27 MAYIS 1960 DARBESİ
VE HUKUK ADINA YAPILAN HUKUKSUZLUKLAR!
1960
yılındayız, iktidarda üst üste 3 seçim kazanmış Demokrat Parti var. 1950 ve
1954’de seçimler normal tarihinde yapılmış, 1957’de ise erken seçim yapılmış.
Yeni genel seçimlerin tarihi ise Temmuz 1961’dir, yani sandığa gitmeye bir yıl
gibi kısa bir süre kalmıştır. Kaldı ki, Başvekil Adnan Menderes 16 Mayıs 1960
günü, Eskişehir’de mahşeri bir kalabalığa yaptığı konuşmada, ‘Türkiye gibi demokrasi ile idare edilen bir
ülkede iktidarların sokak nümayişleri ile değil sandıkta değişeceğini
vurguluyor ve yollarının seçim yolu olduğunu’ ekliyor.
Yani
erken seçimi telaffuz ediyor.
Eskişehir’de
Menderes’i 150 bin kişi dinlemiştir. O tarih için muazzam bir kalabalık. Yani
bazı kişilerin söylediği, yazdığı ‘eğer
Menderes seçim yapsaydı darbe olmazdı’ ifadesinin gerçek ile hiçbir ilgisi
yoktur. Bilakis
Menderes, 27 Mayıs’tan 11 gün önce seçim kararını dile getirdiği için darbe
erkene alınmıştır.
Türkiye’mize büyük zararlar veren,
askeri vesayeti başlatan, 27 Mayıs 1960 Darbesi felaketine giden süreci ve bu
süreçte işlenen hukuk skandallarını kısaca hatırlayalım.
1960
yılı başında halkın nabzını ölçmek için bölgelerine giden DP milletvekilleri,
halk arasında bir takım dedikoduların yayılmaya çalışıldığını görürler. O zaman
sosyal medya yok ama ‘fısıltı gazetesi’
diye bir yöntem uydurulmuş ve kulaktan kulağa DP, Bayar, Menderes aleyhine
dedikodular ateşli bir şekilde anlatılmakta.
“Menderes, Kars ve Ardahan’ı Sovyet Rusya’ya
satmış, ABD yardımlarını DP Hükümet mensupları, milletvekilleri dolar olarak
aralarında bölüşüyorlarmış, Harp Okulu öğrencileri Kızılay’da toplanacak,
mitralyözlerle taranacak ve imha edileceklermiş, Menderes orduyu yedek
subaylarla idare edecekmiş, Taşlıtarla’da 7 bin çapulcuya asker elbisesi
giydirilerek silah verilecekmiş ve bu çapulcular halka ateş edecek böylece ordu
ile halkın arası bozulacakmış, Bayar ve Menderes’in inanılmaz bir serveti
varmış vb.... En büyük dedikodu da İnönü CHP’si,
ordu ile birlikte darbe yapacakmış….”
Gerçek
ile uzak yakın ilgisi olmayan bu dedikodulara inananların sayısı gittikçe
artmaktadır. Berber dükkânlarında, bakkallarda, kasaplarda, mahalle aralarında
bu dedikodular konuşulmaktadır. Yakın gelecekte bu dedikodulardan sadece CHP, İnönü ve
ordunun darbe hazırlığı içinde oldukları söylentisinin gerçek olduğu
anlaşılacaktır. Zaten fısıltı gazetesinin en etkili çalıştığı yer de
Ankara, İstanbul.
Milletvekillerinin
getirdiği bilgiler hükümete ve Cumhurbaşkanına ulaşınca, bu olumsuz yıkıcı
faaliyetlere karşı bir önlem alma ihtiyacı duyulur. Özellikle darbe söylentisi
karşısında TBMM tehdit altındadır. Yapılacak iş Anayasaya başvurmaktır. O
tarihte yürürlükte Atatürk döneminin ‘1924 Teşkilatı Esasiye Kanunu’ vardır.
1924 Anayasasının 22. Maddesi,
”Madde
22, Sual ve istizah (gensoru) ve Meclis Tahkikatı (soruşturma)
Meclis’in cümle-i selahiyetinden (yetkisinden) olup şekli Meclis içtüzük ile
kararlaştırılır”
Meclis
İçtüzük 177. Madde, “TBMM, reissen bağımsız olarak bilgi almak istediği her çeşit
konu hakkında bir tahkikat komisyonu kurabilir.”
1924
Anayasasının 103 Maddesi,
“Madde
103- Anayasanın
hiçbir maddesi hiçbir sebep ve bahane ile savsanamaz ve işlerlikten alıkonamaz.
Hiçbir kanun Anayasaya aykırı olamaz.”
İşte
Yassıada Mahkemelerinde, Menderes ve iki bakanımızın idam sebeplerinden biri
olarak Tahkikat Komisyonu kurulması suretiyle 146/1 Anayasayı ihlal girişimi,
gösterilmiştir. Nerede ihlal? Bilakis o tarihte Bayar, Menderes ve DP Hükümeti
sorunları çözmek için Anayasaya başvurmuşlardır. İdamların, müebbet hapislerin, diğer ağır hapis cezalarının sebeplerini
Anayasayı ihlale dayandırmak 27 Mayısçıların en büyük hukuk skandallarından
biridir. Kaldı ki, Tahkikat Komisyonu Kanunu Meclis’te oylanmış ve
kanunlaşmıştır. Aynı Anayasanın 103 Maddesi ne diyor, hiçbir kanun Anayasa’ya
aykırı olamaz.
Söz ettiğimiz bu Tahkikat Komisyonu teklifinden önceki
Mecliste verilen teklifleri incelediğimiz zaman, hemen hepsinin CHP tarafından,
DP hükümet mensupları hakkında verildiğini görürüz. CHP tahkikat komisyonu önerisi verince mubah, DP verince
günah gibi hukukla ilgisi olmayan bir anlayış Yassıada’da hüküm sürmüştür.
Örnek verecek olursak,
“15
Nisan 1953, CHP Van milletvekili Ferit Melen, Maliye Vekili Hasan Polatkan
hakkında Meclis tahkikatı açılması talebinde bulunmuştur…8 Şubat 1956, Devlet
Bakanı Mükerrem Sarol aleyhinde CHP tarafından verilen Meclis tahkikatı
açılması için talep müzakere ediliyor…3 Mayıs 1958, Van’ın Özalp kazasında 30
Temmuz 1943 tarihinde öldürülen 32 vatandaş hakkında TBMM Tahkikat Komisyonu
tarafından hazırlanan rapor basına açıklanıyor…16 Şubat 1960, CHP milletvekili
Avni Doğan ve 54 milletvekili basın hürriyetini zedeleyen faaliyetlerle ilgili,
içtüzüğün 177. Maddesine dayanarak tahkikat komisyonu açılması talebinde
bulunuyor…18 Şubat 1960, Bülent Ecevit, Fethi Çelikbaş, Asım Eren, Nüvit Yetkin
İstimlak yolsuzlıkları iddiası ile içtüzük 177. Maddeye dayanarak tahkikat
komisyonu teklifinde bulunuyorlar.”
Bu
örnekleri arttırmak mümkündür. Profesör Yusuf Ziya Özer, ‘Anayasa Hukuku’
kitabının 545. Sayfasında diyor ki,
“Tahkikat komisyonları
sorgu hâkimi vazifesini görürler. Hükümetin bütün vasıtalarından istifade
edebilirler. Usulü muhakemenin icap ettirdiği bütün muameleleri ifaya
salihtirler.”
Profesör
Ali Fuat Başgil, (27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri kitabından)
“Bir parti hakkında da
tahkikat yapmak elbette ki Meclis’in yetkileri cümlesindendir.”
Çok ilginçtir DP
Hükümetinin kurduğu tahkikat komisyonu, faaliyette bulunduğu süreye bağlı olmak
üzere partilerin kongrelerini durdurmuştu. Bu da tahkikatın selametle
yürütülmesi amacına yönelikti. Bu girişim de DP muhalifleri tarafından şiddetli
bir şekilde istismar edildi. Basında parti faaliyetler durduruldu şeklinde
yayımlandı. Topladığı bilgileri savcıya vermekle görevli tahkikat komisyonu,
sadece iki ay süre için kurulmuş, fakat işini bir ayda tamamlamıştı. Yani
anlaşılacağı üzere, tahkikat komisyonu ile Anayasayı ihlal eden falan kimse
yok. O Anayasa bir şekilde ihlal edildi, ortadan kalktı, o da 27 Mayıs 1960
sabaha karşı saat 3.00’de darbenin gerçekleştiği andır. En büyük hukuksuzluk bu
noktadadır. İdamlık bir suç varsa buradadır.
Komisyonun
ayrıntılarına daha fazla girmeden tekrar yazımızın başındaki, tahkikat
komisyonuna ihtiyaç duyulan günlere dönelim.
Tahkikat
Komisyonu kurulması CHP çevrelerinde fırtınalar yarattı. Komisyon tartışılırken
CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün kürsüye gelerek sarf ettiği bir takım sözler
tarihimize geçmiştir. Seçilmişlerden müteşekkil bir parlamentoda, bir muhalefet
partisi tarafından söylene bu sözler bir hukuksuzluk örneği midir, değil midir,
karar sizin. İsmet Paşa Anayasanın 22. Maddesine başvurmayı, baskı rejimi
kurmak olarak mütalaa etmiş olacak ki,
“…Eğer baskı rejimi
kurulursa ihtilal behemehâl olur. Böyle bir ihtilal dışımızda bizimle
münasebeti olmayanlar tarafından yapılacaktır. Bu yolda devam ederseniz bende
sizi kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir
haktır…”
Tahkikat
komisyonuna nasıl çalışacağını içtüzük 177. Maddeye göre bildirecek olan
Yetkiler Kanunu Meclis’te müzakere edilirken İsmet İnönü yine söz alıyor,
“Kore başkanı Sygnman
Rhee kuruldu mu? Üstelik onun ordusu, polisi, memuru onun elindeydi. Hâlbuki
sizin elinizde ne ordu var, ne memur, ne de polis var! Olur, mu böyle baskı
rejimi? Muvaffak olur mu bu?”
Bir
süre önce Kore’de bir darbe olmuş ve başkan Rhee devrilmiştir. Sistem aynı,
üniversite ayaklandırılmış, nümayişler ve ordu içinde kurulmuş olan bir cunta
darbeyi gerçekleştirmiş. İnönü’nün yine Meclis’te kullandığı şu cümle açık
seçik bir darbe davetiyesi değil midir?
“Türk
milleti, Kore milletinden daha az haysiyetli değildir.”
Nitekim
darbeci subaylardan Orhan Erkanlı, ‘Anılar, Sorunlar, Sorumlular’ adlı
kitabında İsmet Paşanın yeşil ışığına vurgu yapıyor. Nitekim 28 Nisan 1960 günü
İstanbul Üniversitesi öğrencileri sokaklara dökülürler, nümayişler başlamıştır.
Katil iktidar, diktatörler, diye bağırarak etrafa taşlar atmakta Beyazıt’tan
Vilayete doğru yürümektedirler. O kadar organizedirler ki, slogan mahiyetinde
marşları bile hazırdır.
“Olur, mu böyle olur mu? Kardeş kardeşi vurur mu? Kahrolası
diktatörler bu dünya size kalır mı?”
O tarihte rahmetli babam
İstanbul Emniyet Müdürü.
O
zaman panzerler, biber gazları falan yok. Toplumsal olayları kontrol altına
almak için sadece atlı polisler var fakat onlarda çok yetersiz kalıyorlar. Zira
nümayişçi öğrenciler polisleri atlardan çekiyorlar, yerlerde sürüklüyorlar,
tekmeliyorlar. Atların üstünde sigara söndürmüşler, atlar çılgına dönüyor.
Emniyet Müdürü Faruk Oktay, Belediye Başkanı Kemal Aygün, İstanbul Valisi Ethem
Yetkiner, olaylarla başa çıkamadıklarını askerden yardım almalarının gerektiğini
Dâhiliye Vekili Namık Gedik’e bildiriyorlar. Zira 29 Nisan’da olaylar Ankara’da
başlatılıyor. Hükümet sıkıyönetim ilan ediyor. Ankara sıkıyönetim Komutanı
Korgeneral Namık Argüç, İstanbul da ise Orgeneral Fahri Özdilek komutan. Fahri
Özdilek 27 Mayıs sabahı darbecilere katılacak ve ödül olarak olsa gerek sonraki
hükümette bakan olacak. Namık Argüç ise Yassıada’da çile dolduracak.
Olaylar
kısa sürede çıkrığından çıkmış vaziyete geliyor. Polis nümayişçi öğrencileri
tutukluyor, Davut Paşa kışlasına götürülürlerken
yolda asker hepsini serbest bırakıyor. CHP Gençlik Kolları ve bir takım
subaylar işbirliği halindeler. Bu işbirliğini o zaman CHP Gençlik Kolları
Başkanı olan Orhan Birgit, Çetin Altan’ın torunu gazeteci Sanem Altan ile
yaptığı bir konuşmasında itiraf etmiştir.
Aktarıyorum,
“28 Nisan Öğrenci olaylarını itiraf ediyorum ki organize ettim.
Perde arkasındayım o işin. Öğrencilerin gösteri yağmasını istiyorduk biz. Ne
yapacaklardı, ‘katiller, diktatörler diye bağıracaklardı, nümayiş yapacaklardı’
Orhan
Birgit’i bu itirafından dolayı kutlarım, geç de olsa bir dürüstlük göstermiş.
Olaylarda iki tane kaza ile ölüm vardır. Biri Turhan Emeksiz. Orman Fakültesi
öğrencisi Turhan Emeksiz nereden geldiği belli olmayan sekme bir kaza kurşunu
ile ölmüştür. Sekme diyorum zira kurşun eğridir, kurşun kemikte eğrilmez.
Mutlaka bir yerden sekmiş. Diğeri Nedim Özpolat, slogan atmak için hareket
halindeki tankın üstüne çıkıyor, dengesini kaybediyor ve paletlerin altına
düşüyor. Allah rahmet eylesin, o zaman çok üzülmüşlerdi. Ancak olaylarla
birlikte inanılmaz dedikodular yine fısıltı gazetesi ile kulaktan kulağa
dolaşmaya başlar. Bayar, Menderes’ten emir alan polis öğrencilere ateş etti,
yüzlerce ölü var. Basın da bu yalanlara iştirak ediyor, ne yazık ki o zaman çok
seviyesiz bir basın vardı. Yüzlerce ölü var, ölüler saklanıyor, kuyulara
atıldılar, bir kısmı kıyma yapıldı Et ve Balık Kurumunun buzluklarında, bir
kısmı da Konya yolu inşaatında asfaltın altına saklandı. İlginçtir bu yalanlara
basının da etkisiyle inanan insanlar, ölenlerin ailesi nerde gibi bir soruyu
sormayı akıl edemediler. Sonuçta artık darbenin bahanesi hazırlanmış oldu.
Sandıkta yenmek mümkün olmayan, katil iktidar, katil Menderes, hırsız Menderes
ve ekibi yok edilmelidir.
Ne
yazık ki 27 Mayıs 1960 günün, sabaha karşı Türkiye’ye büyük hizmetler yapmış
Başvekil Adnan Menderes ve ekibi darbeciler tarafından derdest edilirler.
Darbe gerçekleştikten
birkaç gün sonra, darbecilerin başı konumuna geçen Orgeneral Cemal Gürsel,
İsmet Paşaya bir telefon eder. Konuşmaları yanlarında bulunan İsmet Paşanın
damadı gazeteci Metin Toker’den öğreniyoruz. Gürsel, İnönü’ye,
“…emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur
sayın paşam…”
İnönü cevap veriyor: “Memleket ve
millet için hayırlı bir iş yaptınız. Büyük iş yaptınız. Mutlu ve uğurlu
olmasını dilerim. Başarınız için asıl ben sizin emrinizdeyim. Paşa hazretleri
ben sizi anlıyorum. Ne zaman bir arzunuz olursa emrinize amadeyim.”
Hâlbuki
Atatürk’ün silah arkadaşı, cumhuriyetimizin kurucularından ve ana muhalefet
partisi genel başkanı İsmet İnönü’den, darbecilere karşı ‘ne zaman bir ihtiyacınız olursa emrinize
amadeyim, millet, memleket için büyük iş yaptınız, hayırlı iş yaptınız’ gibi
cümlelerin yerine, sert bir şekilde darbecileri uyarması, derhal kışlalarına
dönmeleri emrini vermesi beklenirdi. Metin Toker’den öğrendiğimiz bu
konuşma darbecilere hoş geldiniz demekten başka bir şey değildir. Hatta
İnönü’nün, darbeden sonra coşkun gösteriler yapan CHP’lilere sarf etmiş olduğu
bir cümle çok düşündürücüdür.
“Biz ihtilalin ne içindeyiz, ne
dışında!”
Darbeden
sonra, başta İstanbul Üniversitesi rektörü Sıddık Sami Onar olmak üzere, çoğu
Anayasa profesörü öğretim görevlileri, darbenin akıl hocalığına soyunurlar. Ne
yazık ki, bu profesörler darbenin daha sertleşmesine sebep olmuşlar, Yassıada
zulmü ve idamlara kadar giden sürecin başlamasına neden olmuşlardır, Prof.
Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Prof. Naci Şensoy, Prof. Zafer Tarık vb.
Doçent
Muammer Aksoy, DP’li tutuklular Yassıada’da zulüm altında inlerken, zamanın
Forum dergisinde yayımlanan bir makale yazıyor. Makalenin adı, ‘En Büyük Tehlike Yersiz
Acıma Hissidir’ Yani Demokrat Partililere sakın acımayın, merhamet göstermeyin,
canlarına okuyun, demek istiyor.
Darbeden
hemen sonra 28-29 Nisan Öğrenci Olaylarında polis tarafından öldürüldüğü, iddia
edilen yüzlerce öğrenci cesedini aramaya başlarlar. Et ve Balık Kurumu
buzhaneleri, kuyular, köşe bucak aranır ama ortada ne ölü vardır, ne de
evladını arayan bir aile. Kıyma makineleri dedikodusu Alpaslan Türkeş’in
anılarından (derleyen Muammer Taylak) öğrendiğimize göre, ABD Büyükelçisinin,
‘tüm dünyada Türklerin yamyam olduğundan bahsediliyor’ şeklinde bir sözü
üzerine kesilmiş.
Hürriyet Şehitleri
cenaze merasimi yapılacak, ancak ortada kaza sonucu ölen sadece 2 öğrenci
vardır. Profesörler kurulu bu rakamı yetersiz bulur ve merasime 3 naaş daha
eklerler. Biri Teğmen İhsan Kalmaz. Darbe esnasında, radyo evinin önünde
yanlışlıkla yine bir asker tarafından vurulmuştur. Yani Harp Okulu öğrencisi
İhsan Kalmaz darbecilerdendir. Yine askeri öğrencilerden Sökmen Gültekin de
harekât esnasında iletişim yetersizliğinden askerler tarafından öldürülmüştür.
CHP taraftarı bir baba da darbeye o kadar sevinmiş ki, sokağa çıkma yasağına
rağmen küçük oğlu Ersan Özey’i yanına almış sloganlar atarak sokakta dolaşmaya
başlamış. Amacının oğluna İnönü’nün elini öptürmek olduğunu söyleyenler de
vardır. Ancak darbenin coşkusuyla devriyelerin ‘dur’ ihtarını ya duymamış ya da
dinlememiş, askerlerden atılan kurşunlardan biri oğlu Ersan Özey’e isabet
ederek öldürmüş. Biz elbette bu 5 kişi için de Allahtan rahmet dileriz. Ancak akıl hocası profesörler son üç naaşı da 28 Nisan
olaylarında öldürülmüş gibi ‘Hürriyet Şehitlerine’ ilave ederler. Böylece
yüzlerce ölü yerine beş ölü ile merasim yapılır. Bu kanunsuzluk değil mi?
Profesörler
Kurulu bilindiği gibi 1961 Anayasasını hazırlar. Bu Anayasanın daha dibacesi
(önsöz) bir hukuksuzlukla başlar. “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlarıyla
meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı, direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs
devrimini yapan Türk Milleti”
Bu
Anayasa Temmuz 1961’de halkoyuna sunuldu. Daha Yassıada Mahkemeleri devam ediyor, hükümler Eylül’de
açıklanacak ama burada bir hüküm var. Yassıada’da kararların önceden
hazırlandığının en büyük delili bu dibacedir. Karar verdiyseniz
niçin mahkeme ediyorsunuz, demezler mi?
Devrimlerde
rejim değişir. 1917 Sovyet devriminde Çarlık yıkılmış Sovyetler Birliği
kurulmuştur. Fransız devriminde krallık yıkılmış cumhuriyet kurulmuştur. Keza
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği Anadolu devriminde padişahlık
ilga edilmiş cumhuriyet kurulmuştur. 27
Mayıs’ta ise seçim yoluyla gelmiş, meşru bir iktidar silah zoruyla devrilmiş,
faşizan askeri bir yönetim devletin başına geçmiştir. Sonra da tekrar
güdümlü de olsa demokrasiye dönmeye çalışmışlardır. Dibacenin en gerçekdışı
ifadesi, darbeyi yapanın Türk Milleti olduğu ifadesidir. Türk milleti Ankara,
İstanbul’da yoğunlaşmış Halk Partililerden ibaret değildir ki! 1961
seçimlerinde, Menderes misyonunu sürdüreceklerine dair propaganda yapan Adalet
Partisi (Ragıp Gümüşpala), Yeni Türkiye Partisi (Ekrem Alican), Cumhuriyetçi
Köylü Millet Partisi (Osman Bölükbaşı) oyların % 60’dan fazlasını almışlardır.
Bu kadar kötülemeye, yalana, dedikoduya aşağılamaya rağmen, Menderes’in ismini
ima etmek bile bu partilere bu oyları kazandırmıştır. Darbeyi
alenen destekleyen, coşku ile karşılayan İnönü CHP’si ise Meclis’te azınlığa
düşmüştür. Hele
1965 seçimlerinde Adalet Partisi oy patlaması yaşamıştır. Bu durumda nerede
Türk Milleti? Darbenin karşı tarafında, Menderes tarafında!
-Atatürk
döneminde düzenlenmiş ve ordunun siyasetten uzak durmasını amaçlamış TSK İç
Hizmet Nizamnamesi 27 Mayısçılar tarafından kanunlaştırıldı. İç Hizmet Kanunu
yapıldı ve 35. madde düzenlendi.
“‘Silahlı Kuvvetlerin
vazifesi Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini
kollamak ve korumaktır”
27 Mayıs ile başlayan
askeri vesayette, tüm darbeler hukuki dayanağını bu maddeden almışlardır. Cumhuriyeti koruyorum, kolluyorum
diye ard arda birçok darbe ve darbe girişimi gerçekleştirilmiş, demokrasimizin
kendi kuralları içinde olgunlaşması önlenmiştir. Nihayet 2013 yılında bu madde
TBMM’de bir kanunla değiştirilmiştir.
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi;
yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak,
caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini
sağlamak, TBMM kararıyla yurt dışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası
barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır”
-İnsan
Hakları Beyannamesi keyfi mahkemelere son vermek için şu ifadeleri
kullanmıştır;
“Hiç kimse suçun işlendiği
tarihten önce ilan edilmiş ve meşru mahkemeler tarafından tatbik olunan
kanunlardan başka bir kanunla cezalandırılamaz”
Evrensel hukukun bu
kuralı da 27 Mayısçılara tarafından Yassıada’da ihlal edilmiştir. Yani suç
olduğu düşünülen eylemin işlenmesinden sonra çıkartılan bir ceza kanunu,
sanığın aleyhinde olursa hiçbir surette tatbik edilemez. Ama 27 Mayısçılar DP
mensuplarının yürürlükteki kanunlara göre bir suçlarını bulmayınca, yeni
kanunlar çıkarttır ve makabline şamil kıldılar, yani geriye dönük uyguladılar.
Kanun adına kanunsuzluk yapmak işte budur. Darbeden sonra ilk işlerinden biri olarak 65 yaş
üstünün infaz edilemeyeceğini belirten TCK 56. Maddeyi kaldırdılar, zira amaç o
tarihte 77 yaşında olan Celal Bayar’ı asmaktı. Nitekim mahkemede de idama
mahkûm ettiler. Ama sonra idamını MBK toplantısında onaylamadılar. Bana göre
sebebi Bayar’ın 78 yaşında gelmiş olması, muhtemelen artık siyasete giremez,
bizden intikam alamaz falan gibi düşündüler. Zira idamların altında yatan sebep
kanaatimce aynıdır. Bunlar eğer idam edilmezlerse, bir gün serbest kalırlar ve
halkın teveccühüne mazhar olurlar ve tekrar iktidara gelerek bizden hesap
sorarlar korkusu.
Yeni
Anayasa yapmakla görevli Profesörler Kurulundan Prof. Dr. İsmet Giritli konuyla
ilgili bir söyleşide bakın neler diyor (15 Yıl Sonra 27 Mayıs Yargılanıyor,
Nazlı Ilıcak),
“N.
Ilıcak=1924 Anayasası vatana ihanet suçu hariç Cumhurbaşkanının (Celal Bayar)
mutlak sorumsuzluğunu kabul etmektedir. Bu vatana ihanet suçunu da ancak TBMM
tespit eder. Bunun haricinde cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Cumhurbaşkanının 146/1
Anayasayı ihlal suçu ile yargılanmasını (Yassıada’da) nasıl açıklayabilirsiniz?
İ.
Giritli=Burada ihtilal kendi hukukunu yaratır prensibine geliyoruz. İhtilal 27
Mayıs’ta 1924 Anayasa düzenine son veriyor, bir geçici Anayasa getiriyor. Bu
bir ihtilal anayasasıdır.
N. Ilıcak=Vatana ihanetle Anayasayı ihlal
suçunu nasıl bağdaştırıyor?
İ.
Giritli=Geçici Anayasadan aldığı yetkiyle yapıyor bunu. Geçici Anayasa
Cumhurbaşkanı Anayasayı ihlal suçundan yargılama yetkisini veriyor. Kendi
ihtilalinin Anayasasına göre oluyor bu.
N.
Ilıcak= Cumhurbaşkanının Anayasayı ihlal etmesi için kanun metnine göre cebir
kullanması şart. Nerededir bu cebir unsuru? Celal Bayar bu cebir unsurunu
nerede ve nasıl kullanmış?
İ. Giritli= Önce sizinle bu konuda anlaşmamız
lazım. Sizin bana sorduğunuz sorular 1924 Anayasasının normal düzeni içinde
varit. 1924 Anayasasına göre fiili ve kanunsuz olur. Zaten ihtilal kanunsuzdur.
27 Mayıs kanunsuzdur, fakat meşrudur. Bir legalite vardır bir de legitimite,
Kanuniyet ve meşruiyet. İhtilal esas itibariyle kanunsuz bir harekettir. Fakat
meşru veya gayrimeşrudur. Yani 27 Mayıs hedefine ulaştığı ve kendisini tescil
ettirdiği için meşrudur. Hem de 61 Anayasasını yaptığı için meşrudur. Ama
kanunsuzdur. 27 Mayıs sabahı yapılan işlem kanunsuzdur.”
Koskoca Anayasa profesörü, 27 Mayıs
kanunsuzdur ama meşrudur, diyor. Çünkü hedefine ulaşmış yani silah zoruyla
devleti gasp etmiş ve böylece meşru olmuş. Diğer bir deyişle cunta devleti
eline geçirmiş, silah onda, güç onda, kimse karşı gelemez. İşte 27 Mayıs’ınki
böyle bir meşruiyet.
-27 Mayıs’ı gerçekleştiren cunta,
yine akıl hocaları profesörler kurulunun önerisiyle Milli Birlik Komitesi adını
verdikleri bir komite kurdu. Bu komite TBMM’nin tüm yetkilerine haiz, yani
yasama, yürütme, yargı MBK’nin yetkisinde. Sıkıysa itiraz edin, anında işiniz biter.
Bundan daha büyük bir kanunsuzluk olur mu? O tarihte Harp Okulu 2 sene, bu genç
subaylar 2 senede ne öğrendiler de devleti idare edecekler.
-27 Mayısçıların korku dolu bir ruh
hali ile çıkardıkları kanunsuz bir kanunda ‘Tedbirler Kanunu’dur. Bu kanuna
göre, 27 Mayıs’ın aleyhinde ima ile bile olsa konuşmak, DP’yi ima ile bile olsa
övmek 5 yıl hapis. Bu kanun 1969 yılına kadar hüküm sürdü. Dikkat edilecek
olursa 27 Mayıs hakkında yazılan kitaplar, anılar 1970 ve sonrası tarihlidir.
Sadece gazeteci Turhan Dilligil’in Yassıada Kumandanını anlattığı ‘Allahsız
Gardiyan’ adlı kitabı vardır. Ama o kitap da metafor tekniği ile yazılmıştır.
-27 Mayısçıların ‘Tabii Senatörlük’
uygulaması da traji komik bir girişimdir. Darbeciler yeni Anayasaya koydukları
bir madde ile kendilerini, yeniden seçilip seçilmeme olgusu olmadan, ömür boyu
‘Tabii Senatör’ ilan ettiler. Güzel maaşlarla ve bellerinde tabancaları ile
Parlamentoya yerleştiler. 1980’de yine bir darbe sonucunda bu müessese ilga
edilene kadar parlamentodaki saltanatlarını sürdürdüler. Hâlbuki 1974 yılında
eski bir cumhurbaşkanı olarak Celal Bayar’a da Tabii Senatörlük teklif
edilmiştir. Ama rahmetli Bayar bir demokrasi dersi vererek, ‘ben ömrüm boyunca
demokrasi için mücadele ettim, demokrasilerde tabii senatörlük yoktur’, demiş
ve bu teklifi ret etmiştir.
-Birçok 27 Mayısçı darbelerinden bir
süre sonra anılarını yazdılar. Anılarından öğrendiğimize göre, bu subaylar
darbe hazırlıklarına 1955 yılında başlamışlar, Orhan Erkanlı. Hatta Binbaşı
Muzaffer Karan, darbe hazırlıkları için 1954’den bahseder. Karan, 1954’den
itibaren Bayar, Menderes ve ekibinin yanlış yola saptıklarını, siyasi
ihtiraslarından başka bir şey düşünmediklerini ve Atatürk’e düşman olduklarını
fark etmiş’ Gerçekten trajik-komik 1954 öyle bir yıl ki, genel seçimler
yapılmış ve DP % 58,7 oy oranı ile Meclis sandalyelerinin yüzde doksanını
almış, tarımda üretim patlaması var. 1950 öncesi ülkede açlık varken bu tarihte
tarımda ihracata başlıyoruz. Ve bizim efendiler, bir takım paranoyalarla darbe hazırlıklarına
başlıyorlar. Kanun için kanunsuz darbe hazırlıkları!
-Demokrat Partili milletvekili,
bakan, dönemin bürokratlarının Yassıada’ya sevkiyatları tam bir felakettir.
Demokrat Partililer ve DP’ye yakın olduğu düşünülen bürokrat, iş adamı, hatta
asker; darbecilerin ve destekçilerinin oluşturduğu, alkol kokan ölüm
koridorlarından tekme, sille, tokat, yumruk, tükürük, yerlerde sürükleme,
kravatı ile boğmaya çalışma, hakaretler arasında geçmişlerdir. Anılardan
öğrendiğimiz bu sahneler dayanılır gibi değildir. Hele Yassıada yaşantısı
Nazileri aratmayacak zalimlikteki muhafız subayların eziyeti altında geçmiştir.
Yassıada’da rahmetli babam dâhil 10 kişi hayatını kaybetmiştir. Ölen herkese ya
intihar ya kalp krizi raporu verilmiştir. Naaşlar yara bere içindedir.
Yassıada’ya sevk edilmeden Ankara Harp Okulunda pencereden betona çakılan ve
ölen Dahiliye Vekilimiz Namık Gedik için de intihar etti dediler. Ama kızı Ayla
Gedik, ‘hayır döverek pencereden attılar’ diyor ve ekliyor. Naaşı bize
gösterilmeden defin edildi diyor. Keza rahmetli babam İstanbul Emniyet Müdürü
Faruk Oktay da adanın Bizanslardan kalma zindanına ağır şekilde dövülerek
atılmış ve orada ölmüştür. Babam için de kalp krizi geçirdi dediler. Türk
halkını temsil eden, seçilmiş Başvekil Adnan Menderes Yassıada’da dövülmüştür.
Celal Bayar’ın avukatı Gültekin Başak’ın önünde cereyan eden olay bir insanlık
dramıdır. Atatürk’ün iktisat vekili, başvekili, Türkiye Cumhuriyetinin 10 yıl
cumhurbaşkanı Celal Bayar gördüğü aşağılayıcı muameleler sonunda intihar
girişiminde bulunmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtının yasal zeminini oluşturan,
Türkiye’yi garantör yapan Londra ve Zurih anlaşmalarının mimarı Dışişleri
Bakanımız Fatin Rüştü Zorlu da Yassıada’da dövülmüştür. Maliye Bakanımız Hasan
Polatkan’a düzmece Yassıada Mahkemelerinde savunması dahi yaptırılmamıştır.
Celsenin son 10 dakikasında Baş yargıç Salim Başol Polatkan’ı çağırıyor ve kısa
keserek savunmanı yap diyor. Polatkan celsenin bitimine 10 dakika var,
hazırladığım savunmam için bu süre yetersiz deyince. Başol azarlar tondaki
konuşmasıyla, ‘Sen zaten çok konuştun, kısa kes’ diyor. Polatkan, idamla
yargılandığım bir davada savunmamı yapmayayım mı? Deyince. Başol, yapmazsan
yapma, geç yerine diyor ve savunmayı yaptırmıyor.
Rahmetli Samet Ağaoğlu anılarında yazmış,
‘Yassıada’da yapılanlar Türk’ün Türk’e yapacağı iş değildir.’ Gerçekten düşman
olsa bu kadarını yapmazdı. Yassıada Mahkemeleri kararları, İkinci Dünya
Savaşında 50 milyon insanın ölümüne sebep olan Hitler ve arkadaşlarının
yargılandığı Nürnberg mahkemelerinin kararlarını da geçmiştir. Nürnberg’de 12
idam, Yassıada’da 15 idam kararı verilmiştir. Müebbetler, idamlar dâhil
kararlar, gerekçesiz sanıkların yüzlerine okunmuştur. Empati yapalım idama
mahkûm olduğunuzu söylüyorlar fakat sebebini ve suçunuzu söylemiyorlar. 146/1
Anayasayı İhlal gibi muğlak, anlaşılmaz, yetersiz, geçiştirici bir ifade ile
idama gidiyorsunuz.
Bu öyle bir mahkeme ki, hukuk
skandallarıyla dolu! Diyorlar ki, Topkapı’da İnönü’yü öldürmek istediniz,
niyetiniz buydu. Topkapı’da İnönü’nün arabasında bulunan Kasım Gülek,
nümayişler vardı ama öldürmek gibi bir niyetleri olduğunu, elimi vicdanıma
koyarak kabul edemem diyor. Bu sözler hiç fayda etmiyor. Menderes’in avukatı
rahmetli Burhan Apaydın, ‘o halde İnönü’yü çağırıp kendisine soralım, diyor.
Salim Başol’un cevabı, ‘İnönü gibi mümtaz bir şahsiyeti buraya çağırmak
haddinize mi!’ Bu nasıl bir mahkemedir. Yassıada’da Demokrat Partilileri
hukuksuzlukla, meşruluğunu yitirmekle suçlayan hâkimler, savcılar sürekli
hukuksuzluk üstüne hukuksuzluk yapmışlardır. Devlet Bakanı Samet Ağaoğlu diyor
ki, yıllarca bizimle beraber olan, birçok kararımıza bizimle birlikte imza atan
Fethi Çelikbaş niye sanıklar arasında değil?’ Salim Başol’un ağzından kaçırdığı
cevabı, Yassıada Mahkemelerinin karakterini açıkça ortaya koymuştur. Başol,
“Onu ben bilemem, sizi buraya tıkan
kuvvet böyle istemiş’
Baştan beri DP içinde bulunan Fethi
Çelikbaş DP Hükümeti ile birlikte birçok kanuna imza atmış, ancak daha sonra
DP’den ayrılmış Hürriyet Partisinin kurucularından olmuş, sonunda CHP’ye geçmiş
bir siyasetçi.
Darbeye takaddüm eden günlerde
Gürsel’in, Savunma Bakanı Ethem Menderes’e yazdığı bir mektup var. Bu mektupta
Gürsel bir takım önerilerde bulunuyor ve halkın Menderes’i sevdiğini ve onun
cumhurbaşkanı olmasının hayırlı olacağından bahsediyor. Yassıada’da mahkemeler
devam ederken Orgeneral Cemal Gürsel cumhurbaşkanı makamındadır., Burhan
Apaydın Menderes’i kurtarma ihtimali olan Gürsel’in mektubunun mahkemede
okunmasını istiyor. Olayı ben bizzat rahmetli Apaydından dinledim.
“Ben mektubun okunmasını talep
edince, Menderes dışarı çıkarıldı ve hırpalanmış bir şekilde geri döndü. Söz
aldı mektubun okunmasına karşı çıktı. Sonradan öğreniyorum ki, Menderes’e bu
talepte ısrar ederseniz sende, avukatın da berhava olursunu, demişler”
Rahmetli Apaydın bu kelimenin üstüne
basa basa 2-3 kere tekrarladı berhava. Sonradan Gürsel’in mektubu, Menderes
için söylediği sözler çıkartılarak yayımlandı.
-İdama mahkûm ettikleri Menderes’e
infazdan 4-5 saat önce anüsten prostat muayenesi (rektal tuşe) yapılması
inanılır gibi değil. Bu uygulamanın tek sebebi olabilir, o da Menderes’i
aşağılamaya devam. Bu muayeneyi odadaki ses kayıtlarının satılması ve Nazlı
Ilıcak tarafından alınması sayesinde öğreniyoruz. Darbeciler Yassıada’da
DP’lilerle ilgili çekebildikleri resimleri gazetecilere yüklü bir para
karşılığı satmışlardır. İşte bu bakımdan 27 Mayısçı cunta bir çetedir diyoruz.
Zaten TDK sözlüğünde cuntanın karşılığı çetedir.
Menderes’i silah zoruyla Yassıada’ya
tıkıyorlar, ağır zulüm yapıyorlar, düzmece bir mahkemede göye yargılıyorlar ve
İmralı adasında asarak öldürüyorlar. Sonra da evine icra memuru gönderiyorlar.
İp parası, kefen parası, Yassıada’da yenen yemeklerin parası ve cellat parasını
icra kağıdı ile istiyorlar ve rahmetli Aydın Menderes’ten alıyorlar. İmralı
hapishane müdürü Ahmet Acarol, İmralı belgeselinde anlatıyor.
‘En son infaz edildikten sonra
Menderes’in naaşını ben gördüm, yani yıkanıp kefenlenirken başındaydım.
Göğsünde bir değil, iki değil 5 değil birçok kabuk bağlamış yara vardı.
Vücudunda sigara söndürmüşler.’
Rahmetli Acarol’un, yemin ederek
anlattığı bu ifadelerini kendi sesinden, görüntülü youtube da bulabilirsiniz
(İmralı Belgeseli).
27 Mayıs Darbesi, Yassıada zulmü,
işkenceler, zindanda ölümler, infazlar yani cinayetler ne yazık ki, cezasız
kalmıştır. 27 Mayıs yargılanmalıdır. Bunu asla kin, hınç ve öfke ile
söylemiyorum, adalet için söylüyorum. İlahi Adalet çok şükür tecelli ediyor.
Ama dünyadaki adaletin de tecelli etmesi lazım diye düşünüyorum. Hepsinden
önemlisi ibret alınmasıdır. Çünkü 27 Mayıs Darbesi her yönüyle ülkemize büyük
zararlar verdi. 1961 Anayasası derler. Bu Anayasa ülkemizin iyice karışmasına
sebep olmuştur. İşçiler grev üstüne grev yapmışlar, sokaklara dökülmüşler,
anarşi yaratmışlar ve ülke 9 Mart Cuntası, ardından 1 Mart Muhtırasına, oradan
da 12 Eylül Darbesine sürüklenmiştir. Yine 27 Mayıs tortu olarak siyasal
yaşamımızda, sandıktan ümidi olmayanlar için, askeri kullanarak, sokak olayları
yaratarak iktidara gelme yolları arama yozlaşmasını bazı kafalara sokmuştur.
Yani sandık dışı çarelerle iktidara gelme yollarını arama yozlaşması. Küçüğün
büyüne başkaldırması yozlaşması da 27 Mayıs ile ortaya çıkmıştır. Zira 27 Mayıs
da ast üstünü hırpalamıştır, teğmenler, yüzbaşılar, binbaşılar; komutanlarını,
Genel Kurmay Başkanını (Orgeneral Rüştü Erdelhun) ite kaka, tutuklayıp
Yassıada’ya tıkmışlardır. Hepsinden beteri 27 Mayıs’tan sonra ülkemizde
darbeler silsilesi başlamıştır. Hedefine ulaşan veya ulaşamayan 10’dan fazla
darbe ve girişimi vardır. Siyasi liderlerimiz, 27 Mayıs’ın etkisiyle uzun zaman
komutanların onaylamadığı hiçbir işi yapamadılar. Geçen sürede, örneğin bir
kanun çıkacakken eğer bir kuvvet komutanı veya Genel Kurmay Başkanı aba altından
sopa gösterirse, gözlerinin önünden ipte sallanan Menderes ve arkadaşlarının
görüntüsü gitmemiş olan siyasiler derhal vaz geçiyor, şapkasını alıp
gidiyorlardı. Yani 27 Mayıs askeri siyasete çekmiştir. Hâlbuki siyaset
askerlikten bambaşka bir iştir. Kışlaya, camiye ve üniversiteye siyaset
girmemelidir. Babalarımız, amcalarımız, kardeşlerimiz, çocuklarımızdan meydana
gelen ordumuzun itibari, gücü kuvveti, caydırıcılığı, yaşamakta olduğumuz
kritik jeopolitik bölgede son derece önemlidir. Siyaset orduyu yıpratır.
Demokrasimizi tahrip eden, insan
haklarını hiçe sayan, seçilmişlerden meydana gelen TBMM’nin kapısına kilit
vuran 27 Mayıs’ı bayram ilan ettiler. Adı da ‘Hürriyet ve Anayasa Bayramı’
oldu.
Hayatta
olan bazı 27 Mayısçı subayların hala kahraman devrimciler gibi dolaştıklarını
üzüntüyle duyuyorum. 15 Temmuz Darbecileri eğer muvaffak olsalardı. Öldürdükleri 249 vatandaşımıza daha birçok
ilave olacaktı. Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, düşman addettikleri devlet
adamı, işadamı, bürokrat, gazeteci birçok kişiyi öldürmek için kanunlar ihdas
edecekler, belki Anayasayı değiştirecekler, yani kitabına uyduracaklar ve
meşrulaşmaya çalışacaklardı. 27 Mayısçılar da böyle meşrulaşmaya çalışmadı mı?
27 Mayısçılar okul ders kitaplarına, kendilerini öven, haklı çıkaran,
meşrulaştıran, buna karşılık DP, Bayar ve Menderes’i kötüleyen, hain, hırsız
ilan eden konuları ders olarak soktular. Bu dersler 1980 darbesine kadar 20
sene okutuldu ve bir neslin beyni yıkanmaya çalışıldı. Hala bu derslerin
etkisinde olan rahmetli Menderes’i, Bayar’ı kötü zanneden, DP’yi ülkeye zarar
vermiş bir parti olarak gören insanlar vardır. Çocuk yaşta kafalara sokulan
bilgiler çok etkili olur. Örneğin bu gün yurt dışına kaçmış olan ve yargılanmak
için ülkeye dönmeyen Can Dündar Mustafa Kemal’in anlatıldığı bir ‘Mustafa
Belgeseli’ yapıyor. 1932’den sonra sürekli Atatürk’ün yanında olan, Atatürk’ün
İktisat Vekili, Başvekili Celal Bayar’ın belgeselde bir tek görüntüsü yok ve
adı geçmiyor. Hâlbuki Mustafa Kemal Atatürk Başvekil İsmet
İnönü’yü görevden alıyor ve yerine Celal Bayar’ı geçiriyor ve çok da memnundur.
Bir plak var, bir yemekte Atatürk kendi sesinden Bayar’ı övmektedir. Yine
televizyonlarda bir süre önce Anadolu Sigortanın görüntülü reklamı
yayımlanıyordu. Ama Celal Bayar’ın yine adı geçmiyor. Hâlbuki Bayar, İş
Bankasının, Anadolu Sigortanın kurucusudur. İşte bütün bunlar o 20 senelik
propagandanın etkisidir.
Geçen sürede Devletimiz Anıt
Mezarları yaptı, Demokrat Partililer için iade-i itibar yapıldı, çok şükür. Ama
27 Mayıs bütünüyle, aktörleriyle masa yatırılıp, yargılanmadı. Sayın Nimet
Baş’ın yönettiği Meclis İnsan Hakları Komisyonunun bir çalışması oldu. Ama bizi
dinlemediler bile. Sonuç raporunu okudum ve üzüldüm..
Şunu unutmayalım ki, insan
haklarında zaman aşımı yoktur. Gıyabında da olsa 27 Mayıs yargılaması
yapılabilir.
Hasan Emre Oktay, Mayıs 2017
Fenerbahçe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder