Hasan Emre OKTAY
6 Eylül 1955 günü Türkiye’mizde, özellikle azınlıkların
yoğun yaşadığı İstanbul’da meydana gelen bir takım tedhiş olayları, yakın
tarihimize kara bir leke olarak geçmiştir. Bu olaylar ülkesini seven, aklı
başında her Türk yurttaşını derinden üzmüştür. Çapulcu görünüşlü bir takım
insanlar İstanbul kentimizde Osman Bey, Tünel, Karaköy, Kadıköy, Adalar gibi
semtlerde tüm dükkânları talan ediyorlar, dükkânlardaki kumaşlar, giyecekler,
buzdolapları, koltuklar, kanepeler vb. parçalanarak sokaklara saçılıyor.
Bölgedeki kilise, sinagog gibi ibadethaneler tahrip ediliyor, papazlar,
hahamlar itiliyor, kakılıyor, dövülüyorlar. Tüyleri diken diken eden korkunç
sahneler… Polisin yer yer yetersiz kaldığı olaylar, asayiş için çağrılan askeri
birliklerin de gecikmesi sonunda 6 Eylül gece saat 24,00 a kadar devam ediyor.
6 Eylül’ün, 7 Eylül’e bağlandığı gece yarısı saat 24,00 de askeri birlikler
duruma hâkim oluyorlar. Galata ve Unkapanı köprüleri açılıyor, Beyoğlu ve
İstanbul yakası arası geçişler engelleniyor, sokaklarda tanklar ve askeri
birlikler görülmeye başlıyor. Bu noktada önemli bir hususu vurgulayalım. ‘6-7
Eylül Olayları’ ifadesi tamamen yanlıştır. Çünkü 7 Eylül de hiçbir olay
olmamıştır. Tüm olaylar 6 Eylül günü gece saat 24.00 de bitmiştir. 7 Eylül
temizlik günüdür.
*
6 Eylül olaylarından en büyük zararı doğal olarak Türkiye
Cumhuriyeti Devleti ve dönemin iktidar partisi DP görmüştür. Ancak çok gariptir
ki, Yassıada Mahkemelerinde, bu talihsiz olayların faili olarak da yine Türkiye
Cumhuriyeti ve DP Hükümeti gösterilmiştir. Yassıada Mahkemeleri, Yüksek Adalet
Divanı 5 Ocak 1961 günü, ‘6-7 Eylül Olayları’ davasının kararını açıklamıştır.
Mahkeme bu yanlış 6-7 Eylül ifadesini kullanıyor. Yassıada Mahkemeleri
kararlarına göre, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu, 6-7 Eylül Olaylarını tertiplemek suçundan 6 yıl hapis
cezasına mahkûm ediliyorlar. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Başbakanı
ve Bakanları ile ülkesindeki azınlıklara karşı saldırı organize eden bir konuma
getiriliyor. Böylece Yassıada Mahkemeleri bu kararıyla, 27 Mayıs’ın ülkemize
verdiği zararlardan birine daha imza atmış oluyordu… Çünkü yıllar sonra,
Amerikalı senatör Alfonse M. D’Amato 7 Ağustos 1995 tarihinde Amerikan
Senatosuna Türkiye aleyhine bir önerge verirken, ‘Yassıada Mahkemesi YAD’nın DP
Hükümeti hakkındaki kararını’ tanık belge olarak gösterecektir. D’Amato’nun
önergesinin özü
“6-7 Eylül 1955 olayları bir Rum aleyhtarı
kargaşa değildir,
Rum aleyhtarı Pogrom ’dur.”
Rum aleyhtarı Pogrom ’dur.”
Pogrom kelimesi, Rusların ülkelerinde yaşayan Musevilere
karşı uyguladıkları saldırı, taciz, yıldırarak kaçırma hareketlerine verilen
genel addır. Pogrom, tabiatıyla bir insanlık suçudur. Önerge ABD Senatosunun
senato tutanakları sayfalarında yer almıştır. (Congressional Record Senate, S.
11791-92-93)
*
Böylece 27 Mayısçı darbeciler ve destekçileri kendilerini
meşrulaştırayım derken, Türkiye Cumhuriyetimiz için son derece tehlikeli bir
durum yaratmışlardır. Bu bakımdan da Yassıada Mahkemelerinin zabıtlarını,
kararlarını esas almak, son derece yanıltıcıdır. Menderes ve Zorlu bu
mahkemelerde 6 Eylül Olayları konusunda da mahkûm edilince, ortaya fiili olarak
(de facto) bir nevi pogrom itirafı çıkmaktadır. Henüz bu konu uluslararası
arenada gündeme getirilmedi ama Türkiye düşmanları için bir koz olarak
bekletilmektedir. Bu bakımdan Yassıada Mahkemeleri bir an evvel iptal
edilmelidir. Zaten bu mahkemeler bir darbe sonunda kendilerini meşrulaştırmak
için darbeciler tarafından kurulmuş, kararları önceden verilmiş düzmece darbe
mahkemeleridir. O mahkemelerin hak, hukuk, adalet ile bir ilgisinin olmaması
doğasında mevcuttur. Yassıada Mahkemeleri öyle bir tiyatrodur ki, mahkemelerin
başsavcısı Altay Ömer Egesel Yassıada’daki bu davada, Yunanistan’ın 6 Eylül
Olayları için 1955 yılında Türkiye’ye açtığı tazminat davasının iddianamesini
kullanmıştır.
*
Diğer taraftan 27 Mayıs darbesi öncesi ve sonrası ile
darbeden hemen sonra ders kitaplarına konu olarak konmuştu. Darbecileri vatan
kurtaran kahraman gibi gösteren, Bayar, Menderes ve arkadaşlarını hanin
gösteren konular 20 yıl okullarda okutuldu. Bu bakımdan derinlemesine
düşünmeyen bazı insanlar hala 6 Eylül olayları için Menderes’i
suçlayabilmektedirler. Nedir 6 Eylül olayları? İzninizle kısaca, ana hatlarıyla
6 Eylül Olaylarını irdeleyelim,
*
6 Eylül Olayları, Türk-Yunanistan ve Kıbrıs meselesiyle
yakından ilişkilidir. 1955 yılında Türkiye’de özellikle İstanbul kentinde
yoğunlaşmış olarak yaşayan takriben 70.000 Rum ve 20.000 Helen vardır. Rumlar
ve Helenler aynı şekilde Yunan kökenli insanlardır. Aralarındaki fark Rumlar
Türkiye Cumhuriyeti uyruklu, Helenler ise Yunanistan uyrukludur. Yunan
Pasaportu taşıyan Helenler Türkiye’de iş kurabiliyorlar ve mülk sahibi
olabiliyorlardı. Yassıada Mahkemelerinin, pogrom çarpıtmasından sonra ve pogrom
yalanını destekleyen ikinci büyük yalanı, ‘6 Eylül Olaylarından sonra Rumların
korkarak ülkemizden kaçtıkları’ yalanıdır. Rumlar da, Helenler de elbette o
feci olaylar esnasında korkmuşlardır ama ülkemizden kaçmamışlardır. Zira 1959
yılı nüfus sayımına baktığımızda İstanbul’da yaşayan Rum ve Helenler ’in sayısında
hiçbir azalma olmadığı hemen görülür. 6 Eylül 1955 Olaylarından iki sene sonra
yapılan 1957 Genel Seçimlerinde Yunan orijinli bu vatandaşlarımızın oylarını
DP’ye verdiklerini de anlıyoruz. Bu oylar olduğu gibi DP’ye gitmiştir. Rum ve
Ermeni İstanbul milletvekilleri bu seçimden sonra Meclis’te yer almışlardır.
Örneğin Hıristaki Yuvanidis, Aleksandros Hocapulaos, Zakar Tarver. 1957
seçimlerine üçüncü defa iktidar partisi olarak katılan DP, doğal olarak ülke
genelinde oy kaybetmiştir. DP bu seçimlerde, örneğin Adana’yı hatta Ankara’yı
kazanamamış ama azınlıkların yaşamakta olduğu İstanbul’u kazanmıştır. Tabii
bunda 6 Eylül olaylarından son derece üzülen DP iktidarı yetkililerinin,
olaylarda zarar gören Rum, Elen, Musevi, Ermeni hatta Türk herkese maddi manevi
destek sağlamasının önemli rolü vardır. Banka kredileri, para yardımları,
tahrip olan mekânları temizleyecek, onaracak yeterli ekiplerin oluşturulması
vb.
Bu gün 2017 yılında ülkemizde hiç Helen
bulunmaması ve Rumların sayısının da 2.000’lere düşmüş olmasının sebebi
bambaşkadır. Şöyle ki;
İsmet İnönü azınlık hükümeti iktidarda. Kıbrıs’ta meşhur,
Kanlı Noel Olayı 24 Aralık 1963 tarihinde cereyan ediyor. Lefkoşe’nin Kumsal
semtinde 11 Türk, Rum tedhiş örgütü EOKA tarafından öldürülmüştür. Bunlardan
dördü Emekli Doktor Tuğgeneral Nihat İlhan’ın ailesidir. Tuğgeneral Nihat
İlhan’ın evinin banyo küvetinde eşi Mürüvvet, çocukları Murat, Kutsi ve Hakan
ölü olarak bulunmuştur. Bu feci olay üzerine 1964 yılında Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetince bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi çıkartılıyor ve Türkiye’deki Yunan
uyruklu Helenler ‘in yanlarına alabilecekleri sadece 20 kilo eşya ve 200 TL.
Para ile ülkemizi 48 saat içinde terk etmelerine karar veriliyor. Helenlerin
önemli bir kısmı Rumlar ile evlendikleri onlardan çoluk çocuk sahibi oldukları
için, ülkemizden sürülenlerin sayısı 30.000’leri buluyor. Yani ‘6 Eylül
Olaylarından sonra gayrimüslimler Türkiye’yi terk etti’ ifadesi bilgi
eksikliğinden kaynaklanan bir çarpıtmadan başka bir şey değildir.
Kanlı Noel Olayı
Şimdi gelelim 6 Eylül 1955 Olaylarına giden
sürecin nasıl başladığına;
1955 yılı, Rum tedhiş örgütü EOKA, adadaki Türklere ve
İngilizlere karşı terör olaylarını yoğun bir şekilde sürdürmekte, İngiliz
askerlerini, polisleri öldürmekteler. Türkler gibi can kayıpları, yaralanmalar
yaşayan İngilizler de Kıbrıs’taki bu ortamdan bezmiş durumdalar. Ancak
İngilizler Doğu Akdeniz’in kendileri için güvenliği bakımından, Kıbrıs’taki askeri
üslerinin varlığının korumasına yaşamsal önem vermektedir. İngiltere’nin
Kıbrıs’ta, Dikelya ve Akrotitiri bölgelerinde 254 kilometre kare
alanı kaplayan 2 askeri üssü vardır. Bu durumda İngiliz Hükümeti Londra’da Türkiye
ve Yunanistan’ı da davet ederek üçlü bir konferans düzenlemeye karar verir.
Konu Doğu Akdeniz’in güvenliği ve Kıbrıs’ın geleceğidir. Türkiye İngiltere’nin
teklifini hemen kabul eder. Yunanistan ise kerhen kabul etmiş bir görüntü
vermektedir. Konferans, 29 Ağustos 1955 tarihinde Londra’da Lancester House’da
yapılacaktır. Türk heyetine Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakan vekili Fatin Rüştü
Zorlu başkanlık etmektedir. Heyette Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes,
Dışişleri Genel Sekreteri M. Nuri Birgi, Londra Büyükelçiliğine yeni atanan
Suat Hayri Ürgüplü, Atina Büyükelçisi Settar İksel, Dışişleri Bakanlığı
Ortadoğu Dairesi Genel Müdürü Orhan Eralp ve Büyükelçi Mahmut Dikerdem
bulunmaktadır. Konferansı organize eden İngiltere Dışişleri Bakanı Harold MacMillan’dir. Yunan delegasyonunun başında
da Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos vardır.
*
Açılış konuşmasını yapan Harold MacMillan, Kıbrıs adasının
stratejik bakımdan İngiltere için büyük önem taşıdığını vurgular. 1 Eylül’de
ise Fatin Rüştü Zorlu, Türkiye’nin yeni Kıbrıs tezini açıklar. Tezi öğrenen
Yunan Delegasyonu şoka girerken, EOKA’dan bezmiş olan İngilizler tezi gayet
mantıklı bulmuşlar ve Türk Tezinden yana bir tavır içine girmişlerdir.
Lancester House’da ortaya konan Türk Tezinde ‘Lozan Anlaşması’ ortaya
konulmaktadır. Bilindiği gibi Lozan’da, Kıbrıs Adasına özel bir statü
tanınmıştır. 30.madde ile Türkiye Kıbrıs adası üzerindeki egemenlik haklarını
yalnız İngiltere’ye devrettiğini belirtmiştir. 31.madde ile de adada yaşayan
halklara, antlaşmanın imzalanmasından itibaren iki yıllık bir süre içinde Türk
ya da İngiliz uyrukluğu arasında tercih hakkı tanımıştır.
Bu bağlamda önemli gördüğümüz bir noktayı vurgulamadan devam
etmeyelim. Geçen sürede Lozan anlaşmasındaki 31. Maddeyi Türkler aleyhlerine
kullanmışlardır. Şöyle ki, 2 yıllık süre içinde çok sayıda Türk, Türk uyruğunu
seçerek Türkiye’ye göçmüştür. Bu eylem adadaki Türk nüfusun azalmasına,
çoğunluğun Rumlara geçmesine sebep olmuştur. Bu yüzden de Rumlar adada hak
iddia etmeye başlamışlardır. Hâlbuki Kıbrıs 400 yüz yıla yakın bir süre
Türklerin elinde bulunmuş, tarihin hiç bir döneminde Yunan idaresine
geçmemiştir.
*
Fatin Rüştü Zorlu, Lancester House’da Türk tezini
ayrıntıları ile anlattıktan sonra, Kıbrıs’ta egemenlik hakkının Lozan
anlaşmasına göre İngilizler ’de olduğunu, eğer İngilizler bu hakkı kullanmak
istemezlerse, Türkiye’nin önderliğinde Kıbrıs’ta yeni bir düzen kurulması
gerektiğini vurgular. Doğal olarak İngilizler tarafından da benimsenen bu teze
göre, Yunanistan artık Kıbrıs konusunda taraf olmaktan bile çıkıyor, ortada
İngiltere ve Türkiye gibi 2 devlet kalıyordu. Yunanistan’ın ise Kıbrıs üzerinde
herhangi bir sıfatı kalmıyordu. İngilizler bu tezi benimseyince Türk tarafında
derin bir memnuniyet, Yunan tarafında ise şaşkınlık ve öfke hâkim olur.
İngilizlerin de desteklemeye başladığı Türk tezi, Yunanistan
hariç, uluslararası arenada da hemen benimsenir. Türk gazeteleri Londra’da
Zafer gibi başlıklar atarken, Yunan Gazetelerinde hüzün vardır. ‘Yunanistan
Kıbrıs’ı Kaybetti’ Ancak Londra’da bunlar olurken 2 Eylül günü, Yunan
Dışişlerinden bir heyet alelacele Atina’ya hareket eder.
*
Lancester House’da konferansın sonuç bildirgesi üzerinde
çalışmalar başlamıştır. Ancak 5 Eylül’ü, 6 Eylül’e bağlayan gece,
‘Yunanistan’da Selanik’te Atatürk’ün doğduğu evde bir bomba patladı’, şeklinde
bir haber Türk heyetinin tüylerini diken diken eder. Dışişleri Bakanımız Fatin
Rüştü Zorlu, Yunan Dışişleri Bakanı Stefanopulos’u şiddetle eleştirir.
Türkiye’de de radyo 13.00 haberlerinde Selanik’teki bomba olayını duyurur. 16.30’ da ise, Mithat
Perin’in sahibi, Gökşin Sipahioğlu’nun da yazı işleri müdürü olduğu İstanbul
Ekspres Gazetesi, bomba haberi için ikinci baskısını yapar ve gazete sokaklarda
satılmaya başlar. Daha sonra anlaşılacaktır ki, gazetenin baskı sayısı mutat
rakamın çok üzerindedir.
*
Türkiye’de, Kıbrıs olaylarından dolayı zaten çok gergin olan
halkın, bu haberle iyice heyecanlandığı hissedilir. Saat 18,00-20,00 arası
Beyoğlu’nda üniversite öğrencileri yürüyüş yaparlar. Sloganlar, marşlar
eşliğinde yapılan bu yürüyüşte hiçbir olay olmaz. Bir süre sonra, saat 20,00 de
Cibali Sigara Fabrikası işçileri ağırlıklı olmak üzere bir işçi yürüyüşü
başlamıştır. Ancak bu sefer durum farklıdır. Osman bey’de Haylayf’ın camları
kırılmış, Beyoğlu’nda CKM mağazası saldırıya uğramıştır. Burada CKM’nin Cevat
isimli bir Türk’e ait olduğunu, o mağazanın Rumlar ile bir ilgisinin
bulunmadığını belirtmekte fayda var zannederim. İşçi yürüyüşü saat 22,00
dolaylarına kadar sürer. Bu yürüyüşte çığırından çıkan kalabalıklar Osmanbey,
Beyoğlu, Tünel, Tepebaşı, Karaköy’e kadar önlerine çıkan dükkanları, bazı
kilise, sinegog hatta evleri paramparça ederler. Arkadan, saat 22,00 den sonra
ne idüğü belirsiz, hırpani insan sürüleri bölgeye akın ederek, tahrip edilen
mağazaları yağmalamaya başlarlar.
Bomba olayını haber alan emniyet güçleri, ağırlıklı olarak
Yunan Konsolosluğu, Patrikhane gibi yerlerde önlem almış, dolayısıyla
beklenmeyen bu saldırılar karşısında yetersiz kalmışlardır. Ayrıca 1955
yılında, askerin de polisin de toplumsal olaylara karşı özel bir eğitimleri
hatta malzemeleri yoktur. Askerin olay yerine gelmekte geç kaldığı yazılır
çizilir. Asker saat 24,00 de olay yerine ulaşmış ve tüm olaylar 6 Eylül 1955
saat 24,00’de sona ermiştir. Özelikle talan olayları, kırsal kesimden kentlere
gelen, şehir nosyonuna ulaşamamış bilinçsiz, eğitimsiz, yoksul lümpenlerin
varlıklı bölgelere vahşice saldırmaları şeklinde cereyan etmiştir.
*
Olayları Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve bazı hükümet
mensupları İstanbul’dan Ankara’ya henüz hareket etmişken trende öğrenirler ve
derhal geri dönerler. Olayın kontrolden çıktığı anlaşılınca o zaman ki
tabiriyle Örfi İdare (sıkıyönetim) ilan edilir. Sıkıyönetim komutanlığına
Üçüncü Ordu Komutanı Orgeneral Nurettin Aknoz Paşa getirilir. Gece saat
24.00-05 arası sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Yapılan operasyonlarda
İstanbul’da 5.104, Ankara’da 469, İzmir’de 170 kişi tutuklanır. İçişleri Bakanı
Namık Gedik istifa eder, yerine geçici olarak Savunma Bakanı Ethem Menderes
atanır, Savunma Bakanlığı görevini de Fuat Köprülü üstlenir. Milli Hizmetler
Emniyeti Şefi, İzmir Valisi, İzmir’de bulunan birlikler komutanı, İstanbul
Emniyet Müdürü Alâeddin Eriş ve üç General Menderes Hükümeti tarafından
görevlerinden alınırlar. Birçok polis memurunun da olaylarla yeteri kadar
mücadele etmedikleri için yerleri değiştirilir. Ayrıca göstericiler arasına
karışan ve tahrip edilen dükkânlardaki malları çalmak amacında olan
çapulcuların varlığı da şahitlerce saptanır.
6 Eylül 1955 tarihinde, rahmetli babam Faruk Oktay Ankara
Emniyet Müdürü idi. Ankara valisi de rahmetli Kemal Aygün. Ankara’da olaylar
sadece öğrenci protestoları şeklinde gerçekleşti, şiddet olayları olmadı.
Siyasal Bilgiler ve Hukuk Fakülteleri önünde toplanan öğrenciler, polis ve
askeri güçler tarafından göz yaşartıcı bomba kullanılmak suretiyle
dağıtıldılar. Öğrenci yurtları da olayların etkisi geçinceye kadar gözetim
altında tutulmuştur. Ancak şunu da belirtmek lazım Ankara’da, İstanbul ve
İzmir’de olduğu kadar gayrimüslim yurttaşımızın bulunmaması, olayların hemen
kontrol altına alınmasında elbet ki etken olmuştur.
*
Haberler Londra’ya ulaştığı zaman, Türk Delegasyonu üzerinde
tahripkâr bir bomba gibi patlar. Kazanılan zafer dolayısıyla yükselen moraller
bir anda çöker. 8 Eylül’de konferans, olaylar nedeniyle sonuç bildirgesi dahi yayımlanmadan
dağılır. Türkiye’nin kendisine zafer getiren yeni Kıbrıs tezi, havada
kalmıştır. Fatin Rüştü Zorlu başkanlığında Türk Heyeti, Londra’dan Ankara’ya
dönerken belki ağlamaklı idi. Ama Yunan Heyetinin belli etmemeye çalışsa da
mutlu olduğundan hiç şüphe yoktur.
*
Şimdi bu bilgiler ışığında düşünelim. Bir Türkiye
Cumhuriyeti Hükümetinin, yani DP iktidarının zafere bir adım kala, bir akrep
gibi kendini sokması ve her şeyi berbat etmesi ne akla ne de mantığa sığmaz.
DP’yi 6 Eylül olaylarını tertiplemekle suçlamak ancak bilgi yetersizliğinden
kaynaklanan bir gafletten başka bir şey değildir. Bu olaylar niçin Yunanistan
derin devletinin eseri olmasın? Niye, bazı kişiler, bu ihtimali düşünmeden
kolaya kaçarak sadece DP iktidarını suçlamakla yetinirler? Bu düşünceye dikkat
çeken araştırmacı yazar Sayın Mehmet Arif Demirer’dir. Öyle ya, 6 Eylül Olayı
cereyan ederken, içimizde yaşayan 20.000 Yunan uyruklu Elen’in olduğunu
unutmamak lazım…
*
Olaylarla ilgili diğer bir görüş de, tüm olayları Türk derin
devletinin organize ettiğine dairdir. Orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun, 1991
yılında gazeteci Fatih Güllapoğlu’na yaptığı açıklamalar ilginç, ilginç olduğu
kadar da üzücüdür. Söyleşide, General Yirmibeşoğlu, 6-7 Eylül Olaylarının bir
özel harp işi olduğunu belirtiyor ve organizasyonu övüyor. Muhteşem bir
örgütlenmeydi, amacına da ulaştı, diyor. Kıbrıs’ta da sivil direnişi örgütleyen
lider, olduğu ileri sürülen Sabri Yirmibeşoğlu, 2010 yılında verdiği bir
söyleşide de ‘Özel Harpte bir kural vardır, halkın mukavemetini arttırmak için
düşman yapmış gibi bazı değerlere sabotaj yapılır, bir cami yakılır. Kıbrıs’ta
cami yaktık biz.’ İfadelerini kullanmıştır. Muhabir, cami mi yaktınız diye
tekrar sorunca, Yirmibeşoğlu, ‘…mesela diyorum…’ yanıtını vermiş. Nitekim bomba
haberini veren ekspres gazetesini, redaktör olarak yayına hazırlayan Gökşin
Sipahioğlu da olayların istihbarat örgütü MAH tarafından organize edildiğini
açıkladı. MAH, MİT’in eski adıdır. ,
BURADA ÖNEMLİ OLAN NOKTA ŞU: "ÖZEL HARP DAİRESİ DE,
MİT DE, MAH DA" HÜKÜMETTEN BAĞIMSIZ ÇALIŞAN, GİZLİ DEVLET OLARAK
NİTELENDİRECEĞİMİZ BİRİMLERDİR.
*
Biz, asla Sabri Yirmibeşoğlu gibi düşünmüyoruz. Zira 6 Eylül
Olayları, Türkiye Cumhuriyetine faydadan çok zarar vermiş feci olaylardır. Eğer
bu işi hükümetten bağımsız çalışan Özel Harp Dairesi yaptıysa, Sabri Paşa neden
Yassıada Mahkemelerinde cesaretle çıkıp gerçeği söylemedi ve suçun insafsızca Menderes ve Zorlu’ya atılmasını önlemedi?
EYLÜL 2017, FENERBAHÇE
HASAN EMRE OKTAY
ÖNEMLİ NOT:
General Sabri Yirmibeşoğlu, 6 Eylül Olaylarının tartışıldığı 25 Ocak 2009 tarihli Teke Tek Programına telefonla katılarak olaylarla ilgili, aşağıdaki açıklamaları yapmıştır, aynen aktarıyorum. Sayın Yirmibeşoğlu, Google da farklı bilgiler olmasına rağmen 1955 yılında Özel Harp Dairesinin olmadığını, 53 yılında Seferberlik Tetkik Kurulunun kurulduğunu ifade ediyor. Bilgilerinize arz edilir.
General Sabri Yirmibeşoğlu, 6 Eylül Olaylarının tartışıldığı 25 Ocak 2009 tarihli Teke Tek Programına telefonla katılarak olaylarla ilgili, aşağıdaki açıklamaları yapmıştır, aynen aktarıyorum. Sayın Yirmibeşoğlu, Google da farklı bilgiler olmasına rağmen 1955 yılında Özel Harp Dairesinin olmadığını, 53 yılında Seferberlik Tetkik Kurulunun kurulduğunu ifade ediyor. Bilgilerinize arz edilir.
Arda Gedik-Murat
Bardakçı-Fatih Altaylı-Erol…
General Sabri
Yirmibeşoğlu:
“Ben basınla çok iç içe bir adamım. Bunun da çok zararını gördüm. Mesele şöyle oldu. Ankara sıkıyönetim komutanlığından ayrılırken gazeteleri ziyarete gidiyordum. Hürriyet gazetesine gittim. Sayın Özkök yoktu, bir iş için ayrılmış. Çekirge vardı (Fatih Çekirge olmalı). Bu arada Çekirge dışarı çıkınca bir zat geldi içeriye. Bu Güllapoğlu’ymuş. Bir şeyler soruyor adam ama bir şeyler de bildiği belli. Bu arada demin Sayın Gedik’in, ‘Paşa bunu tek başına yapamaz’ dediği konu var ya, bunları zaten biliyor, basında da çıktı. Bunları yasakladık falan ama artık üzerinden 15-20 sene geçmiş…6-7 Eylül olaylarına konuyu getirdi yani o sohbet arasında (Güllapoğlu) 6-7 Eylül Olayları gibi olaylar diplomasi de, askerlikte de olabilir, taktiklerdir diye bir cümle kurdu. Şimdi söylediği söz tamimiyle yanlış. Şimdi Sayın Bardakçı da bilir Özel Harp Dairesi o tarihte yok. 53’de Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Ankara’da arka sokakta küçük bir evdeler. Sayın Gedik’te bilir. Ben Muhafız Alayında 5 sene Sayın Bayar’ın nöbetini tutmuş bir adamım. Sayın Menderes’e Sayın Zorlu’ya şahsi saygım vardır. Yani konferansımda da söylüyorum. Mesela şu Avrupa Birliği meselesi şu hükümet olsaydı (DP’yi kastediyor olmalı) bu güne kadar hallolurdu, derim… Esas konuya geleyim. Bu arkadaş diyor ki, Özel Harp Dairesi yaptı diyor. Özel Harp Dairesi yok. Sayın Gedik de bilir. Sayın İnönü’nün ve Sayın Bayar’ın başyaveri Danyal Karaben Kore’ye gitti geldi, 53 senesinde Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Daha 3-4 tane subayları var. Daha Özel Harp Dairesi yok… Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın İnönü’ye başyaverlik yapmış bir adamın böyle bir şeye müdahil olması imkanı yok… Ondan sonra Kıbrıs meselesi çıktı 55-56 da. Bizim Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. İktidarın da büyük himmeti ile tam anlaşma yapıldı (Menderes iktidarını kastediyor olmalı)
“Ben basınla çok iç içe bir adamım. Bunun da çok zararını gördüm. Mesele şöyle oldu. Ankara sıkıyönetim komutanlığından ayrılırken gazeteleri ziyarete gidiyordum. Hürriyet gazetesine gittim. Sayın Özkök yoktu, bir iş için ayrılmış. Çekirge vardı (Fatih Çekirge olmalı). Bu arada Çekirge dışarı çıkınca bir zat geldi içeriye. Bu Güllapoğlu’ymuş. Bir şeyler soruyor adam ama bir şeyler de bildiği belli. Bu arada demin Sayın Gedik’in, ‘Paşa bunu tek başına yapamaz’ dediği konu var ya, bunları zaten biliyor, basında da çıktı. Bunları yasakladık falan ama artık üzerinden 15-20 sene geçmiş…6-7 Eylül olaylarına konuyu getirdi yani o sohbet arasında (Güllapoğlu) 6-7 Eylül Olayları gibi olaylar diplomasi de, askerlikte de olabilir, taktiklerdir diye bir cümle kurdu. Şimdi söylediği söz tamimiyle yanlış. Şimdi Sayın Bardakçı da bilir Özel Harp Dairesi o tarihte yok. 53’de Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Ankara’da arka sokakta küçük bir evdeler. Sayın Gedik’te bilir. Ben Muhafız Alayında 5 sene Sayın Bayar’ın nöbetini tutmuş bir adamım. Sayın Menderes’e Sayın Zorlu’ya şahsi saygım vardır. Yani konferansımda da söylüyorum. Mesela şu Avrupa Birliği meselesi şu hükümet olsaydı (DP’yi kastediyor olmalı) bu güne kadar hallolurdu, derim… Esas konuya geleyim. Bu arkadaş diyor ki, Özel Harp Dairesi yaptı diyor. Özel Harp Dairesi yok. Sayın Gedik de bilir. Sayın İnönü’nün ve Sayın Bayar’ın başyaveri Danyal Karaben Kore’ye gitti geldi, 53 senesinde Seferberlik Tetkik Kurulu kuruldu. Daha 3-4 tane subayları var. Daha Özel Harp Dairesi yok… Kaldı ki Sayın Cumhurbaşkanına, Sayın İnönü’ye başyaverlik yapmış bir adamın böyle bir şeye müdahil olması imkanı yok… Ondan sonra Kıbrıs meselesi çıktı 55-56 da. Bizim Türk Mukavemet Teşkilatı kuruldu. İktidarın da büyük himmeti ile tam anlaşma yapıldı (Menderes iktidarını kastediyor olmalı)