Sayın VEKİLİM MİHRİMAH BELMA SATIR, (*)
Bendeniz, 27 Mayıs 1960 Darbesi mağduru bir aileye mensup Hasan Emre Oktay, Yassıada’da öldürülen rahmetli babam Ömer Faruk Oktay, rahmetli Celal Bayar- Adnan Menderes döneminde önce Ankara, sonra da İstanbul Emniyet Müdürlükleri görevini yapmıştır.
16.12.2018 günü TBMM Dilekçe Komisyonuna bir dilekçe ile başvurdum. Dilekçe numaram, 57747603 DN 4331. Muhakkak dilekçemi okudunuz, zira Başkanlık Divanı Kararı web sayfasında yayımlandı. Karara göre benim talebim ’27 Mayıs Darbesinde ölen babamın sorumlularının cezalandırılması’ Kararınız ise, ‘bu hususun komisyonun görev alanı içerisine girmediği, konunun genel hükümler çerçevesinde değerlendirilip yargıya intikal ettirilmesinde fayda gördüğünüz’ şeklindedir.
Bu karar beni üzmedi dersem doğruyu söylemiş olmam. Hâlbuki benim beklentim, konuyu görev alanınız içinde değilse bile, İç İşleri Bakanlığına havale etmeniz idi. Bu konuyla, Yassıada temel atma merasiminde de yakın ilgisini gördüğümüz, İç İşleri Bakanımız Süleyman Soylunun ilgileneceğinden şüphem yoktu.
Üzerinden yıllar geçse de olay çok vahimdir. Bir bürokratı sabaha karşı tank, top ve iki cemse dolusu tam teçhizatlı askerler evinden alıyorlar ve 4 ay sonra Yassıada’dan bir telefon, ‘öldü, naaşı Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi’ morgunda, diye haber veriliyor. Niye öldü, diyorsunuz, kalp krizi geçirdi diyerek telefonu kapatıyorlar. Naaş yara bere ve morluklar içindedir. Rahmetli babamın, işkence altında, Yassıada’nın zindanlarında öldürüldüğünü anlatanlar belediye başkanı, vali, bakan, milletvekili gibi insanlar. Her birinin basılmış kitap halinde anıları bende var, piyasada bulmak da mümkün. Bu kadar önemli görevlerde bulunmuş, entelektüel insanlar aynı yalanı birlikte söylerler mi? Rahmetli Celal Yardımcı ben üniversite talebesi iken, bir kere karşılaştık ve boynuma sarıldı, evladım baban bizim şehidimizdir, dedi.
Elbette sonunda Allah’ın dediği olur. Ancak bu benim TBMM’ne ikinci başvurum. Birinci başvurum TBMM İnsan Hakları Darbeler Komisyonuna idi. Komisyon Başkanı Sayın Nimet Baş Hanımefendi raporunu hazırlarken, Yassıada’nın işkencelerine maruz kalmış olan bizim aileden kimseyi dinlemedi bile, yine üzüntü ile öğrendik ki, darbecilerden Mustafa Kaplan dinlenmiş, darbeyi savunan, devrim olarak nitelendiren bazı Halk Partililer de dinlenmiş.
TBMM İnsan Hakları Komisyonuna yazılı olarak müracaat ettim. Ancak müracaatım Emniyet Genel Müdürlüğüne havale edilmiş. Oradan da bir yetkili beni aradı, baş sağlığı diledi, hepsi bu kadar. Acaba babam o dönemde bir bürokrattı diye mi önemsenmiyor. Unutmayalım ki atanmışları, seçilmişler atar. Yassıada’da Konya Valisi Cemil Keleşoğlu dâhil birçok vali, belediye başkanı, emniyet müdürü, polis, subay, DP’ye yakın addedilen işadamı, gazeteci çile doldurmuş, işkence görmüşlerdir.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Darbeler raporunun sonunda öneriler kısmı var. Bu öneriler içinde ‘BÜTÜN DARBELERİN TAMAMININ YARGILANMASI ’ önerisi var (madde 8).
Darbe yapma, darbeye teşebbüs suçunun nitelikleri, iştirak halleri, darbe yapmayı övme, teşvik etme ve başka suçlar kesinlikle belirlenmeli, bu suça ağır cezai yaptırımlar öngörülmelidir’ önerisi var (madde 9).
‘Darbe süreçlerinde mağdur olan kişilere maddi manevi tüm hakları iade edilmelidir’ (madde 10) önerisi var.
Hele hepsinden önemlisi ‘DARBELER SONRASINDA MAĞDUR OLANLARIN TBMM’YE YAŞADIKLARINI SÖZLÜ VEYA YAZILI OLARAK AKTARMALARI İSTENMELİDİR.’ maddesidir.
Zaten Başkanı olduğunuz TBMM Dilekçe Komisyonuna bu maddenin yol göstermesiyle başvurmuş bulunuyorum. Ama üzüntüyle ifade edeyim ki, bir ilgi görmemiş durumdayım
Raporun 20.-23. Maddeleri de şöyledir, ‘Darbelerin olumsuz etkileri ve sonuçları hakkında toplumsal bilinci arttıracak toplantı, yayın, filim gibi çalışmalar desteklenmeli, müze-anıt gibi görsel yapıtlara yer verilmelidir… Darbe sonrası yaşanan insani dramlar sürekli gündemde tutulmalıdır.
TBMM İnsan Hakları Komisyonu Darbeler Raporu, yine TBMM Dilekçe Komisyonu tarafından ele alınmalıdır.
Sayın vekilim yıllardır elimizi vicdanımıza koyarak hep Ak Partiye oy verdik. İyi de ettik, zira 1980 darbesinde Anayasa’ya konulan ‘darbecilerin yargılanamayacağına dair 15. Madde’ bu dönemde kaldırıldı Keza 1961 Anayasasına konulan, tüm darbelerin yasal dayanağını veya bahanesini teşkil eden 35. Madde, yani ‘TSK’nın görevi Türkiye Cumhuriyetinin Korumak ve Kollamaktır’ şeklindeki madde de bu dönemde düzeltilmiştir.
Aziz Vekilim önemle vurgulamak istediğim husus, isteğimiz benim şahsi meselem değildir, 27 Mayıs Darbesinin yargılanmasıdır. Bu yargılama yapılırsa zaten tüm cinayetler, işkenceler, suçlar ortaya dökülecektir. 72 yaşına bastım, belki de bu yargılamayı görmeden göçüp gideceğiz. Nitekim yaşamları 27 Mayıs’ın içyüzünü anlatmak mücadelesi ile geçen, Dâhiliye Vekilimiz Namık Gedik’in oğlu Arda Gedik, keza Milli Eğitim Bakanımız Tevfik İleri’nin oğlu Cahit İleri vefat ettiler.
1969 yılına dek süren Tedbirler Kanunu ve 2000’li yıllara kadar süren Askeri Vesayet yüzünden hakkımızı hiç arayamadık, 27 Mayıs’ı dava edemedik. Ama artık Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ülkenin başlında iken, eski DP Genel Başkanı Sayın Süleyman Soylu İç İşleri Bakanlığı görevinin başındayken 27 Mayıs yargılanmayacak da ne zaman yargılanacak, diye kendi kendime soruyorum.
Bana ‘genel hükümler çerçevesinde yargıya müracaat etmemi’ önermişsiniz. 27 Mayıs Darbesinin yargılanmasını ve tıpkı babam gibi darbe esnasında öldürülenlerin hesabının sorulması, ancak Türk Halkını temsil eden TBMM vasıtasıyla, çıkartacağı gerekli yeni kanunlarla olabilir. Darbeciler her şeyi, kitabına uydurmuşlar. Eğer vekillerimizden müteşekkil TBMM’İMİZ karar verirse bu yargılama yapılabilir, tek yolu budur. Siz hukukçusunuz çok daha iyisini bilirsiniz.
Geçen sürede çok şükür İlahi Adalet tecelli ediyor. Ancak bize düşenler acaba yapılıyor mu diye de sormadan edemiyorum. Zira kanaatimce eğer 27 Mayıs Darbesi yargılansaydı ve darbenin arkasındaki dış şer mihraklar saptansaydı, belki de 15 Temmuz Darbe girişimi olmazdı. Bu kadar vatan evladı ölmez, yaralanmazdı diye düşünmeden edemiyorum.15 Temmuz kanlı FETO darbe girişimi esnasında güzel ülkemiz adeta uçurumun kıyısından döndü.
Demokrat Partiye gönül vermiş insanlarımız, o zamanın çocukları, bu zamanın yetişkinleri binlerce Demokrat Partili bu yargılama işini merak ile bekliyorlar. Şu noktayı önemle belirteyim ki, bu gün DP adında bir parti var ve o parti CHP, HDP ile işbirliği yapabiliyor. Bizim onlarla hiçbir ilişkimiz, bağımız yoktur.
Darbelerin yargılanması önünde hiçbir engel kalmadı. 35. Madde, 15. Madde kaldırıldı. 1980 Darbesi, Kenan Evren yargılandı ve mahkûm edildi. 28 Şubat’a kadar gelindi ve orada durduk. Hayırlısı Allahtan, Allahtan ümit kesilmez. Bana öyle geliyor ki, 27 Mayıs’ın yargılanması, içyüzünün ortaya dökülmesi, yani 27 Mayıs’ın hesabının gıyabında da olsa görülmesi bir borç olarak beklemekte. Örneğin. 1961 seçimlerinden sonra Meclis’in çoğunluğunu elde eden AP ve YTP, hatta CKMP Cumhurbaşkanlığı için bir Sivil’i Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’i istiyorlardı ve matematiksel olarak seçeceklerdi. CHP’yi saymıyorum çünkü 27 Mayıs’ı destekledi ve hala savunmaktadır. Ancak 21 Ekim Protokolü ve ardından Çankaya Protokolü ile Cemal Gürsel dayatma ile Cumhurbaşkanı yapıldı. Bu cumhurbaşkanlığı geçerli midir? Yassıada Mahkemeleri niçin hala keenlemyekün addedilmedi?
Sayın vekilim hoş görünüze sığınarak başvurumu, komisyonun cevabını ve vekilime yazdığım bu mektubu (Kadıköylü olduğumuz için 1. Bölgeden oy kullandık) 100.000’den fazla takipçisi olan ’Demokratlar Kulübü’ sitesinde paylaşacağım. Çok değerli vaktinizi aldığım için kusuruma bakmayın. En azından konuyla ilgilenmeniz bizi çok mutlu edecektir. Bir Ak Partili ve hukukçu olarak vereceğiniz cevap ve tavsiyeler yüreğimize su serpecektir. Sorun asla sadece benim sorunum değildir.
En içten saygılarımla,
Hasan Emre Oktay
23.01.2019 // 05324839354
(*) Mihrimah Belma SATIR., Erzurum - 1961, Sıddık, Bedirmah. Avukat; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. Serbest avukat olarak çalıştı. Özel hukuk alanında danışmanlık hizmeti verdi. KAGİDER, KA-DER, DEİK gibi sivil toplum kuruluşlarında aktif olarak çalıştı. AK PARTİ Kurucular Kurulu, MKYK ve Merkez Disiplin Kurulu Üyeliği, İstanbul İl Genel Meclisi Başkanvekilliği, Anayasa Komisyonu Üyeliği, Genel Merkez Kadın Kolları Siyasi-Hukuki İşler Başkanlığı görevlerinde bulundu. 24, 25 ve 26. Dönemde İstanbul Milletvekili seçildi. AK PARTİ Grup Başkanvekilliği yaptı. Çeşitli Meclis araştırması komisyonları üyeliklerinde bulundu. Dilekçe Komisyonu Başkanıdır. Satır, evli ve 1 çocuk annesidir.
TÜRKİYE
BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DİLEKÇE KOMİSYONU
(Başvuru Formu)
(Başvuru Formu)
16.12.2018
14:19:08
27 Mayıs Darbesinin ve müsebbiplerinin gıyaben de olsa
yargılanması
2.Şikayet
edilen idare: TBMM Dilekçe Komisyonu & İnsan Hakları Komisyonu
3.
Dilekçenin konusu: 27 Mayıs Darbesi mağduriyetlerinin giderilmesi
4.Talebiniz
adli mercilerin incelemesine alındı mı? Hayır
5.Talebinizi
daha önce idari makamlara yönelttiniz mi? Yönelttiyseniz hangi makamlara
başvurduğunuzu belirtiniz: Evet
TBMM İNSAN HAKLARI KOMİSYONU
6.Dilek ve
şikayetinizi anlatınız
TBMM Dilekçe
Komisyonu, Sayın Yetkilim,
Bendeniz,
rahmetli Başvekilimiz Adnan Menderes ve rahmetli Cumhurbaşkanımız Celal Bayar
döneminde, Ankara ve İstanbul Emniyet Müdürlükleri yapan ve 27 Mayıs Darbesi
sonunda Yassıada’da ölen Ömer Faruk Oktay’ın oğluyum.
27 Mayıs
1960 günü sabaha karşı 3.00 civarı, Nişantaşı Valikonağı caddesi Hayat
apartmanı 4. Kattaki adresimize bir tank, iki cemse (GMS) dolusu tam teçhizatlı
asker, bir diğer cemse üzerinde küçük bir top veya ağır makineli, yine bir
cemse üzerinde projektörlerden müteşekkil askeri bir birlik büyük bir gürültü
ile gelmiştir. İstanbul Emniyet Müdürü olan rahmetli babam Ömer Faruk Oktay’ı
silah zoruyla alelacele evimizden alıp götürmüşlerdir.
O tarihte, o
darbe sabahında 13 yaşında olan ben Hasan Emre Oktay, 15 yaşında rahmetli
ağabeyim Ömer Oktay ve rahmetli annem (o zaman 52 yaşında) Fatma Nimet Oktay,
rahmetli babam Faruk Oktay ile vedalaşma, hakkını helal et deme imkânı bile
bulamadık. Korku, telaş, heyecan içinde apar topar babacığımı alıp götürdüler.
Önce Davut
paşa Kışlasına götürüldüğünü sonra da Yassıada’ya sevk edildiğini öğrenebildik.
Sansürden geçen 50 kelimelik mektuplarla sadece hal hatır ve kıyafet ihtiyacı
sorarak son derece sınırlı bir haberleşmemiz oldu. Yassıada’da YSK
sorgulamaları devam ederken, dört ay sonra 30 Eylül 1960’da, gelen bir telefon,
babamın götürüldüğü Yassıada’da öldüğünü ve cesedinin Kasımpaşa Askeri Deniz
Hastanesi morgunda olduğunu, gidip alabileceğimizi bildirdi. Sebep olarak da
kalp krizi geçirdi öldü, dediler.
Cesedin
göğüs kısmında, karnında morluklar ve yüzünde, kollarında kabuk bağlamış
yaralar vardı. O günün imkânları ile bir tespit yapmamız mümkün değildi. Zaten
yasaktı. Oturduğumuz evimize tedbir kondu, her şeyimizi haksız iktisap etmişiz
gibi hırsız muamelesi gördük.
Bizim için
sıkıntı ve acı dolu geçen bir süre sonra, Yassıada mahkemeleri bittikten,
hükümler açıklandıktan sonra, Adnan Menderes dönemi İstanbul Belediye Reisi
rahmetli Kemal Aygün, İstanbul Valisi rahmetli Ethem Yetkiner, polis memuru
rahmetli Bumin Yamanoğlu dahil adada görevli bazı erler bizi ziyarete geldiler
ve çok acı şeyler anlattılar. Babam sorgulamalar sırasında ciddi işkence
görmüş. Işıklı Oda tabir edilen sorgulamalarda dövülüyor ve Yassıada’da
Bizanslardan kalma zindanlara atılıp uzun süre orada tutuluyormuş ve sonucunda
zindanda fenalaşmış ve kaldırıldığı revirde ölmüş. Yani öldürülmüş.
27 Mayıs
Darbesini ima ile bile olsa eleştirmeye 5 yıl hapis cezası veren ‘Tedbirler
Kanunu’ 1969 yılında kalkınca, Yassıada’nın çilesini çekmiş Demokrat Partili
milletvekili, bakan, asker, bürokratlar anılarını yazmaya başladılar. Bir evlat
olarak bu anılarda babamın başına gelenleri okumak çok zordu. Zaten darbe
sırasında babam tanklarla evden alınırken yaşadığımız travma sonucunda
psikolojik sağlığımızı korumak da çok zor oldu. Ağabeyim Ömer Oktay kan kusacak
derece de yani 3. Derece tüberküloz (verem) hastalığına yakalandı, çocuk
denecek yaşta ölümün kıyısından zor kurtuldu. Bende ortaokulu bitirdim ama
lisede okula gidemedim, depresif bir ruh halinde kaygı bozuklukları geçirdim.
Daha sonra okul dışından Kabataş Erkek Lisesini bitirdim ve özellikle gittiğim
İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümünden mezun oldum, çok şükür.
Babam ile
ilgili bahsettiğim anılardan birkaç aktarım yapıyorum.
“28-29 Nisan
Öğrenci Olaylarında öldürüldüğü ve cesetlerinin saklandığı iddia edilen
öğrenciler dedikodusu darbenin en kuvvetli bahanesiydi. Yalan haberi zamanın
basını fütursuzca manşetten veriyordu. İşte Emniyet grubu bu öğrencilerin
yerlerini söyletmek için işkenceye maruz kalıyordu.
-Sıtkı
Yırcalı, Balıkesir DP Milletvekili,
İktisat ve Ticaret, Gümrük ve Tekel Bakanı (27 Mayıs Yargılanıyor-Nazlı
Ilıcak, 1975),
“Zindanın içerisi zifiri karanlık,
bilekten yukarıya kadar çamur, dibe doğru tavan gitgide alçalıyor. Ancak
kapının önünde iki büklüm ayakta durmak mümkün… Yanımızdaki bir yerde durmadan
biri inliyor. Ere sordum, Faruk Oktay (babam) diye bir arkadaşmış, fevkalade
dövülmüş…”
Sezai
Demiray, DP Diyarbakır Milletvekili, (27 Mayıs Yargılanıyor, Nazlı Ilıcak,
1975)
“Zindan 1200 sene önce Roma
İmparatorluğunun hüküm sürdüğü zamanlarda, krallar tarafından Yassıada’da
yaptırılmış, tamamen taştan ve yerin altında bir yere sıralanmış küçücük
yeraltı hücrelerinden ibaret, rutubetli bir yer… Yer taştan ve nemli, oturacak
yer yoktu. Sonradan anladığıma göre, diğer hücrelerin yapı tarzı daha
değişikti… Aradan bir saat ya geçmiş ya geçmemişti ki, yanımdaki hücrelerden
birinden canhıraş sedalar gelmeye başladı. ‘Ölüyorum, hiç sizde din iman yok
mu? Allah aşkına bana bir doktor’ diye bağırmalar duyunca kulak kesildim… Nöbetçilerin
ayak seslerinden koridorda gidip gelmeler olduğunu anladım. Takriben 20 dakika
sonra da çok aşinası bulunduğumuz deniz yüzbaşısının cırlak sesini duydum.
İnleyen hücrenin kapısına gelmiş, ‘Ulan doktor senin neyine diyerek, Türkçede
ne kadar küfür varsa birer birer saymaya başlamıştı. İnleyen ses ‘Vallahi
ölüyorum yüzbaşım doktor, doktor ’diye kesik kesik inlemeye devam ediyordu.
Daha sonra koridorda bir takım ayak sesleri gidip gelmelerden sonra inleyen ses
kesildi. Daha sonra bu inleyenin İstanbul’un genç ve enerjik emniyet müdürü
rahmetli Faruk Oktay (babam) olduğunu ve vakadan 2-3 gün sonra Yassıada’da
vefat ettiğini öğrendik.”
Nusret
Kirişcioğlu, DP Sakarya Milletvekili, (Yassıada Kumandanına Cevap, 1971)
“Dayakların esas sebebi Demirperde gerisi
usullerle sahte ifade elde etme çabasıdır. İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay
(babam) bu yüzden ölmüştür. Bumin Yamanoğlu ve diğerleri bu yüzden işkenceye
maruz bırakılmıştır… Tarık Güryay atfı cürüm elde edebilmek için Egesel ile el
ele her türlü kötülüğe başvurmuştur. İlk dayaklar 28-29 Nisan olaylarında ölen
talebelerin mevcudiyetini söyletmek ve cesetlerin yerlerini öğrenmek için
atılmıştır. Birçok Emniyet mensubu bu yüzden dövülmüş, İstanbul Emniyet Müdürü
Faruk Oktay bu yüzden ölmüştür. Fakat ceset bulunmadığı anlaşıldıktan sonra da
zulüm sürdürülmüştür…”
Bumin
Yamanoğlu, Polis, (Hürriyet Gazetesi ‘Yuvarlak Masa’ sütunu 1971) rahmetli
Yamanoğlu bu yazıda Yassıada Kumandanı Tarık Güryay’a hitap ediyor,
“…Işıklı Oda rejimi tatbik edilirken
kalp hastası olan ve bana vurmayın diye yalvarıp inleyen rahmetli polis müdürüm
Faruk Oktay’ın nerede ve nasıl ve ne şekilde öldüğünü niye
yazmıyorsunuz?...Beni defalarca dövdüğünüzü, emniyet kadrosu adı altında adaya
gelen ekibe dövdürdüğünüzü, sizin yardımcılarınız Akay ve Teoman’ın (sonradan
Korgeneral Akay Şakman ve Orgeneral Teoman Koman) yardımları ile ayaklarımı
tüfenge bağlayarak, tüfeng falakası attığınızı, tırnaklarımı söktüğünüzü, arzu
ettiğiniz ifadeleri vermediğim ve imza etmediğim için beni gece yarısı halata
bağlayarak Yassıada’da baş aşağı denize sallandırdığınızı niye itiraf
etmiyorsunuz?...”
Mithat
Perin, gazeteci, (Zindan Tıkılan İktidar, 2000)
Mithat Perin
de babamın ölümünü farklı anlatıyor. Hastaneden bir intihar eden var. Mehmet
Dülger onun Konya Valisi Cemil Keleşoğlu olduğunu söylüyor. Gerçek nedir hala
öğrenemedik.
“Bir gün 3. ve 4. Koğuşlar
havalandırmada meydanda volta atarken kumandan ek binasından makineli tüfekler
taşıyan erlerin arasında bir gurubun, zindana doğru götürüldüğünü görmüştük…
Başta Bumin Yamanoğlu olmak üzere, birkaç tanesi adeta sürünerek ve inleyerek
ilerlemeye çalışıyor. Ancak ayakta kalabilenler onlara yardım etmek istedikleri
zaman, subaylar ağız dolusu hakaretle onları önlüyorlardı. Bu feci manzara bizi
dehşete düşürmüştü. Bu grup Yassıada’da en çok işkence gören, en çok zindana
atılan grup olmuştur. O kadar ki, asker kökenli olan Emniyet Müdürü Faruk Oktay
(babam) bunlara dayanamayarak hastanenin 3.katından atlamak suretiyle intihar
etmiştir.”
Necmettin
Önder, DP Nevşehir Milletvekili, (Yassıada’da Milli İrade Nasıl Mahkûm Edildi,
1990?) İstanbul Valisi Ethem Yetkiner anlatıyor,
“Bir gece beni yataktan kaldırdılar,
giyindim. İki bahriyeli teğmen beni alıp aşağıya indirdiler. Meteoroloji,
adadaki istasyonun yanında bulunan binada karanlık bir odaya soktular. Ufacık
mezar gibi bir oda, sonra başka odaya aldılar. Burada insan hemen hiçbir şey
görmüyor. Bin mumluk bir ışığı göze tutuyorlar. Işıktan başka bir şey
seçilmiyor. Gözümü biraz alıştırıp kendimi zorladım. Önde üç kişi oturuyor,
arkada daha kalabalık insanlar bulunuyordu. Bunlar arasında TARIK GÜRYAY,
EGESEL, ORHAN BİRGİT de bulunuyordu. Çok ağır küfür ve hakaretlerle işe
başladılar ve benden ölülerin, öldürülen yüzlerce öğrencinin yerini sordular.
Eskiden yaptığım açıklamayı tekrarladım.
-Siz böyle konuşarak ipe
gideceksiniz… Bunda iş yok bu böylece ipe gidecek. Biz zaten 117 kişiyi
asacağız, sende bunların arasındasın dediler beni çıkardılar.
O günlerde bizi hamam götürdüler.
Orada Faruk Oktay’ın (babam) vücudunu gördük. Kalp nahiyesi üzerinde adaya
getirilirken dipçikle meydana getirilen mosmor leke duruyor. Ötesinde berisinde
açılan yara bereler ise kısmen kapanmış ya da kapanmak üzere bulunuyordu.
Sonradan öğrendim ki gerek Faruk
Oktay’ı gerek Kemal Aygün’ü ışıklı odada hem ağır hakaretlere hem de dayağa
maruz bırakmışlar.
Faruk Oktay bu dayak ve hakaretlerden
sonra bir gün fenalık geçirdi. Hastaneye indirdiler, üç gün yattı. Tekrar
hücreye çıkardılar (zindan adanın güneye bakan yüksek kısmında, yer altında)
Bir iki gün sonra tekrar bir telaş ve koşuşmalar başladı. Sedye falan diye
bağırıyorlardı. Daha sonra, sedyeye lüzum kalmadı, dediler. Zira Faruk zavallı
hücrede ölmüştü. HÂLBUKİ DOKTOR RAPORU, HASTANEDE KALP SEKTESİNDEN ÖLDÜ, DİYE
DÜZENLENMİŞTİ.”
Aziz yetkilim,
bu anlatımları adlarını verdiğim anılardan kolaylıkla bulmak mümkündür. Her
biri milletvekili, bakan, vali, belediye reisi olan bu değerli insanlar, aynı
yalanı niye tekrarlasınlar ki, bunun mantıki bir izahı yoktur. Bendeniz bu
anlatımları senelerce acı içinde okudum durdum.
Diyeceksiniz
ki, bu güne kadar niye hakkını aramadın. Bilindiği gibi Tedbirler Kanunu yani
27 Mayıs’ı, Yassıada Mahkemelerini eleştirmeye, Bayar-Menderes ve arkadaşlarını
masum göstermeye yönelik imalara dahi 5 yıl hapis cezası veren kanun 1969
yılına kadar sürdü. 27 Mayıs Darbecileri hiç seçime girmeden Tabii Senatör
olarak Parlamentomuza yerleştiler ve 1980 yılına kadar etkinliklerini alenen
sürdürdüler. 12 Mart Muhtırası, 12 Eylül Darbesi derken 20 sene geçip gitti.
Bir taraftan yaşam mücadelesi, ekmek kavgası, diğer taraftan 28 Şubat 1997
Müdahalesi, 27 Nisan E- Muhtırası 2007 derken, 27 Mayıs Darbesinin etkileri
iyice soğutuldu, birçok kişi öldü. Zaten 1980 Darbesinde, 1980 Anayasasına
darbecilerin yargılanamayacağına dair bir madde de koydular.
Geçen sürede
acımızı bağrımıza bastık ve kimseden hesap soramadık. Zaten annem Fatma Nimet
Oktay ve Ağabeyim Ömer Oktay vefat ettiler. 27 Mayıs sonrası günlerde
gördüğümüz hakaretlerin, haksızlıkların haddi hesabı yoktur.
27 Mayıs
1960 Darbesinin ülkemizde meydana getirdiği on yıllar süren askeri vesayetin
tahribatı gibi, aynen ruhlarımızda da travmalar meydana getirmiştir.
Türkiye
Cumhuriyetimizde 2010 referandumu, darbecilerin yargılanamayacağını kanuna
bağlayan 15. Maddeyi kaldırdı. Askeri vesayetin yasal dayanağını teşkil eden
35. Madde de kalktı. Askeri Vesayete dur diyen kararlardan dolayı da
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a ve Ak Parti bakan,
milletvekillerine minnettarım.
2012 yılında
TBMM İnsan Hakları Komisyonuna (insanhaklarikom@tbmm.gov.tr) durumumu anlatan bir dilekçe mahiyetinde email
gönderdim. Ancak tıpkı darbeler ile ilgili rapor hazırlayan TBMM İnsan Hakları
Komisyonun beni dinlemek için çağırmaması gibi, dilekçeme de cevap gelmedi.
Dilekçemi Emniyet Genel Müdürlüğüne havale etmişler. Oradan da bana bir telefon
geldi. ‘Babanız çok değerli bir insandı, başınız sağ olsun, ispatlama olmadan
bir şey yapamayız’ mealinde’ sözler sarf ettiler. Yani hiçbir şey yapılmadı.
TBMM İnsan
Hakları Komisyonu darbeler raporu tavsiyeler kısmından,
Madde 23: Halk nezdinde her darbe sonrası yaşanan insani
dramlar sürekli gündemde tutulmalı ve en kötü sivil rejimin en iyi askeri
rejimden daha evla olduğu hususu işlenmelidir. Bu doğrultuda medyadan
olabildiği ölçüde yararlanılmalı; DARBELER SONRASINDA MAĞDUR OLANLARIN TBMM’YE,
YAŞADIKLARINI SÖZLÜ VEYA YAZILI OLARAK AKTARMALARI İSTENMELİDİR.
Yorum:
Dilekçemim esas amacı bu maddedir.
Sayın
yetkilim 27 Mayıs 1960 Darbesi tüm darbelerin, müdahalelerin, muhtıraların
tetikleyicisidir. Çünkü 27 Mayıs Darbesi hiç tepki görmeden, dönemin muhalefet
partisi lideri İsmet İnönü ve partisi CHP’nin de desteği ile kolaylıkla
yapıldı. Geçen bunca süreye rağmen ne yazık ki hala 27 Mayıs yargılanmadı.
Babamın Yassıada’da öldürülmesi dahil, bir çok cinayet cezasız kaldı.
15 Temmuz
kanlı FETO Darbe girişimi esnasında Türkiye olarak büyük tehlike atlattık, 250
şehit ve 2000 gazi verdik, acımız büyük. Bana göre eğer 27 Mayıs yargılansa ve
hak ettiği yere konsaydı bu girişim olmayabilirdi. Allah bir daha böyle bir
felakete uğramaktan devletimizi, halkımızı korusun.
Benim
dileğim, konuşmalarında sıkça rahmetli Menderes’i sevgiyle anan, 27 Mayıs’ı
yeren ve iktidara geldiğinden beri minnetle andığımız, tabana yönelik devrim
mahiyetinde büyük hizmetleri olan sevgili Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip
Erdoğan’ın başımızda olduğu ve Yassıada’da Menderes ve arkadaşlarını anarken
gözyaşları döken İç İşleri Bakanımız Süleyman Soylunun görev başında olduğu bu
dönemde artık, gerekiyorsa icap eden kanunların çıkartılarak 27 Mayıs’ın
yargılanması ve 27 Mayıs ile Yassıada ile ilgili gerçeklerin resmi ağızlardan
ortaya dökülmesidir.
Darbeciler
her şeyi kitabına uydurarak, kanuniymiş gibi göstererek çekip gittiler. Babam
gibi Yassıada’da ölen kişilere sıkça kalp krizi raporu verilmiş. Dövülerek
zindana atılan ve orada uzun süre tutulan bir insan elbette kalp krizi geçirir.
Babamı ayrıca gene kitabına uydurarak 27 Mayıs 1960’da emniyetten emekli oldu
gibi göstermişler.
Çok değerli
ilgilerinizi bekler, en içten saygılarımı sunarım…
16 Aralık
2018, Hasan Emre Oktay,