.
Buna rağmen, kaybettikleri
iktidarın kamçıladığı hırs ve ihtiraslarla gözleri kararmış ve meşru bir seçimle
iktidara gelmek ümidini bütünüyle kaybetmiş olan CHP idarecileri;, Bu son (Demokrat
Parti) iktidarının Türk milleti adına ifade ettiği azim ve kararın mahiyetini
bir türlü idrak edememişler ve 7 Nisan 1960 tarihli Grup tebliğinde de tebellür
ettirildiği gibi, 11 Ağustos 1958 tarihli tebliğin neşrini icap ettiren noktadan
çok ilerilere geçmişlerdir.
Hiçbir kanuni salâhiyete sahip olmamalarına
rağmen, umumi seçimlerin bu ilkbahar ortalarında yapılacağını bizzat ifade ve
iddia ederek ortaya atılan bu idareciler, kendi emir ve hizmetlerinde
bulundurdukları teşkilâta, bu seçimleri her türlü baskı usullerini, gayrimeşru
tedbirleri, kardeş kavgalarını dahi mubah görerek:, Milletin istinatgâhını
teşkil eden devletin bütün unsurları ile müesseselerini ya tahrik veya tahrip etmek
bahasına da olsa muhakkak kazanmak hedefine göre harekete geçirmiş
bulunuyorlar.
Bir kısım basın bu gayrimeşru
gayenin tahakkuku uğrunda CHP ile iş birliği ve iştirak halinde bulunuyor. Bu
basın umumi efkârı aldatıyor. Hâdiseleri tahrif ediyor. Her türlü yıkıcı
faaliyetleri, terör ve tedhişi teşvik ve tahrik eden yazılara sinesinde yer
veriyor. Mücrimlerin (suçluların) müdafaasını
uhdesine alarak cemiyetin temellerini kökünden sarsıyor.
Gaziantep, Zile, Uşak, İstanbul,
Yeşilhisar hâdiseleri gibi Devletin emniyet, huzur ve asayişini birinci
derecede tehdit eden, Türk milletinin itibar ve şerefine karşı da birer tecavüz
mahiyetinde olan hâdiseler umumi efkâra hürriyet ve demokrasi mücadelesinin
şerefli bir sayfası ve bunların tertiplileri birer kahraman gibi takdim
olunuyor. Memleketin emniyet ve asayişini korumakla vazifeli olan memurlar,
kanunların tatbikatı ile vazifeli mahkemeler ve hâkimler baskı ve tehdit
altında veya türlü iğvalarla (ayartma, kandırma, baştan çıkartma) kanunların âmir
hükümlerini yerine getirmekten alıkonmak isteniyor. Orduyu siyasete alet ederek
fitne fesada karıştırmak, ordu kuvvetlerini emir ve kanun dinlemez bir hale
getirmek için gayretler sarf olunuyor.
Türkiye tarafından olduğu gibi
NATO’ya dâhil bütün memleketler tarafından kabul edilmiş olan, “Kuvvetler (ayrılığına)
statüsüne dair Sözleşme’nin” tatbikatı ele alınarak veya memleketimizde
vazifeli bulunan Amerikan kuvvetleri mensuplarının ırzlara ve namuslara tasaddi
etmekte oldukları iftirası yaygın bir surette işlenerek, Türk - Amerikan
dostluğunun sarsılmasına, dolayısıyla, NATO camiasında mevcut vâhdetin
bozulmasına çalışılıyor. Seçimlerde namuslu vatandaşların iradesini tam bir
hürriyet içinde izhar etmelerine mâni olmak üzere şerirler ve sabıkalılardan müteşekkil
silâhlı siyaset çeteleri hazırlanıyor. Hücre usulüyle çalışan kollar kuruluyor
ve bu kolların kurulması meşru bir hareket olarak açıkça müdafaa olunuyor. Yukarda sayılan hususlar C. H. P. nin
siyasi mücadelede meşruiyet hudutlarını fazlasiyle aşmış olduğunu tesbit
etmektedir.
Türkiye’de devamlı ve müstakar
bir demokratik idare kurulması ve bu idarenin sağlam temeller üzerine
oturtulması her şeyden evvel meşru bir iktidara karşı gayrimeşru mücadele usul
ve imkânlarının tamamiyle bertaraf edilmesine bağlıdır. Bugüne kadar cereyan
eden hâdiseler, Türkiye’de mer’i (yürürlükteki) kanunların, suçları tâkip ve
tecziye etmekle mükellef müessese ve kurulların bu fenalıkları önleyemediği
kanaatini veriyor. Bu sebeple hâdiselere derinden ve bütün teferruatiyle nüfuz
ederek, Türkiye’de siyasi huzur ve istikrarın sağlanması için gerekli
tedbirleri almak üzere Türkiye Büyük Millet Meclisinin işe el koyması zaruri ve
lüzumlu görülüyor.
Memleketin emniyet ve
selâmetinin, huzur ve asayişinin yukarda tafsilen izah edildiği şekilde
tehlikelere mâruz bırakıldığı bir devrede Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin,
Teşkilâtı Esasiye Kanunu (Anayasa) ile kendisine tanınan bütün haklarını bir
anda eline alarak, yukardan beri tadad olunan (sıralanan) son derecede
ehemmiyetli meselelere vazıyet etmesi artık kaçınılmaz bir zaruret haline
gelmiş bulunuyor. Memlekette hakiki bir adalet ve hürriyet nizamının kurulması,
huzur ve sükûnun tesisi, seçimlerin hiç kimsenin şüphe, tereddüt ve endişesine,
korkusuna, itimatsızlığına en küçük bir imkân bırakmayacak sâlim, temiz ve
dürüst şartlar içinde yapılması, nihayet gittikçe büyüyen hâdiseler halinde
kendisini gösteren kanlı kardeş kavgalarını önliyecek kesin çarelerin bulunması
buna mütevakkıf görülmektedir.
Bu itibarla, CHP’nin :
A) Meşru iktidarımızı, alelûmum
devlet vazifelerini, Türk kadınlarını, dost ve müttefiklerimizi en iğrenç
isnatlarla kötüleme usulleri de dâhil olmak üzere, çeşitli gayrimeşru ve kanun
dışı yollarla halkı kanunları ihlâle, kanuni tedbirlere karşı mukavemete, Hükümete,
idari ve adlî mercilere karşı galeyana ve fiilî tecavüzlere teşvik ve tahrik
etmek,
B) Müsait telâkki ettikleri
mahallerde kendi partilerine mensup bâzı şahısları silâhlandırmak suretiyle
iktidar partisinin mensup ve taraftarları aleyhine münferit veya toplu şekilde
baskı yapmaya ve suç işletmeye teşvik suretiyle memlekette kanlı kardeş
kavgalarına müncer olan tertiplere başvurmak,
C) Orduyu siyasete karıştırmak
teşebbüsleri de dahil olmak üzere, memleketin emniyet ve asayişini korumakla
vazifeli olanları çeşitli propaganda, baskı ve vaidler yoliyle vazifelerini
ifadan alıkoymağa cüret ve teşebbüs etmek,
Ç) Bizim radyo namındaki komünist
radyosunu halk partisine ait bir radyo olarak göstermek suretiyle halkı bu
yayınları dinlemeye sevk etmek ve umumi efkârı bu vahim neşriyatın zararlı
tesirlerine mâruz bırakmak,
D) Bütün bu kanun dışı
faaliyetlerini umumi efkâra karşı haklı gösterebilmek için T. B. M. Meclisinin,
onun itimadına mazhar Hükümetin meşruiyetinden halkı şüpheye düşürecek, ve
bundan da ileri olarak, gelecek seçimlerin de meşruiyetini şimdiden muallel
imiş gibi göstererek kurulmuş ve kurulacak iktidarlar aleyhine vatandaşları
gayrimeşru yollarla tahrik etmek suretiyle itimatsızlığa ve huzursuzluğa sevk
etmek,
E) Hücre teşkilâtı ile işliyen
gizli kollar kurmaya çalışarak, yukarda mâruz faaliyetleri daha müessir bir
hale getirmek, Suretleriyle giriştiği yıkıcı, kanun dışı ve gayrimeşru
faaliyetleriyle;
F) Aynı maksat ve gayelerle ve
neşir yolu ile faaliyette bulunarak, Cumhuriyetimizin ve genç demokrasimizin
fikrî ve mânevi temellerini tahrip eden, Devletin ve cemiyetin ana
müesseselerini şantaj, baskı ve tehdit suretiyle işlemez bir hale getirmek,
hakikatleri tahrif etmek, yalan neşriyatta bulunmak suretiyle memleketin
siyasi, iktisadi, malî, içtimai hayatını tehlikeye mâruz bırakan bir kısım
basının; Bünyesini; çalışma tarz ve metotlarını ve kanunlar muvacehesindeki
tutumunu ve bu kanunları işlemez hale getirmek hususundaki gayrimeşru
faaliyetlerinin ve yukardan beri tafsilâtı ile arz edilen ahvalin önlenmesini
gayrimümkün kılmakta olan sebeplerin mahiyetini tetkik ederek elde edeceği
neticeleri T. B. M. Meclisine bildirmek üzere, Dahilî Nizamnamenin 177 nci
maddesi hükümlerine göre 15 kişilik bir tahkikat encümeni kurulmasını; bu
encümenin TBMM’nden veya adlî mercilerden ayrıca karar istihsaline lüzum
olmaksızın, Dahilî Nizamnamenin 16’ncı babında yer almış bütün salâhiyetlerle
teçhiz olunmasını; tahkikatın selametle cereyanımı temin bakımından ve
tahkikatın devamı müddetine maksur ve munhasır olmak üzere Türkiye’deki her
türlü siyasi hareket ve faaliyetleri durdurma kararı da dâhil olmak üzere
lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları da ittihaz etmeye ve icabında
Meclis dışında da faaliyette bulunmaya yetkili kılınmasını ve ayrıca mesaisini
üç ayda ikmal etmesini arz ve teklif ederiz.”
Takrir okunduktan sonra ilk sözü imza sahibi
Bursa mebusu Mazlum Kayalar almış ve tahkikat talebine dayanak teşkil eden
olayların milletin gözü önünde cereyan ettiğini ifade etmiştir.
Mazlum Kayalar: “Mülga Takriri
Sükûn Kanunu veya ona benzer hükümleri yürürlüğe koymak için Meclis’e teklif
getirebilecekken bunu yapmadıklarını, bunun yerine “hukuki, meşru ve Anayasaya
hürmetkâr” bir şekilde TBMM’ye başvurarak olaylara el koymasını ve gerekli
kararları almasını istediklerini” belirtmiştir.
Kayalar, DP’ye iltihakların
artmasıyla birlikte seçimlerin öne alınacağı ihtimalinin muhalefeti
telaşlandırdığını ve bu telaşla birlikte Halk Partisinin seçimlerin “medeni
iklimini” yok etmeye çalıştığını ve bunda da kısmen başarılı olduğunu ileri
sürmüştür.
Takrirle talep edilen tahkikatı
açmaya Meclisin yetkili olduğunu tartışmaya bile gerek olmadığını vurgulayan
Kayalar: “Mevcudiyet hakkını kanundan alan teşekküllerin Devletin temellerini
ve millî birliği sarsmıya müteveccih fiili, aleni ve hafi hareketleri üzerinde
bir tahkikat açmak TBMM için gayrikabili münakaşa bir salâhiyet teşkil eyler.”
İSMET İNÖNÜ’NÜN KONUŞMASI
Takrir hakkında şahsı adına söz
alan Malatya Milletvekili İsmet İnönü:, “İç politikada huzuru tesis edecek
tedbirleri müzakere edebilmek için her şeyden önce bütün vatandaşların Devlet
ve kanun önünde eşitliğinin kabul edilmesi gerektiğini, ancak mevcut iktidarın
siyasi kanaatlerine bakılmaksızın bütün vatandaşların eşit kabul edilmesi
mecburiyetini şimdiye kadar fiilen kabul etmediğini, nitekim müzakere edilen
belgenin de “partizan idare zihniyeti” ni yansıttığını ileri sürmüştür.
İnönü, önergenin kabul edilmesi
halinde Türk siyasi hayatının “tamir ve deva kabul etmez bir uçuruma”
sürükleneceğini ifade ederek iktidarı uyarmıştır. İnönü uyarılarına şu sözlerle
devam etmiştir: “Arkadaşlar, şimdi bu salâhiyetlerle teşkil edilen Encümenin
bir hususi karakteri vardır. Bu Encümen, Hükümetin üstünde, Büyük Millet
Meclisinin üstünde bir baskı rejiminin bünyesi olacaktır. Bu talep
gerçekleşirse; hesapsız, mesuliyetsiz, rasgeldiği vatandaşı hapsetmek
istiyecek, istediğine söyle diyecek, istediği kâğıtları alacak, bu suretle
memlekette bir dehşet idaresi fiilen kurulacaktır.
Önerge bu Devlette hiçbir
müesseseye itimadı olmadığını söylüyor. Devlet memurlarına itimadı yoktur,
adalete itimadı yoktur, orduya itimadı yoktur. Hiçbir müesseseye itimadı
olmıyan bu otorite, bu idare eşit olmıyan seçimlere kararlı olduğu halde seçime
gitmeye dahi cesaret edemiyor. Milletin reyleriyle azlıkta kalmış olan bu
iktidar, bugün Devletin bütün müesseselerinde ve umumi efkârın katî hükmü ve
kanaati karşısında bir kadro halinde kalmıştır. Ne isteniyor? Meclis Tahkikat
Encümeni namı altında bir baskı idaresi kurmak istiyorlar. Bu baskı idaresi
Anayasaya, İnsan Haklarına karşı teşebbüs edilen gayrimeşru bir darbedir.”
CHP başkanı İnönü’nün konuşmasını
tamamlayıp kürsüden inmesinden sonra Samet Ağaoğlu kürsüye gelmiştir. Ancak bu
sırada genel kurulda şiddetli gürültüler, atışmalar, tabanca çekmeler ve çanta
fırlatmalar gibi olaylar yaşandı. Sırrı Atalay ve Hasan Erdoğan’a takbih
cezaları verildi. Atalay’ın Samet Ağaoğlu’na “milyonları çalan adam” dediği
iddiası üzerine kendisine 12 inikat (oturum) için Meclisten çıkarılma cezası
verilmesi reye sunuldu ve savunması istendi. Atalay, Samet Bey kürsüye
geldiğinde kendisine “bugün milyonların sahibisin” dediğini ve demeye de devam
edeceğini ifade etmiştir. “Yıl 1950.
Muhterem ablaları Tezer Hanımla mebus seçildikleri zaman Ankara’ya geliyorlar”
diye söze devam etmesi üzerine Reis müdafaa için söz verildiği halde aynı
şekilde konuşmaya devam ettiğini belirterek kürsüden inmesini istemiştir.
Atalay’a 12 inikat Meclisten çıkarma cezası oylanarak kabul edilmiştir.
Daha sonra da bir milletvekiline
çanta fırlatan Hasan Erdoğan’a müdafaasını yapmak üzere söz verilmiş, Erdoğan
da Gazianteb Mebusu Ali Şahin Bey’in tabanca çektiğini, bunun üzerine çantayı
attığını, “Mecliste tabanca çeken adama çantayı atmak tabiî hakkı’na sahip
olduğunu belirtmiştir. Bu savunmaya rağmen Erdoğan’a da 6 inikat Meclisten
çıkarılma cezası verilmiştir. Gürültülerin devam etmesi üzerine oturum başkanı
“Bir mâbedin içinde bulunduğunuzu asla hatırınızdan çıkarmayınız, bu hali gören
size acır” diyerek sözü Samet Ağaoğlu’na vermiştir.
Samet Ağaoğlu, önce İnönü’nün ruh
haline dair bazı tespitlerde bulunacağını belirtmiş, bu bağlamda İnönü’nün
kürsüde “manevi mecalsizlik” içinde olduğunu, kafasının ve kalbinin son
isyanlarını haykırmaya çalıştığını ancak bu “pervasız haykırmalara” TBMM’nin azimli
kararının asla izin vermeyeceğini söylemiştir. Ağaoğlu’na göre İnönü Meclis
kürsüsünden “itaat etmeyeceğiz”
diyerek sadece kendisi ve partisi adına değil, Devletin memurları adına da
isyancı bir tavrı savunmuş, Anayasanın ve kanunların dışında uyulması gereken
toplumsal ve siyasal ahlak kurallarını hiçe saymış, bu ahlâki kurallara
kendisini bağlı hissetmemiş, ayrıca takrirde tek tek belirtilen ithamların
hiçbirine cevap vermemiştir. Ağaoğlu, konuşmasını takririn verilme sebebi
olarak gördüğü memleketin içinde bulunduğu manzarayı tasvir ederek
sürdürmüştür. Ağaoğlu’nun milletvekillerinin dikkatine sunduğu “memleket
manzarası”nda şu hususlar öne çıkmıştır:
• Memlekette iç politika
konuları, tüm konuların önüne geçmiş, şehir meydanlarından köy kahvelerine
kadar her yerde görülen iç politika tartışmaları halkı kamplara ayırmış ve “kardeşin kardeşi kırmasına” yol
açmıştır.
• “Siyasi mücadelenin silahları”
olarak ortaya çıkan iftira, isnat, hakaret ve küfür Devlet ve milletin maddi ve
manevi tüm varlığını tehdit eder hale gelmiştir.
• Açık ve gizli güçler, Devlet ve
toplumun meseleleri üzerinde akla hayale sığmaz dedikodulara sürekli olarak
ihtiyarlardan çocuklara kadar tüm halkın kulaklarına fısıldamaktadırlar.
• Hükümetin ehil olmayanların
elinde olduğu, iktidarın memleketi dış güçlere pazarladığı ve “Türk kadın ve
kızlarımızın yabancılara peşkeş çekildiği” söylenmektedir.
• Devletin tüm kuvvetlerine
hakaretten karşı koymaya kadar varan tahriklere girişilmektedir.
Ağaoğlu memlekette bu
manzarasının oluşmasında muhalefetin önemli payının bulunduğunu şu sözlerle
ifade etmiştir: “Memlekette bu manzarayı yaratan kuvvetlerin bir kısmının
başında, Devleti ve vatanı uzun yıllar idare etmiş insanlar yer almışlardır.
Devlet Reisi, Hükümet Reisi, vekil olmuş, mebusluk yapmış insanlar; bu
vasıfları ile Devlet mefhumunun ne olduğunu bilen insanlar; 31 Martı, Millî
Mücadelenin arkadan hançerleme devirlerini, iç isyanları görmüş insanlar; şu
arz ettiğimden çok zayıf kımıldamalar karşısında, bir fes dâvasında, şu veya bu
şekilde ufak bir sözden dolayı bütün bir şehrin meydanlarını haklı, haksız
sehpalarla donatmaktan çekinmemiş, hususi mahkemelerde suçlu, suçsuz yüzlerce,
binlerce insanı mahkûm etmiş ve ettirmiş insanlar, hattâ daha ileri gidilerek,
suçlu buldukları birkaç adamı ele alıp o şahsın içinde bulunduğu bütün bir
zümreyi toptan yok eden insanlar yer almışlardır.”
Ağaoğlu, İsmet Paşa’nın yurt
gezisi sırasında yaşanan bazı olayları “muhasara yarıldı”, “kimin haddine”,
“İsmet Paşa Garp Cephesi Komutanlığını hatırlatmakta değil de bir defa daha
yaşamaktadır” şeklinde başlık ve yorumlarla aktaran gazetelere dikkat çekerek
muhalefet liderinin memlekette huzursuzluk çıkarmaya çalıştığını ima etmiştir.
Ağaoğlu İsmet İnönü’nün daha önceki bir sözünden hareketle kendisinin şimdi de
kızmış olabileceğini şu cümlelerle ifade etmiştir: “Muhterem arkadaşlar, aklıma
geldi. 3-4 sene evvel bir köy imamının affı dolayısiyle İsmet Paşa bu kürsüden;
“Beni kızdırmayın yoksa yapamıyacağım yoktur” demişti.
Şu verdiğim misaller gösteriyor
ki, İsmet Paşa kızmıştır, İsmet Paşa kuvvetlerine hazrol emri vermiştir, İsmet
Paşa yer yer taarruza da geçmiştir. Kızdınız mı Paşam?..” Ağaoğlu daha sonra
İsmet Paşa’nın seçim ve seçim hileleri konusunda iktidarı eleştiren sözlerinden
örnekler vererek bunların gerçekte tehdit olduğunu, ayrıca seçimlerde hile
yapılıp yapılmadığını tespit yetkisinin İsmet Paşa’ya ait olmadığını, DP’nin bu
yetkiyi Meclisten alarak yargı mekanizmasına verdiğini ifade etmiştir. Ağaoğlu
İsmet Paşa’ya dönerek konuşmasını şöyle sürdürmüştür: “ve nihayet şu garip
beyanat... Okuduğum zaman gözlerime inanamadım, İsmet Paşa, edebiyata mı merak
etti, dedim. Ne demek istediğini anlıyamamıştım. Sonradan söktüm, ne demek?
Ağaoğlu’nun bu sözlerine
muhalefet sıralarından müdahale edilmiş, Maraş mebusu Nusret Durakbaşa, hatibin
farkında olmadan “Devletin kuruluşunu kötülediği”ni söylemiş, Adana Mebusu
Hamdi Öner de “Baban bize çok şeyler öğretmişti, ne yazık ki size bir şey
öğretememiş” şeklinde seslenmiştir. Buna cevap olarak Ağaoğlu şunları
söylemiştir: “ babamı bırakın, ölmüşleri karıştırmayın, ölmüşlerin dilleri
yoktur, söyliyemezler. Fakat hemen ilâve edeyim; babam sağ olsaydı ve bu
kürsüde bulunsaydı, muhterem lideriniz hakkında çok şeyler söylerdi. ”
istediğini. “27 Ekim 1961 akşamı gün battığında seçimi yenilememiş olurlarsa
gayrimeşru olacaklardır. C. H. P. böyle bir idareyi asla tanımıyacak, onun
Meclîsinde yer almayı reddedecektir.” Gözümün önüne geldi, 1961 in 27 Ekim günü akşam
vakti, güneş batmak üzere, İsmet Paşa güneşe bakıyor, ve dönüyor, «Ey benim
silâhşörlerim; seçim yapıldı mı, yapılmadı mı? Haydi silâh başına» diye
bağırıyor. Siz, Paşam, affedin, mecburum söylemeye, edebiyat yapmışsınız, ama
Donkişot bile Şanso’ya böyle bir emir vermedi.
Ağaoğlu, muhalefet temsilcilerinin
her gittikleri yerde “İnkılâplar tehlikede”, “Başvekil yeşil bayrakla
karşılandı” gibi sözleri yayarak memleketin huzur ve düzenini bozmaya teşebbüs
ettiğini, bu aleni faaliyetlerin bir de gizli/yer altı kısmının bulunduğunu ve
bunların da elbette açığa çıkarılacağını belirtmiştir. Ağaoğlu daha sonra da
muhalefetin “hesap sorma” söylemini eleştirmiş ve şunları söylemiştir: “Bir de
«Hesap sorma tehdidi» var. Muhterem arkadaşlar, hesap sorma bahsinde çeşitli
teraneler söylediler, hususi mahkemeler kuracağız, dediler; hususi kanunlar
çıkaracağız, dediler; normal kanunlarla mal beyannameleri istiyeceğiz, dediler.
Bunlar ehemmiyetli şeyler değil. Ehemmiyetli olan şu, mebuslar kongrelere
gittiler, hesap soracağız derken hemen arkasından meselâ, Samed’in sehpası ile Namık’ın sehpasını yan yana dikeceğiz, tehdidini
de savurmaktan çekinmediler, çekinmiyorlar... Asacak mısınız efendiler?
Öylemi? Bu ölüm tehdidinize cevabımız şudur: Hayır efendiler; bu memleketin
sehpalar devrine bir daha dönmesine asla meydan vermiyeceğiz. Türkiye Büyük
Millet Meclisi, bugün varacağı karar ile o melun devirlerin bir daha
hortlamasını önliyecektir.
Ağaoğlu bu sözlerin ardından
İsmet İnönü’nün 1944-1945 yıllarına ait konuşmalarına atıf yaparak bugünkü
muhalefet liderinin o günlerde ifade hürriyetinin halk idaresinin temeli
olduğunu, ancak her milletin kendine has bir söze dayanma ölçüsü olduğunu,
Alman harbinin bitmesiyle başlayan tartışmaların milletin maneviyatını
zayıflatacak, Meclisin itibarını zedeleyecek, dışarıya karşı memleketi zayıf
gösterecek ve nihayet bu vaziyet karşısında memleketin şurasından burasından
ateş çıkarabilecek boyutlara ulaştığını söylediğini hatırlattı. Ağaoğlu’na göre
bu sözleri söyleyen kişinin “demek ki her milletin karakterine göre bir
tahammül takatı olduğundan haberi var” ve başında bulunduğu partisinin mebus ve
idarecilerinin memleketin her yerinde yaptıkları propagandalardan bir takım
neticeler bekledikleri ortadadır. Ağaoğlu, getirilen takririn “memlekette huzur
ve sükûnu bozan bir siyasi faaliyetin neticelerinin neler olabileceğini sorup
öğrenmek istiyen, bunların Meclis tarafından öğrenilmesini istiyen bir teklif”
olduğunu ve bu haliyle de Komisyona verilen yetkilerin hukuk nazariyesine ve
Anayasaya aykırı olmadığını vurgulamıştır.
Ağaoğlu konuşmasının sonunda
demokrasiyi muhafaza etmek gerektiğine değinerek şunları söyledi: “Demokrasimizi, hakikaten büyük emeklerle
kurulan demokrasimizi himaye etmek onu muhafaza etmek ve kurtarmak
mecburiyetindeyiz. Demokrasi ince bir sistem, zor bir sistemdir. Demokrasiyi
yaşatmak için gönüllerde adalet hissine, dimağlarda Devlet mefhumuna ve nizam
fikrine yer vermek, Devlet ve ferdin karşılıklı münasebetlerinin bu his ve
mefhumlar içinde âdilâne olması prensibine inanmak lâzımdır. Bu ince rejimi
muhafaza etmek ve yaşatmak için en evvel dikkat edeceğimiz husus, demokrasinin
demogojinin ve anarşinin eline düşmemesidir. Çünkü, anarşinin arkasından en
kısa zamanda istibdat gelir ve memleketin istikbali karanlıklara gömülür.
Türkiye Büyük Millet Meclisi bizzat tarihinden misallerle iyi biliyor ki,
Türkiye’de anarşiye meydan verildiği gün çok geriye, gideriz, çok kan dökeriz,
maddi ve mânevi büyük zararlara uğrarız. Bunun içindir ki, TBMM anarşiye yol
açmıyacaktır. Acı ile, elemle itiraf etmek lâzımdır ki, bu anarşi temayülü Türkiye
Büyük Millet Meclisi kürsüsüne kadar sokulabilmiş, ve burada Devlet Reisliği
yapmış bir zat daha bir saat önce «Meclisin kararlarına itaat etmiyeceğim.»
diyebilmiştir,
Memleketi bu anarşi uçurumunun kenarından
çekip kurtarmazsanız, istibdadın kapılarını açmış olacaksınız. Türkiye Büyük
Millet Meclisi bu kapıyı ebediyyen açmıyacak ve istibdadın hayattaki son
mümessilinin bu kapıdan geçmek emelini hüsrana uğratacaktır.
AĞAOĞLU’NDAN SONRA CHP GRUBU ADINA İSMET İNÖNÜ SÖZ ALDI
İnönü şunları söyledi: “Biz
ihtilâlden yetişmiş insanlarız, içimizde bizim yaşımızda olanlar pek azdır. Ama
bizim etrafımızda bulunan, teşekküller, fikirler, zümreler bizim geldiğimiz
yolu bütün teferruatı ile bilirler. Biz ihtilâlden gelmiş bir nesiliz.
Meşrutiyet ihtilâlinden geldik, Cumhuriyet ihtilâline yöneldik. En sonu,
Cumhuriyet ihtilâlinden demokratik rejime geçinceye kadar çok gayret sarf ettik
ve çok zahmet çektik. Çok güç bir devirdi bu. Ama, sabırla muvaffak olduk. Bu
ihtilâl rejimi; eşit haklarla, dürüst yapılan seçimlerle, iktidar değişmesiyle
neticelenebildi ve hiçbir kıyamet kopmadı. Bunun milletimizin tarihine, daima
örnek olabilecek bir misâl olarak, cesaret verici bir misâl olarak geçmesini
istedik. Şimdi, biz tekrar ihtilâl usulünü takibedecek ve ihtilâl yoliyle
iktidara geleceğiz; ne olacak? En büyük derece ile âzami derecede muvaffak
olsak, 1938 de, 1940 da, 1945 te vardığımız vaziyete varacağız. Bu vaziyetten
biz memnun değildik. Bu vaziyet, bu ihtilâl rejimini biz demokratik rejime
çevirmek için çok güçlük çektik. Bizim böyle bir harekette tekrar tevessül
etmemizde mâna yoktur, mantık yoktur.
Şimdi biz ihtilâl rejimimden
gelerek Demokratlık rejim içinde siyasi hayat takip ediyoruz. Etrafımızda olan
ihtilâllerin hiçbiri böyle değildir. Büyük inkılâplar, büyük devrimler için
yapılmış ihtilâllerden sonra normal iktidarlar teessüs edememiş, etmiyor.
Rasgele sokak politikacıları meşru iktidarları altüst etmeye çalışıyorlar. Bu
gibi teşebbüslerin yüzde 80 i hiçbir memlekette muvaffak olamıyor. Halk
iktidarı haksız görmüyorsa 3-5 kişinin toplanması ile Devletin bütün silâhlı,
silâhsız kuvvetlerine karşı hareket ederek ihtilâl vücuda getiremezler. Şimdi,
ihtilâl, iktidarı bir defa eline geçirmiş olanlar tarafından yapılıyor; son
zamanların modası bu. Seçimle iktidara geliyor, Devletin vasıtalarına el
koyuyor; seçimle gitmek ihtimali görüldü mü ben buradan gitmem telâşına
düşüyor. Ne oldu telâşınız ne?...”
İnönü konuşmasını ihtilallerin
hangi durumlarda gerçekleştiğini ve bir anlamda “meşru” hale geldiğini
açıklayarak sürdürmüştür. İnönü’nün iktidara uyarı niteliğinde olan ve daha
sonra çok tartışılacak olan sözleri şunlardır: “Şimdi iktidarda bulunanların,
iktidarı ellerinde bulunduranların milletleri ihtilâle nasıl zorladıkları insan
hakları beyannamesine girmiştir. Eğer bir idare insan haklarını tanımaz, baskı
rejimi kurarsa o memlekette ayaklanma olur. Buna mahal vermemek için idarelerin
demokratik yolda olması, insan haklarının yürürlükte olması şarttır. Bu fikir
Beyannamenin ruhunu teşkil ediyor. Şimdi mevzuubahs olan mesele bu. Demokratik
rejim, insan hakları yürütülüyor mu, yürütülmüyor mu? Bu bir. Eğer insan
hakları yürütülmez, vatandaş hakları zorlanırsa, baskı rejimi kurulursa ihtilâl
behemehal olur. Beni dinleyin... Biz böyle bir ihtilâl içinde bulunmayız, bulunamayız.
Böyle bir ihtilâl dışımızda, bizimle münasebeti olmıyanlar tarafından
yapılacaktır. Biz demokratik rejim dedik, demokratik rejim kurulmuştur. Bu
demokratik rejim istikametinden ayrılıp baskı rejimi haline götürmek tehlikeli
bir şeydir.
Bu yolda devam ederseniz,
ben de sizi kurtaramam.
Şimdi arkadaşlar, şartlar tamam olduğu zaman
milletler için ihtilâl meşru bir haktır. Fakat ihtilâl aslında bir millet
hayatının asla arzu etmiyeceği, çetin ve tehlikeli bir ameliyattır. Birçok
memleketlerde görüyoruz. Çok iyi niyetlerle, vatanperver hislerle ihtilâl
yaparak idare kuranlar, kurdukları idarenin ertesi gününden itibaren, kâbus
içinde yaşarlar. Onlar muvaffak oldukları ihtilâli normal bir demokratik rejime
devredebilmek için imkân bulamazlar. Bulabilenler tarihte nâdir. Biz bulduk
işte. Ama bunu bulamıyan memleket çok zarar görür. İhtilâl niçin yapılır? Eğer
ihtilâl vatandaş için başka çıkar yol yoktur, kanaati zihinlere ve bütün
müesseselere yerleşirse, meşru bir hak olarak kullanılacaktır. Bundan içtinap
kabil değildir. Basiretimiz yerinde ve aklımız başımızda ise normal bir
demokratik rejimin icaplarını hulûs ile takibederek, eşit haklarla dürüst bir
seçimin neticelerini kabul ederek bu rejimi bu yola götürelim…”
İnönü, olağanüstü bir yönetim
kurmaya dair Meclis’ten çıkacak kararı kabul etmeyeceklerini belirterek
konuşmasını şu sözlerle tamamlamıştır: “Meclis Tahkikat Encümeni şeklinde 3
aylık fevkalâde bir idare kuracaksınız. Bu idare muhalefet partisini ve basını
her yerde takibedecek. Şu kusuru var, bu kusuru var, diye her yerde
takibedeceksiniz, şimdiden söylüyorsunuz kusurları. Filân yerde şu beyanatı
yapmışım. Hakkımdır, kanuni saydığım takdirde yaptım, kanuni değilse haksız
isem, verin mahkemeye. Bunun aksi telâkki asla itibara lâyık değildir. Onun
için muhterem arkadaşlarım, bu memleketin seçkin, yetişmiş güzide
insanlarısınız, memleketi fevkalâde bir idareye götürmek istenildiğinin
arifesinde, eşiğindesiniz, hesaplı olarak düşünmenizi isterim. Bir fevkalâde
idare kuracaksınız. Bu idareye verilen salâhiyetler gayrimeşrudur. İtaat
etmiyeceğiz dediğimi söylemek yersizdir. Bir defa çıkmış bir kanuna, kanun
değil karar, çıkmış bir kanuna itaat etmemek vatandaşın elinde değildir. Ama
kabul etmeyiz. Razı olmayız. Ve vatandaşların hepsine bunun haksız olduğunu,
buna mukavemet etmek lâzımgeldiğini söyleriz. Hür vatandaşın hakkıdır bu.
Memurlara itimat etmez, adalete itimat etmez, orduya itimat etmez, kendisi
esasen azlıktadır, bir kadrodur, bu şeyleri yapmak ister, böyle şey olmaz.”
İsmet Paşa kürsüden indikten
sonra CHP mebusları da Meclis Genel Kurul salonunu terk etmişlerdir. İktidar
sıralarından “Nereye, nereye? Kaçmayın, dinleyin” sesleri yükselmiş, Demokrat
Parti Grubu adına konuşmak üzere söz alan Rize milletvekili Osman Kavrakoğlu da
“Bırakın kaçsınlar. Dinliyemezler, tahammül edemezler” demiştir.
Kavrakoğlu, muhalefet liderinin
müzakereler sırasında “inadından, ısrarından bir milimetre inhiraf etmediğini”,
ileri sürülen iddiaları çürütmek adına hiçbir vesika ileri sürmeyip sadece bazı
kavramları muğlak şekilde zikrettiğini belirtmiştir. Kavrakoğlu İsmet Paşa’nın
ihtilale ilişkin sözlerine de şöyle cevap vermiştir: “Kendileri ısrar
ediyorlar, akıllarınca demokrasinin esasını teşkil eden bâzı şartların mutlaka
tahakkuk ettirilmesini istiyorlar, aksi takdirde (İsyan hakkını, ihtilâl
çıkarma hakkını) tabiî bir hak ve netice sayıyorlar ve böyle bir akıbetten
bizleri hattâ kendisinin dahi kurtaramıyacağını ifade ediyorlar. Ne hazin bir
tecellidir bu! Neden ve kime karşı isyan olacak? Bize karşı mı?.. Demokrat
iktidara karşı mı? Yazıklar olsun Paşa!.. Bunu nasıl söylersin!..”
Kavrakoğlu, DP’nin partizanca
davranmadığını, aldıkları oyların “temiz ve helal” olduğunu, demokrasimize bir
eksiklik gelmemesi için çırpındıklarını, senelerce mahrumiyet içinde acı çeken
ve tabii hakları ellerinden alınan bu asil milleti kısa bir sürede muasır
medeniyet düzeyine yükseltmeye çalıştıklarını söylemiştir. Buna karşılık,
Kavrakoğlu’na göre, “İsmet Paşa dar bir görüş ve kısır bir mantıkla memlekette
huzursuzluğun, anarşi ve ihtilâlin müdafaasını yapıyor”.
Kavrakoğlu, İsmet Paşa’nın
konuşmasının Devlete, millete ve demokrasiye karşı “insafsız” bir konuşma
olduğunu şu sözlerle ifade etmiştir: “Meclisimizin tarihi, Devletin mânevi
varlığına, aziz ve sevgili milletimize ve genç Demokrasimize karşı bu derece
merhametsiz ve insafsız bir konuşma kaydetmemiştir.”
Bu sözler üzerine Kocaeli mebusu
Cemal Tüzün “Bir daha, bir daha söyle Kavrakoğlu, asıl biz onu kurtaramayız”
demiştir. Kavrakoğlu bunun üzerine İsmet Paşa’nın günümüzde diktatörlerin
demokratik yollarla iktidara gelip daha sonra da seçimi reddettiklerine dair
sözlerine gönderme yaparak şu cevabı vermiştir: “Biz milletin reyine kaderini
bağlamış hürriyete gönül vermiş insanlarız. Hürriyet ve millî irade mefhumları
benliğimize o derece yerleşmiş hayatımıza o derece temel prensip olarak
girmiştir ki, Allah göstermesin, bunlara arka çevirecek olsak bizi aile
muhitimiz bile kabul etmez. Biz milletin güvenine kavuşmanın bir anlık zevkini
bir ömre bedel sayanlardanız. Bu zevki, kadir bilen vefalı bir milleti
Çankaya'dan (nankörler!) diye itham edenlerin duymasına imkân yoktur. Paşa
ömründe milletin helâl reyleri ile bir saniye bile iktidar sürmemiş bir
talihsizdir. Onun için bizi rey çalıcı zannediyor. Bu hırsızlık ithamını
şiddetle ve nefretle reddederiz. Artık Türkiye'de bundan sonra bu kürsü rey
hırsızlarının yedigaspına tevdi edilmiyecektir. Bakın ne ustaca söylenen
sözler, asıl maksadı ele veriyor: Diyor ki eşit haklar, dürüst seçim, şunlar
bunlar yapılmazsa mutlaka ihtilâl olur. Ne biliyorsun? Sana karşı oldu da mı
biliyorsun. Seni millet kan dökerek ihtilâllemi indirdi. Hayır. Şu halde bu
ihtilâl ve isyan temennileri niye!..”
Kavrakoğlu, seçimleri mutlaka
dürüstçe yapacaklarını, şerefleriyle geldiklerini ve şerefleriyle gideceklerini
ve ancak böyle gidenlerin dönebileceklerini, “lekeli” gidenlerin ise bir daha
milletin güvenine itimadına mazhar olamayacağını belirtti. Bu arada Kavrakoğlu,
devr-i sabık yaratmadıklarını, İsmet Paşa’ya bağlılıkları malum olan kişilerden
hiçbirinin işine son vermediklerini ve hepsine güleryüz gösterdiklerini,
bunların herhangi bir anarşi ortamında Paşa’ya destek olacaklarını tahayyül
etmenin hüsranla sonuçlanacağını, Türk milletinin ekseriyeti arkalarında
oldukça bu hayal perdelerinin bir anda yırtılacağını ifade etmiştir.
Kavrakoğlu, Demokrat Parti’ye ve
liderine memleketin her yerinde büyük bir teveccüh gösterildiğini vurgulayarak
konuşmasını şu şekilde tamamlamıştır: “Siz Demokrat Partinin vatan sathındaki
muazzam teşkilâtını hiç duymadınız mı? Siz bu partinin Meclisteki ekseriyetini
seçen milyonlarca seçmenin bu milletin bizzat kendisini teşkil ettiğini
bilmiyor musunuz?.. Sonra Demokrat Parti Liderine gittiği her yerde Milletçe
gösterilen muhabbetten haberiniz yok mu? Yüz binlerin nasıl fevç fevç coşarak
Menderes’i bağrına bastığını işitmediniz mi? Bu partinin mebuslarının milletçe
nasıl sevildiklerini ve defaatle seçildiklerini görmediniz mi?.. Tarumar olacak
bu parti, perişanlığa sürüklenecek bu seçmenler ve fena gidecek olan bu Lider
midir! Buna nasıl oluyor da gönlünüz razı olabiliyor? Söyleyin bakalım,
dünyanın neresinde iktidarın böyle üstün bir ekseriyete dayandığı bir
Parlâmento vardır. Amerika'da mı, Fransada mı, İngiltere'de mi? İtalya'da veya
Almanya'da mı, nerede? Dünyanın
neresinde ve hangi partinin başında Demokrat Parti lideri gibi sevilen bir Reis
vardır.. Bütün bu hakikatler karşısında siz görülmemiş bir insafsızlıkla
tarumar edilmek tehdidini hem de Demokrasi ve Hürriyet havarisi rolünde
savuracak ve Meclisten çıkıp gideceksiniz.. Gidiniz, gidiniz, kötü
temennilerinizle ebediyen gidiniz! Temennimiz, Büyük Allah’ın bir daha bu
kürsiye avdeti size nasibetmemesinden ibarettir.”
Kavrakoğlu’ndan sonra söz alan
Antalya Milletvekili Adnan Selekler, son günlerde iktidar ve muhalefet
ilişkilerinin buhranlı ve gergin olduğunu, siyasal menfaatlerin değil milli
menfaatlerin esas alınması gereken hassas bir dönemden geçildiğini, büyük halk
kitlelerini huzur istediğini, partiler arası çekişmelerin ve mevki
ihtiraslarının bu memlekete çok pahalıya mal olduğunu ve Yirminci yüzyılın
modern demokratik Türkiye’sini ilkel siyaset oyunlarına kurban etmeye hiç
kimsenin hakkı olmadığını belirtmiştir.
Selekler, sözlerini şöyle
sürdürmüştür: “Demokrat Partinin en büyük kuvvet(i) hâkimiyetini halkoyuna
istinaddettirmiş bulunmasındadır. Demokrat Parti bu en kıymetli Hazineden
ayrılmamak maksadıyla her hareketini gayet hesaplı olarak yapmak ve her
tasarrufunu bu umumi görüşler içinde aramaktadır. Millî Hâkimiyet prensibine
karşı koymayı, bir dikta rejimi kurmayı asla aklına getirmemiş bulunmaktayız.
Bir dikta rejimi nasıl kurulur? Bunun bilinmiyen tarafı yoktur. Demokrat Parti
10 senelik çalışmalarında daima kuvvetliye karşı mazlum halk kütleleriyle
beraber olmuştur. Bir dikta rejimine noktai istinat tenkil eden kuvvetlere,
halk aleyhine Demokrat Partinin verdiği hiçbir tâviz yoktur, arkadaşlar. …
Suçlu olmıyanların böyle bir
tahkikattan telâş etmelerine hiç lüzum yoktur. Ama suçluların yakasına adaletin
kahredici eli yapışacaktır. Bu itibarla yapılacak olan tahkikatın Büyük
Milletin menfaatine neticeler vermesi temennisiyle hepinizi hürmetle
selâmlarım.”
Konuşmalar tamamlandıktan sonra
15 kişilik Komisyon için oylamaya geçilmiştir.
Aşağıdaki milletvekilleri oluşturulan Tahkikat Komisyonuna
üye seçilmişlerdir.
Tahkikat Komisyonu Üyeleri: Osman Kavuncu (Kayseri), Bahadır Dülger
(Gazianteb), Nüzhet Ulusoy (Samsun), Said Bilgiç (İsparta9, A. Hamdi Sancar (Denizli),
Vacid Asena (Balıkesir), Kemal Biberoğlu (Çorum), Kemal Özer (Kütahya), Hilmi
Dura (Kastamonu), Ekrem Anıt (Samsun), Nusret Kirişçioğlu (Sakarya), Turan
Bahadır (Denizli), Selâmi Dinçer (Sakarya), Himmet Ölçmen (Konya), Necmeddin
Önder (Nevşehir)
TAHKİKAT
KOMİSYONLARININ GÖREV VE YETKİLERİ HAKKINDA KANUN
Çorum Mebusu Hüseyin Ortakçıoğlu
ve üç arkadaşının kanun teklifi şu şekildeydi: “Türkiye Büyük Millet Meclisi
Dahilî Nizamnamesinde yazılı Tahkikat encümenlerinin vazife ve salâhiyetleri
hakkında kanun teklifi:
Vazife ve Salâhiyet (Görev ve Yetkiler)
MADDE 1. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri ve
naib olarak vazifelendirecekleri tâli encümenler; Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanunu, Askerî Muhakeme Usulü Kanunu, Basın Kanunu ile diğer kanunlarda C.
Müddeiumumisine, sorgu hâkimine, sulh hâkimine ve askerî adlî âmirlere tanınmış
olan bilcümle hak ve salâhiyetleri haizdir.
MADDE 2. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri,
tahkikatın selâmetle cereyanını temin maksadiyle:
I - a) Her türlü neşriyatın yasak
edilmesine ve neşir yasağına riayet edilmemesi halinde mevkute veya
gayrimevkutenin tabı veya tevziinin men’ine,
b) Mevkute veya gayrimevkutenin
toplatılmasına, mevkutenin neşriyatının tatiline veya matbaanın kapatılmasına,
c) Tahkikat için lüzumlu görülen veya
sübut vasıtalarından olan her türlü evrak, vesika veya eşyanın zaptına ve
Hükümetin bütün vasıtalarından istifade etmeye,
d) Siyasi mahiyet arz eden
toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyetler hakkında tedbir ve karar
ittihazına,
II - Tahkikatın devamı müddetince
âmmenin huzur ve sükûnun bozulmaması için lüzumlu her türlü tedbir ve kararları
almaya, dahi salahiyetlidir.
Ceza Hükümleri
MADDE 3. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerince
ittihaz olunan tedbir ve kararlara her ne suretle olursa olsun muhalefet
edenler bir seneden üç seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.
MADDE 4. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerince
ittihaz olunan tedbir ve kararların icra ve infazında ihmal veya suiistimali
görülen vazifeliler, ihmal halinde altı aydan iki seneye, suiistimal halinde
bir seneden üç seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
MADDE 5. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerinin
yaptığı tahkikat gizlidir. Bu gizliliğe riayet etmiyenler veya malûmatlarına
müracaat suretiyle yahut sair suretlerle muttali oldukları tahkikatla ilgili
hususları veya hâdiseleri ifşa edenler altı aydan bir seneye kadar hapis cezası
ile cezalandırılırlar.
MADDE 6. — Türk Ceza Kanununda yazılı yalan şahitliği ve yalan yere
yemin faslındaki suçları işliyenler hakkında mahsus maddelerinde zikredilen
cezalar iki kat olarak hükmolunur. Usul Hükümleri
MADDE 7. — Bu kanun hükümlerine muhalefet Meşhut suçların muhakeme
usulüne dair olan Kanunun birinci maddesinin (A) bendinde yazılı mahal dışında
vukubulsa dahi failleri hakkında mezkûr 3005 sayılı Kanun hükümlerine göre
tahkikat ve takibat icra olunur. C. Müddeiumumileri 3005 sayılı Meşhut suçların
muhakeme usulüne dair Kanunun 3 ncü maddesinin 4 ncü fıkrasında yazılı müddetle
bağlı olmaksızın vazifeli mahkemede âmme dâvası ikame eder.
MADDE 8. — Bu kanunun tatbikatında Hâkimler Kanunu ile Memurin
Muhakematı Kanunu hükümleri uygulanmaz. Ancak salâhiyet hakkındaki hükümler
mahfuzdur.
MADDE 9. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenlerince
ittihaz olunan karar veya tedbirler katî olup aleyhine itiraz olunamaz.
MADDE 10. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri
tarafından yapılmış olan tahkikat ilk tahkikat mahiyetindedir.
MADDE 11. — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat encümenleri
tahkikatın ikmalinde nihai bir mazbata tanzim ve dosya ile birlikte Heyeti
Umumiyeye tevdi eder.
MADDE 12. — Bu kanun neşri tarihinde meridir.
MADDE 13. — Bu kanunun hükümlerini icraya İcra Vekilleri Heyeti
memurdur.”
Kanun teklifinin gerekçesinde mevcut Meclis İçtüzüğünün 16.
babında düzenlenen Tahkikat Komisyonlarının Meclis dışındaki faaliyetleri
bakımından açık hükümler bulunmadığı ve İçtüzüğün hazırlanmasında
mevzuatlarından yararlanılan Fransa, Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin
tahkikat komisyonlarının yetkilerini müstakil kanunlarla düzenleme yoluna
gittikleri vurgulanmıştır.
Belge niteliği taşıdığı için bu gerekçeyi aynen aktarmakta fayda
vardır.
ESBABI MUCİBE: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahilî Nizamnamesinin
16’ncı babında yazılı Tahkikat encümenlerinin, şekli tatbîka mütedair hükümler
dışında salâhiyetlerine dair mezkûr Nizamnamede tahdidedici kayıtlar
bulunmamakla beraber, bu encümenlerin Meclis dışındaki faaliyetleri bakımından
her türlü münakaşayı önleyici sarih kanuni hükümler de mevcut değildir. Dahilî
Nizamname Meclis içi meselelere ait tatbik şekillerini tedvin ile iktifa
eylemiş ve fakat salâhiyetler daha ziyade fiilî ve teamüli bir tarzda
ihtiyaçlara göre ele alınmıştır. Dahilî Nizamnamenin tedvininde,
mevzuatlarından istifade edilmiş olan Fransa, Belçika ve Holânda gibi
memleketlerde, Meclis tahkikatı (Anket Parlamenter) vazife ve salâhiyetleri
önceleri Meclis tarafından verilen tahkikat kararlarında gösterilmekte iken
bilâhara, Tahkikat encümenlerinin vazife ve salâhiyetlerinin hususi kanunlarla
belirtilmesi yoluna gidilmiştir.
Bu cümleden olarak Fransa’da
tahkikat encümenlerinin vazife ve salâhiyetlerini tesbit ve tanzim eden 23 Mart
1914 tarihli Kanun ihtiyaç ve zaruretlere göre bugüne kadar muhtelif tadillere
tâbi tutulmuş, Belçika’da da 3 Mayıs 1880 tarihli bir Kanunla bahis mevzuu
encümenlerin vazife ve salâhiyetleri tesbit edilmiş bulunmaktadır.
Memleketimizde Türkiye Büyük Millet Meclisi Dahilî Nizamnamesine tevfikan
teşkil olunan Tahkikat encümenlerinin vazife ve salâhiyetlerini tesbit ve bu
encümenlerce, ihtiyati tedbir mahiyetinde olan tasarruflarla ittihaz olunacak
sair kararlara muhalefet halinde ne gibi müeyyidelerin tatbiki lâzımgeldiği
hususlarını tanzim eyliyen hükümler mevcut değildir.
Bu itibarla Tahkikat
encümenlerinin vazife ve salâhiyetlerini tâyin etmek üzere işbu teklifin
tanzimine zaruret hâsıl olmuştur. Teklifin 1 ve 2 nci maddeleri T. B. M. M.
Dahilî Nizamnamesi hükümlerine göre kurulacak olan encümenlerin bu Nizamnamede
mevcut salâhiyetlerine ait hükümleri de nazarda tutularak vuzuhu sağlama
bakımımdan teyiden ve tekraren vazife ve salâhiyetlerini irade eylemekte, 3, 4,
5 ve 6 ncı maddeleri Tahkikat encümenlerince müttehaz tedbir ve kararlara
muhalefet bu tedbir ve kararların infaz ve icrasında ihmal ve suiistimali
görülen vazifeliler hakkında uygulanacak müeyyidelerle tahkikatın gizliliğine
ve tahkikatla ilgili hususları veya hâdiseleri ifşa eyliyenlere ve T. C.
Kanununun yalan şahadet faslındaki suçu işliyenlere tertibolunacak cezalara ait
müeyyideleri ihtiva eylemektedir.
Teklifin mütaakıp maddeleri usuli
hükümleri vaz'etmekte ve bu kanuna muhalefet halinde 3005 sayılı Meşhut
suçların usulü muhakemesi hakkındaki Kanunun mahal ve müddetle mukayyet
olmaksızın tatbikini ve vazifeleri hakkında Memurin Muhakematı Kanunu ile
Hâkimler Kanununun hususi tahkik, muamele ve usullerinin cari olmıyacağını ve
sadece salâhiyet ve muhakeme mercilerine ait hükümlerin mahfuz tutulduğunu
göstermektedir. 7 nci maddedeki vazifeli mahkemeden maksat, kanunu
mahsuslarında gösterilen mahkemelerdir. 9 uncu maddede Tahkikat encümenlerince
müttehaz karar ve tedbirler aleyhine hiçbir mercie itiraz olunamıyacağı
kaydedilmekte, 10’uncu maddede Tahkikat Encümeni tarafından yapılan tahkikatın
ilk tahkikat mahiyetinde olduğu zikredilmekle ilk tahkikatın hazırlık
tahkikatının devamı mahiyetinde ve hazırlık tahkikatını da kapsadığı cihetle
ilk tahkikat tâbiri kullanılmış bulunmaktadır.”
Çorum mebusu Ortakçıoğlu ve üç
arkadaşının verdiği Teşkilatı Esasiye, Milli Müdafaa ve Adliye encümenlerinden
üçer üye alınmak suretiyle Muvakkat Encümen oluşturulmasına ve teklifin bu
encümende görüşülmesine dair önergesi TBMM’nin 25 Nisan 1960 tarihli oturumunda
oylanarak kabul edilmiştir.
Kanun teklifinin görüşüldüğü Muvakkat
Encümende tartışmalar çıkmış, muhalefete ait milletvekilleri müzakereyi
terketmişlerdir. Muvakkat Encümen teklifi bazı değişikliklerle kabul ederek
“müstaceliyetle görüşülmesi temennisiyle” Meclis Genel Kurulunun tasviplerine
sunmuştur. Muvakkat Encümenin 26 Nisan 1960 tarihli, 2/444 Esas ve 2 Karar nolu
mazbatasında şu hususlar vurgulanmıştır:
• Tahkikat Encümenlerinin hak ve
yetkileri ne Anayasada ne de Meclis İçtüzüğünde belirtilmiş değildir. Bu
ihtiyaç uygulamada örfi ve teamüli olarak Meclis kararlarıyla karşılanmış
olmakla birlikte bu konuda uyum sağlanamamış ve bu boşluk varlığını devam
ettirmiştir. Dolayısıyla, Anayasanın 26. maddesine dayanılarak hazırlanan
mevcut teklif bu boşluğu doldurmaya yöneliktir.
• Teklifin başlığı “vuzuhu temin
maksadiyle” şu şekilde değiştirilmiştir:
“Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat
encümenlerinin vazife ve salâhiyetleri hakkında Kanun.” Teklifin 2.
maddesi hariç tüm maddeleri Encümence aynen kabul edilmiştir. Verilen bir
önergenin kabul edilmesi üzerine de 2. maddenin metni şu şekilde formüle
edilmiştir:
“MADDE 2. — Türkiye Büyük Millet
Meclisi Tahkikat Encümeni:
a) Tahkikatın selâmetle
cereyanını temin maksadiyle her türlü neşriyatın yasak edilmesine,
b) Neşir yasağına riayet
edilmemesi halinde mevkute veya gayrim mevkutenin tabı veya tevziinin men’ine,
c) Mevkute veya gayrimevkutenin
toplatılmasına, mevkutenin neşriyatının tatiline veya matbaanın kapatılmasına,
d) Tahkikat için lüzumlu görülen
veya sübut vasıtalarından olan her türlü evrak, vesika veya eşyanın zaptına,
e) Siyasi mahiyet arz eden
toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyetler hakkında tedbir ve karar
almaya,
f) Tahkikatın selâmetle intacı
için lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları ittihaz etmeye ve Hükümetin
bütün vasıtalarından istifade eylemeye, 2.maddenin Meclis Genel Kurulunda
görüşülmesi sırasında “encümen” kelimesi “encümenleri” şeklinde düzeltilerek
madde kabul edilmiştir.
Meclis 27 Nisan 1960 tarihli
oturumunda teklifi yoğun tartışmalar sonunda kabul etmiştir. Meclis tarihi günlerinden
birini yaşamış, tartışmalar ve gürültüler nedeniyle oturuma tam dört kez ara
verilmiş, Malatya Milletvekili İsmet İnönü’ye teklifin geneli hakkında yaptığı
konuşmadan dolayı İçtüzük uyarınca 12 oturum Meclisten uzaklaştırma cezası
uygulanmış, aynı şekilde Meclis başkanının uyarılarına rağmen sıra kapaklarına
vurarak gürültüye sebep olan oniki milletvekiline’de muvakkaten Meclisten
çıkarma cezası verilmiştir. Kanun teklifi dördüncü celsede CHP’li
milletvekillerinin bulunmadığı bir ortamda kabul edilmiştir. Meclis genel
kurulunda teklifle ilgili tartışmalar, Muvakkat Encümen Reisi Rize Mebusu Osman
Kavrakoğlu’nun teklifin öneminden dolayı bir an önce kanunlaşabilmesi için
gündeme alınarak öncelikli görüşülmesine dair bir önerge vermesiyle başlamıştır.
Önergenin aleyhinde konuşmak
üzere söz alan Malatya Milletvekili Nüvit Yetkin, İçtüzüğün 101. maddesi
gereğince encümende kabul edilen bir kanun teklifinin basılıp dağıtıldıktan
sonra en az 48 saat geçmedikçe görüşülemeyeceğini, esasen teklif sahiplerinin
aciliyetle görüşülme taleplerinin de olmadığını, dolayısıyla müstaceliyet için
bir nedenin bulunmadığını, teklifin gerekçesinde de böyle bir neden
sunulmadığını, dahası teklifin gerekçeden bile yoksun olduğunu, beş gün evvel
hazırlanan bir teklifin “ekspres süratiyle” komisyondan çıkarıldığını ve
dağıtıldıktan birkaç saat sonra Meclis gündemine getirildiğini, böyle bir şeyi
Yüksek Heyetin kabul edeceğine ihtimal vermediğini dile getirmiştir.
Yetkin’e göre, “rejime tasaddi”
niteliğinde olan bu kanun teklifi “baştanbaşa Anayasanın ihlâlini, iflâsını
tazammun etmesi nedeniyle” Meclis Riyaseti tarafından kendilerine üçer oturum
için Meclisten çıkarılma cezası verilen milletvekilleri, Suphi Baykam (Adana),
Yaşar Alhas (Urfa) ve Nihat Sargınalp (Gümüşhane) dir. Altışar oturum ceza
verilen milletvekilleri ise şunlardır: Nurettin Akyurt (Malatya), Reşit Önder
(Tokat), Mehmet Delikaya (Malatya), Osman Eroğlu (Burdur), Ahmet Üstün
(Burdur), Hasan Tez (Ankara), Ali Rıza Akbıyıkoğlu (Uşak), Adil Sağıroğlu
(Erzincan), Tevfik Ünsalan (Malatya).
Bu sözlerin ardından oturumu yöneten Reisvekili Agâh Erozan
kanun teklif ve layihaların müzakeresi için öngörülen en az 48 saatlik sürenin
İçtüzükte belirtilen “hilafına Heyeti Umumiye karar almadıkça” ifadesiyle
kayıtlı olduğunu, bu nedenle önergenin oya sunulacağını, kabulü halinde 48
saatlik müddetin beklenmeden görüşülebileceğini ifade etmiştir. Yapılan
oylamada teklifin gündeme alınması 133’e karşı 216 oyla kabul edilmiş ve
teklifin geneli üzerinde görüşmelere geçilmiştir.
İlk sözü alan Sivas Mebusu Turhan
Feyzioğlu, TBMM’nin tarihi günlerinden birini yaşadığını, en karanlık günlerde
düşmanı yere seren, devrimleri gerçekleştiren, Batılı anlamda gerçek
demokrasiyi yerleştirmek için hamleler yapan Meclisin kendi yaptığı Anayasaya
aykırı olan bu teklifle siyasi hayatımızın “15 yıl, 30 yıl, hattâ bazı
bakımlardan 100 yıl” geriye götürülmek istendiğini, bu milletin 14 yıldan beri
fedakarlıklar içerisinde çok partili bir rejimi yaşattıklarını, kurulmak
istenecek bir baskı rejiminin kalıcı olamayacağını ifade etmiştir. Feyzioğlu
demokratik rejimin dönüm noktasında olduğunu şu sözlerle vurgulamıştır: “Şu
anda Türkiye’de demokratik rejim bir tarihî dönüm noktasına gelmiştir. Köyde ve
kentte her siyasi teşekküle mensup ve bağımsız milyonlarca vatansever,
milyonlarca hürriyet sever vatandaş gözlerini Büyük Millet Meclisine dikmiş,
ümitlerini ona bağlamıştır. Hattâ şu anda, muhterem arkadaşlar, bütün medeniyet
âlemi gözlerini 1950 senesinde serbest, eşit ve dürüst bir seçimle iktidar değiştirmeyi
başarmış, dünyanın hayranlığını kazanmış olan bu büyük milletin şerefli
mümessillerine dikmiş, 10 yıldan beri gitgide gelişeceği yerde zaman zaman
geriye gitmiş olan demokratik rejimin, şu son darbelerle, ne hale geleceğini
ilgiyle takibediyorlar.”
Feyzioğlu, bütünüyle Anayasaya
aykırı olan bu teklifin adlî kanunlarımızdan bir kısmının iptali anlamına
geleceğini ve kabulü durumunda yasama, yürütme ve yargı organları arasındaki
ilişkilerde tam bir kargaşa yaratacağını belirtmiştir.
Feyzioğlu’na göre, teklifi
getirenler Meclisi ve onun içinden çıkan tahkik encümenlerini “Kadiri mutlak”
olarak gördükleri büyük bir yanılgı içindedirler. Oysa demokrasilerde esas olan
“organların birbirini frenlemesi, heyetlerin ve salâhiyetlerin birbirini
frenlemesi ve hiçbir şahsın veya zümrenin kadiri mutlak haline
getirilmemesidir.”
Feyzioğlu, esasen mevcut
Anayasanın da böyle bir sistem getirdiğini, Meclisin her ne kadar yasama ve
yürütme yetkilerini elinde bulundursa da (5. madde), yürütme işini bizzat
yapamayacağı ve bu kudreti kendi içinden çıkan İcra Vekilleri Heyeti
vasıtasıyla kullanabileceğini (7. madde), yargı gücünün ise Meclis adına değil
Türk Milleti adına vazife gören bağımsız mahkemelere ait olduğunu belirtmiştir.
Feyzioğlu’na göre, “Meclis, nazari bakımdan bir kuru mülkiyet şeklinde dahi,
kaza hakkına sahip değildir”.
Anayasanın benimsediği Kuvvetler
birliği ilkesi, gerçekte yürütme ve yargı erklerinin Mecliste toplanmasından
ibarettir. Anayasa yasama ve yürütme erklerinin müdahale edemeyeceği müstakil
bir yargı gücü oluşturmuştur. Buna göre, Anayasanın Meclise dahi tanımadığı bir
yetkinin, “Meclis gruplarından birinin içinden seçilen on beş kişilik bir
siyasi heyete verilmesi asla mutasavver değildir; bu hareket Anayasanın
iptalidir, ilgasıdır.”
Feyzioğlu, mevcut Meclis İçtüzüğünün tahkikat encümenlerine
yargısal yetki vermekle birlikte bunun milletvekilleri ile sınırlı olduğunu, bu
encümenlerin normal vatandaşları yargılayamayacağını ve aksi takdirde bunun
tabii hâkim güvencesine aykırı olacağını vurgulamıştır. Tahkikat encümenlerine
verilen yetkilerin Örfi İdare ilan edilen durumda bile geçerli olmadığını
belirten Feyzioğlu, teklife yönelik eleştirilerini şu şekilde sürdürmüştür:
“Hulâsa, örfi idarede hem yetkiyi siyaset dışı bir komutana, siyaset dışı bir müstakil
askerî mahkemeye veriyoruz, hem de kararların Temyizi var, itirazı var.
Getirilen teklif ise tahkikat yetkisini de, basını susturma, partileri
faaliyetten alıkoyma yetkisini de siyasi bir heyete veriyor. Muhalif parti,
muhalif basın, muhalif gazeteci hakkındaki kararı, onun siyasi rakibine
aldıracaksınız, bu kararı türlü itirazın dışında ve üstünde tutacaksınız, ondan
sonra, hukuk rejimi ve Anayasa dâhilinde kaldığınızı iddia edeceksiniz. Kimse
buna inanmaz! Teklifi yapan arkadaşlar da dâhil, buna inanan arkadaşın
bulunacağına ihtimal vermiyorum.
Teklife mehaz olarak alındığı
söylenen Fransa’daki kanunla mevcut teklif arasında hiçbir münasebet olmadığını
belirten Feyzioğlu, birincisine göre encümene davet edilen şahidin mâzeretini
ispat edememesi durumunda hafif bir para cezasına çarptırıldığını, oysa mevcut
teklifte öngörülen cezaların “açıktan açığa bir tedhiş rejimi, bir terör
rejimi, bir baskı rejimi ihdas etmeye mâtuf” olduğunu ileri sürmüştür.
Feyzioğlu, şahit celbi konusunda mevcut celbin Fransa’dakinden çok geniş
yetkiler getirdiğini, encümenin kararlarına uymayanlara bir yıldan üç yıla
kadar hapis öngördüğünü, Fransa’da encümenin gazete, matbaa kapatma, siyasi
faaliyeti tatil yetkilerinin bulunmadığını ifade etmiştir.
Feyzioğlu bilhassa teklifin
matbaa kapatmaya yönelik hükümlerini ağır bir dille eleştirmiş ve şunları
söylemiştir: “[B]u encümenlere öyle yetkiler veriliyor ki, bunlar normal
mahkemelerin dahi elinde yok. Matbaa kapatmak, yüzlerce insanın rızkı ile
oynamak salâhiyeti veriliyor. Gece evinde uyuyan matbaacı, o matbaada çalışan
yüzlerce fikir ve beden işçileri, gazetede çıkacak olan ve kendilerinin
haberdar dahi olmadıkları yazılardan dolayı sabahleyin matbaanın kapandığını ve
rızklarının kesildiğini görecekler. Bu baskı, fikirleri ve kanaatleri susturmak
içindir; matbuatı, matbaa sahipleri vasıtasiyle de sansür ettirmek maksadını,
fikrî ve doğru haberi boğmak maksadını güdüyor. Matbaa kapatmak yolu, yüzlerce
sene evvel Batı memleketlerinde terk edilmiş bir usuldür. Matbaa kapatmak oralarda
artık hukuk kitaplarından, kanunlardan çıkmış bir cezadır. Matbaa kapatmak gibi
asırlar öncesini hatırlatan bir usulü bugünkü Cumhuriyet kanunlarının içine
ithal etmek teşebbüsündeki vahamete dikkatinizi çekerim arkadaşlar. En ağır
basın rejiminin hüküm sürdüğü zamanlarda dahi bu memlekette matbaa kapatmak
merdut sayılmıştır. Bu memlekette matbaaların kapatıldığını görmek için
saltanat devrine gitmek lâzımdır. Bu bakımdan, bu teklif, bir bakıma memleketi
14 sene evveline, ama bâzı bakımlardan da 50 –[100 sene evveline götürmek
istidadındadır.”
Feyzioğlu, bu kanunun “görünüşte
umumi bir kanun yapıyoruz kisvesi altında” gerçekte muhalefete karşı tedbirleri
düşünen ve Cumhuriyet Halk Partisinin faaliyetlerinin araştırılmasını
hedefleyen bir kanun olduğunu, aslında teklifin başlığının “C. Halk Partisinin
ve basının faaliyetlerin Tahkik Encümeni için Kanun” olması gerektiğini, bunun
çok daha samimi ve gerçek maksada daha uygun olacağını belirtmiştir.
Feyzioğlu’na göre, dikta
rejimleri anayasaları ve kanunları açıkça ilga ederek kurulmaz, bunlar kağıt
üzerinde bırakılırlar. Teklifi destekleyenler Meclisi demokrasiden
uzaklaştırmaya, geriye, tek parti yıllarının uygulamalarına götürmeye
çalışmaktadırlar. Yapılanın gerçekte bir “rejim darbesi” olduğunu ileri süren
Feyzioğlu’na göre, “iki büyük partili bir siyasi rejim içinde, partilerden
birisini tam bir baskı altında tutacak şiddet tedbirleri alındığı zaman,
Anayasanın maddeleri nazari olarak yürürlükte kalsa bile, demokratik rejime
paydos denmiş olur.”
Feyzioğlu, iktidar partisi
milletvekillerine “Rüzgâr eken fırtına biçer” atasözünü hatırlatarak sözlerini
tamamlamış ve oyların nasıl tecelli ettiğinin “Türk milleti tarafından, bugün
ve yarın bilinebilmesi için teklifin açık oya konmasını” isteyen bir takrir sunmuştur.
Turhan Feyzioğlu’na cevap vermek üzere teklif sahiplerinden
Çorum Milletvekili Hüseyin Ortakçıoğlu kürsüye gelerek, teklifin hazırlandığı
andan itibaren CHP’nin “muazzam bir telâş” içerisine girdiğini, adeta
“karanlıklara sakladıkları bir hususun üzerine projektör tutmuşuz da ayıpları
meydana çıkacak mış gibi bir telâş içersinde” olduklarını ileri sürmüştür.
Ortakçıoğlu’na göre, teklifin Anayasa’nın 83. maddesinde ifadesini bulan
vatandaşın kanunen belirlenmiş yetkili mahkemeler dışında yargılanamayacağına
dair Anayasa hükmüne aykırılığı sözkonusu değildir. Zira, bu komisyon herhangi
bir mahkeme gibi yetkilendirilmiş bir heyet olmayıp ceza verme yetkisine sahip
değildir. Komisyon sadece “tahkikatın selameti için tedbir almak salâhiyetini
haizdir.”
Ortakçıoğlu, Komisyonun
Anayasanın 8. maddesinde yazılı olan “Türk milleti adına kaza hakkını kullanma”
yetkisine asla sahip olmayacağını, Komisyonun tedbir kararlarına uymama suçunun
yetkili mahkemelerde görüleceğini özellikle vurgulamıştır.
Ortakçıoğlu, teklifin
kanunlaşmasıyla birlikte gazetelerin kapatılacağı, dolayısıyla basın
özgürlüğünün ihlal edileceği yönündeki eleştirilere de şu sözlerle cevap
vermiştir: “«Gazete kapatıyorsunuz» deniyor. Gazete kapatmak mevzuubahis değil,
neşriyatı menediyoruz, tedbir olarak men’ediyoruz. Sebebi, sen şu yasak
kararına riayet etmedin! Buna rağmen matbaa broşür, risale gibi şeyler basarak
neşriyata devam ederse o zaman kapatılacak. Biz inatçı değiliz, hiçbir iddiamız
da yok, sadece suiniyet sahiplerini cezalandırmak istiyoruz. Matbuat Kanununda
tedbirlerin esası hüküm olarak kanunla tahkim edilmiş bulunmaktadır. Şu
Tahkikat Komisyonuna havale ettiğimiz işlerin ehemmiyetini göz önünde tutarak
bu kanun içinde derpiş etmiş bulunuyoruz. Bundan ötesi yok.”
CHP Meclis Grubu adına konuşan
Malatya Milletvekili İsmet İnönü, Meclis’te kendi aleyhlerine açılan
tahkikatları yapacak komisyonların yetkilendirildiğini, iktidar partisinin
“C.H.P. ve bir kısım matbuat”la ilgili olarak aldıkları tedbirleri “evvelâ bir
teşekkül olarak, sonra da onun müeyyideleri olarak ikmal” ettiklerini
vurgulayarak sözlerine başlamıştır. İnönü iktidarın seçimle gitmemeyi
düşündüğünü şu sözlerle ileri sürmüştür: “Şimdi bir iktidar için, Anayasa
içinde dürüst bir iktidar olmanın mihenk taşı vatandaşa karşı partizan olmaması
ve dürüst bir seçim yapmayı kabul etmesidir. Dürüst bir seçim yapmayı kabul
etmemiş, o kadar da değil, dürüst bir seçim yapmamayı seçimi kazanmak için esas
ittihaz etmiş olan bir iktidar seçimle asla gitmek temayülünde değildir. Bir iktidar
bir defa seçimle gitmemeyi esas olarak kabul ettikten sonra artık onun alacağı
tedbirler birbirinden gayrimeşru ve birbirinden batırıcı ve yıpratıcı olur.”
İnönü, iktidara yönelik
eleştirisinin dozunu artırarak konuşmasına devam etmiş, bu düzenlemenin iktidar
partisinin şartları kendi lehine hazırlayarak seçime gitmek ve seçimden % 96,6
çoğunlukla çıkmak için yapıldığını belirtmiştir. İsmet İnönü tartışma yaratan
konuşmasını şu şekilde sürdürmüştür:
“İSMET İNÖNÜ (Devamla) — Muhterem
arkadaşlar, Demokrat Parti iktidarının seçime karşı aldığı vaziyet vatandaş
nazarında iki ihtimali canlandırmıştır: Birincisi; bu iktidar hiçbir zaman
seçim yapmıyacaktır. Ben bu fikre iştirak etmiyorum. Bu iktidar 3 aylık bir
seçim hazırlığı yapıp şartları kendisine hazırladıktan sonra seçimi yapacaktır.
Üç ay kâfi gelmezse bu üç ayı artıracaktır. Kendi kanaatince seçim şartları
kendisi için olgun hale gelecek, ondan sonra seçimi ekseriyetle seçimi kazanmış
olduğunu bütün dünyaya ilân edecektir. Şimdi arkadaşlar, bu tarzda seçim
marifetlerini yapan idareler vardır.
REİS — Müsaade buyurun, vazifeme
müdahale etmeyin, Riyaset vazifesini bilir.
İSMET İNÖNÜ (Devamla) — Bunlar, %
96,6 çoğunluğu alırlar, ama bunların selimlerine ne o memleket içinde, ne de
dünyada, hiç kimse itibar etmez. Fakat ben size haber vereyim ki, vatandaş o
kadar dolgundur ki, bu 3 ay, 6 ay, bir sene sizin arzu ettiğiniz seçim havasını
hazırlıyamıyacaktır. Sözün kısası arkadaşlar, bu tedbirlerle Anayasaya bir
darbe vurulmaktadır. Anayasa dışı, gayrimeşru bir baskı idaresi kurulmaktadır.
Bizden başka dünyanın herhangi
bir memleketinde okuma yazması olan bir adama «Türkiye'de Demokrat iktidar
rakibi hakkında ithamname ile böyle bir tahkikat açtı ne dersiniz?» deyiniz
alacağınız cevaba razıyım. Alacağınız cevap yalnız sizin için değil endişe
ederim ki, memleketimiz için hicap verici olacaktır.”
İnönü’nün konuşmasının “memuru,
emniyeti, zabıtayı politikaya âlet eder mahiyetteki beyanlar” içerdiğinin ileri
sürülmesi üzerine oturum başkanı bu sözlerin tutanaklardan çıkarılmasını oya
sunmuş, ancak bu öneri kabul edilmemiştir. Tekrar söz alan İnönü’nün “bir baskı
rejimi kurulduğu zaman bunu kuranlar…” sözleri üzerine yeniden gürültüler
başlamış, iktidar partisi milletvekilleri “zabıt okunsun” sesleriyle masalara
vurmuşlar ve sonunda zabıtlar tetkik edilmek üzere oturuma on beş dakika ara
verilmiştir. İkinci celse açıldığında oturumu yöneten Meclis Başkanvekili
İbrahim Kirazoğlu, zabıtların incelendiğini ve İsmet İnönü’nün beyanlarının
Meclis İçtüzüğünün 188. maddesinin 3. fıkrası uyarınca kendisinin Meclisten
çıkarılmasını gerektirdiğini söylemiştir. İnönü’nün on iki oturum Meclis’ten
çıkarılması oylanarak kabul edilince İnönü salondan çıkmıştır. Şiddetli
gürültüler arasında bu kez İnönü’nün beyanlarının zabıttan çıkarılması oylanmış
ve kabul edilmiştir. Şiddetli gürültülerin devam etmesi üzerine oturuma on
dakika ara verilmiştir.
Üçüncü celse açıldığında Adliye
Vekili Celâl Yardımcı’ya söz verilmiş ancak şiddetli protestolar ve gürültüler
nedeniyle görüşmeler bir türlü başlayamamıştır. Bu kez Suphi Baykam, Yaşar
Alhas, Nihat Sargınalp’ın ihtarlara rağmen sükûneti ihlal ettikleri
gerekçesiyle üç oturum Meclisten çıkarılmaları oya sunuldu ve kabul edildi.
Gürültülerin kesilmemesi üzerine çıkarma cezaları devam etti. Nurettin Akyurt
ve Reşit Önder, Mehmet Delikaya, Osman Eroğlu, Ahmet Üstün, Hasan Tez, Ali Rıza
Akbıyıkoğlu, Adil Sağıroğlu ve Tevfik Ünsalan’ın 6 oturum Meclisten
çıkarılmalarına karar verilmiştir. Haklarında çıkarma cezası verilen bu
milletvekillerinin dışarı çıkmaması nedeniyle celseye beş dakika ara
verilmiştir.
Dördüncü celsenin başında Ankara
Milletvekili Avni Doğan dinleyicilerin tahliye edildiğini, dolayısıyla
görüşmelerin “gizli celse” mahiyetinde olduğunu, bunun için de karar alınması
gerektiğini belirtmiştir. Ancak, oturum başkanı dinleyicilerin olmamasının
müzakereye engel teşkil etmediğini, üstelik kapıların açık olması nedeniyle
dinleyicilerin isterlerse gelebileceğini söyleyerek bu itirazı kabule şayan
bulmamıştır.
Rize Milletvekili Osman Kavrakoğlu
son sözü alarak, muhalefet partisine mensup milletvekillerinin Meclisi
çalışamaz hale getirme gayreti içinde olduklarını ve “Meclisten ihracolunan
şeflerinin arkasından, sanki bir elektrik şebekesine bağlı robotlar gibi
mütemadiyen sıraları yumruklamakta ve tepinmekte” olduklarını ifade etmiştir.
Kavrakoğlu’nun “İstediğiniz kadar
gürültü yapınız, bir gün Büyük Milletimiz sizleri de, şefinizi de kendisinin
vekâletine lâyık olmadığınızı görerek Meclisten ebediyen çıkarmasını
bilecektir” şeklindeki sözleri sağdan protestolar, soldan ise alkışlarla
karşılanmıştır. Kavrakoğlu, müzakere edilen kanun teklifinin Anayasaya aykırı
olduğu yönündeki eleştirileri de şu sözlerle reddetmiştir: “Bu iddiaları ciddî
bir mesnede dayanmıyor.
Şimdi de seyirci arıyorlar, vaz’ı
sahne ettikleri şu komedi için seyirci arıyorlar. Kendilerini sahne artisti mi
sandılar? Hayır beyler, siz seyirciler için rol almadınız, burada vazifeniz
memleket meselelerinin müzakeresine katılmaktır, lider paşanın piyeslerini
oynamak değil. Muhterem arkadaşlarım, milletin yegâne ve hakikî mümessili
sıfatıyla hakkı hâkimiyeti bizzat istimal eden TBMM’in mukarreratını gayrimeşru
olarak vasıflandırmak için insaf ve iz’an ölçülerini tamamen terk etmiş
görünenlerin Anayasadan ve ona muhalefetten bahsetmeye hakları yoktur. Kaldı
ki, bizim mevzuatımızda Anayasaya aykırılık iddiasının tahkik mercii yoktur, bu
hak Meclisi Âlinindir. Büyük Meclis bir kanunu müzakere ve kabul ederse onun
Anayasaya aykırılığı iddiası bahis konusu edilemez.
Meclisimiz Anayasanın yapıcısı
sıfatiyle, bir teklifi müzakere ederken evvelâ onun Anayasa müvacehesinde
durumunu da gözden geçirir. Nitekim, encümenimiz bu hususu görüşmüş ve
muhalefetin iddialarını vârit bulmamıştır.”
Kavrakoğlu’nun konuşmasından
sonra kifayet-i müzakere önergesi oylanarak kabul edilmiş ve kanun teklifinin
maddelerine geçilmiştir. Muvakkat Encümen mazbatasının Anayasa Komisyonuna
tevdii hususunun açık oya konulmasına dair CHP’li milletvekillerinin verdikleri
önerge reddedilmiştir. Kanun teklifinin ilk maddesinin kabulüyle birlikte de
CHP milletvekilleri Meclisi terketmişlerdir. Daha sonra kanunun maddeleri hızla
kabul edilmiştir. Tahkikat encümenlerince verilecek karar ve tedbirlerin “katî”
olduğu ve aleyhine itiraz olunamayacağına dair hüküm getiren 9. maddeyle ilgili
olarak Encümen sözcüsü Nevşehir Milletvekili Hasan Hayati Ülkün bir açıklamada
bulunmuştur. Ülkün, teklif sahibi Hüseyin Ortakcıoğlu’nun encümenlerce alınacak
kararlara bâzı hallerde itiraz edilebileceği yönündeki düşüncelerine Encümenin
katılmadığını, bu maddeyi “hiçbir itiraz mercii kabul etmiyen şekilde” mutlak
olarak anlayıp düzenlediklerini belirtmiştir. Kanunun maddeleri kabul edilip
tamamı oylamaya sunulmadan Adalet Bakanı, Nafia Bakanı ve Muvakkat Encümen
Reisi söz alarak teklifi savunmuşlar ve muhalefeti eleştirmişlerdir.
Adliye Vekili Ağrı Milletvekili
Celâl Yardımcı “İnönü’nün Hükümete ve memleket Adliyesine karşı tamamen bühtan
ve tamamen iftiraya müstenit” olarak nitelendirdiği beyanatlarına cevap vermek
için kürsüye geldiğini söylemiştir. Yardımcı, Tahkikat encümenlerinin şu ana
kadar memleketin herhangi bir bölgesinde tevkife veya müsadereye ait bir karar
vermediğini, İnönü’nün mevzubahis ettiği tutuklamaların 30 milyonluk bir
ülkenin 2-3 yerinde yürürlükteki kanunlara aykırı uygulamalardan dolayı adli
makamlar tarafından yapılmış olduğunu, Hükümetin adliyeyi tedhiş ederek
tutuklamalara giriştiği iddialarının tamamen gerçek dışı olduğunu, asıl
adliyeyi baskı altına almak isteyenlerin ve memlekette tedhiş havası yaratmak
isteyenlerin muhalefetin kendisi olduğunu, Hükümet olarak “Devlet idaresini
Meclisi ve milleti bu tedhişten kurtarmak için kanunlarla tedbirler almak
mevkiinde” ve “tamamen mâsum ve meşru müdafaa halinde” bulunduklarını
belirtmiştir.
Nafia Bakanı Samsun Milletvekili
Tevfik İleri de konuşmasında İsmet İnönü’ne yönelik ağır eleştirilerde
bulunmuştur. İleri’ye göre, “biraz evvel bu kürsüden İsmet İnönü ağızı ile
aziz, kahraman, vatansever Türk ordusuna, Türk zabıtasına, Türk memuruna ve
nihayet toptan Türk Milletine hakaretlerin en şenii yapılmıştır.” İleri, bir
zamanlar cephe komutanlığı, Başvekillik, Cumhurreisliği yapmış ve Atatürk’le
birlikte çalışma şerefine yükselmiş bir kişinin “konuşmasının her hecesiyle
korkunç ihtirasının zebunu olarak hiyanetin çukuruna düştüğünü” ileri
sürmüştür.
İleri, sert konuşmasını şu
sözlerle sürdürmüştür: “İsmet İnönü’nün ve partisinin aklında, fikrinde sadece
ne pahasına olursa olsun iktidara gelmek vardır. Ve şayanı hayrettir ki, bu
insan utanmadan seçimden seçim dürüstlüğünden bahsedebilmektedir. Bu insan 1946
da Meclise arka kapıdan girmiş, halkın lanetinden, nefretinden korkup kaçmış,
seçilmeden Reisicumhurluk yapmış, hırsızlama reylerle iktidarda kalmış bir
millî irade düşmanıdır. Tahkikat Komisyonu, bugün bütün vuzuhu ile tebarüz eden
korkunç bir zihniyetin bütün teferruatı ile Millet Meclisine getirilmesi için
kurulmuştur. Görüldü ki, suçluluklarının telâşı içindedirler. Telâşlanmakta
haklıdırlar, çünkü suçludurlar. Kararlarınızı, kanunlarınızı tanımıyorum
diyenlere, millet hâkimiyetinin; millet iradesinin ne olduğunu o iradeyi temsil
eden Yüksek Meclisiniz alacağınız tarihî kararlarla göstereceksiniz. Bir
bataktadırlar, kurtulmak istedikçe batıyorlar. Mukadder akıbetlerinden hiçbir
çabalama onları kurtaramıyacaktır. İnönü’nün az evvelki sefil manzarası bunun
ifadesidir.”
Son sözü Muvakkat Encümen Reisi
Rize Milletvekili Osman Kavrakoğlu almış ve Turhan Feyzioğlu’nun kendisine atıf
yaptığı bir Anayasa otoritesini, Prof. Hüseyin Nailî Kubalı’yı eleştirmiştir.
Kavrakoğlu’na göre, Meclis ne zaman ciddi bir siyasi konuya eğilse CHP
sözcüleri derhal “Hukuk nizamı bozuluyor, Anayasa elden gidiyor” diye feryad
eder, bu profesör de “mâtbuatta arzı endam eder ve malum edası ile âlimane
fetvalar verir.”
Kavrakoğlu “kim bu adam, kim bu
profesör” sesleri arasında şunları söylemiştir:
“Bir siyasi partinin devamlı
siparişlerini kabul ile ilmî değerden mahrum, soğuk ve mânâsız fetvaları
siyaset pazarına sürmeyi itiyat haline getirmiş bulunan bu zatın beyanlarının
bizim fikirlerimizi değil, bizzat içinde bulunduğu en büyük ilim müessesesinin
(Üniversitemizin) haysiyet ve itibarını zedelemekte olduğunu ifade etmek
isterim.
Hüseyin Nailî Kubalı... Teklif
sahiplerini dinlemeden, mucip sebepleri tetkik etmeden kendisini günlük
politikaya bu derece gönülden kaptıran bir insanın ciddiyetinden de, ilmî
haysiyetinden de şüphe etmek hakkımızdır. Kanaatimiz şudur ki: Kendisini kanuni
ve idarî bütün tedbirlere karşı tarihî bir muafiyet içinde hissederek etrafına
topladığı siyasetçilerle memleket dâhilinde şuriş yaratmak iddia ve istidadında
olan bir muhalefet liderini kanunlara ve nizamlara râmetmek ve bu liderin
partisinin çalışmalarını gözden geçirmek, Türkiye Büyük Millet Meclisinin
yalnız hakiki değil, en tabiî bir vazifesidir. İşte kanun teklifi bu vazifenin
ifasını sağlıyacaktır. (Soldan, şiddetli alkışlar, bravo sesleri)”
Bu konuşmalardan sonra kanunun
heyet-i umumiyesi oylanarak kabul edilmiştir. Ancak, Tahkikat komisyonları ile
ilgili kanun kabul edildikten sonra da Mecliste bu konudaki tartışmalar
bitmemiştir. 29 Nisan 1960 tarihli oturumda tashih-i tutanak bağlamında söz
istenmiş, ancak Meclis riyaseti henüz tutanakların yayınlanmadığı gerekçesiyle
bir sonraki oturumda kendilerine söz hakkı verileceğini belirtmiştir.
Muhalefetin önceki meclis tutanaklarının özetinin yayınlandığı, dolayısıyla
“sabık zabıt” hakkında kendilerine söz hakkı verilmesi gerektiğine dair
itirazları oturum başkanı tarafından kabul edilmemiştir.
4 Mayıs 1960 Çarşamba günü
toplanan Meclis’te söz alan Avni Doğan, iktidarın Anayasa ve İçtüzüğe aykırı
bir şekilde Tahkikat komisyonları kanununu çıkardığını ileri sürmüştür. Doğan’a
göre Tahkikat encümenine Meclisin üzerinde yetkiler tanıyan bu kanun aleniyet
ilkesine aykırı olarak, Meclisçe gizli celse kararı alınmadan görüşülerek,
kabul edilmiştir; bu nedenle “muallel”dir. Doğan Meclis çalışmalarının
milletten saklanamayacağını belirterek iktidarı şu sözlerle uyarmıştır:
“Arkadaşlarım; memlekette ahvali fevkalâdenin istilzam ettiği beyan ve iddia
edilerek ortaya getirilen bu encümenin doğuşuna ait müzakere milletten
saklanamaz, saklanmaması icabeder. O salâhiyetlere taallûk eden hususat
milletin nazarından saklanmamalıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisiyle millet
arasına bir perde gerilemez. Gerildiği zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinin
Muhterem Heyeti Umumiyesine bir vazife düşer; O vazife şudur: Muhafazai
ahkâmına yemin ettiği demokrasi esaslarının ve Anayasa ahkâmının korunması için
dikilmek ve kıyam etmek ! … Mutlaka bunun tashihi icabeder. Çünkü tashih
edilmediği takdirde memleketin demokratik nizam içinde kalma imkânları
ref'edilmiş olur.”
Avni Doğan’a cevap vermek üzere
söz alan Denizli Milletvekili Baha Akşit, Doğan’ın hem gerçekleri tahrif
ettiğini hem de isnatta bulunduğunu belirtmiştir. Akşit, tartışılan kanun
teklifinin Muvakkat Encümende ve Genel Kurul’da anayasaya aykırılık bakımından
müzakere edildiğini, yüce Meclisin Anayasaya aykırılık iddialarını
reddettiğini, Meclis dışında hiçbir organın bu konuda yetkili olmadığını,
muhalefetin “tehditkâr” sözlerine ve sürekli sıra kapaklarına vurarak
müzakereleri engellemeye çalışmasına ve nihayet Meclisi terk etmesine rağmen
Meclisin “selâbetle” görüşmelere devam ederek teklifi ittifakla kabul ettiğini
söylemiştir.823 Akşit, Meclisin ekseriyetle kabul ettiği kanunlara herkesin
uyması gerektiğini aksi davranışın kimsenin “haddi” ve “hakkı” olmadığını
belirterek şunları söylemiştir:
“Arkadaşlarım, hatırlıyacaksınız
bu hâdiseler ilk defa vukua gelmiş değildir. Zaman zaman B. M. Meclisi
tarafından çıkarılmış olan kanun ve kararlara şu veya bu vesilelerle itiraz
etmek ve bu kanun ve kararları dinlemiyeceğiz, demek âdetleridir. Fakat bu
sözlerin hiçbir mânası ve hiçbir değeri yoktur. Onlar 1950 den beri çıkarılmış
olan kanun ve kararların birçoklarına aynı şekilde itiraz etmektedirler.
Müzakere ettiğimiz kanunlar, Dahilî Nizamname hükümleri dâhilinde cereyan etmiş
ve kabul edilmiştir. Bundan ötesi lâftan ibarettir. B. M. Meclisinin çıkarmış
olduğu kanun ve kararlara itaat her vatandaşın, her Türk’ün vazifesidir.”
Son olarak oturumu yöneten Meclis
Başkanvekili İbrahim Kirazoğlu, kanun teklifinin İçtüzüğe aykırı şekilde
görüşüldüğü yönündeki iddiaların mesnetsiz olduğunu, gizli celse yapılmadığını
ve zabıtların neşredilmemesi gibi bir durumun sözkonusu olmadığını, verilen
açık oy önergesinin ise oylanarak reddedildiğini, ayrıca zaten maddelerin
ittifakla kabul edilmesi nedeniyle açık oyla murat edilen amacın
gerçekleştiğini, dolayısıyla hiçbir yanlış tatbikatın bulunmadığını
söylemiştir.
(*) T.B.M.M. Zabıt Cerideleri,
Devre:11, Cilt: 13
** Tahkikat Komisyonu Raporu,
aradan geçen 57 yıla rağmen henüz açıklanmamıştır. 0ysa, hukuken mevcut ve
mer-i bütün muhafaza, mahremiyet, saklılık ve gizlilik süreleri geçmiş olmakla:
TBMM Başkanlığı tarafından “TAHKİKAT
RAPORU” acilen ve derhal açıklanmalıdır. Bu Meclis ve Hükümet için “ivedi
bir görev” başta Demokrat Partililer olmak üzere Türk Milleti için meşru ve
geciktirilmiş bir hak’tır.
*** BU NEDENLE: Tahkikat Komisyonu çalışmaları, kararları ve
nihai Raporu hakkında bilgi sahibi olanlar ; Bütün bildiklerini, ellerindeki
belge ve dokümanları “tarihi sorumlulukları icabı ve İnsanlık Namına” Demokratlar Kulübü’ne göndermelidirler.
TAHKİKAT KOMİSYONU DARBEYİ GÖRMÜŞ
Adnan Menderes’in avukatı Burhan
Apaydın’ın ölmeden önceki son arzusu, merhum Başbakan ve arkadaşlarını idama
götüren sebeplerden biri olarak gösterilen Tahkikat Komisyonu raporunun
açıklanmasıydı.
Aksiyon Dergisi, bu haftaki (29
Nisan 2013 Pazartesi) sayısında Menderes hükümetinin oluşturduğu komisyonun
hazırladığı 180 sayfalık rapora ulaştı. Raporda, CHP ve basının halkı,
öğrencileri kışkırtarak darbeye zemin hazırladığı belirtiliyor. CHP’nin
sandıksız iktidara gelme yolları aradığı, orduyu tahrik ettiği vurgulanıyor. Öneriler
bölümünde, “Askerlerin siyasetle iştigali caiz değildir. Harp Okulu
öğrencilerinin yürüyüşü tehlikeli bir teşebbüstür. Polis güçlendirilmeli, yalan
haber üreten merkezler bitirilmelidir.” deniliyor.
Menderes’in avukatı Burhan Apaydın’ın ölmeden önceki son
arzusu, komisyon raporunun açıklanmasıydı. Geçtiğimiz hafta 89 yaşında hayatını
kaybeden Apaydın, ölümünden birkaç gün önce Meclis Başkanı Cemil Çiçek’e bir
mektup yazarak bunu talep etmişti.
Apaydın, dilekçesini, “Bu rapor
hâlen TBMM Başkanlık Arşivi’nde bulunmaktadır. İşbu dilekçemle birlikte bu
raporun derhâl Türk milletine açıklanması gerekmektedir.” diyerek bitiriyordu.
İşte o rapora haftalık haber dergisi Aksiyon ulaştı. 180 sayfalık raporun ilk
bölümünde, 1946’dan itibaren CHP ve lideri İsmet İnönü’nün muhalefet usulleri,
detaylı bir şekilde anlatılıyor. CHP’nin Meclis’in meşruiyetini tartışmaya
açtığı, hükümet otoritesini tahrip için çalıştığı belirtiliyor. 1957
seçimlerinden sonra Ana Muhalefet partisinin sandıksız iktidara gelme yolları
aradığı vurgulanıyor. Zile, Geyikli, Ankara ve Uşak’ta yıkıcı usuller
kullanılarak, halkın kanunları çiğnemeye, polisle çatışmaya zorlandığı ifade
ediliyor. İsmet İnönü’nün daha 4 Aralık 1957’de “Bir memlekette ihtilal nasıl
olur?” diyerek darbe felsefesini propaganda sahasına sürdüğü belirtilen raporda,
“CHP’nin iktidara gelmesinin yegâne çaresi memlekette bir karışıklık
çıkmasıdır.” deniyor.
İnönü’nün konuşmalarından
örnekler verilerek orduyu darbeye teşvik ettiği öne sürülüyor.
Rapor, ‘yüzlerce
öğrenci öldürülüp gömüldü’ gibi yalan haber örnekleriyle ihtilal şartlarının
oluşturulduğunu açıkça ortaya koyuyor. Raporda, 1957’den 27 Mayıs 1960’a kadar
meydana gelen Gaziantep, Kayseri Yeşilhisar, Ankara ve İstanbul olaylarının
perde arkası da anlatılıyor. CHP’lilerin halkı güvenlik güçlerine karşı kışkırttıkları
öne sürülüyor, bunu teyit eder nitelikte tanık ifadelerine yer veriliyor.
İstanbul ve Ankara’da öğrencilerin, bazı hocalar ve CHP’liler tarafından
yönlendirildiği ifade ediliyor. Raporda aynı yalan haberlerle ve yöntemlerle
Harp Okulu öğrencilerinin de sokağa döküldüğü ve gösterilerin, aynı yerlerde ve
saatlerde yapılmasının dikkat çekici olduğu belirtiliyor.
TERTİPÇİLER CHP İDARECİLERİ
“Tertipçiler kim?” sorusuna şu
cevap veriliyor: “Tahkikatımızda ayaklanma hareketlerinin tertipçilerinin CHP
idarecileri olduğunu gösteren delil ve emareler bulunmuştur. Bütün bu
hareketler, hükümet darbesi ve siyasi suikast teşebbüsleridir. Bu teşebbüsler
tam teşebbüs denilen irca-ı safhaya kadar getirilmiştir. CHP liderleri bir
ihtilal çıkması için ellerinden geleni yapmışlar, her çareye başvurmuşlardır.
İnönü, ‘şartlar tamam olunca ihtilalin vuku bulacağını’ Meclis kürsüsünden ilan
etmiştir. Bildirilen neticenin istihsali için CHP Genel Merkezi ve teşkilatı,
talebeyi, halkı ve orduyu tahrik suretiyle şartları hazırlamaya
çalışmışlardır.” 15 kişiden oluşan komisyonun raporunun sonunda, darbenin
önlenebilmesi için bazı öneriler ise şöyle sıralanıyor: “Ankara ve
İstanbul’daki olaylar derhal durdurulmalıdır. Askerlerin siyasetle iştigali
caiz değildir. Harp Okulu öğrencilerinin yürüyüşü tehlikeli bir teşebbüstür.
Milli Emniyet Teşkilatı güçlendirilmeli, yalan haber yuvaları bulunup bertaraf
edilmelidir. Zabıta kuvvetleri takviye edilmelidir. Yıkıcı neşriyatı takip için
bir hukuk heyeti kurulmalıdır. Devlet ve amme müesseselerinin daha tesirli
çalışması için tedbirler alınmalıdır. Basın yolu ile yalan haberlerin yayılması
cezai müeyyide altına alınmalı, cezalar artırılmalıdır. TBMM dahili
nizamnamesinde değişiklik yapılarak gündem dışı söz talebi sağlam esaslara
bağlanmalıdır. Ordunun siyasete alet edilmesine delalet edecek neşriyat ve
teşebbüsler ve hareketler sıkı müeyyide altına alınmalıdır.” (AKSİYON, 29 Nisan
2013 Pazartesi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder