6 EYLÜL
1955 OLAYLARI KONUSUNDA
KENDİ
KALEMİZE ATTIĞIMIZ GOLLER
Mehmet Arif
Demirer
Türk
medyası, 27 Mayıs Darbesi’nden sonra, 6 Eylül 1955 günü 6 saat süren olayları
48 saat sürmüş gibi, ‘6/7 Eylül Olayları’ olarak tanımlamıştır. Çarpıcı bir
örnek, Prof. Dr. Mümtazer Türköne’den. Koskoca bilim adamı bakınız neler
yazmış, F Gülen’in ZAMAN Gazetesinde: “Tam 54 yıl önce, 6-7 Eylül 1955'te
İstanbul iki gün devam eden bir yağmalamaya sahne oldu. İki gün boyunca Rum
azınlık başta olmak üzere Ermeni ve Yahudilerin dükkânları, evleri, okulları ve
mabetleri tahrip edildi ve yağmalandı. Savaş gibi bir yıkım yaşandı.” (ZAMAN,
25.1.2009)
“29
Ağustos ve 8 Eylül 1955 tarihleri arasında Londra’da Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere heyetlerinin arasında toplanan Kıbrıs Konferansı’nda heyet başkanımız
Fatin Rüştü Zorlu’nun açıkladığı Türkiye’nin yeni Kıbrıs Tezi çok başarılı
olmuş, Yunan heyeti panik içinde 2 Eylül Cuma akşamı talimat almak için
Atina’ya dönmüştü.
Türk tezi,
Lozan Barış Antlaşması’na dayandırılmıştı. Türkiye, Kıbrıs adası üzerindeki
egemenliğini Lozan’da İngiltere’ye bırakmıştı. Belgenin altında iki imza vardı,
Türkiye ve İngiltere. Dolayısı ile Yunanistan Kıbrıs konusunda TARAF değildi.
Eğer İngiltere Kıbrıs adası üzerindeki egemenliğinden kısmen veya tamamen
vazgeçecek ise ada eski sahibine dönmeliydi. Bu, Yunan dış politikası için
hezimet demekti. Konferans bu tezi kabul ederek sonuçlanır ve sonuç
bildirisinde Kıbrıs konusunda Yunanistan’ın taraf olmadığı belirtilirse,
Yunanistan’ın ve Kıbrıs’taki Rumların 1931 yılında beri uğraş verdikleri ENOSİS
(adanın Yunanistan’a ilhakı) hedefi Kıbrıslı Türklerin deyimi ile sıfırla
çarpılmış olacaktı.
O hafta
sonu Yunan Derin Devleti fazla mesai yapmıştı. 5/6 Eylül gecesi Selanik’te ATATÜRK
Müzesi’nde bir bomba patlamış binanın birkaç camı kırılmıştı.
Konferans’ta
6 Eylül sabahı Zorlu, Yunan Dışişleri Bakanı’na karşı ATATÜRK Müzesi binasını
yeterince koruyamadıkları için çok sert bir konuşma yapmış, Yunan Bakan da özür
dilemiş ve “Bunu yapan gerçek bir Yunanlı olamaz. Araştırmalarımız sürüyor. Er
geç kimin yaptığını bulacağız” şeklinde cevap vermişti.
Bu
gelişmeleri o tarihteki gazetelerden hiç araştırmayan 27 Mayıs sonrası Türk
basını, hiç utanmadan ve sıkılmadan; Yassıada’daki düzmece davayı esas alarak,
olayları Londra konferansında zor durumda olduğunu iddia ettikleri Zorlu’nun
talebi ile Menderes ve 27 Mayıs’tan
hemen sonra intihar eden olaylarda İçişleri Bakanı olan Namık Gedik’in
tertiplediğini yaza gelmiştir, tam elli yıldır.
İki örnek:
Ayşe Hür – Taraf 7 Eylül 2008
|
Hasan Pulur – Milliyet 11 Eylül 2008
|
5 Eylül’de, Hikmet
Bil’le bir akşam yemeği yiyen Menderes, Zorlu’nun Londra’dan gönder-diği
telgraftan söz edecekti.
Telgrafta Zorlu,
görüşmelerde zor durumda kaldığını, müzakere koşullarının zor olduğunu, orada
artık ‘dizginlenemeyen’ bir Türk kamu oyundan söz etmeyi arzuladığını
yazıyordu….
Artık iş barut
fıçısını patlatacak kıvılcımı çakmaya gelmişti…
İstanbul Ekspres adlı
20-30 bin tirajlı bulvar gazetesi, haberi iki ayrı baskıyla duyurdu.
|
İÇİNDE yaşadığımız
halde, bu olayı öylesine unutmuşuz ki, cumhuriyet tarihinin en rezil
sayfalarından biri.
Siyasi iktidar Kıbrıs
görüşmelerine baskı yapmak için bir gece (6-7 Eylül 1955) İstanbul’u
yağmalatır, yakıp yıktırır, İngilizlere ve Yunanlılara “Türk halkının Kıbrıs
konusunda ne kadar hassas olduğunu gösterecektir.”
Gösterdik, rezil
olduk.
Hedef önce azınlıklar,
başta Rumlar, sonunda da toptan yağma...
|
6/7 Eylül gecesi,
sabaha kadar, T.C. Londra Büyükelçiliğinde toplantı halinde olan Türkiye heyeti,
7 Eylül sabahı konferansta olaylar nedeniyle Yunan Dışişleri Bakanı’ndan benzer
bir çıkış bekliyordu: “Nasıl olur da İstanbul’da soydaşlarımızın evlerine,
işyerlerine yapılan saldırıları durdurmadınız…” gibi. Türk heyeti başkanı
Zorlu’nun, bir gün önce Yunan Dışişleri Bakanı gibi, özür dilemesi ve “Bu
olayları tertipleyenler gerçek Türk olamazlar. Araştırmaya başladık…” şeklinde
konuşması kararlaştırılmıştı.
7 Eylül
sabah Konferans’ta Yunan Dışişleri Bakanı hiçbir şey söylemedi. Bir serzenişte
bulunmadı. Olayları hiç duymamış gibi davrandı.
Bu son
derece önemli ayrıntıyı Emekli Büyükelçi rahmetli Mahmut Dikerdem Ortadoğu’da
Devrim Yılları başlıklı kitabında yazdı. Araştırmacı yazarlarımız nedense bu
olayı, Yunan Dışişleri Bakanı’nın 7 Eylül sabahı neden suskun kaldığını hiç araştırmadılar
ve hiç önemsemediler?
İstanbul’da
olaylar saat 18:00’de başladı. İstanbul Ekspres gazetesi ikinci baskı yaparak Selanik’teki
bomba olayını abartılı bir şekilde vermişti:
Üniversite
gençliğinin saat 18:00 - 20:00 arasında Selanik’teki olayı protesto etmek için
İstiklal Caddesinde (Taksim’e kadar) yürüyüşü
Olayların
ikinci aşaması, saat 20:00 -22:00:
Cibali
sigara fabrikası işçileri ile işsiz gençlerin İstiklal Caddesi ağırlıklı olmak
üzere ev ve İşyerlerini tahrip etmeleri
Olayların
üçüncü aşaması, saat 22:00 -24:00:
Şehir
varoşlarından gelenlerin tahrip edilen işyerlerini yağmalaması
Olayların
sonu: Saat 20:00’de beklenen askerin (19
tabur) gecikmeli olarak 24:00’de gelmesi, hükümetin sıkıyönetim ve sokağa çıkma
yasağı ilan etmesi ile olaylar sona ermiştir.
Olaylar
başlamak üzere iken trenle Haydarpaşa’dan Ankara’ya gitmek üzere ayrılan
Cumhurbaşkanı Bayar ve Başbakan Menderes olayları Sapanca’da duymuşlar, derhal
geri dönerek saat 24:00’de İstanbul Valilik binasına ulaşmışlardır. Gezi
Olaylarının hemen ardından Fas’a giden günümüz Başbakanından çok farklı olarak.
Olaylardan
iki yıl sonra, 1957 seçimlerinde özellikle Rumların oyları DP’ye yönelmiş ve
Adana ve Ankara’yı dahi kaybeden DP, İstanbul’da azınlık oyları ile seçim
kazanmıştır.
Olaylarda
zarar görenlere önemli miktarda tazminat ödenmiştir.
Olaylar nedeniyle
İstanbul Rum veya Ermenileri İstanbul’u terk etmemişlerdir. Bunun kanıtı 1959
yılında Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in Türkiye ziyaretinde oluşturulan
İkili Komisyondur. İki ülkenin seçkin diplomatları Zeki Kuneralp ve Dimitri
Bitsios başbakanlarının talimatı ile İstanbullu Rumların ve Batı Trakya’daki
Türklerin sorunlarını incelemek üzere çalışmalar yapmış ve hükümetlerine bir
rapor sunmuşlardır. Bu rapor yayımlanmıştır.
Yunan
Dışişleri Bakanı Averoff, anılarında (Cyprus –Lost Opportunities, Kıbrıs - Yitirilen Fırsatlar)
bu komisyondan bahsederken İstanbul’da 65 bin Rum olduğunu yazmıştır. Buna yaklaşık 15 - 17 bin Elen
(Yunanistan uyruklu İstanbullu) eklenince 1955 yılındaki İstanbul’daki Rum artı
Elen nüfusu çıkar: 90 bin.
İstanbul’dan
göç, 1964 yılında Kıbrıs’ta Rumların Türklere karşı giriştikleri soykırıma
karşı bir şey yapamayan İnönü Hükümeti’nin 16 Mart tarihinde aldığı bir kararla
İstanbullu Elenleri yurtdışına göndermesi sonucu başlamıştır. Elenler 1930
yılında ATATÜRK –Venizelos mutabakatı ile İstanbul’da yaşamalarına, taşınmaz
mal almalarına ve işyeri kurmalarına izin verilen Yunanistan uyruklu İstanbullulardı.
27 Mayıs
Darbesi’nden hemen sonra, DP’nin dört kurucusundan biri, yıllarca Dışişleri
Bakanlığı yapmış, olaylarda Başbakan Yardımcısı olan Fuat Köprülü, kişisel
Menderes-Zorlu kinine yenik düşerek, oğlunu da ateşe atmak pahasına aşağıdaki
ihbarı yapmıştır. O tarihte kadar ne Rumların, ne Yunanistan’ın böyle bir
iddiası vardı.
Fuat Köprülü’nün oğlu Dr. Orhan Köprülü, olaylarda DEMOKRAT PARTİ İstanbul İl Başkanı idi!
Fuat Köprülü’nün oğlu Dr. Orhan Köprülü, olaylarda DEMOKRAT PARTİ İstanbul İl Başkanı idi!
Bu ihbar
üzerine Yassıada’da bir hukuk skandalı olan 6/7 Eylül Olayları Davası
sahnelenmiş ve T.C.Yargısı kendi kalesine bir penaltı gölü atarak T.C.
Dışişleri Bakanı ile T.C. Başbakanının olayları tertiplediği yönünde karar
vermiştir, 5 Ocak 1961.
Bir gün
sonra Dr Orhan Köprülü, darbecilerin başına getirilen Cemal Gürsel’in Devlet
Başkanı kontenjanından Kurucu Meclis üyeliğine atanmıştır. Yassıada
yargılamalarındaki hukuksuzluğun en belirgin kanıtı bu karar ile bu
atamadır.
Günümüzde
Türkiye düşmanları Yassıada’daki kararı “İşte kendileri bile olayları Türk
hükümetinin en yetkililerinin tertiplediğini mahkeme kararı ile tescil ettiler”
diyerek aleyhimize kullanmaktadır.
Olayları,
her üç aşamada, yapanlar Türklerdir. Olayları tertipleyenler ise Londra’daki
Kıbrıs Konferansı’nın sonuç bildirisi yayımlamadan dağılmasını isteyen Yunan
Derin Devletidir.
Selanik’teki
bomba ile İstanbul Ekspres’in yazı işleri müdürü Gökşin Sipahioğlu’nun ikinci
baskı yapmak yönündeki ısrarı ve bomba olayını gerçek boyutunun dışına
çıkararak çok abartması bu tertibin birer halkalarıdır.
Olaylar
ATATÜRK’e karşı yapılan saygısızlığa tepki olarak patlak vermiş ve polisin
yetersizliği ve askerin gecikmesi nedeni ile 4 saat süre ile kontrol edilememiştir.
Polis bütün gücü ile başta Patrikhane ve Yunanistan Başkonsolosluğu olmak üzere
tüm konsoloslukları korumuştur. Bunların bir camı bile kırılmamıştır. Trafik
sıkışmış ve kilitlenmiştir.
Zorlu
Londra’da 7 Eylül akşamı otelde bekleyen Yunan gazetecilere şöyle konuşmuştur:
“Yunanistan’da sefaretimiz, konsolosluklarımız
polis muhafazası altında, “Memleketimizde Örfi İdare ilanına mecbur olduk,
“Kıbrıs’ta
çıkarılan gürültüleri (EOKA’nın faaliyetleri) bastırmak üzere İngiltere oraya
asker yolluyor
“Müşterek
tehlikeler karşısında ittifak etmiş olan üç müttefik arasındaki münasebetin
tabii manzarası bu mu olmalı? Bütün bu işlerde fiili ve suçlu rol sizden
geliyor. Bir müttefikten (İngiltere) toprak almağa kalkıştınız. Diğer
müttefiğin (Türkiye) emniyetini tehdit ettiniz. Sabrını tükettiniz. Aramızda bu
kadar zahmetle kurulan dostluğu yıktınız.
“Bütün
ikazlarımıza rağmen Kıbrıs’ta ve her tarafta tahriklerinize devam ettiniz.
Kıbrıs’ta çıkardığınız tedhiş (terör) hareketlerinde rol alanları radyolarınız,
‘Bir düzine vatansever’ diye övdü. Biz dostluğu korumak endişesiyle her türlü
nümayişi önlemeye uğraşırken Yunanistan iki müttefiğin aleyhine hareketleri
teşvik etti, heyecanları bile tutuşturdu.”
Zorlu’nun
bu söyledikleri 9 Eylül 1955 tarihli VATAN Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Bu olaylara Türkiye’nin
hiç ama hiç ihtiyacı yoktu. Yunanistan ise Londra’da açıklanan yeni Türkiye
Kıbrıs Tezi nedeniyle uluslararası kamuoyunun Kıbrıs konusunda TARAF olmadığının kabulünü mutlaka önlemek
istiyordu. Bunun yolu da Konferans’ın sonuç bildirisi yayımlamadan dağılması
idi.
8 Eylül
günü Konferans olaylar nedeniyle herhangi bir bildiri yayımlayamadan dağıldı!
Yunan
Dışişleri Bakanı’nın 7 Eylül sabahı olayları hiç duymamış gibi davranması
konusunu da Mahmut Dikerdem ve benim dışımda hiçbir araştırmacı yarımız
önemsemedi, nedense?
SONSÖZ:
Olaylar hakkında ortada bu kadar gerçek var iken bunları göz ardı ederek
faturayı Zorlu ve Menderes’e kesmek VİCDANSIZLIKTIR…
(Mehmet Arif Demirer, 6
Eylül 2013 - Bodrum)
***
***
ELEŞTİRİ, MÜŞAVERE, YORUM VE KATKILAR:
[Attachment(s) from
Mehmet Arif DEMIRER included below]
Menderes’i haklı çıkarmaya çalışmıyorum.
Yaşadığım Londra Konferansı’ndaki durumu anlatmaya
çalışıyorum.
Tarihi çarpıtmıyorum. Söylediklerimin hangisi yanlış? 7
Eylül günü kendini bilmez bir kaç kişinin Büyükada’ya saldırı girişiminde
bulunuşu mu?
Lefter Küçükantoniyadis Büyükada’da neler olduğunu 1994
yılında tüm ayrıntıları ile anlatmıştı.
Bahsettiğiniz Harp Dairesi’nin o tarihteki adı Seferberlik
Tetkik Kurulu idi. İstanbul’da birimi dahi yoktu. O tarihte STK’da görevli
İsmail Tansu yaşıyor.
Açın telefonu konuşun. (0312 4424863)
Ben bu olaylar hk çalışmaya başlarken (1993) iki kişiye
yazılı olarak sordum: Bu işe bulaştınız mı, diye: Oktay Engin ve MİT Müsteşarı.
Onlardan güvence aldıktan sonra 5 kalın klasör belge topladım. Olaylara karışan
ve hatta herkes ile söyleşi yaptım (ilk kitabımda tümü yayımlandı, 1995).
Oktay Engin Selanik Üniversitesi’nde hukuk okuyan bir
öğrenci idi! 6 Eylül akşamı Selanik’in başka bir semtindeki fuarda
tercümanlık yapıyordu!
Ekspres Gazetesi de sopalar da Yunan Derin Devletinin işi.
DP İst İl Başkanı Orhan Köprülü’nün Kurucu Meclis üyeliğini
yorumlasanıza…
Rumlar dünyanın en aptal insanları olmalılar ki,
Feriköy 1957’de DP’ye tulum çıkarmış olsun.
Anlamak istemediğiniz gerçek şu:
Konferanstaki gelişmeler sonucu bizim bu olaylara ilişkin
bir motivasyonumuz yoktu. Yunanlıların ise vardı ve son derece önemli idi.
Siz bunların hiç birine inanmayın, kendi (?) kalenize gol
atmaya, Yılmaz Karakoyunlu gibi, “Rumlar gittiler, İstanbul’un kültür mozayiği
yok oldu” ya da Dilek Güven gibi (yayımladığı kitap açtığım dava sonunda mahkûm
oldu) olaylar için “POGROM” sözcüğünü kullanın ki düşmanlarımız sevinsinler.
Aramızdaki fark: Ben Zorlu’yu da Menderes’i yakından tanımış
olan bir kişiyim. Zorlu eniştemin (1955 yılında Atina Büyükelçisi Settar İksel)
ve babamın çok yakın arkadaşı idi. Menderes ile 1959 uçak kazasından sonra bir
hafta aynı hastanede (babam da o uçakta idi) çok yakınında kaldım. Onların
POGROM emri vermeyeceğini bilirim…
Golleriniz bol olsun! Arada sırada rakip kaleyi de deneyin,
bir değişiklik olur.
NOT: Ekli gazetedeki
fotoğraflara bkz. 7 Eylül Beyoğlu’nda kimler varmış.
From: Mentes Azuz [mailto:mentesoz@gmail.com]
Sent: Thursday, September 05, 2013 3:29 PM
Sent: Thursday, September 05, 2013 3:29 PM
Menderes'i hakli cikarmaya ugrasarak, tarihi
carpitiyorsunuz.
Ataturk'un evine (aslinda bahcesine) bomba atanlarin
"Menderes'in bilgisi dahilinde" Harp Dairesi oldugunu biliyoruz.
Diger bir iddia olan, bombayi Selanik Baskons. Yard. Oktay Engin'in
atmis olmasi da Menderes'i aklamaz. Nitekim Oktay Engin sonra valilige
kadar yukseltilmis!
Sakin "bilgisi yoktu" demeyin, cunku ayni ebatta
sopalarin ve Ekspres Gazetesinde ihtiyacin on misli kagit hazirlanmasini v.s.
MIT'in istihbarati, dolayisiyla Menderes'in bilgisi olmadigini! iddia
etmis olursunuz ki, bu daha buyuk bir felakettir.
Tek parti yonetiminde cektiklerinden sonra DP'ye sarilan
gayrimuslimlere ve en onemlisi Turkiye'ye, Menderes ihanet etmis, halkinin iyi
niyetini somurmustur.
Ayrica 4,5 yasimda olmama karsin gecirdigim buyuk $oktan
oturu olaylarin Buyukada'da, (olaylarin bittigini iddia ettiginiz) ertesi gun de,
yani 7 Eylul'de de devam ettigini, mavnalarla Kartal'dan yagmaci
ta$idiklarini hic unutmadim.
Mente$ Azuz
Yarın 6 Eylül olduğundan yorumsuz paylaşıyorum.
İsteyen istediğine inanır –Menteş AZUZ-
6-7 Eylül olayları ve salkım salkım
asılacak adamlar
02 Eylül 2013, 23:26
“Salkım salkım asılacak
adamlar”
Aziz Nesin’in bir anı kitabının adı bu. Asılacak adamlar kim
mi?
Aziz Nesin, Asım Bezirci, Kemal Tahir, Nihat Sargın, Hulusi
Dosdoğru, Hasan İzzettin Dinamo, Can Boratav ve diğerleri. Yani yazarı,
çizeriyle, emekçisi, öğrencisiyle 47 kişilik bir liste.
Ortak yanları mı? Siyasi şubece fişlenmiş birer solcu
olmaları. Bu nedenle defalarca içeri girmiş çıkmışlıkları bulunmaları.
Bu kez nedenini bilmedikleri bir suçlamayla evlerinden,
bulundukları yerlerden tutuklanmışlar, önce Sirkeci’deki Sanasaryan handa
(Siyasi Şube’de) toplanmışlar sonra Harbiye’de hücreye atılmışlardı.
BU AYDINLARIN SUÇU NEYDİ?
Tarih 7 Eylül 1955’di. Azınlıklara yönelik 6/7 Eylül
tertibinin ertesi günüydü. Başbakan öğleden sonra yaptığı radyo konuşmasında
olayları fişli solcuların üstüne atmıştı. Ama hiçbirinin de olaylarla ilgileri
yoktu.
Peki, neden tutuklanmışlardı? Onu, bulundukları hücrede
haftalar sonra öğrendiler. Tutuklulardan Dr. Hulusi Dosdoğru (6/7 Eylül
Olayları isimli) anı kitabında şöyle yazıyor:
“İlk toplu tevkif müzekkeresi tutuklanmamızdan 22 gün sonra,
28.9.1955 tarihinde bizlere tebliğ edildi: Suçlama: 6/7 Eylül Olaylarını,
tahrik ve teşvik.”
“Bu tutuklama yazısından 38 gün sonra 5.11.1955 de
Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nce ikinci tevkif müzekkeresi (tutuklama yazısı)
yine hepimize toptan bildirildi. Bu ikinci müzekkerede şunlar yer alıyordu. 6/7
Eylül hadiselerinde tahrik, teşvik ve iştirakten maznun (sanık) 47 mevkuf
(tutuklu) hakkında, mahkumiyetlerinin devamına karar verildiğinin kendilerine
tebliğini bildirmenizi…(2 numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi esas kararı:55/638)”
Yani bu aydınlar “6/7 Eylül 1955 Olayları” olarak
bilinen azınlıklara yönelik ayıplı, tertibin sanıklarıydı ve bu nedenle de
Harbiye’de hücreye kapatılmışlardı. Gerçekten suçlu olabilir miydi?
Ama bir suçlu olmalıydı. Suçu, siyasi şubenin fişlilerine
yüklemeye çalışırsın bunun ayıbından da suçundan da kurtulursun. Aynen öyle
olur.
6/7 EYLÜL SANIKLARININ
CEZALARI MI ?
Aziz Nesin’den okuyalım: “6/7 Eylül faciasında (…)
dürtüleri baskı altında tutulan ve bu yüzden ezilen bireylerdeki saldırganlık
gizli gücünün subapı devlet eliyle açılmış ve o facia ortaya çıkmıştı (…) 6/7
Eylül faciasının gerçek sorumlu ve suçlusu hükümetti. O olayın çapulcu, talancı
ve yağmacıları da hükümetin el altından kışkırtıp sonradan dizginleyemediği
ayaktakımı (lümpenler) idi. Peki biz neydik? Hücreye atılanlardan hiç birimizin
bu olayla uzaktan yakından en küçük bir ilişkimiz yoktu… Sıkıyönetim
Komutanının emri şuydu: Solcular 6/7 Eylül suçlusu olarak salkım salkım asılacak…”
Bu nedenle aylarca hücrelerde kalıp yargılanmışlardı.
Olayların hükümet tertibi olduğu anlaşılmaya başlayınca iç ve dış baskılar
sonucunda verilen kararlar şöyleydi: “Gereği düşünüldü. Sanık …’a isnat edilen
6/7 Eylül Olayları teşvik ve tahrik suçunun varit olmadığı ortaya çıktığından
beraatına oy birliğiyle karar verildi...”.
Yani, salkım salkım asılacak adamlar takriben 9 ay sonra
beraat etmişlerdi.
6/7 EYLÜL NEYDİ?
Hiç kuşkusuz, azınlık karşıtı politikaların bir halkasıydı.
Osmanlıdan Cumhuriyete geçişte birçok konuda değişiklik olduğunu söyleyebiliriz
ama İttihat ve Terakki’nin izlediği Müslüman olmayanlarla ilgili politikasında
bir değişiklik olduğunu söyleyemeyiz..
Dönem, imparatorlukların bittiği ulus devletlerin kurulduğu
dönemdir. Temel mesele öncelikle Anadolu’nun ve Trakya’nın Müslüman olmayan
kimliklerden arındırılıp Türk/Müslüman kimlikli bir ulus/devlet kurmaktı.
Gayrimüslimlerin, yani Lozan’dan bu yana nüfus kayıtlarında
1, 2, 3 “kod” numaralı farklıların (Rumların, Ermenilerin, Yahudilerin) bu yeni
devlette yeri yoktu. Devletin politikası bu gruplara yönelik
baskı, asimilasyon, şiddet ve yok etme uygulamaları olarak şekillenmişti.
Bu sürede İstanbul dışında Müslüman olmayan unsurların
cemaatleri kalmadı. Sıra İstanbul’u da arındırmaya gelmişti. Azınlık
politikalarının türlü/çeşitli versiyonlarına rağmen İstanbul azınlıkları
köklerinden tamamen kopamıyorlardı. Eee kolay değildi tabii bir insanın kök
saldığı topraklardan kopması.
Fırsat bu fırsattı. Bir taşla iki kuş vurulabilirdi.
Londra’daki Kıbrıs görüşmeleri nedeniyle hem Yunanistan’a gözdağı verilir hem
de İstanbul azınlıklarına kendilerine gelemeyecekleri bir ders daha verilirdi.
Öyle de oldu. Devletin derini mühendislik hesabıyla start
verdi. Selanik’te Atatürk’ün evine bir görevlinin Türkiye’den gönderilen
bombayı atmasıyla, tüm İstanbul’da önceden işaretlenen Rum, Ermeni ve
Yahudilerin ev, iş yeri, ibadethane, okul ve mezarlıklarına yönelik, ellerinde tek
tip sopalarla, kazma, balta gibi kırıcı ve kesiciler bulunanlar tarafından
planlı bir uygulama başlatıldı.
Yakma, kırma, yağmalama, öldürme, yaralama, tecavüzler
derken İstanbul’un üzerinden bir karabasan geçti. İstanbul 1453’den bu yana en
büyük yağmayı, talanı yaşadı.
6-7 EYLÜL’DE NELER OLMUŞ, BİR
GÖZ ATALIM
Metin Toker: “İstanbul alt üst oldu. Varoşlar şehre
indi. Eylemlerin ardından yedi göbek Rumlar ülkeyi terk ettiler. İstanbul’un
eşsiz kültür mozaiği 6/7 Eylül olaylarıyla birlikte yerle bir oldu. Şehir
şehirlikten çıktı. Taşralaştı. (…) Parlayan yangınlar etrafı sardı. 74 Rum
Ortodoks kilisesinden 70’inde yangın çıktı. Ortalıkta yangınları söndürecek ne
itfaiye ne kargaşayı önleyecek polis vardı. (…) Meryem ana İkonları, yağ
kandilleri, gümüş şamdanlar, buhurdanlıklar, haçlar, adak eşyaları, yağ
kandilleri, tasvirler, mozaikler, freskler tuz buz olup ortalığa saçıldı. Bu
vahşet kasırgası 18.45 sularında Beyoğlu’nda koptu. Çılgınlık tüm İstanbul’a ve
Adalara sıçradı. O arada kiliselerden başka, Havra, 8 Ayazma, 2 Manastır,
3584’ü Rumlara ait, toplam 5538 gayrimenkul, yıkıldı yağmalandı. Fatih Sultan
Mehmet’le başlayıp 500 yıl süren ‘mala, cana, ırza dokunmama’ geleneği iki saat
içinde yok edildi.”
Mete Tuncay: “Aslında 6/7 Eylül 1955 azınlıklara karşı
girişilen sindirme, tasfiye hareketlerinin ilki değildi (…) Ama 6/7 Eylül
olayları daha öncekilerin hiç birine benzemiyordu. 6/7 Eylül saldırılarıyla
başlayan süreç onları ana yurtlarından ayıran süreç oldu..”
Yılmaz Karakoyunlu (Güz Sancısı isimli kitabında): “İstanbul’un
kültür mozaiği başlı başına tarihsel bir zenginlik içeriyordu. (…) Ermeni, Rum,
Yahudilerin Türk sanat ve estetik değerlerinin ulaşımında büyük payları
katkıları vardı.(..)
6/7 Eylül olayları ta Osmanlıdan beri Azınlık sermayesinin
Türk kesimine transferi için muhtelif zamanlarda sahneye konulmuş değişik saldırı
olaylarının da üçüncüsüdür. Bunlardan birincisi İttihat Terakki döneminde
yaşanmış…
İkincisi; Cumhuriyet dönemindeki 1942-1943 yılları arasında
yaşanmış olan Varlık Vergisidir. Bu da sermayeyi Müslüman kesime zorla aktarma
girişimidir.
Üçüncüsü ve en sunturlusu Demokrat Partinin uyguladığı 6/7
Eylül 1955 olaylarıdır. Olayın sorumlusu Selanik’te Atatürk’ün evine bomba
koyan ve bunun suçunu Yunanlılara atan bugünkü Nevşehir valisi Oktay Engindir.”
O zamanki siyasi iktidarın yargılandığı 1960-1961 yılındaki
Yassıada Mahkemelerinde de 6/7 Eylül olaylarının bir hükümet provokasyonu
olduğu anlaşıldı. Anlaşıldı da azınlık politikalarında ve bu tür
provokasyonlarda bir değişiklik oldu mu?
AZINLIKLAR İÇİN SON KIRILMA
TARİHİ:
1964 SÜRGÜNLERİ
“İstanbul’un Son Sürgünleri” isimli (Hülya Demir ve
Rıdvan Akar’ın) kitabından yakın tarihimizin pek bilinmeyen, bir gerçeğini
okuyup bir kere daha hatırlıyoruz.
Atatürk ve Venizelos tarafından 1930 yılında imzalanan
Türkiye, Yunanistan arasındaki Barış ve Dostluk Anlaşması 1964’de tek taraflı
olarak yürürlükten kaldırılır. Yaklaşık 40 bin Türk ve Yunan vatandaşı Rum 20
kilo eşya ve 22 dolarla 24 saat içerisinde sınır dışı edilirler. 2902’si tapulu
mülk olmak üzere diğer tüm varlıkları bloke edilir.
Bu olay, başta Rumlar olmak üzere İstanbul Azınlıkları için
son kırılma tarihidir.
DÜNÜN KONTRGERİLLASINDAN
GÜNÜMÜZE DEĞİŞEN NE?
Dr. Hulusi Dosdoğru anı kitabında “Son Söz” başlığıyla
şunları yazıyor: “6/7 Eylül Olayları, Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’nda
yargılanması, 24.10.1960’da gerekçeli kararın verilmesiyle sona ermiştir.
Ortaya salkım saçak dökülen, akla, izana sığmaz bu dev çaptaki suçların
ardından, ne yazık ki, dağ fare bile doğuramamıştır.
Bebek, köpek, metres davaları ile havanda su dövenler, asıl
suç kovanını çomakladıkça, altından eski deyimle çapanoğlu yeni adıyla
kontrgerilla çıktığından ve ucundan kulpundan karıştıranlara bulaştığından
suçlar köpürtülüp kazınmadan, olduğu gibi bırakılmıştır.
Bu yüzden 6 Eylül 1955 günü Selanik’te Atatürk’ün doğduğu
evin bombalanması olayı, düşman iftirası-Yunan yakıştırması diye yaftalanarak,
ört-bas edilmiş Devleti kullanarak işlenen bu zincirleme suçların üzerine
sünger çekilmiştir.
Toplumun alnına sıvaştırılmaya çalışılan böyle bir suç
kovanından yeterince ibret alınmadığı için, daha sonraki Maraş Pogromu’nda son
Sivas Kırımı’nda benzer olaylar tekrarlanıp durmuştur.” (Bildiğiniz gibi
6/7 Eylül Olaylarının sanıkları olan Aziz Nesin’le, Asım Bezirci’nin yolları
1993 de Sivas Madımak Otel faciasında bir kere daha birleşir. Olaylarda Asım
Bezirci yanarak ölür, Aziz Nesin’in itfaiye merdiveniyle kurtuluşu ise o
günleri yaşayanların belleklerinde hala duruyor. Y.Ö.)
Bunlar bizler için dün de bugün de çok bildik şeyler. Rahip
Santoro, Hrant Dink ve Zirve Yayınevi cinayetleri, öldürüleceklerin listesi,
Ermenilerin yoğun olarak yaşadıkları sokaklarda (6/7 Eylül’den hatırladığımız
ve tespit ettiğimiz) işaretlenen Ermeni evleri.
6/7 Eylül Olaylarının yıldönümündeyiz. 1955, 2013 aradan 58
yıl geçti. Hiç kuşkusuz, o kara tablo, o kara gün toplumsal belleğimizde ve
yakın tarihimizin sayfalarında duruyor.
Biz azınlıklar için 6/7 Eylül öncesi vardır, 6/7 Eylül
sonrası vardır. 6/7 Eylül öncesinde azınlıktık, 6/7 Eylül sonrasında azıcık
kaldık. Bilirsiniz azıcık kalmak yok olmanın başlangıcıdır.
Ulus-devletten amaç bu sonuç değil miydi? Bunca “azınlık
karşıtı politikalar”ın amacı İstanbul’u da gayrimüslimlerden arındırmak değil
miydi?
FARKLILIKLARI
ZENGİNLİK KABUL EDEN ÜLKEM
OLSUN İSTERDİM
Mevcudumuzu koruma çabasındayız. Bir rengi canlı tutmak istiyoruz.
Ama zor oluyor işte.
Ülkem aydınları farklı düşündükleri için, ülkem azınlıkları
ise farklı alt kimlik taşıdıkları için; sistemin, resmi ideolojinin,
ulus-devlet olgusunun dışında kalan kimselerdi. Bunun haksız bedelini 6/7
Eylül’de birlikte ödediler. Ama azınlıkların ödediği bedel kalıcı ve yıkıcı
oldu.
Aydınların çoğu aramızdan ayrıldı. 6/7 Eylül Olaylarını
yaşayan gayrimüslimlerin çoğu da hayata veda ettiler. Üstelik bunların çoğu
kendilerinin ve çocuklarının geleceğini yaban ellerde arayıp, dünyanın dört bir
yanına savruldular; bu ülkenin dilini konuşarak, türküsünü çığırıp, şarkısını
söyleyerek, rüyasını görerek hayata veda ettiler.
Olayın 58. yılında hepsini saygıyla anıyorum.
Tüm farklılıkları zenginlik olarak kabul eden demokratik bir
ülkem olsun isterdim.
*
*
From: zekisahin@yahoo.com, Date: Fri, 6 Sep
2013 21:05:21 -0700
Subject: Re: [OzgurGundem] 6-7 Eylül olayları ve salkım salkım asılacak adamlar
Subject: Re: [OzgurGundem] 6-7 Eylül olayları ve salkım salkım asılacak adamlar
Sayın Mentes Azuz Bey,
Evet.... olmaması gereken hadiseler olmuştur.
Bu ağıtları yakanların, Osmanlı İmparatorluğu, S.S.C.B. ve
Çin'de yaşarken "soykırım-holocaust" katliamına maruz bırakılan Turk
asıllılardan hiç bir zaman bahsetmediklerini ve gözlerden saklamak, hatta
hafızalardan silerek unutturmak için alçakça, haince ve zalimce davrandıklarını
da unutmamak ve unutturmamak - hepimiz için - bir insanlık görevidir.
"Adalet herkes için bir haktır.".
Ayrıca... Bu ülkeyi kanıyla ve canıyla kuranların, T.C.
amblemi altında bile, bu ülkede "müstemleke ahalisi" muamelesine tabi
tutularak varoşlarda ikamete mahkum edilmeleri elbette belli tepkilere çanak
tutmuştur. Mesele, "rabbena hep bana" zihniyetinden kurtulmak, insaf ve
merhamet sahibi olmaktır.
Saygılarımla.
Zeki ŞAHİN
*
**
From: Mehmet
Arif DEMIRER [mailto:demirer@dp1946.org] Subject: RE: Yervant Özuzun yervanto@gmail.com “Salkım salkım asılacak
adamlar” ///////// FW: [UNITED-TURKS] 6-7 Eylül olayları ve salkım salkım
asılacak adamlar
İlk kitabım, 6
Eylül 1955 Olayları ve Yassıada 6/7 Eylül Olayları Davası Hulusi
Dosdoğru’nun kitabına cevap ve o kitabın eleştirisi idi. Olayların canlı tanığı
olan rahmetli Aziz Nesin’in izni ile Salkım Salkım Asılacak Adamlar’dan
alıntılar yaparak olayların 6 saatlik kronolojisini vermiştim. Bunu hafta sonu
tarayıp göndereceğim.
Dosdoğru’nun kitabından
yaptığınız alıntıda şu örnek ile kitabının ne ölçüde Light olduğuna siz
karar verin: “6/7 Eylül Olayları, Yassıada’da Yüksek Adalet Divanı’nda
yargılanması, 24.10.1960’da gerekçeli kararın verilmesiyle sona ermiştir”
24.10.1960 günü tanıklar
dinlenmiş ve Fuat Köprülü’nün damadı Yalancı Coşkun Kırsa Amme Şahidi olarak
Zorlu’nun çektiği bir telgraf ile nümayişleri sipariş etiğini iddia etmişti.
Yassıada’da kısa karar 5
Ocak 1961’de verilmiş, Gerekçeli Karar ise çok sonra yazılmıştır.
6 Eylül’ü yanlış tartışmak
gelenektir. Doğru tartışmak ise bilimsellik adına HEDEF olmalıdır.
Kontrgerilla iddiasına
daha önce cvp vermiştim. İsmail Tansu Beyi aradım. Bugün kendisini arayıp
STK hk bilgi soran olmamış.
Şu görüşe de tamamen
katılıyorum:
Tüm farklılıkları
zenginlik olarak kabul eden demokratik bir ülkem olsun isterdim.
MEHMET ARİF DEMİRER
To:
ozgur_gundem@yahoogroups.com // From: alibektas40@hotmail.com Date: Thu, 5 Sep 2013 18:24:23 +0000 // Subject: RE: [OzgurGundem] RE: 6
eylül yazısı
Ben ve benim gibi o dönem
de; çocuk olan, insanların kafasında: Yunanlıların, '' ATATÜRK'ÜN evini
bombaladığını, zannetmesi neticesi'' İSTANBUL' da ki, gençlik ve bir kısım halk
ayaklanarak, Rumlara ve onların mallarına, mülklerine saldırıp yağmaladı. Bu
hususlar gerçek ve doğru: Fakat konu: Şu yaptırmış, şöyle olmuş, böyle
denmiş, kısmı çok yanlıştır. Bu düşünce, bu devirde de uygulanan hususlar
olup, iç ve dış çıkarcıların oyunlarıdır. Bu gibi, kısır döngülerle
uğraşmak yerine: Gerçeklerle, uğraşarak bu oyunlara, bir daha nasıl
gelinmemesi lazım diye; düşünüp: Vatan ve milletimizi nasıl
savunabilir ve refah durumumuzu en yükseğe çıkarmak için ne yapabiliriz diye, düşünüp,
çalışmamız şarttır. Lütfen, artık bütün gücümüz ile ''VATANIMIZ VE MİLETİMİZE''
fikir üretip: çağdaş medeniyetler seviyesine çıkarmak. Bizlerin vatan borcudur.
ŞENOL BEKTAŞ
Amacim provokasyon degildir. Bugun 6-7 Eylul 1955 olaylarinin 58.ci yildonumu.
Yeni gencligin gecmisi bilmesini, Gezi olaylarindaki piril piril genclerin
aralarina provokatorleri neden almamasi gerektigini gostermeyi amacladim.
Mentes
**
****
Yarın 6 Eylül olduğundan yorumsuz paylaşıyorum.
İsteyen istediğine inanır –Menteş AZUZ-
Asker neden Hemen gelmedi diyenlere soralım neden olaylar başladığında yedek olarak çağırmadınnız. 2-Asker kolluk kuvvetleri gibi halk konusunda deneymli ve tecrübeli değil onun silah kullanması Polisin ki kadar ölçülü olabilmesi eğitim itibarıyle mümkün değil. Üstelik Bu olaydan hemen önce silah kullanmış bir paşa Muğlalının mahkumiyet kararı var Şimdi sorayım Siz asker olsanız geçmişde başarılı olan bir paşanın silah kullmnma konusunda atak olmasını bekleyemezsiniz Ben sorayım POLİS neden silah kullanmadı ? onun cevabını verseler ya Bir tek polis silah kullanmıyor .DP parti milletvekili Pelin Abartarak haberiveriyor akşam saatlerine doğru 2 baskıyı da yetiştirip bedava dağıtıyor bir de Pelinin basın ve ilan paraları ile beni desdekleyin hizmetinizdeyim yazısı da var Haberi" yapan Mithat Perin'in kişiliği çok ilginçti. 27 Mayıs1960'tan sonra. 1962 yılı sonlarında MAH BaşkanıFuat Doğu'ya Kayseri Cezaevi'nden bir mektup geldi.Gönderen Mithat Perin'di. Perin,önce geçmiş yıllarda "servise" (MAH'a) verdiği çeşitli hizmetleri. "25 seneyi bulan gazetecilik hayatımda açık veya gizli hiçbir faaliyetten geri durmadığımı herkesten evvel servisin bildiği kanaatindeyim..." gibi sözlerle uzun uzun anlattıktan sonra baklayı ağzından çıkarıyordu.Hapisten çıkınca gazeteciliğe devam edecekti. Yapacağı yayınlarla Kürtçülüğe karşıcephe oluşturacaktı. Bunun için sahibi olduğu Havadis Matbaası'yla (GüneşMatbaacılık AŞ) istanbulEkspres gazetesine malî yardım, resmî ilan ve kredi kolaylığı rica ediyordu ! O yıllarda Millî Emniyet Hukuk ve Basın Müşaviri Askerî Yargıç-Doğan Tanyer bu mektubu dokuz yıl sonra,Devrim dergisinin 19 ocaK 1971 tarihlisayısında yayımladı.
YanıtlaSil