EN KARA GÜN; 16-17 EYLÜL!...
“Şehit Başvekil Merhum Adnan Menderes; Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu anısına”
Adnan Menderes 1899’da Aydın’da
doğdu. Anne ve babasını küçük yaşta kaybetti.
O'nu Anneannesi büyüttü.
Tahsiline İzmir İttihat ve Terakki Mektebi’nde başladı; Kızılçulu Amerikan
Koleji’nde okurken misyonerlerle başı derde girdiği için, devlete müracaat
ederek, Misyonerler hakkında şikâyetlerde bulundu. Makamlardan birinin başında Mahmut Celal Bayar vardı.
Bu vesileyle Celâl Bayar’la tanışmış oldu.
Ankara Hukuk Fakültesi’ni
bitirdi. Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak askerliğini yaptı.
Aydın’da Kuvva-i Milliye bağlamında Ayyıldız Çetesi’ni kurdu. Daha sonra
Söke’de Piyade Alay Yaveri olarak savaşa katıldı. İstiklal Madalyası aldı.
Ali Fethi Okyar’ın 1930’da kurduğu, ancak kısa
sürede kapatılan Serbest Fırka’nın Aydın Teşkilatı'nı teşkille İl
Başkanı oldu. İl Başkanı iken Mustafa Kemal Atatürk tarafından hususi olarak ziyaret
edildi.
Nezaketen ve çok kısa süreli
olarak plânlanan ziyaret saatlerce sürdü. Serbest Fırka kapatılınca Halk Partisi’ne
girdi. Mustafa Kemâl Atatürk’ün emir ve isteği ile 1931’de Aydın Milletvekili
seçildi. 1945’e kadar TBMM’de komisyon Raportörlüğü yaptı.
Saracoğlu Hükümeti’nin getirdiği
Toprak Kanunu Tasarısı'nı şiddetle reddederek, komisyondan istifa etti. Yaptıkları
muhalefetten dolayı, Refik Koraltan ve Fuat Köprülü ile
birlikte CHP Disiplin kurulunca 12 Haziran 1945’te ihraç edildi. Celal Bayar da
hem partiden hem de Mebusluktan istifa etti. Bu hareketler DP’nin 7 Ocak
1946’da kurulmasına sebep oldu. 1946 seçimlerinde Kütahya Mebusu olarak meclise
girdi. Celâl Bayar’dan sonra Demokrat Parti içindeki ikinci
adam durumu ve konumuna geldi.
14 Mayıs 1950 seçimlerinde DP oyların 53,5’ini alarak iktidara geldi. 10
senelik iktidarın tek başbakanı olarak döneme damgasını vurdu. İktidarı
zamanında 5 hükümet kurdu. Bu zaman içinde Türkiye’nin iç ve dış siyasetinde
büyük gelişmeler oldu. Sanayileşme ve şehirleşme hamlesi başladı, köye makine
girdi, ulaşım, enerji, eğitim, sağlık, sigorta ve bankacılık yeniden başladı.
Türkiye adalet, hukuk ve kalkınma kavramıyla tanıştı.
27 Mayıs 1960 tarihinde yapılan darbeyle iktidardan indirildi. Yassıada’ya
hapsedildi. Milli Birlik Komitesi tarafından kurulan Yüksek Adalet Divanı’nca
(!) idama mahkûm edildi. Yassıada'da tutuklu bulunduğu sırada çok zalimce
ve insanlık dışı işkencelere maruz kaldı. Duruşmalarda İzzet-i nefsi ile
oynandı. Hapishanede sürekli rencide edildi.
ATATÜRK'ÜN
SÖZÜ VE CHP MACERASI
Türk demokrasi tarihinin
en önemli şahsiyetlerinden olan Adnan Menderes 1930’da katıldığı Serbest
Cumhuriyet Fıkrası feshedilince, Celal Bayar'la görüşerek, Cumhuriyet Halk
Fırkasına girdi, en sonunda da Mustafa Kemal'in "Bugün konuştuğum
genç, elbette burada bizim parti mutemetleri ile çalışamaz. Şayan-ı dikkat bir
gençtir. Gün gelecek bu ülkede Demokrasi’yi kurmak şerefi ona nail ve nasip
olacaktır" cümlesi ile takdir ve beğenisini kazanmıştı. 1931 yılında
Atatürk’ün emir ve direktifi ile CHF Aydın Milletvekili seçildi, 1945 yılına
kadar CHF Milletvekilliğini sürdürdü. Adnan Menderes o dönemi şöyle anlatır:
"Atatürk
zamanında ben, Aydın'da Serbest Fırka'nın reisiydim. Fethi Bey bizzat Aydın'a
gelerek, Serbest Fırka ile meşgul oldu. Aydın belediye seçimlerini kazandım.
Gayet dürüst bir mücadeleye giriştim. Halk Fırkası’nın lider ve ileri gelenleri
ile tanışıyordum. Ama CHF'na, onların rica ve ısrarına rağmen girmedim... Fethi
Bey'in partisi, malum şartlar altında feshedildi. Memlekete derin bir teessür
hâkim oldu. Halk Partisi kendini toparlamak istedi. Vilayetlere heyetler
gönderildi. Bu arada İzmir ve Aydın'a da, Celal Bayar riyasetinde bir heyet
geldi... Ben bu heyetle bir hafta temas etmedim. Nihayet, Celal Bayar tanıdığım
ve hürmet ettiğim bir zattı. Vasıf Çınar İttihat ve Terakki’den hocamdı... Ve
temas nihayet temin edildi. Bu muhterem zatların ibram ve ısrarı üzerine, Halk
Partisine girerek, fikirlerimizi parti içinde müdafaa etmek muvafık olacaktı. O
zamana kadar CHF’na karşı çekingen davranan ve mütereddit tanınan arkadaşlarla,
bu partiye girdik.”
27
Mayıs 1960, sabah saat 04: 36'da Ankara Radyosu'ndan yapılan bir anons,
nefesini tutan insanları bir anda heyecanlandırdı. Tek haberleşme aracı olan
devlet radyosundan evlere ulaşan menfur bir yalandan ibaret anonsta, ''Bugün,
demokrasimizin içine düştüğü buhran ve en son müessif hadiseler dolayısıyla,
kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla; TSK, memleketin idaresini eline
almıştır'' deniliyordu..
Böylece Türk halkı darbe ilk defa
tanışmış oldu.
Reis-i Cumhur Celal Bayar Çankaya
Köşkü'nde; Başbakan Adnan Menderes Kütahya'da tevkifle gözetim altına alındı.
Bakanlar Kurulu ve Tahkikat Komisyonu üyeleriyle DP milletvekilleri de
bulundukları mekânlardan toplanarak Harp Okuluna götürüldüler.
Demokrat Parti iktidarı ile iyi ilişkiler
içinde bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü Erdelhun başta olmak
üzere; Üst rütbeli binlerce asker ve bürokrat derhal cezaevlerine konuldu.
Ülkede ilan edilen sıkıyönetim sonucu tüm DP milletvekilleri, üst derecedeki
bürokratlar ve polis şefleri tek tek evlerinden alındı.
Demokrat Parti’li siyasiler
yargılanmak üzere Yassıada'ya gönderildiler. Darbecilerin emir ve kademe
zinciri dâhilinde hareket eden sözde mahkeme haklarında idam hükmü verdi ve 16
Eylül 1961 günü Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile Maliye Bakanı Hasan
Polatkan ve 17 Eylül 1961 günü Adnan Menderes alçakça asılarak idam edildiler.
Rûhları şâd olsun. Nur ve huzur
içinde yatsınlar. Allah (CC) Rahmet eylesin.
MENDERES'İN
SON DAKİKALARI
İmralı'ya gelindiğinde, memleket içinde ve dış basında sıhhi durumu
hakkında türlü spekülâsyonlara yol açan Menderes, iskeleden konulduğu misafir
salonuna kadar çiçek tarhları arasındaki 100 metrelik yolu hiç kimsenin yardımı
olmadan rahatça yürüdü. Ayrıca misafir salonu ile darağacı arasındaki 80
metrelik yolu da, gene aynı rahatlıkla kat etti.
İmralı Adasının etrafında ve
içinde Örfi İdare Kumandanlığınca sıkı emniyet tedbirleri alınmıştı. İmralı
Adası etrafında donanmaya mensup tekneler, içinde de deniz, kara ve hava
askerleri görülmekteydi. Menderes'e MBK.'nin tasdik kararı, kendisine tahsis
olunan misafir salonunda tefhim edildi. Cumartesiyi Pazar’a bağlıyan gece saat
01.30'da Zorlu ve Polatkan için yapılan formaliteler, Menderes için
tekrarlandı. Menderes Egesel'i dinlerken korku ile sarsıldı. Fakat zamanla
kendisini toparladı. Oturduğu yerde kamburunu çıkararak oturdu. Son arzusu
sorulduğu zaman bir sigara istedi. Verilen Yenice sigarasını içerken şunları
söyledi:
“- Dünyadan ayrıldığım şu anda,
ailemi ve çocuklarımı şefkatle andığımı kendilerine bildirin. Vatanı ve milleti
Allah refah içinde bıraksın.” Menderes, sabaha karşı saat 02.31'de Zorlu'nun
ipe çekildiği darağacında asılarak idam edildi. Aynen Zorlu ve Polatkan gibi,
idam ve infaz edilmek için darağacına götürülürken, bilekleri arkasına bağlanmıştı.
“27 Mayıstan bir gün sonra
28 Mayıs günü, ABD Ankara Büyükelçisi Warren, darbe lideri Cemal Gürsel’in
yanına Selim Sarper ile aynı arabada gidiyordu. Sarper, C. Gürsel’in yanına ABD
Büyükelçisi ile girdi. Bu görüşme meyvesini çabuk verdi. Cunta kölesi kurucu
meclis’te hükümetin Dışişleri Bakanı Fahri Korutürk altı saat sonra görevden
alındı ve yerine Selim Sarper getirildi. 1961’de CHP’den milletvekili atanan
Sarper, İnönü hükümetlerinde de Dışişleri Bakanlığı görevini yürüttü.
Yıllar sonra gizliliği kalkan ABD
Diplomatik Belgeleri, Sarper’in Dışişleri Bakanlığı döneminde ABD lehine
casusluk yaptığını ve Devlet Başkanı Cemal Gürsel hakkında ağır ifadeler
kullandığını gösteriyordu. Dışişleri Bakanı Sarper, kendi Devlet Başkanı için
ABD’ye “That Gursel was not a great brain” yazıyordu. İsmet İnönü’nün hep
yumuşak elini sırtında hissettiği Sarper, TC’nin Dışişleri Bakanı mıydı?, yoksa
ABD’nin Türkiye temsilcisi mi çok tartışılır. Sarper Dışişleri Bakanlığı
döneminde SSCB’nden gelen her türlü normalleşme talebini hem derhal ABD’ye
bildiriyor, hem de etkisiz kılıyordu.
Sarper en son 1965 ‘de CHP
milletvekili seçildi. 1968 yılının Ekim ayında öldü.”
İDAMININ 52. YILINDA
(Eski Devlet Bakanı,
Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı)
FATIN RÜŞTÜ ZORLU
1910’da İstanbul’da doğdu.
Galatasaray Lisesi’nden sonra Paris Siyasal Bilgiler Okulu’nu, Cenevre Hukuk ve
İktisat Fakültelerini bitirdi. Dışişleri’nde Hukuk Müşavir Yardımcısı oldu.
Aynı Bakanlığın Ticaret Dairesi şefi olarak da çalıştı.
O zamanki Dışişleri Bakanı Tevfik
Rüştü Aras’ ın kızı Muallâ hanımla düğünleri, 30 Ağustos 1933’te bizzat Atatürk
tarafından Dolmabahçe Sarayı’nda yapıldı. Bern ve Paris Büyükelçilikleri’nde
Baş katiplik görevlerinde bulundu. Moskova Büyük Elçiliği Müsteşarı oldu.
Beyrut’ta Başkonsolosluk yaptı. Cumhuriyet tarihinin en ciddi, iyi ve ilkeli
hariciyecilerinden biri olarak yetişti.
1950’den sonra Devlet Bakanlığı
Milletlerarası İktisadi İşbirliği Genel Sekreterliği’ne getirildi. 1951’de
Büyük Elçi olarak NATO’da Türkiye Daimi Temsilciliği görevine atandı.
1954’te Demokrat Parti’den Çanakkale Milletvekili seçildi.
Devlet Bakanlığı ve Başbakan Yardımcılığı yaptı. İki defa Dışişleri
Bakanlığı’na getirildi. Dışişleri Bakanlığı zamanında başta Kıbrıs konusu olmak
üzere, Türkiye’nin dış politika ilişkilerinin gelişmesi ve gelenek
doğrultusunda yerleşip kurumlaşmasında çok büyük katkılarda bulundu. Londra,
Zürich ve Garanti antlaşmalarını hazırladı. İmzalanması ve hayata geçmesini
sağladı.
27 Mayıs 1960’da tutuklanarak
olağanüstü Yassıada Mahkemesi’nde yargılanıp, yüksek adalet divanınca idama
mahkum edildi. Yassıada da çok haksız ve insanlık dışı muamelelere maruz kaldı.
Bu yüz karası ve hukukun utancı durumundaki mahkemelere adeta meydan okudu.
Yine de dönemi ile ilgili bütün eylem ve işlemlerini sonuna kadar yiğitçe
savundu. Cumhuriyet tarihinin en iyi ve en vatansever, Atatürkçü (Kemalist) ve
milliyetçi Dışişleri Bakanı olduğunu tarihe altın harflerle yazdırdı. Her
celsede mahkeme heyetine neredeyse ders verdi. Arkadaşlarının en büyük
destekçisi ve moral kaynağı idi. İsyancı cunta ve cuntacılara asla taviz
vermedi, asla af ve aman dilemedi. Fakat, sonunda onları buraya tıkan irade
hükmünü vahşice icra etmekte gecikmedi.
16 Eylül 1961 günü kadere
inanmışların rahatlığı içinde abdestini aldı, namazını kıldı. Çok yüksek ve
onurlu bir tavırla Yiğitçe sehpaya çıktı. İpi boynuna kendisi geçirdi ve
Allah’ın rahmetine kavuştu. Mekânı cennet olsun.
İDAMININ 52. YILINDA
( 1, 2, 3 ve 4. Dönem Menderes Hükümetleri Maliye Bakanı )
HASAN POLATKAN
1915’te
Eskişehir’de doğdu. Eskişehir Lisesi’ni ve Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni
bitirdi. Ziraat Bankası’nda Müfettiş olarak çalıştı. 1946’da Demokrat Parti’den
Eskişehir Milletvekili olarak seçildi.
1946 – 1950 döneminin demokrasi,
insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesinde rol aldı. Celâl Bayar, Menderes ve
arkadaşları ile bütün Türkiye’yi dolaştı. Halkı aydınlattı. Vatandaşın yaşadığı
yokluk, ıstırap, sıkıntı ve mahrumiyetleri yerinde gördü.
Birinci Menderes Hükümetinde önce
Çalışma Bakanlığı yaptı. Sonra Maliye Bakanlığına getirildi. Maliye bakanlığı
süresince; Milli Siyaset Belgesi, Atatürk ilke ve inkılâpları ile “namuslu,
dürüst, demokrat, temiz devlet-dürüst hükümet” prensibi doğrultusunda çok
büyük, önemli ve değerli eser ve hizmetlere imza attı. Maliye Bakanlığını
kurumlaştırdı.
“Devletin Namusu” kavramını
maliye teşkilâtına yerleştirdi. Dâhilde Ekonominin gelişmesi, uluslar arası
iktisadi ilişkilerin kurulması, milli kaynakların aktive edilmesi ve dönem
hükümetince sürdürülen akıl almaz kalkınma ve gelişme hızının mali motivasyonu
gibi çok büyük hizmetler ifa etti. Vergi kanunlarının demokratik hukuk, insani
boyut, evrensel kriter ve adalet ilkelerine uygun olarak yeniden düzenlenmesini
sağladı. Liberal ekonomik düzenin yerleşmesi, imkân ve fırsat eşitliğinin
yaratılması ve serbest piyasa koşullarının oluşmasına öncülük ve önderlik
yaptı.
27 Mayıs 1960’a kadar bu görevde
kaldı. Yassıada Olağanüstü Mahkemesinin kararı ile idama mahkûm edildi,
hüküm 16 Eylül 1961 günü uygulandı. O tatlı yüz, o sevimli insan
böylece yürekten inandığı yüce yaratıcısına kavuştu. Allah rahmet
eylesin. Mekânı cennet olsun.
Anıt mezar:
Bu Anıtmezar, Türk tarihinin
çok hazin bir hikâyesini sergiliyor:
Ülkemiz
1945 yılında çok partili hayata geçtikten sonra kurulan siyasi partiler
arasında Demokrat Parti’nin müstesna bir yeri vardır. 7 Ocak 1946 tarihinde
Adnan Menderes ve üç arkadaşı tarafından kurulan Demokrat Parti, kısa zamanda
halkın sevgi ve güvenini kazanmış, 14 Mayıs 1950 ‘de yapılan tek dereceli ilk
seçimde iktidarı ele alarak memleketi 10 yıl idare etmiştir.
Tarihimize “Demokrat Parti Dönemi” adı ile geçen bu dönemin tek Başbakanı Adnan
Menderes’tir. Bu yıllar, kalkınma açısından Türkiye’nin atılım yılları olduğu
gibi, dış politika bakımından da memleket güvenliğinin sağlandığı bir dönemdir.
Demokratik rejimin getirmiş olduğu güven duygusu içinde Türk Milleti,
geleceğine umutla bakıyor. Ve Türkün kaderi, serbest demokratik rejimle
birlikte, pek açık bir suretle artık değişiyordu. 10 yıllık Demokrat Parti
dönemini işte böyle özetlemek mümkündür.
Fakat yurdumuzun bu hızlı kalkınması, ne yazık ki, 27 Mayıs 1960 tarihinde bir
hükümet darbesi ile kesintiye uğradı. Demokrasinin gelenek ve teamüllerinin
henüz yerleşmediği bir dönemde, türlü tesirler altında orduda kurulan bir
askeri cuntanın gizlice hazırladığı darbe ile Demokrat Parti iktidarı sona
erdi. Darbeyi gerçekleştiren cunta, memleket yönetimini ele aldı, ve devirdiği
partinin liderleriyle birlikte 400 kadar milletvekillini de tutuklayarak
Marmara Denizi’nin ortasındaki Yassıada’da gözetim altına aldı. İhtilal
İdaresi, DP’li siyaset ve devlet adamlarını kendisinin seçtiği kimselerden
oluşan ve “Yüksek Adalet Divanı” adını verdiği özel bir mahkemede “Anayasayı
ihlal yakıştırması” ile yargılatarak, 348’ini ağır cezalara mahkum etti. İdam
cezasına çarptırılan 15 kişiden olan üçünün, Başbakan ve Demokrat Parti Genel
Başkanı Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı
Hasan Polatkan’ın cezalarını yine Marmara’nın ortasında bulunan bir başka
adada, İmralı Adası’nda asarak infaz eyledi.
Fakat 27 Mayıs darbesi, Türk halkı tarafından asla tasvip görmemiş, hele üç
devlet adamının darbe tarihinin üzerinden bir buçuk yıl geçtikten, yani
iktidara yöneltilen suçlamaların iftira olduğu ortaya çıktıktan sonra idam
edilmeleri ise, memleketteki üzüntüyü bütün bütün arttırmış, milli birlik ve
beraberliğimizi sarsarak, ülkemizi iktisadi açıdan tam bir durgunluğun, rejim
yönünden de şiddetli bir buhranın içerisine atmıştı. Türkiye’nin böylesine bir
gerginlik içinde kalamayacağı aşikardı. 1961 yılının sonbaharında işbaşına
gelen sivil idare, Yassıada hükümlüleri için arka arkaya af kanunları çıkarmaya
başladı ve müebbet hapis cezasına mahkum olanları dahi birkaç yıl içerisinde serbest
bırakarak cezaevlerini boşalttı. Sonra hepsinin siyasi hakları iade edildi.
Ama, Af Kanunları, Demokratların uğradıkları haksızlıkların giderilmesi için
yeterli değildi. Zira, darbe ile düşürülüp, ağır cezalara çarptırıldıktan sonra
bile, Türk Politika hayatı üzerinde güçlü tesir ve nüfuzu devam ettiren ve
halkımızın yanında böylesine yüksek itibara sahip bir siyasi kadronun suçlu
sayılması akla da, vicdana da aykırı düşüyor ve toplumumuzu rencide ediyordu.
Türk toplumu, büyük çoğunluğu ile, Demokrat Parti’nin devamı ve uzantısı
olduklarını söyleyen siyasi partilere her seçimde oy veriyor, DP dönemine
duyduğu özlemini bu suretle açığa vuruyordu. O halde, ortada büyük bir çelişki
ve çarpıklık var demekti. Milletimizin, ihtilalin devirdiği insanları baş tacı
etmesinin manası açıktı; İhtilal halka dayanmıyor, halktan destek almıyor
demekti. Çarpıklık işte burde idi. Bu çarpıklığı düzeltip toplumu
rahatlatabilmek için, af kanunlarının ötesine geçmenin ve bu itibarla DP’li
politika ve devlet adamlarının suçsuzluklarını ilan etmenin zamanı çoktan
gelmişti. Halkımızın yıllardan beri beklediği de bu idi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, Nisan 1990 tarihinde yeni bir Kanun daha çıkardı.
Bu kanun, eski DP’lilerin bu defa itibarlarını hukuken iade etmek suretiyle
onları akladı. Ve Yassıada Mahkûmiyetini, Anayasamızın kuvvetler ayrılığı
prensibi yüzünden ancak böylesine bir yolla ortadan kaldırmış oldu. İmralı
Adası’nda idam edilip orada defnedilmiş olan üç devlet adamının mezarlarının da
bir başka yere devlet töreni ile nakledileceği hükme bağlandı. İşte bunun
üzerinedir ki; Yıldırım Akbulut hükümeti, İmralı’dan nakledilecek üç mezar için
bu anıtı inşa ettirmeye başladı. Mezarların naklinin, Başbakan Menderes’in idam
edildiği günün yıl dönümüne, yani 17 Eylül tarihine yetiştirilebilmesi için
Anıtmezar, geceli gündüzlü bir çalışma ile 52 gün gibi rekor denilecek bir
sürede tamamlandı. Truva vapuru üç şehidin yakınları ile, Demokrat Parti
Milletvekillerini alarak 15 Eylül günü akşamı Sarayburnu’ndan İmralı’ya hareket
etti. Mezarlar 16 Eylül Pazar günü açıldı. Ve merhumların kemikleri dini
törenle üç ayrı tabuta kondu. Truva vapuru 17 Eylül Pazartesi sabahı
Sarayburnu’na doğru yola çıktı.
Cenaze namazları Muratpaşa Camii’nde kılındı ve orada düzenlenen kortej, 25
kilometre ötede bulunan Anıtmezar’a doğru yürüyüşe geçti. Kortejin başında,
daha başkanlığı sırasında bu davayı ele alıp azimle takip etmiş olan
Cumhurbaşkanı Turgut Özal yürüyordu. Eski başkentin sokakları yurdun her
tarafından gelen insanlarla dolu idi. İmralı’dan gelen tabutları selamlamak
için Türkiye’nin 73 vilayetini temsilen İstanbul’a gelen 73 heyet de
Anıtmezar’a konulmak üzere getirdikleri topraklarla birlikte törende yerlerini
almışlardı. Anavatan ve Doğruyol Partileri’nin merkez ve taşra teşkilatlarının
tamamı orada idi.
Halkımızın Cumhuriyet döneminin en sevilen talihsiz Başbakanı Adnan Menderes’i
ve O’nun yine talihsiz kader arkadaşları Refik Koraltan ile Fatin Rütü Zolu'yu gözyaşları içinde ebedi istirahat makamlarına uğurladı.
Bu Anıtmezar’ın çok kısa ve fakat hazin hikâyesi işte bundan ibarettir.
Yüce Türk Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara sevgi ve saygı ile aktaracaktır.
Ruhları şâd, mekânları Cennet olsun. Yüce Allah (CC) mağfiret eylesin...
Bu Anıtmezar’ın çok kısa ve fakat hazin hikâyesi işte bundan ibarettir.
Yüce Türk Milleti’nin hak ve adalet duygusunun, kadirbilirliğinin, Demokrasiye sarsılmaz bağlılığının güzel bir sembolü olan bu anıt, burada yatanların üstün hizmetleri ve aziz hatıralarıyla birlikte Türk’ün büyük meziyetlerini de gelecek kuşaklara sevgi ve saygı ile aktaracaktır.
Ruhları şâd, mekânları Cennet olsun. Yüce Allah (CC) mağfiret eylesin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder