Yassıada Mahkemeleri 1961, ‘Devlete ait
ancak, çok partili siyasal yaşama geçildiği halde hala CHP’nin envanterinde ve
kullanımında olan devlet mallarının, hazineye intikali’ davası görülüyor.
Davanın adı ‘CHP Mallarının Yasayla Hazine’ye Aktarılması Davası’ şekline
getirilmiş. Bu mallar arasında eski TBMM binası bile var ve bu bina CHP Genel
Merkezi olarak kullanılmakta. Tek Parti döneminde, devlet-parti birlikteliği
uygulaması içindeyken, bu mallar CHP kullanımındadır. Ancak 1946’da çok partili
hayata geçildiği, 1950’de iktidarın CHP’den başka bir parti DP’ye geçtiği
halde, CHP bu malları hazineye iade etmiyor. Bunun üzerine DP Hükümetinin
çıkardığı bir yasa ile devletin malı, bir parti inhisarından çıkartılıp devlete
yani hazineye intikal ettiriliyor. Tarihi TBMM binası da müze yapılıyor.
Yassıada’da Demokrat Partisi Hükümet mensupları bu son derece yerinde
girişimden bile suçlu bulundu ve yargılandılar. Mahkeme esnasında şöyle bir
olay cereyan eder,
Demokrat Partili sanıklardan Manisa
Milletvekili, Başbakan yardımcısı, Bakan rahmetli Samet Ağaoğlu, söz konusu
yasaya olumlu oy verenlerden merhum Fethi Çelikbaş’ın neden sanıklar arasında
olmadığını Başyargıç Salim Başol’a soruyor. Zira Fethi Çelikbaş
mahkeme tarafından suç telakki edilen bu yasaya imza atmış ama sonradan DP’den
ayrılmış, Hürriyet Partisinin kurucularından olmuş ve sonunda CHP’ye geçmiş.
Eğer bu yasa suç ise Fethi Çelikbaş’ın da suçlular arasında olması gerekmez mi?
Çelikbaş’ın CHP’ye geçmesi onu nasıl mahkeme gözünde masum kılıyor. İşte Samet
Ağaoğlu bu soruyu Başyargıç Salim Başol’a yöneltiyor. Başol’un cevabı Yassıada
Mahkemelerinin yapısını ifşa edici mahiyettedir ve tüyleri diken diken eder.
Başol,
“Sizi alıp Yassıada’ya
tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz.’
6 Eylül 2017 günü, Sayın Yalçın Bayer’in
sütununda okuyoruz. Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sayın Sami
Selçuk, Salim Başol’un bu sözünü adeta savunmuş ve şu ifadelerde bulunmuş.
“Yassıada’da
Başkan Başol’un
yargılama biçimi elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması
eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi,
utanılası değil, tam tersine övülesi bir durumdur
Yazınızda geçen (Bayer’e
hitap) ve Merhum Başkan Başol’un utanç verici olduğunu belirttiğiniz “Sizi
buraya tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri her şeyden önce eksik ve bu
sözlerle ilgili değerlendirmeniz ise, ne yazık ki, hukuksal açıdan doğru
değildir. Olay
aşağıdaki gibidir.
Dikkat ederseniz
yazınızda söylenen sözlerin “.. onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna
getirilen davayabakar” kesimi unutulmuştur. Bu nedenle eksiklik söz
konusudur. İkinci
olarak bu sözlerin anlamı sizin anladığınız gibi, “Sizi buraya tıkan kuvvet
sizin mahkûm edilmenizi bizden istedi. Biz de buna boyun eğiyoruz” demek
değildir. Merhum
Başol, tam bu noktada Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen
tarihsel ve temel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur:
‘Davasız yargılama
olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz”
yahut da “yargıç
kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz” (ne procedat index ex officio).’
Evet, Yassıada
yargılamaları doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Başkan Başol’un yargılama biçimi
elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir.
Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil,
tam tersine övülesi bir durumdur. Bu
yüzden alışılmışa uyarak yaptığınız eleştiri ne yazık ki yerinde değildir. Bu
vesileyle bir yanlışı düzeltme olanağını verdiğiniz için teşekkür eder ve
düzelteceğinizi umarım.”
Sayın Yalçın Bayer, karşımızda saygıdeğer
bir Yargıtay Onursal Başkanı bir Profesör var ve bu sözleri saf ediyor.
Bendeniz ise sade bir vatandaş olarak düşünüyor ve soruyorum.
Eğer, CHP üzerinde ve kullanımında olan
devlet mallarının hazineye intikalini sağlayacak yasa bir suç ise ve bu yasa
altında o zaman hayatta olan Fethi Çelikbaş’ın imzası varsa, Başyargıcın veya
Başsavcının Fethi Çelikbaş’ı mahkemeye çağırması ve suç telakki ettikleri bu
yasaya niye imza attığını sorgulaması gerekmez miydi? Diyelim ki, bir grup bir
yerde, bir tarihte bir hırsızlık yaptı veya cinayet işledi. Bu eylemlerde
grupla birlikte bulunan bir şahıs, daha sonra şehir değiştirir veya başka gruba
girerse o söz konusu hırsızlık veya cinayet suçundan muaf tutulabilir mi? Yani
Salim Başol’un sözü ile, Sayın Yargıtay Onursal Başkanımızın belirttiği,
‘davasız yargılama olmaz, yargıç dava açılmadan yargılama yapamaz, yargıç
kendiliğinden olaya el koyamaz’ kuralı arasında, bir ilgi yok ki! Örneğin FETO
davasında yeni suçlular sorgulamalar ile saptanıyor ve akabinde gözaltına
alınıyorlar, gerekirse tutuklanıyorlar.
Sayın Bayer, Sayın Prof. Dr. Sami Selçuk
haklı olarak bize de sitem eden bir açıklama gönderdi, diyorsunuz. Dikkatle
okudum ve Sayın Sami Selçuk’un değindiği kural ile, Fethi Çelikbaş’ın mahkemede
olmaması arasında bir bağlantı kuramadım.
Sayın Bayer, Atatürk’ün İktisat Vekili,
Başvekili ve Türkiye Cumhuriyetinin 10 yıllık Cumhurbaşkanı rahmetli Celal
Bayar’ın Yassıada Mahkemelerinin yapısı hakkındaki ifşa eden şu ifadelerine ne
demeli (Kayseri Cezaevi Günlüğü’ kitabının 27 Haziran 1962
tarihli anlatımı),
“Yassıada davaları bu plan esası
üzerine yürütüldü ve kararlaştırıldı. Mahkeme reisi Başol bile aldığı talimata
uyarak duruşmada BEN SİZİN CEZALARINIZIN DERECESİNİ TAYİN EDEMEM sözünü
ağzından kaçırdı. Hakikatte bu plan orduyu siyasete sokan ve ayaklanmayı temin
eden Halk Partisi ve liderinin (İsmet İnönü) eseridir. MBK vasıtasıyla YAD’nına
bir direktif olarak verilmiştir. Aynen tatbik olunmuştur.”
Çok değerli hocamız Prof.
Dr. Emine Gürsoy Naskalı de bu mahkemelerin karakterini, bir cümlede özetlemiş
(Emine Gürsoy Naskali, Örtülü Ödenek Davası),
“Yassıada Mahkemeleri gülünç,
mantıksız, kin dolu ve utanç veren, ne var ki, son tahlilde Cumhuriyet
tarihimizin hazin bir tiyatro sahnesiydi.”
Sayın Bayer, 2. Dünya Savaşında
dünyayı kana bulayan, 50 milyon insanın ölmesine, daha fazlasının sakat
kalmasına sebep olan Hitler ve arkadaşlarının yargılandığı Nürnberg
mahkemelerinden 12 idam kararı çıkmıştır. Salim Başol’un baş yargıçlığını
yaptığı Yassıada Mahkemeleri, Yüksek Adalet Divanından ise 15 idam kararı
çıktı.
Yassıada Mahkemeleri
kararlarını, duruşmaları merakla ve hatta üzülerek yazıyorum eğlence duygusu
ile izleyen DP düşmanları bile şaşkınlıkla karşılamışlardı. Hâlbuki sonradan
öğreniyoruz ki, Yüksek Adalet Divanı üyeleri 15 idam, 43 müebbet hapis cezası
vermekle Bayar, Menderes ve arkadaşlarına adeta bir lütufta bulunmuşlar. 1975
yılında YAD üyesi Hıfzı Tüz ile Nazlı Ilıcak’ın yaptığı söyleşi dönemin
garabetini göstermektedir. (N. Ilıcak, 27 Mayıs Yargılanıyor)
“Nazlı Ilıcak: Yalnız burada
önemli bir husus şu, MBK oy birliği ile verilen idam cezalarını tasdik
etmiştir. Öyle olunca bir tek kişiye bile büyük mesuliyet düşmüş oluyor.
Hıfzı Tüz: Anlıyorum efendim
anlıyorum. Siz niye muhalif kalmadınız, diye soruyorsunuz.
Nazlı Ilıcak: Belki o zaman
başka esas bulunacaktı. Çünkü yüzde yüz idam isteniyordu. Ama bu durumda bir
tek kişinin oyu dahi idama sebep olmuştur.
Hıfzı Tüz: O zamanki havayı,
içinde bulunduğumuz havayı şimdi izaha lüzum görmüyorum. O ihtilal havası
içinde üç beş kişi değil 70-80 kişinin idamı bekleniyordu.
Nazlı Ilıcak: Kim bekliyordu?
Hıfzı Tüz: Bekleniyordu.
Nazlı Ilıcak: Hâkim mi
bekliyordu?
Hıfzı Tüz: Hâkimler
beklemiyordu, hâkimlerden belki de isteniyordu. Böyle bir karar vermeleri belki
düşünülüyordu.
Nazlı Ilıcak: İsteniyordu!
Hıfzı Tüz: Fiilen bir isteme
değil. Öyle bir hava vardı. Biz elimizden geldiği kadar adaletin tecellisi için
gayret ettik. Şahsen ben ve birkaç arkadaşım da bu fikirdeydik. Gerek Selman
Yörük, gerek Abdullah Üner cezalardan birçoğunu hafifletme imkânını bulduk.
Nazlı Ilıcak: Kararlarda bir
hâkimin idam cezası verdiği bir şahsı, bir diğeri beraat ettirmek istemiş. Bu
kadar farklılıklar oluyordu hâkimler arasında değil mi?
Hıfzı Tüz: Olmuştur…
Nazlı Ilıcak: Aynı suçtan dolayı
bu kadar büyük fark?
Hıfzı Tüz: Efendim olmuştur.
Bunun benden izahını istemeyin. Ben sadece vicdanımın sesini dinledim ve ona
göre karar verdim.
Nazlı Ilıcak: Ama şimdi olsa
belki bu idamları vermezdiniz değil mi?
Hıfzı Tüz: O zamanki politik
şartların memleket üzerindeki ağır baskısı bize tesir etmiştir. O günkü havaya
uygun olarak etkilendik. Aslında ben idam taraftarı değildim. BEN ÇOK AZ İDAM
KARARI VERDİM. Çoğunu kurtardım bunun huzuru içindeyim.
Nazlı Ilıcak: Demek siz 70-80
idam olacak, birkaç idam kararı vererek çoğunu kurtardım huzuru içindeydiniz.
Hıfzı Tüz: Bu da bir etkidir
tabii. Bir de suçların mahiyeti icabı böyle bir idamı gerektirecek kadar ağır
bir durum görmediğim için diğerlerine idam cezası vermedim. Politik hayatta
idam biraz ağır bir cezadır. Çünkü o kadar çok hatalar yapılıyor ki, her birini
böyle mahkeme edecek olsak suçsuz adam kalmaz. Politik hayatta böyledir, idari
hayatta böyledir. Suçlamak gayet kolaydır…”
Sayın YAD üyesi Hıfzı Tüz, 70-80
kişinin idamı bekleniyordu, diyor. Peki, kim bekliyordu? Hâkimler mi
bekliyordu? Yassıada Mahkemeleri hâkimlerinden, YAD üyesi Hıfzı Tüz’ün cevabı.
HÂKİMLER BEKLEMİYORDU. HÂKİMLERDEN BELKİ DE İSTENİYORDU, ÖYLE BİR HAVA VARDI!
Sayın Bayer, evrensel hukukun
değişmez bir kuralı vardır. Mealen yazıyorum, suç telakki edilen bir eylem,
ancak suçun işlendiği andaki yasalarla yargılanabilir. 1924 Anayasasında da bu
kuralı vurgulayan madde var. Ancak 27 Mayıs’ta 65 yaş üstündekilerin infaz
edilemeyeceği yasası dahil bir çok yasa iptal edildi, yenileri çıkarıldı ve
makabline şamil kılındı (geçmişe uygulandı) 1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu 41
Madde ’ye göre Cumhurbaşkanı, vatan hainliği halinde sadece TBMM’ne karşı
sorumludur.
İnsan düşünüyor acaba Salim
Başol bunları bilmiyor muydu? Olamaz tabii. Aslında dua etmek lazım, zira 27
Mayıs’ta darbecilerin kafalarındaki senaryoya göre, gerçek bir katliamdan zor
kurtulmuşuz. Gazeteci Güngör Yerdeş anlatıyor (Güngör Yerdeş, Başkentte Önemli
Olaylar ve Yazamadıklarım, S. 39),
“Milli Birlikçiler sağda ve
solda diye taksim olmuşlardı. Genç genç insanlar artık bütün Türkiye’ye
hükmediyorlardı. Orhan Erkanlı da öyleydi. Bir gün kendisini makamında ziyaret
ettiğimde masasının üzerinde ‘A-1 Hedefleri’ diye bir kitapçık gördüm. Erkanlı
bir ara yan odaya geçtiğinde de alıp şöyle bir göz attım. İzin alınmadan
yapılması elbette çirkindi. Ama kendimi tutamadığımı itiraf ediyorum.
Kitapçıkta, Yassıada’da süren duruşmalarda gelinecek sonucun önceden tespit
edildiği açıkça görülüyordu. ’55 İdam’ Çalıştığım Vatan gazetesi ertesi gün
sekiz sütuna bu manşetle çıkmıştır. Yassıada’da 55 kişinin idamı isteniyor…
Tabii ortalık toz duman olmuştu. Beklediğim telefonda çalmakta gecikmedi.
‘Yerdeş, minareyi çaldın kılıfını hazırla’ Erkanlı konuşuyordu. Demek istiyordu
ki, neticesine katlanacaksın. Ama hakkımda infaz kararı bir türlü çıkmadı…”
Güngör Yerdeş’in bahsettiği 8
sütuna ’55 İdam’ şeklinde çıkan Vatan Gazetesini siz kolaylıkla
buldurabilirsiniz, Sayın Bayer.
27 Mayıs 1960 Darbesi genel
seçimlere (Temmuz 1961) bir yıl gibi bir süre kalmışken yapılmıştır. 1957
seçimleri erken seçim idi. Ve rahmetli Menderes Eskişehir’de darbeden 11 gün
önce ‘yolumuz seçim yoludur, demokratik ülkelerde iktidarlar sokak olayları ile
değişmez’ şeklinde bir ifade ile seçimleri adeta ilan etmiştir. Ama bu ilan
darbeyi çabuklaştırmaktan başka işe yaramadı.
27 Mayıs’ı, Yassıada’yı,
Yassıada Mahkemelerini, Yassıada Zulmünü, menfur infazları konuşurken, yazarken
mutlaka elimizi vicdanımıza koymalıyız
6.9.2017, Fenerbahçe
HASAN EMRE OKTAY
***
(YASSIADA MAHKEMELERİ NAM TİYATROLARIN (!) MENFUR BAŞKANI; EMİR KULU, ADALET VE HUKUKUN UTANCI, OLABİLDİĞİNCE REZİL BİR YÜZ
KARASI)
***
YALÇIN BAYER
(HÜRRİYET, 06 EYLÜL 2017)
(HÜRRİYET, 06 EYLÜL 2017)
Sami Selçuk:
Hiçbir toplum hukukun ve adaletin dışında yaşayamaz...
Salim Başol
gerçeği nedir
23 AĞUSTOS 2017
tarihli köşemizde ‘Toplu siyasi davalar ve unutulan bir söz: ‘Sizi buraya
tıkayan kuvvet böyle istiyor’ başlıklı bir yazı yer almıştı. (06.09.2017-10:39Hürriyet
Haber)
Yassıada duruşmalarında
mahkeme başkanı Salim Başol’un isminin yer alması
üzerine, Yargıtay Onursal Başkanı Prof. Dr. Sami
Selçuk haklı olarak bize de sitem eden bir açıklama gönderdi ve
“Yassıada’da Başkan Başol’un yargılama biçimi elbette tartışılabilir;
özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir. Ancak yargılamanın temel
ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil, tam tersine övülesi bir
durumdur” dedi.
Selçuk şöyle
diyor:
“Köşenizde
önemli olaylara dikkat çekiyorsunuz. Ancak şu anda en önemli sorun, kanımca
hukuktur. Hiçbir toplum hukukun ve adaletin dışında yaşayamaz. Ben de karınca
kaderince çabalarımı bu yoldu gösteriyorum. Sözgelimi 16 Nisan halkoylaması
hukuka aykırı olarak gerçekleşmiştir.
1
Eylülde Cumhuriyet’te haber olarak çıkan “16 Nisan halk oylamasına ilişkin
bilimsel görüş”te hukuksuzluğa ilişkin vardığım sonuç ve yaptırımı, kamuoyu
demokrasilerinin yaşandığı ülkelerde iktidarları düşürecek
boyuttadır. CHP tarafından yayımlanan kitabı lütfen okuyunuz ve
görüşlerinizi yazınız. Yanılıyorsam eleştiriniz ve sizin yazınız aracılığıyla
hukukçular eleştirsinler.
“Yazınızda geçen
ve Merhum Başkan Başol’un utanç verici olduğunu belirttiğiniz “Sizi buraya
tıkayan kuvvet böyle istiyor” sözleri her şeyden önce eksik ve bu sözlerle
ilgili değerlendirmeniz ise, ne yazık ki, hukuksal açıdan doğru değildir.
Olay aşağıdaki
gibidir.
“CHP Mallarının
Yasayla Hazine’ye Aktarılması Davası”nın duruşması sırasında sanıklardan Manisa
Milletvekili Merhum Samet Ağaoğlu, Divan Başkanı Salim Başol’a söz konusu
Yasa’ya olumlu oy verenlerin neden hepsinin değil de sadece 36 milletvekilinin
yargılandığını, özellikle o dönemde Yasa’yı savunan sözcü Merhum Fethi
Çelikbaş’ın neden sanıklar arasında bulunmadığını sorunca Merhum Başol, “Sizi
alıp Yassıada’ya tıkan kudret böyle istemiş, onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna
getirilen davaya bakar” diye yanıt vermiştir.
Dikkat ederseniz
yazınızda söylenen sözlerin “.. onu biz bilemeyiz. Divan, huzuruna getirilen
davaya bakar” kesimi unutulmuştur. Bu nedenle eksiklik söz konusudur.
İkinci olarak bu
sözlerin anlamı sizin anladığınız gibi, “Sizi buraya tıkan kuvvet sizin mahkûm
edilmenizi bizden istedi. Biz de buna boyun eğiyoruz” demek değildir.
DAVASIZ YARGILAMA OLMAZ
Merhum Başol,
tam bu noktada Roma hukukundan bu yana ceza yargılamasında benimsenen tarihsel
ve temel bir ilkeyi dile getirmektedir. O da şudur:
“Davasız
yargılama olmaz” ya da “yargıç, dava açılmadan yargılama yapamaz”
yahut da “yargıç
kendiliğinden olaya/davaya el koyamaz” (ne procedat index ex officio).
Evet, Yassıada
yargılamaları doğal yargıç ilkesine aykırıdır. Başkan Başol’un yargılama biçimi
elbette tartışılabilir; özellikle gereksiz sorular sorması eleştirilebilir.
Ancak yargılamanın temel ilkelerinden birini dile getirmesi, utanılası değil,
tam tersine övülesi bir durumdur.
Bu yüzden
alışılmışa uyarak yaptığınız eleştiri ne yazık ki yerinde değildir.
Bu vesileyle bir
yanlışı düzeltme olanağını verdiğiniz için teşekkür eder ve düzelteceğinizi
umarım.”
GÜNÜN SÖZÜ
“Türk kimliği
mi, ümmet kimliği mi? Adı konmayan bir milletin ferdi, olsa olsa Halifesine bağlı
bir ümmetin kuludur.” Tuncay ERCİYES
SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ VE BAROLARI
KONUŞTURMAMAK
ADİL bir
yargılama faaliyetinin olmazsa olma şartı; ‘Silahların eşitliği’dir.
İtham ve savunma
taraflarından birinin, velev ki, algı düzeyinde de olsa, diğerine üstün
olmasına yol açabilecek, her türlü müdahale, yargılamanın adil olması,
bağımsızlığı, tarafsızlığı, üzerinde bir risk oluşturur.
Adli yargı yılı
açılışına, Barolar Birliği’nin sadece hazırun/dekor olarak davet edilip,
‘savunmanın’ Adliye meseleleri üzerine konuşmasının engellenmesi, silahların
eşitliği kavramınınTürkiye’deki durumu hakkında ciddi bir soru işaretini ortaya
koyuyor.
Anayasa
Mahkemesi Başkanının, Cumhurbaşkanının karşısında, abartılı nezaketi, Danıştay
Başkanının, Ana Muhalefet partisine getirdiği aleni politik eleştiri,
ve de Yargı Yılı
açılışında, Yargıtay’ın Barolar Birliği’ni konuşturmaması, yargı
üzerinde ‘haketmediği’ ‘fonksiyon kaybı’ tereddütleri yaratıyor.
Kendi ağır iş
yükünün yanında, bir sürü zorlu politik davalar hakkında da, özveri ile
yargılama faaliyeti yürüten yargının, Adli yılın açılışında, manzarası ne yazık
ki bu...
Manzara bu
olunca da, Yargıtay Başkanının sözleri makes bulmuyor. S.Ö.
SABANCI ÜNİVERSİTESİ’NDEN:
AKADEMİK ÖZGÜRLÜK İLKELERİNE BAĞLIYIZ
SABANCI Üniversitesi
Kurumsal İletişim Birimi bir açıklama göndererek, Alman Potsdam
Üniversitesi’nde ‘Ermeni Soykırımı’ konusunda çalıştaya ev sahipliği yaptığı
bilgisinin doğru olmadığını bildirdi ve “Öğretim üyelerimiz Sabancı
Üniversitesi Akademik Özgürlük İlkeleri çerçevesinde yürüttükleri
araştırmalarda ulaştıkları araştırma sonuçlarını yayınlama, tartışma ve
yorumlamada özgürdürler. Sabancı Üniversitesi öğretim kadrosu ve
yönetimi, her üniversite üyesinin bireysel bilimsel görüş ya da sanatsal ifade
hakkını korumakla yükümlüdür. Bununla birlikte kamuoyu önünde ifade edilen
görüşler hiçbir biçimde üniversiteyi bağlamaz. Konuyu sizlerin de bilgisine
sunarız.” dendi.
PANO
-
LAİKLİĞİ savunmak neredeyse faşistlikle özdeşti. Kemal OKUYAN
- YAŞAR
Alptekin’in, ailesi CHP kökenlidir. Şarköy’de bir lokalleri
vardır; abisi çalıştırır, ama şimdi yerlerini devrettiler
galiba. Alptekin her yaz buralarda gözükür, şortuyla gezer tabii. Onu
herkes tanır. Ne zaman 1 Eylül geldiğinde bizim Yaşar ‘dindar
olduğunu’ hatırlar.. Hatta eskiden FETÖ’cü olduğunu söylüyor şimdilerde.
Gazeteleri de alet eder. Kanmayın, inanmayın... L.Y.
BİLİYOR MUSUNUZ
CHP Genel
Başkan Yardımcısı Çetin Osman Budak’ın “İşsizlik fonu, işsizlere değil;
AKP’nin bütçe açıklarını kapatmak, siyasi ömrünü uzatmak için gündemde tutulan,
iş üretmeyen dolayısıyla büyümeye katkısı olmayan projelere fon olarak
kullanıyor, başvuran 1,874 bin kişinin işsizlik ödeneği alamadığını”
söylediğini... CHP Ankara Milletvekili Dr. Mustafa Emir’in,
Bakan Ahmet Eşref Fakıbaba’nın, kendisinden önceki bakanlar döneminde
Bakanlık bünyesinde yolsuzluk yapıldığına ilişkin açıklamaları için “İdari bir
idari işlem başlattınız mı? Yolsuzluğun parasal büyüklüğü ne kadardır;
yolsuzluk hangi illerde olmuş ve bunlar kimlerdir” diye sorduğunu... 10
EYLÜL 1920’de kurulan Türkiye Komünist Partisi’nin, 97. yaşını 5
kentte (İzmir, Ankara, İstanbul, Bursa ve Eskişehir) bir
araya gelecek partililerle kutlayacağını... MERHUM Vali Recep
Yazıcıoğlu’nın 8 Eylül Cuma günü ölümünün 14. yılında Aydın Söke’deki
mezarı başında anılacağını...
PANO
DİL
Derneği olarak 30. yılımızda; Ankara’da Çankaya Belediyesi;
İstanbul’da Avcılar ve Bakırköy Belediyeleri; İzmir’de Konak ve Karşıya Belediyeleri; Bursa’da Nilüfer
Belediyesiyle birlikte 85’inci Dil Bayramını, Harf Devriminin 89’uncu,
Söylev’in de 90’ıncı yılını kutluyoruz. Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu,
devrimlerin yapıcısı, eşsiz Söylev’i ile bugünümüzü de aydınlatan
önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ü saygıyla anıyoruz! Sevgi ÖZEL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder