(AGOS, 26.05.2013GÜNCEL)
Milletvekili Zakar Tarver, 27 Mayıs’ta tutuklanarak, Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir yakını, o günleri şöyle anlatıyor: “19 Eylül’de haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler.”
Milletvekili Zakar Tarver, 27 Mayıs’ta tutuklanarak, Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir yakını, o günleri şöyle anlatıyor: “19 Eylül’de haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler.”
Milletvekili
Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve
bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle
Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in bir
yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
“19 Eylül’de
haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba
götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu
mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu
gâvura neler yapmışlardır diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış, zaten
kendisi hassas bir insandı. Annesinden gazeteleri sakladık, oğlunun ölüm
haberini gazeteden almasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra
duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti.” EMRE ERTANİ emreertani@agos.com.tr
27 Mayıs 1960’ta
yaşanan askeri müdahale Demokrat Parti iktidarına son verirken, Türkiye’de on
yılda bir yaşanacak darbeler döneminin de başlangıcı oldu. Ordu, 27 Mayıs
darbesiyle siyasete el koydu, iktidarı gasp etti, seçimle ve çoğunluğun oyuyla
iktidarda bulunan Demokrat Parti’yi devirdi. Yassıada’da görülen ‘Anayasa’yı
ihlal’ davası, vatana ihanet suçlamasıyla açılmıştı.
Cumhurbaşkanı
Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’le birlikte, 401’i milletvekili olmak
üzere, 500’den fazla Demokrat Partili, darbecilerin kurduğu mahkemelerde sanık
oldu ve yargılandı. Davanın vatana ihanet suçlamasıyla açılmasının sebebi,
cumhurbaşkanının ancak vatana ihanet suçu kapsamında sorumlu tutulabilmesi ve
yargı önüne çıkarılabilmesiydi. O tarihte 78 yaşında olan Celal Bayar’ın idam
cezasına çarptırılabilmesi için gereken ‘hukuki’ zemin, Türk Ceza Kanunu’ndaki
65 yaş sınırının kaldırılmasıyla hazırlanmıştı.
Darbeciler ve
yandaşları 27 Mayıs askeri darbesini bir ‘devrim’ olarak adlandırmıştı.
27 Mayıs darbesi, 1963’te, İsmet İnönü hükümeti tarafından ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ adıyla resmi bayram ilan edilerek kutlanmaya başladı. 27 Mayıs okul kitaplarına alınarak, 1960’tan 1983’e kadar çocuklara bir ‘devrim’ olarak okutuldu.
27 Mayıs darbesi, 1963’te, İsmet İnönü hükümeti tarafından ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’ adıyla resmi bayram ilan edilerek kutlanmaya başladı. 27 Mayıs okul kitaplarına alınarak, 1960’tan 1983’e kadar çocuklara bir ‘devrim’ olarak okutuldu.
Lideri idam
edilmiş bir siyasi geleneğin devamı olan ve Demokrat Parti’nin yerine kurulan
Adalet Partisi, ne ironiktir ki, 12 Mart’ta darbecileri desteklemişti. Deniz
Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararına ilişkin Meclis görüşmelerinde Süleyman
Demirel sıralara vurarak “Üç isteriz” diye bağırmış, 27 Mayıs’ta asılan üç siyasetçiye
karşı üç gencin idam edilmesi yönünde oy kullanmıştı.
Cuntanın yaptığı
27 Mayıs darbesi çok yakın bir tarihe kadar kendine aydın-solcu diyen insanlar
tarafından bile ‘devrim’ olarak kabul edilmekteydi. Ancak son yıllarda
darbecilik tartışmaları 27 Mayıs’ın da yoğun bir şekilde konuşulmasını sağladı.
O tarihlerde yaşananlar, acı hikâyeler anlatılmaya, yazılıp çizilmeye başladı.
Genç Siviller gibi girişimler ve demokrat aydınlar 27 Mayıs konusunda bir
farkındalık yaratarak, o dönem yaşanan acıları ve hukuksuzlukları gözler önüne
serdiler.
27 Mayıs
darbesinin kurbanları denince akla ilk olarak idam edilen Adnan Menderes, Fatin
Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan gelir. Ancak bu darbenin kurbanları sadece onlar
değildi. Yassıada’ya götürülenlerden 10 milletvekili ve bürokrat işkence sonucu
hayatını kaybetti. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı Lütfi Kırdar, duruşma
sırasında kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Yusuf Salman, Lütfü Şaylan,
Gazi Yiğitbaşı, Emekli Genelkurmay Başkanı Nuri Yamut, Yümnü Üresin ve Kenan
Yılmaz, Anayasa davasında yargılanırken, Yassıada’da vefat ettiler. İçişleri
Bakanı Namık Gedik, Ankara’da Harp Okulu’nda hayatını kaybetti, ölüm nedeni
‘intihar’ olarak açıklandı. Herkesin ortasında askerlerden dayak yemeyi
gururuna yediremeyen Cemil Keleşoğlu bileklerini keserek intihar etti. İstanbul
Emniyet Müdürü Faruk Oktay da 30 Eylül 1960’da, işkence sonucu hayatını
kaybetti.
27 MAYIS’TA MARUZ KALDIĞI
MUAMELE SONUCU ÖLEN POLİTİKACILARDAN BİRİ DE ERMENİ’YDİ.
Demokrat Parti
İstanbul Milletvekili ve Yedikule Surp Pırgiç Hastanesi’nin eski
başhekimlerinden ve Türkiye’nin ilk radyologlarından Zakar Tarver de 27
Mayıs’ın işkence sonucu ölen kurbanlarından biri oldu. Tarver 27 Mayıs’ta
tutuklanmıştı. Yassıada’da hayatını kaybeden Tarver’in ölüm nedeni kayıtlara
“kalp krizi” olarak geçti. Ancak dönemin tanıkları, milletvekilinin gerçek ölüm
nedeninin farklı olduğunu söylüyor. Anlatılanlara göre, Tarver bir askerin
çelme takması sonucu düştükten sonra darp edildi ve hayatını kaybetti.
Tarver’in
yaşadıkları 27 Mayıs’ın bilinmeyen hikâyeleri arasında yer alıyor. Bugüne dek
bu konu üzerine kayda değer ne bir haber ne de bir yazı yayımlandı. Tarver’in
hikâyesini merak edip araştırmaya başladığımızda, bu talihsiz ölümün izini
sürmenin çok da zor olmayacağını düşünüyorduk. Bu kadar değerli bir bilim
insanı ve dönemin önemli bir siyasi aktörü hakkındaki bilgilere kolaylıkla
ulaşabileceğimizi sanıyorduk. Ancak araştırmaya başlar başlamaz gördük ki
küçücük bir bilgi kırıntısına ulaşmak dahi bir hayli zor olacak. Türkçe
gazeteler de, Ermenice gazeteler de, Zaker Tarver’in ölüm haberini, Sıkıyönetim
Komutanlığı’nın yayımladığı açıklamayla vermiş ve ölümün kalp krizi sonucu
olduğunu yazmışlar. Tarver’in, binlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen ve bir
tür darbe karşıtı sessiz gösteri olduğu anlatılan cenaze töreni, gazetelerde
haber dahi olmamış. Zakar Tarver,
Balıklı Ermeni Mezarlığı’nda yatıyor. Bugün onun hikâyesini anlatabilecek pek
kimse kalmadı. 27 Mayıs darbesi üzerine yaptıkları çalışmalarla bilinen Emine
Gürsoy Naskali ve H. Emre Oktay, Yassıada’yı yaşamış olanlardan
dinlediklerinden yola çıkarak Tarver’in ölümünün askerlerin kendisine reva
gördüğü muameleyle ilgili olduğunu söylüyor. Emine Gürsoy Naskali, Yassıada
sanıklarından, Türkiye’nin üçüncü cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu. H. Emre
Oktay ise, dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay’ın oğlu. Tarver
ailesinin üyelerini bulma çabamız ne yazık ki olumlu bir sonuç vermedi. Ailenin
yakınlarından birine ulaşabildik, ancak o da yaşadıklarını anlatmaktan çekindi
ve yalnızca, doktorun ölümüne kadar olan süreç hakkında kısa bilgiler verdi.
Tarver’in ölümü ve cenaze töreni hakkındaki sorularımızı ise, gözyaşları içinde
kaldığı için, yanıtsız bıraktı. Bu durum, 27 Mayıs sonrasında yaşanan korkunun,
Tarver ailesi ve genel olarak Türkiyeli Ermeniler üzerinde yarattığı travmanın
bir yansıması.
Dr. Zakar Tarver
kimdir?..
DEMOKRAT PARTİ İSTANBUL
MİLLETVEKİLİ ZAKAR TARVER’İN KABRİ BALIKLI ERMENİ MEZARLIĞI’NDA BULUYNUYOR
Zakar Tarver’in asıl adı Rupen Zakar Zakaryan’dı. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Zakar Tarver adını aldı. 1894’te, o zamanlar yaklaşık 5 bin 500 kişilik bir Ermeni nüfusa sahip olan Eğin’de (bugünkü Kemaliye) dünyaya geldi. Doğduğunda, annesi Yevkine 16 yaşındaydı. Babası Ohan Zakaryan, manifaturacılık yapıyordu. 1895’te, Eğin’de Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Zakaryan ailesinin evi ve dükkânı yakıldı. Kendi memleketinde can güvenliği ve barınacak yeri kalmayan aile İstanbul’a göç etti.
Zakar Tarver’in asıl adı Rupen Zakar Zakaryan’dı. Soyadı Kanunu çıktıktan sonra Zakar Tarver adını aldı. 1894’te, o zamanlar yaklaşık 5 bin 500 kişilik bir Ermeni nüfusa sahip olan Eğin’de (bugünkü Kemaliye) dünyaya geldi. Doğduğunda, annesi Yevkine 16 yaşındaydı. Babası Ohan Zakaryan, manifaturacılık yapıyordu. 1895’te, Eğin’de Ermenilere yönelik saldırılar sırasında Zakaryan ailesinin evi ve dükkânı yakıldı. Kendi memleketinde can güvenliği ve barınacak yeri kalmayan aile İstanbul’a göç etti.
Zakar Tarver
Bey’in babası Ohan Zakaryan, manifatura dükkânına gelip giden doktorlardan çok
etkilendiği için “Oğlum okursa doktor yapacağım” diyordu. Nitekim öyle oldu.
İlkokulu İstanbul Makriköy’deki (Bakırköy) Bezazyan’da, ortaokulu da Bahçecik
Amerikan Koleji’nde okuyan Zakar Tarver, 1917’de, o zamanlar Haydarpaşa’da
bulunan İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Bölümü’nden başarıyla
mezun oldu. Zakar Zakaryan,
Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ordusu’nda subay olarak görev yaptı. O
dönemde Anadolu Ermenileri tehcir ve katliamlarla karşı karşıyaydı. Tarver’in
nerede görev yaptığını bilmiyoruz. Osmanlı ordusundaki pek çok Ermeni er, amele
taburlarında hayatını kaybetmişti. Ancak subay olanların hayatta kalma şansları
nispeten yüksekti. Tarver de onlardan biri oldu.
Radyoloji
alanında uzmanlaşmak için Fransa’ya giden Zakar Zakaryan, 1919-1922 yılları
arasında Maria Curie’nin yanında asistanlık yaptı. Dönemin ünlü tıp
profesörlerindan eğitim alan Zakar Tarver, önemli sağlık kurumlarında çalıştı.
İstanbul’a ilk röntgen cihazını o getirdi. Bir süre Surp Pırgiç Hastanesi’nde
radyolog olarak çalıştı. Uluslararası Radyoloji Derneği üyesi olan, Amerika
Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa’da birçok konferansa katılan Tarver,
Türkiye’de tıp biliminin gelişimine önemli katkılarda bulundu.
Yedikule Surp
Pırgiç Hastanesi’nde,1923-1925 ve 1927-1933 yılları arasında Radyoloji Kliniği
Şefi; 1948-1955 yılları arasında ise başhekim olarak görev yaptı. Hastanede pek
çok yeniliğe imza atan Tarver, bugün de devam eden Surp Pırgiç dergisinin
yayımlanmasını sağladı. ‘R. Zakaryan’ ve
‘Z. Kar’ mahlaslarıyla Ermenice öyküler ve yazılar yazdı. Ermenice ve Türkçenin
yanında Fransızca, Almanca ve Rusça biliyordu. Hayatının büyük bir bölümünü
okumaya vakfeden doktorun, çok büyük bir kütüphanesi vardı.
Doktor Tarver,
İkinci Dünya Savaşı yıllarında gayrimüslimlerin toplu halde askere alındığı
Yirmi Sınıf İhtiyat Askerliği kapsamında, 48 yaşındayken ikinci kez askere
gitmek zorunda kaldı; 1942-1943 yıllarında Sivas’ta yüzbaşı rütbesiyle yedek
subay olarak görev yaptı. Böylece, her iki
dünya savaşı sırasında da askerlik yapmış oldu. Tek parti iktidarı döneminde
CHP’nin Varlık Vergisi ve Yirmi Sınıf İhtiyat Askerlik gibi ayrımcı
uygulamalarını bizzat yaşayan Tarver’in, çok partili dönemde neden Demokrat
Parti’de siyaset yapmayı tercih ettiği sorusunun yanıtını da bu deneyimlerde
aramak gerekir sanırız.
Siyasete ilk
olarak İstanbul Belediyesi’nde Meclis üyesi olarak girdi. İsmini vermek
istemeyen bir yakınının deyimiyle, “Günümüzde milletvekili olmak için paralar
saçılırken, o, çevresindekilerin yoğun ısrarları kıramayarak” aday oldu ve
1954’te milletvekili seçildi. Milletvekili
Zakar Tarver, 27 Mayıs Darbesi’nde tutuklanarak, pek çok parti arkadaşı ve
bürokratla birlikte, camları gazete yapıştırılarak kapatılmış bir gemiyle
Yassıada’ya götürüldü. Kısa bir süre sonra da ölüm haberi geldi. Tarver’in
yakını, o günlerde yaşadıklarını şu sözlerle anlatıyor:
“19 Eylül’de ailesine haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. ‘Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu gâvura neler yapmışlardır’ diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış... Zaten hassas bir insandı. Gazeteleri annesinden sakladık, oğlunun ölüm haberini okumasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti.”
“19 Eylül’de ailesine haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Cenazesini Gülhane’deki Adli Tıbba götürmüşler. O tarihte Adli Tıp Gülhane’deydi. Zakar Bey’in bütün vücudu mosmordu. Belli ki çok dövmüşler. ‘Menderes’e bile neler yaptılar, kim bilir bu gâvura neler yapmışlardır’ diye düşündük. Yaşlı olduğu için dayanamamış... Zaten hassas bir insandı. Gazeteleri annesinden sakladık, oğlunun ölüm haberini okumasın diye. ‘Asker gazeteleri yasakladı’ dedik. Sonra duyunca annesi yıkıldı, çok acı çekti.”
Üçüncü
Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın torunu Prof. Emine Gürsoy Naskali de, Yassıada’da
yaşananları şu sözlerle anlatıyor:
“O yıl ben 10
yaşındaydım. İzmir’de annem, anneannem ve kız kardeşlerimle ev hapsindeydim.
Darbeden sonra, davalar başlayana kadar hiç kimseyle temasımız olamadı, o
sebeple Zakar Bey’in cenazesine katılamadım. Zakar Bey’in, Yassıada’ya
götürülürken gemiye bineceği veya gemiden ineceği sırada görevli subay
tarafından itilip düşürüldüğü, başını çarptığı ve darp edildiği anlatıldı.
Ölümüne bu hadise sebep olmuş. Beyin kanaması olmuş, revire kaldırılmış. Bu
olayı ben annemden dinledim. ‘Öyle olduğunu nasıl kanıtlarız, bunu anlatacak
şahidimiz var mı?’ diye sormuştum anneme. Zakar Bey’le birlikte Yassıada’ya
götürülenler hadiseyi o yıllarda bu şekilde anlatmışlar. Yani oradakilerin
hepsi şahit. Aynı grup içinde bulunanlar görmüşler ve hadiseyi böyle anlatmışlar.”
TARVER’İN 6-7 EYLÜL OLAYLARINA
İLİŞKİN MECLİS KONUŞMASI
HENÜZ BAZI GERİ KAFALI
DİMAĞLARDA MEVCUT MÜSLİM-GAYRİMÜSLİM AYRILIĞI…
Bu felakete
maruz kalan azınlığa karşı Sayın Başvekilimizin sempatisine, şahsen şahidim.
Delillerini de verebilirim. Örfi idare ilan edilmiştir. Eminim ki bu
Vandalizm’i işleyenlere, vazifelerinde tekâsül gösterenlere kanun müstahak
oldukları cezayı verecektir ve mağdur olanlara, bilhassa küçük esnafa Devlet
her nevi yardımı yapacaktır. Ancak saltanat
ve halifelik devirlerinden kalma bir zihniyetin izleri mevcuttur. Bazı örümcek
bağlamış kafalar, Türkiye Cumhuriyetinin laik bir devlet olduğunu henüz
anlamamış bulunuyorlar. Artık bu memlekette dini faikıyetin değil ancak ve
ancak istidat ve kabiliyet önünde bütün kapıların açık olduğunu daha görememiş
olanlar vardır.
Din bir vicdan
işidir (...) Türkiye’yi temsil eden bütün unsurlar şüphesiz ki, hepsi Türktür.
Aynı eşit muameleye tabidir (...) Memleketimizde yaşayan ufacık gayrimüslim
azınlık mukadderatını bu memleketin mukadderatına bağlamış, bu memleketin
iyiliğine candan sevinen ve maazallah felaketine de samimiyetle üzülen
insanlardan mürekkeptir. Asırlardan
beridir Türkiye’de yaşayan Ermeni azınlığın ifa edegeldikleri hizmetler
cümlenin malumudur (...) Dosta ve düşmana karşı bizleri utandıracak olan son
Vandalizm’i gösterileri dolayısıyla azınlıkların bu samimi duygularını bu
kürsüden belirtme memleketin yüksek menfaatlerine uygun olacağı kanaatindeyim.
Allah bu memleketi korusun.
O dönem herkes
sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma bir şey gelmesin” diye. Bizim
akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize
selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11
gün sonra 30 Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların
yaşandığı bir cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz
gelir, halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay
Tarık Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam.
Gazeteci Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı
‘Allahsız Gardiyan’dı.
Emekli psikolog
H. Emre Oktay, 27 Mayıs darbesi öncesinde İstanbul Emniyet Müdürü olan Faruk
Oktay’ın oğlu. Darbe yapıldığında, Faruk Oktay, Demokrat Parti yanlısı olduğu
gerekçesiyle tutuklandı. Zakar Tarver’in ölümünden 11 gün sonra, 30 Eylül
1960’ta, Faruk Oktay’ın ölüm haberi ailesine ulaştırıldı. H. Emre Oktay o
sırada 12 yaşındaydı. Aile, darbenin yoğun baskı ortamında, bu acı olayın
yasını dahi gerektiği gibi tutamadı. H. Emre Oktay’la, babasının ölümünü,
ailesinin yaşadıklarını ve Zakar Tarver’i konuştuk. Onun yaşadıkları, Tarver
ailesinin anlatılamayan hikâyesi hakkında da bir fikir veriyor.
CHP DÖNEMİNDE GAYRİMÜSLİMLER
TEDİRGİNDİ
Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidara geldi. DP’den önce Tek Parti dönemi vardı. Tek parti döneminde, gayrimüslimler ve iktidar, yani İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasında bir gerginlik vardı. Varlık Vergisi çok sıkıntılar yaratmıştı, Yirmi Sınıf Askerlik vardı. Varlık Vergisi’ni veremeyenlerin borcuna önce faiz yükleniyor, daha sonra bu kişiler Aşkale’ye, çalışma kampına gönderiliyordu. Bir de Sirkeci’de çalışma kampı kurmuşlardı, oraya da gönderilenler oldu. Milli Şef İnönü, Almanların uygulamalarına özenmişti. Gayrimüslimlere silahlı eğitim yaptırmıyorlar, onları yol yapım işinde çalıştırıyorlardı. Demokrat Parti iktidara gelince, gayrimüslimlerle CHP arasındaki gerginlik ortadan kalktı. Meclis’te Musevi, Rum, Ermeni milletvekilleri görmeye başladık. Zakar Tarver de bunlardan biriydi. 1950’de DP iktidara gelince azınlıklarla ilişkiler normalleşti.
Demokrat Parti (DP) 1950’de iktidara geldi. DP’den önce Tek Parti dönemi vardı. Tek parti döneminde, gayrimüslimler ve iktidar, yani İnönü’nün Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) arasında bir gerginlik vardı. Varlık Vergisi çok sıkıntılar yaratmıştı, Yirmi Sınıf Askerlik vardı. Varlık Vergisi’ni veremeyenlerin borcuna önce faiz yükleniyor, daha sonra bu kişiler Aşkale’ye, çalışma kampına gönderiliyordu. Bir de Sirkeci’de çalışma kampı kurmuşlardı, oraya da gönderilenler oldu. Milli Şef İnönü, Almanların uygulamalarına özenmişti. Gayrimüslimlere silahlı eğitim yaptırmıyorlar, onları yol yapım işinde çalıştırıyorlardı. Demokrat Parti iktidara gelince, gayrimüslimlerle CHP arasındaki gerginlik ortadan kalktı. Meclis’te Musevi, Rum, Ermeni milletvekilleri görmeye başladık. Zakar Tarver de bunlardan biriydi. 1950’de DP iktidara gelince azınlıklarla ilişkiler normalleşti.
27 Mayıs darbesi
yapıldığı zaman babam İstanbul Emniyet Müdürü’ydü. O dönem Nişantaşı Valikonağı
Caddesi’ndeki Hayat Apartmanı’nda oturuyorduk. Evin önüne, üzerinde bir top
olan tank ve tam teçhizatlı iki cemse (askeri kamyon) asker geldi. Cemsenin
projektörleri yandı, askerler evi çevirdiler. Evde ben,
ağabeyim, annem ve babam var. Ben 12 yaşındayım, ağabeyim 14 yaşında; yani öyle
tankla, topla, iki kamyon askerle gelmeyi gerektirecek bir durum yok. Sanki
babamın milis kuvvetleri varmış gibi geldiler. Birden böyle bir baskın olunca
çok korktuk tabii. Tankın topu evimizin camına çevrildi, o kadar çok askeri
görünce şok olduk. Eve iki asker geldi, “Beyefendiyi karargâha götüreceğiz”
dediler. Babam üzerini değişti, götürdüler.
İLAÇLARINI VERMEDİLER
Babamı Davutpaşa
Kışlası’na götürmüşler. Düzenli almak zorunda olduğu ilaçlar vardı. Tansiyon ve
kalp hastasıydı. İlaçlarını annem, ağabeyime verdi babama götürmesi için.
Ağabeyim kışladan döndü bembeyaz bir suratla. “Ne oldu?” diye sordu annem. Genç bir subay
eline vurmuş, ilaçları yere atmış, “Burası hastane mi? Defol git!” demiş. Şimdi
Balyoz’da, Ergenekon’da tutuklananlar GATA’ya gidiyorlar, çok iyi şartlar
altındalar. Ondan sonra babamı Yassıada’ya götürdüler. 500’den fazla kişi
götürülmüş adaya, ve Zakar Tarver, Başbakan Menderes, bakanlar, diğer
milletvekilleri, bürokratlar, inanılmaz kötü bir muameleye maruz kalmışlar.
HERKESİ SUSTURDULAR
İlk ölen, İçişleri Bakanı Namık Gedik oldu. Darbeden üç gün sonra, henüz adaya götürülmeden, Harp Okulu’nda öldü. “İntihar etti” dendi. 19 Eylül’de Yassıada’dan haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Nasıl öldü peki? “Kalp krizi”nden öldü dendi. Rapor falan yok tabii ortada. O döneme ait kayıt, evrak yok. Olamaz da zaten, her şeyi toplayıp el koydular.
İlk ölen, İçişleri Bakanı Namık Gedik oldu. Darbeden üç gün sonra, henüz adaya götürülmeden, Harp Okulu’nda öldü. “İntihar etti” dendi. 19 Eylül’de Yassıada’dan haber geldi, Zakar Tarver öldü diye. Nasıl öldü peki? “Kalp krizi”nden öldü dendi. Rapor falan yok tabii ortada. O döneme ait kayıt, evrak yok. Olamaz da zaten, her şeyi toplayıp el koydular.
TEDBİRLER KANUNU VARDI.
O dönem herkes
sinmiş vaziyette, herkes korkuyor, “Aman başıma birşey gelmesin” diye. Bizim
akrabalarımız evimize gelmediler. Dayılar, halalar, teyzeler korkularından bize
selam bile vermediler. Çok korkunç bir ortamdı. Zakar Bey’den 11
gün sonra 30 Eylül’de babam Faruk Oktay öldü. Yassıada çok kötü olayların
yaşandığı bir cehennem. 27 Mayıs darbesi dendiği zaman herkesin aklına üç infaz
gelir, halbuki Yassıada’da on kişi öldü. Yassıada’nın bir komutanı var, Yarbay
Tarık Güryay. Nazi esir kampındaki gestapolardan farkı olmayan bir adam.
Gazeteci Turan Dilligil o zaman bir kitap yazmıştı Tarık Güryay hakkında, adı
‘Allahsız Gardiyan’dı.
KİM BİLİR NELER YAPTILAR?
İstanbul
Sıkıyönetim Komutanı darbecilerle birleşti. Ankara Sıkıyönetim Komutanı bunu
yapmayı reddedince canına okudular Yassıada’da. Daha sonra babamın yanında
kalan arkadaşlarından öğrendik, Yassıada’da Bizans döneminden kalma zindanlar
varmış, bu zindanları kullanmışlar. Biz 2009 yılında adaya gittik. Zindanlar
karşılıklı hücreler şeklinde, her hücre iki metreye iki metre genişliğinde.
Ayağa kalkamazsınız, yere oturamazsınız. Yerde çamur ve su var.Bu zindanda
babamı üç gün tutmuşlar. 16 Haziran
1960’ta Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu Üyesi Lütfü Saylan öldü. Onun için
de kalp krizi dediler. Kim bilir ne yaptılar adama. Kimse bilmiyor ki o zaman
adada ne olup bitttiğini... Adanın etrafı tel örgülerle, askerle, gemilerle
çevrili. O zaman hak arama diye bir şey yok. Biri gidip “Ne oluyor?” falan dese
onu da tutuklarlar.
İnsan haklarının
27 Mayıs’taki kadar yok sayıldığı bir dönem olmamıştır. 27 Mayıs bir afet.
Zaten bütün darbelerin temelinde o var. Çünkü 27 Mayıs çok kolay yapıldı ve
yapanlar ceza görmediler. Yüz buldular, sonra darbeler başladı.1961’de Askeri
Nizamname’yi kanuna çevirdiler, iç hizmet kanunu yaptılar. Nizamnamenin
“Askerin görevi Cumhuriyeti kollamak, korumaktır” şeklindeki 35. maddesini
kanunlaştırdılar ve buna dayanarak sürekli darbe yaptılar. 12 Mart, 12 Eylül,
28 Şubat ve 27 Nisan haricinde, 15’e yakın darbe teşebbüsü var.
50 KELİMELİK MEKTUPLAR
Tedbirler Kanunu vardı. 27 Mayıs aleyhinde imada bile bulunsanız, DP’yi övseniz beş yıl hapis cezası alıyordunuz. Herkesi susturmayı başardılar. O dönem darbeciler aleyhinde biri bir haber yapsa öldürürlerdi hemen. Alır götürürlerdi, bir daha da haber alamazdınız. Çok zalimdiler. Askere göre Demokrat Partili olmak demek vatan haini olmak demekti. Biz evimizdeki fotoğrafları bile yırttık. Sürekli baskın yaptılar. Celal Bayar’ın bile birçok evrakı kayboldu o dönem. Yassıada’ya yazılan mektuplar en fazla 50 kelimelik olabiliyordu, daha fazlasına izin yoktu. “Nasılsın, iyi misin, kazağa ihtiyacın var mı?” sadece bu kadar yazabiliyorduk.
Tedbirler Kanunu vardı. 27 Mayıs aleyhinde imada bile bulunsanız, DP’yi övseniz beş yıl hapis cezası alıyordunuz. Herkesi susturmayı başardılar. O dönem darbeciler aleyhinde biri bir haber yapsa öldürürlerdi hemen. Alır götürürlerdi, bir daha da haber alamazdınız. Çok zalimdiler. Askere göre Demokrat Partili olmak demek vatan haini olmak demekti. Biz evimizdeki fotoğrafları bile yırttık. Sürekli baskın yaptılar. Celal Bayar’ın bile birçok evrakı kayboldu o dönem. Yassıada’ya yazılan mektuplar en fazla 50 kelimelik olabiliyordu, daha fazlasına izin yoktu. “Nasılsın, iyi misin, kazağa ihtiyacın var mı?” sadece bu kadar yazabiliyorduk.
CENAZEYİ VERİRKEN DALGA
GEÇTİLER
Babam
tutuklandıktan dört ay sonra, 30 Eylül’de bir telefon geldi, annem açtı.
“Kocanız öldü, cesedini Kasımpaşa Deniz Hastanesi morguna gönderdik, oradan
alın” demişler. Bu kadar! Ne oldu, nasıl öldü, bir bilgi veren, açıklama yapan
yok. Ağabeyim cenazeyi almak için hastaneye gitti. Hastanede iki subay gelmiş yanına,
ilgili bir şekilde yaklaşmışlar. Ağabeyim “Faruk
Oktay’ın cenazesini alacağım” demiş. “Hangi Faruk?” diye sormuş subaylar. Faruk
adında bir subay ölmüş o günlerde, o zannediyorlar. Yassıada’da ölen Faruk
Oktay olduğunu öğrenince dalga geçerek gidiyorlar. Cenazeyi ağabeyime iki er
teslim ediyor. Babamın göğsünde
kocaman bir yara varmış. Yassıada’da kalan İstanbul Eski Valisi Ethem Yetkiner,
“Hamama gittik, Faruk Oktay’ın vücudundaki yaraları görünce şaşkına döndük”
diyor. Dövmüşler babamı.
O dönem 28 Nisan
olayları vardı. Öğrencileri sokağa döktüler. Öğrenciler her yana saldırdı.
Sonra yüzlerce öğrenci öldü diye dedikodular çıkardılar. Güya öğrencilerin
ölülerini kuyulara atmışlar, Et ve Balık Kurumu’nun buzluklarına atmışlar,
kıyma makinalarından geçirip Konya asfaltının altına saklamışlar! Buna çocuklar
bile güler fakat o zaman aydın geçinen insanlar inanıyorlardı.
Babama adadaki
sorgusunda “Ölüler nerde?” diye soruyorlar. Babam da “Hangi ölüler?” diyor. 28
Nisan’da Beyazıt’ta çıkan olaylarda sadece iki kişi ölmüş. Biri, tank üstünde
slogan atan Nedim Özpolat; tank hareket edince, tankın altında kalarak ölüyor.
Diğeri de Turan Emeksiz; nereden geldiği belli olmayan bir kurşunla hayatını
kaybediyor. Kurşun sekmiş, belli, çünkü Emeksiz’in vücudundan çıkan kurşun
eğri. Yani kaza sonucu ölmüş. Sonra adını bir vapura verdiler Emeksiz’in. Babama diyorlar
ki, “Celal Bayar, Adnan Menderes sana ateş et emri verdi, öğrenciler öldü.
Nerede ölüleri?” Babam, “Nerede bu öğrencilerin aileleri? Ölü falan yok. Bize
kimse ateş emri vermedi, biz de ateş etmedik” diye cevap veriyor. Darbeden
sonra ‘hürriyet şehidi’ diye beş kişiye daha merasim yaptılar.
Onlar kim
biliyor musunuz? Biri, darbeci subaylardan, Radyoevi’nin önünde, darbe
yapılırken ölen İhsan Kalmaz. Onun adını da bir vapura verdiler. Bir başka
‘hürriyet şehidi’ de yanına çocuğunu almış, darbe oldu diye sevinirken askerler
ateş ediyor, çocuğu ölüyor. Demokrat Partililer öldürmüş gibi tören yapıyorlar.
Babama yöneltilen suçlama bu. “Söyle, ölüler nerde?” diyerek dövüyorlar babamı.
Zaten ilaçlarını da vermemişlerdi. Babamı kaybetmemiz böyle oldu.
AĞABEYİM ÜZÜNTÜDEN VEREM OLDU
Babam öldükten
sonra annem hayata küstü, hep yas tuttu. Sadece bizim için, çocukları için
yaşadı. Ağabeyim Ömer, üzüntüden verem oldu. Bir gün bembeyaz oldu, baktık kan
kusuyor. Ertesi gün doktora gittik, üçüncü dereceden verem olmuş. Bir sene
yatmak zorunda kaldı. Annem çok ilgilendi, o kurtardı ağabeyimin hayatını. Ben
psikolojik travma geçirdim. Yan binadaki CHP’liler babam hapiste diye alay
ettiler benimle. Ben de çocuğum, susmadım; ‘Babamın bir suçu yok’ deyince beni
dövdüler. (EE) // ((Bu yazı ve
söyleşi Agos'un 10 Haziran 2011 tarihli sayısında yayımlanmıştır.))
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder