17 Kasım 2018 Cumartesi

İdamlara Gerekçe Gösterilen Tahkikat Komisyonunun İç Yüzü "TAHKİKAT KOMİSYONU" Hasan Emre Oktay

TAHKİKAT KOMİSYONU
HUKUK, HAKKANİYET VE AHLÂK DIŞI "YASSIDA ÇADIR TİYATROSUNUN (SÖZDE) KARARLARINDA" İDAMLARA GEREKÇE GÖSTERİLEN "TAHKİKAT KOMİSYONU"NUN İÇ YÜZÜ VE TARİHİ GERÇEKLER

AZİZ DOSTLAR,
MECLİS TAHKİKAT KOMİSYONU KONUSU, 27 MAYIS DARBESİNE VE ADNAN MENDERES İLE İKİ BAKAN ARKADAŞININ, YANİ FATİN RÜŞTÜ ZORLU VE HASAN POLATKAN’IN İDAMLARINA GEREKÇE OLARAK GÖSTERİLMEYE ÇALIŞILMIŞTIR. ÇALIŞILMIŞTIR DİYORUM, ÇÜNKÜ TAHKİKAT KOMİSYONU UYGULAMASI YA ANLAŞILMAMIŞ YA DA BİLİNÇLİ OLARAK ÇARPITILARAK ANLATILAGELMİŞTİR. BU ZİHNİYETTEKİ KİŞİLER HALA KATILDIKLARI TOPLANTILARDA, TV PROGRAMLARINDA TAHKİKAT KOMİSYONU KURULMASININ DİKTATÖRLÜK OLDUĞUNU, KOMİSYONUN MAHKEME YETKİLERİNE HAİZ OLDUĞUNU, EĞER 27 MAYIS OLMASAYDI, TAHKİKAT KOMİSYONU KARARLARIYLA İNSANLARI İDAM EDECEKLERİNİ, FÜTÜRSUZCA ANLATABİLMEKTEDİRLER. BUNLAR YA BİLGİ EKSİKLİĞİ OLAN YA DA VİCDANLARINI RAHATLATMAYA ÇALIŞAN KİŞİLERDİR. AMA NAFİLE ZİRA DÜNYA YAŞAMINDA BAŞARILI GİBİ GÖRÜNSELER DE, ALLAHI ALDATMAK, ALLAH İLE ALDATMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

AŞAĞIDAKİ VİDEO DA, 1960 YILINDA MENDERES HÜKÜMETİ TARAFINDAN, ÜLKEMİZİ KARIŞTIRMAYA ÇALIŞAN ODAKLARIN TESPİT EDİLMESİ İÇİN KURULAN ‘MECLİS TAHKİKAT KOMİSYONU’NUN YASAL DAYANAKLARINI AÇIKLAMAYA ÇALIŞTIM. DİKKATLE DİNLENİRSE, KOMİSYONUN LEGALİTESİNİ BELİRTEN YASAL TÜM İNCELİKLERE DİLİMİN DÖNDÜĞÜ KADAR DEĞİNMEYE, DAHA DOĞRUSU İZLEYENLERE HATIRLATMAYA ÇALIŞTIĞIM GÖRÜLECEKTİR.

KOMİSYONUN KURULMASININ EN ÖNEMLİ GEREKÇESİ, 1960 YILININ BAŞINDAN BERİ İNÖNÜ VE CHP’NİN ORDU İLE BİRLİKTE DARBE YAPACAKLARI SÖYLENTİSİDİR. NİTEKİM TAHKİKAT KOMİSYONUNUN KURULMASINDAN BİR AY SONRA BU SÖYLENTİ GERÇEKLEŞMİŞTİR. DEMEK Kİ, DARBE HAZIRLIĞI SÖYLENTİ DEĞİL HAKİKATTIR VE TAHKİKAT KOMİSYONU BU HAKİKATİ ORTAYA ÇIKARTACAKTI AMA DARBE İLE ÖNLEDİLER.

29 Ekim 2018 Pazartesi

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun "ALİ NAİLİ ERDEM" 95. Kuruluş Yıl Dönümü Mesajı (ANKARA: 29 Ekim 2018)

29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız 
Ali Naili ERDEM
Sanayi, Çalışma ve Milli Eğitim Bakanı
1, 2, 3, 4 ve 5. dönem İzmir Milletvekili.
Demokratlar Kulübü Onursal Başkanı


Yeri doldurulamayacak bir deha. Özgürlük ve bağımsızlık aşkıyla yanıp tutuşan bir lider. Karanlıkları aydınlığa kavuşturan bir Türk sevdalısı, bir yüce ruh olarak yeni bir devlet ve yeni bir milletin mimarı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK.
Artık dünyada bağımsız bir Türk devleti vardır. Ve ebediyen var olacaktır.
“Türkün unutulmuş meziyetleri geleceğin yüksek uygarlık ufkundan bir güneş gibi doğacaktır” sözleri halk idaresinin iktidar olacağının dile getirilişidir
Bitmiş, tükenmiş ve parça parça yok edilmiş Osmanlı imparatorluğunun Sevr’de cenaze töreni hazırlanmışken, “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” mısraını haykırarak destanlar yazan “SARI MUSTAFA”cumhuriyeti kurmayacaktı da ne yapacaktı. Ömrünü tamamlamış ve batılı emperyalistlere teslim olmuş sultanlığı mı devam ettirecekti. Bin bir ihanetin ve entrikanın içinde Gök kubbenin gördüğü en büyük imparatorluğun yıkılışını devir mi alacaktı. Yoksa tarihin sayfalarında unutturulmağa çalışılan Türk’ün yok edilmesine seyirci mi kalacaktı? 
HAYIR!..
O, karakterce demokrat, inanç bakımından özgürlük rejimcisiydi.
ESARETE HAYIR!..
KÖLELİĞE, EZİLMİŞLİĞE evet demektense Atalarımız gibi dövüşe dövüşe ölmeyi tercih ederiz nidalarıyla Sakarya’yı, Dumlupınarı, büyük taarruzu zaferlerle donatarak insanca yaşamanın yolu olan cumhuriyeti çizmiştir.
Milletin doğuşu olan kurtuluşun ardından “Devlet siyasetinin bir şahsın aklından değil halkın vicdanından çıkması gereklidir” ilkesi ile TBMM kurulmuş egemenliğin kayıtsız, şartsız millette olduğu yeni devletin kalbi olarak bütün Dünyaya duyurulmuştur
Cumhuriyet bir faziletler buketidir.
Özgür düşünce, özgür fikir ve gönülden yaşanılır aydınlık bir dünya. Bir uygarlık iklimidir cumhuriyet. Hukukun üstünlüğünde güven içinde yaşamaktır. Dahası adil düşüncelerin iktidarı ile aklın ve ilmin berraklığında taassubun her çeşidinin yok edilmesidir. Laiklik bu anlayışın içinde yerini almıştır. Farklı inançların ayni topraklar üzerinde yan yana yaşamasını temin eden laiklik batının bir kopyası olmayıp bizim yaşamımızın ürünüdür.
Milli irade ile bezenmiş olan Cumhuriyet öylesine bir kara sevdadır ki ülkenin bütün fertlerini bünyesinde yaşatırken hoşgörünün ve eşitliğin temin ettiği huzur ortamında korkusuz yaşamanın mutluluğunu verir. 
Şu kesin olarak bilinmelidir ki; 
Büyük kurtarıcı cumhuriyeti kurmasaydı bugün Ezanla şenlenen minareler çoktan çan kuleleri olurdu.
Her türlü ayrıcalığı ret eden Atatürk, Cumhuriyetin toplayıcı niteliğini esas alarak “Birimiz hepimiz için. Hepimiz birimiz için” anlayışını egemen kılmıştır. Hiç kimsenin ne doğdukları yerlere baktılar ve ne de tenlerinin rengine. Kan tahlillerinin peşinde de koşmadılar: Laboratuvar milliyetçiliğini ret ettiler. “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışını cumhuriyetin amentüsü yaptılar. Bu anlayışla devlet milli, okul milli, müfredat milli olmuştur.
Milletleri “hür ve bağımsız kıldığı gibi köleliğe tutsak eden de” eğitimdir anlayışı top yekun bir eğitim seferberliğini başlatmıştır ki bu ancak cumhuriyet rejimi içinde mümkündür. Bu yapıldığı gibi ayni zamanda “kazandığımız askeri zaferler ekonomik zaferlerle taçlandırılmalıdır” ilkesi hayata geçirilmiş ve Türkiye bir şantiye olmuştur. Zengin bir Türkiye. Hiç kimseye muhtaç olmadan kendi ayakları üzerinde yürüyen; yürüdükçe büyüyen, yenileşen, yenileştikçe yürüyen bir Türkiye hedef kılınmıştır.
“Bu vatan; Çocuklarımız ve gelecek kuşaklar için, cennet yapılmaya layıktır. Bu ekonomiyle olacaktır” sözleri cumhuriyetin önemini perçinlemektedir. Bunun içindir ki, darmadağınık topraklar üzerinde Türkiye Devletini kurma mucizesini yaratan Atatürk Cumhuriyet, Adalet, Hukuk ve Demokrasi sevdalısıdır.
Demokrasinin tam ve en belirgin hükûmet şekli olan Cumhuriyet bizim gerçeklerimizin ürünüdür. Kopya olmadığı gibi taklitte değildir. Bize özgü yapısıyla bir başka benzeri de yoktur.
Ahlâk üstünlüğüne dayanan bir ülkü olan Cumhuriyet, Türk milletinin yaradılışına va alışkanlıklarına en uygun düşen yönetimdir. Halkın hiçbir dönemde Cumhuriyetten bir şikayeti olmamıştır. TBMM den de bir sıkıntısı yaşanmamıştır. Elinde bayrağı, dudağında istiklal marşı ile uygarlık yolunda “Yüksek Türk, yüksel, senin için yükselmenin hududu yoktur” inancı ile Cumhuriyete sahip çıkmıştır.
“Türkiye Cumhuriyeti her manası ile büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlâtlarının elinde daima yükselecek ve ebediyen yaşayacaktır.”
29/Ekim/2018 & Ali Naili Erdem 

(*) ALİ NAİLİ ERDEM:
1927 İzmir, Kemalpaşa doğumlu ve Ankara Hukuk Fakültesi mezunu Avukat.
1961-1980 arası 1, 2, 3, 4 ve 5. dönem İzmir Milletvekili.
Sanayi, Çalışma (iki defa) ve Millî Eğitim Bakanlığı yaptı. 1980 askeri darbesinden sonra ülkenin çeşitli İl ve İlçelerinde konferanslar verdi.
Radyo ve Televizyonlarında konuşmalar yaptı.
Demokratlar Kulübü Derneği Onursal Başkanı Erdem, evli ve üç çocuk babasıdır.

6 Ekim 2018 Cumartesi

bu menfur kalkışma yargılanmadan ülke düzelmez "27 MAYIS NASIL YARGILANIR!" 27 Mayıs Türkiye Cumhuriyeti üzerine serpili mâkus talih ve mezar toprağıdır. Oysa: Üzerinden 58 yıl geçti ve halâ 27 mayıs 1960 darbesi yargılanamadı!..

27 MAYIS NASIL YARGILANIR!

AZİZ DOSTLAR, ÜZERİNDEN 58 SENE GEÇTİ VE HALA 27 MAYIS 1960 DARBESİ YARGILANMADI. İNANIYORUM Kİ, BU YARGILAMA YAPILSAYDI, 27 MAYIS MASAYA YATIRILSAYDI, 15 TEMMUZ DARBE GİRİŞİMİ DE OLMAYABİLİRDİ. ZİRA DARBELER VE DIŞ MÜNASEBETLERİ HAKKINDA DAHA ÇOK BİLGİLENECEKTİK...

DARBE SIRASINDA YÜRÜRLÜKTE OLAN 1924 ANAYASASINA GÖRE, TBMM'Nİ HİÇ BİR MAHKEME YARGILAYAMAZ, TBMM'DEN ÜST BİR GÜÇ YOKTUR. TBMM TÜRK HALKI DEMEKTİR. HAKİMİYET KAYITSIZ ŞARTSIZ MİLLETİNDİR,.AMA DARBECİLER VE TEŞVİKÇİLERİ (ZAMANIN ÜNİVERSİTE PROFESÖRLERİ, ZAMANIN BASINI, İNÖNÜ CHP'Sİ) DARBEYİ YAPAN ÜNFORMALILARA YASSIADA MAHKEMELERİNİ ÖNERDİLER VE BAYAR, MENDERES VE EKİBİNİ GAYRIMEŞRU İLAN ETTİLER, SEÇİLMİŞLERİN HAKLARINDAN YARARLANMALARINI ÖNLEDİLER. BÖYLECE KAFALARINA GÖRE, KARARLARI SÜMEN ALTINDA BEKLEYEN BİR MAHKEME KURDULAR.

BİR AVUÇ DARBECİ GENÇ SUBAY, BİR AVUÇ AKADEMİSYEN, BİR AVUÇ BASIN MENSUBU, CHP'Lİ SİZ HANGİ HAKLA, YETKİYLE VE HANGİ SIFATLA SEÇİLMİŞ MENDERES HÜKÜMETİNİ, SEÇİLMİŞ CUMHURBAŞKANI CELALBAYAR'I, BAŞVEKİL ADNAN MENDERES'İ GAYRI MEŞRU İLAN EDERSİNİZ. İŞTE BU İŞ, BU SAHTEKARLIK, BU ZORBALIK BÜYÜK SUÇTUR. ZİRA BÜTÜN BUNLARI SİLAH ZORUYLA YAPTINIZ. TÜRK HALKI TARAFINDAN SEÇİLMİŞ İKTİDARI SİLAH ZORUYLA DEVİRDİNİZ, DEVLETİ SİLAH ZORUYLA GASP ETTİNİZ, SEÇİLMİŞ İKTİDARI KERAMETİ KENDİNDEN MENKUL BİR YÖNTEMLE GAYRIMEŞRU İLAN ETTİNİZ..

BU GÜNE KADAR 27 MAYIS DARBESİNE HİÇ BİR HÜKÜMET TARAFINDAN YARGILAMA YOLUNUN AÇILMAMASI HEM HUKUKEN, HEM VİCANEN BİR AYIPTIR KANAAATİNDEYİM. MENDERES'E ÜZÜLMEKLE İŞ BİTMEZ. İKTİDARDA OLANLAR, GÜÇ ELLERİNDE İKEN BU YARGILAMA YOLUNU AÇMALDIRLAR. ZİRA DARBEDE BİR ÇOK CİNAYET
VARDIR..

AŞAĞIDAKİ VİDEOYU "27 MAYIS NASIL YARGILANABİLİR" KONUSUNU İRDELEMEK İÇİN, SİZLER İÇİN HAZIRLADIM. LÜTFEN PAYLAŞIN, BEĞENİ (LİKE) YAPIN VE ABONE OLUN (ÜCRETSİZ) AKSİ TAKDİRDE BU BİLGİLER KIYIDA KÖŞEDE KALIYOR VE BUNCA SENE SONRA HALA DARBEYİ DEVRİM OLARAK LANSE EDENLER ORTAYA ÇIKIYOR....SAYGILARIMLA...H. EMRE OKTAY

LÜTFEN ABONE OLUN...

TIKLA.LİNK: 27 MAYIS NASIL YARGILANIR?

27 MAYIS NASIL YARGILANIR?
1960 TARİHİNDE YÜRÜRÜLÜKTE OLAN 1924 ANAYASASINA GÖRE, HİÇ BİR MAHKEME TBMM'Nİ YARGILAYAMAZ. O HALDE YASSIAD... 

13 Eylül 2018 Perşembe

Türk Milleti'nin Reddettiği İhtilâl (menfur 27 Mayıs 1960) ve Türkiye Cumhuriyeti Düşmanları Tarafından Yapılan İnfazlar (muzlim 16-17 Eylül 1961) "ADNAN MENDERES NİYE İDAM EDİLDİ?" Hasan Emre Oktay (Demokratlar Kulübü Başkanlığı)

MİLLETİMİZİ SIRTINDAN VURAN, KAMU VİCDANINI DERİNDEN YARALAYAN, MENFİ (+YIKICI) ETKİSİNİ HALA SÜRDÜREN, TOPLUMDA BÜYÜK BİR KIRGINLIK YARATAN, ADNAN MENDERES, FATİN RÜŞTÜ ZORLU VE HASAN POLATKAN'IN İDAMLARININ ARDINDAKİ ETKEN NEDİR? İDAMLARI ÖNLEME İMKANI AVUCUNUN İÇİNE GELDİĞİ HALDE, BU İMKANI KİM (HANGİ SEBEP VE GEREKÇE İLE, NEDEN VE NİÇİN) KULLANMADI?..

Başta 12 Mart 1971'den bu güne (sözde) Türk Milleti Adına vazife yapan "bil-umum Türkiye Cumhuriyeti Hükümetleri" olmak üzere; Her derece ve düzey mahkemeler, Sivil Toplum Kuruluşları, Siyasi Partiler ile bütün Cumhuriyet Savcılarının öncelikli ve acil görevi "27 Mayıs 1960" kalkışmasını (İHANET VE İSYANINI) sorgulamak, yargılamak ve Kamu Vicdanını müsterih kılarak: Kanayan yarayı kapatmak, hakkaniyeti temin, mahkemeler marifetiyle itibarı iade ve adaleti sağlamak için uğraşmak, mücadele vermek olduğu halde; 
Bu insani, Hukuki, Ahlâki, İlmî ve Milli vazifenin halâ yapılmamış olması çok büyük bir üzüntü, siyasi istikrarsızlık; Sorumlular için'se hicap ve utanç vericidir!..

30 Ağustos 2018 Perşembe

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 3. ve İlk Sivil Cumhurbaşkanı, Mahmud Celâleddin Bayar, vefatının 32.nci yıldönümünde Bursa–Gemlik-Umurbey’deki Kabristanının başında düzenlenen, geniş katılımlı, resmi bir törenle anıldı.

VEFATININ 32. YILINDA TÜRKİYE’NİN 3. CUMHURBAŞKANI CELÂL BAYAR (1883-1986)
ANMA TÖRENİ
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin 3. Cumhurbaşkanı, MahmudCelâleddin Bayar, vefatının 32.nci yıl dönümünde Bursa – Gemlik -Umurbey’deki Kabristanının başında düzenlenen resmi bir törenle anıldı.
Her yıl Celâl Bayar’ın ölüm yıldönümü olan 22 Ağustos’ta yapılan anma töreni, bu yıl Kurban Bayramınarastladığı için28 Ağustos 2018, Salı günü saat 10.00’da gerçekleşecektir.
Millî Mücadele'nin Celâl Bey'i, Kuvayı Milliye Efeleri'nin Galip Hocası, Atatürk’ün son Başbakanı olan Bayar, Cumhuriyetin ekonomi politikasını oluşturmakta önemli bir rol üstlenmiştir. Bir asırlık ömründe Türkiye tarihinin önemli dönüm noktaları gerçekleşmiş ve kendisi bu süreçlerde etkin rol almıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü görmüş, milli mücadeleye ilk saflarda aktif olarak katılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş harcında, Türkiye’de demokrasinin yerleşmesinde liderlik etmiştir.
Yetişmesi ve Eğitimi
Ailesi ’93 Türk-Rus harbinde Bulgaristan’dan göç etmiş olan Plevne Türklerinden. Babası Abdullah Fehmi Efendi, Tuna vilayetinin Berkofça Rüştiyesi Başöğretmeni iken Balkanlardan imparatorluk merkezine doğru geliyorlar veUmurbey Köyüne yerleşiyorlar. Abdullah Fehmi Efendi, Bursa-Gemlik-Umurbey Rüştiyesi Başöğretmenliği, ayrıca bir süre Gemlik Müftülüğü de yapıyor. Kendisine güzide din görevlilerine verilen rütbe olan Mekremetlü unvanı verilmiştir.
Türkiye’nin ilk sivil cumhurbaşkanı olan Mahmut Celâlettin askeri okula gitmiyor. Kendisinden büyük iki kardeşinin Edirne Askeri İdadisi ve Bahriye Mektebi olmak üzere askeri okullarda hastalanarak ölmeleri sonucu, ailesi tek çocuk kalan Mahmut Celâlettin’in doğduğu yer olan Bursa’nın Umurbey Köyünde kalarak burada yetişmesini istiyorlar.
Mahmut Celâlettin, babasının yanında o günlerde önemli bir mektep olan Umurbey Rüştiyesini bitirdikten sonra, Gemlik Mahkemesinde ve Reji dairesinde çalışıyor. Daha sonra Bursa’da Ziraat Bankası’nda çalışırken İpekçilik Okulunda okuyor. Bursa’daki CollegeFrancaise de L’assomption’da Fransızca öğreniyor. 1905’te Deutch Orient Bankasının imtihanını kazanarak bu bankada kısa zamanda birinci derecede imza sahibi oluyor.
Milli Mücadele Yılları
İmparatorluğun toprak kaybına ve parçalanmaya doğru gittiği çalkantılı dönemde İttihat ve Terakki’ye giriyor ve 25 yaşında murahhas mesul memur ve daha sonra İzmir KatibiMes’ulü oluyor. Bölgenin Türklerin elinde kalmasında büyük rolü oluyor. 31 Mart Vakasında bir gönüllü birlik kurarak Hareket Ordusuna katılmak üzere yola çıkıyor, ancak ayaklanma bastırıldığı için buna gerek kalmıyor.
Bu arada, bölge ekonomisini kalkındırmak üzere üzüm, incir, palamut ve pamuk gibi mahsullerin değerlendirilmesi için kooperatifler kurulmasında önayak oluyor. O yıllarda demiryollarında Türkler sadece hamal olarak çalışabiliyordu. Demiryollarında, limanlarda, bölgede tütünle ilgilenen Reji İdaresinde Türklerin de tayin edilebilmesini sağlıyor, daha sonra İzmir’de Şimendifer okulunu kuruyor. Birinci Dünya savaşı sırasında bölgede yer almakta olan yolsuzluklarla mücadele ediyor, halkın rahatlamasını temin ediyor. Orta sınıfın güçlenmesine gayret ediyor.
Bu yıllarda Mahmut Celâlettin “Halka Doğru” isimli bir cemiyet kurmuş, aynı isimli bir gazete çıkarmaktadır. Damat Ferit Hükümeti tarafından gazete kapatılıyor ve Celâl Bayar hakkında tutuklama kararı veriliyor. İmparatorluğun işgali karşısında Kuvayi Milliye Hareketini başlatanların arasındadır. İzmir’in işgalinden önce Ege bölgesinde direnme hareketini hazırlamıştır. Faaliyetlerini Galip Hoca adı altında efelerle birlikte sürdürür. 1919’da Balıkesir Kongresi tarafından Akhisar Milli Alay komutanlığına atanıyor.
Atatürk Nutuk’ta,
“Bu meyanda İzmir’den tebdili nam ve kıyafet ederek o havaliye gitmiş olan Celâl Bey’in gayret ve fedakarlığı şayanı tezkardır” diye bizzat anarak takdirini belirtmiştir.
1920'de Osmanlı Meclis-i Mebusanı'na Saruhan Sancağı (Manisa) mebusu seçiliyor. Burada yaptığı bir konuşmayla işgal kuvvetlerinin zulmünü dile getirir, İstanbul hükümetinin lakayt kaldığını, artık işgale karşı koymak gerektiğini söyler. Ertesi gün meclis kapatılır, milletvekilleri Malta’ya gönderilir. Bayar Ankara’ya doğru hareket eder. Bursa’da evine gelince Atatürk bir gizli telgrafla Bursa’ya doğru gelen Anzavur kuvvetlerinin durdurulması için tedbir almasını istemektedir.
Bu sırada Şeyhülislam, Atatürk dahil olmak üzere KuvayiMilliye’ye katılanların devlete isyan etmiş sayılacaklarına, görüldükleri yerde öldürülmelerinin caiz olduğuna dair fetva çıkarıyor ve bunu Padişah Vahdettin de tasdik ediyor. Mahmut Celâlettin Bursa Müftüsü ve din bilginleri ile görüşüyor ve padişahın işgal altında olduğu, düşmana karşı koyanların devlete isyan etmiş sayılmasının mümkün olmadığına dair bir karşı fetva veriyorlar. Anadolu’da da din adamları aynı mealde fetvalar veriyorlar.
Daha önce birbirlerini uzaktan tanısalar da, Bayar Ankara’ya geldiğinde Atatürk ile ilk defa yüz yüze geliyorlar. Bayar’la Atatürk arasındaki yakınlık ve güven hiç sarsılmadan ömürlerinin sonuna kadar devam ediyor. Milli mücadele döneminde birbirlerine duydukları yakınlık ve kurdukları işbirliği, daha sonra özellikle ülke ekonomisi açısından olmak üzere tüm devlet meselelerinde devam ediyor. Bayar, Atatürk’ün son başbakanı ve öldüğünde yanında bulunan kişi oluyor.
Siyasi Yaşamı ve Ekonomi Politikası
Bayar 1921’de İktisat Vekili seçildikten sonra özel olarak Zonguldak’taki maden işçileri, orman meseleleri ve madenlerle ilgileniyor. Lozan’a İktisat Müşaviri olarak katılıyor ve Osmanlı borçlarını altın esasına göre ödenmesini engelliyor; bu da yeni hükümetin iktisaden sarsılmasını önlüyor. Cumhuriyet kurulduktan sonra 1924’te İmar ve İskân Bakanlığı’na getiriliyor. O dönemde anavatana gelen yarım milyondan fazla göçmen yerleştiriliyor ve üretici duruma geçiriliyor.
1924’te İş Bankasını kuruyor. Böyle bir banka kurma fikrini Atatürk’e veriyor ve bankanın kurulması için Atatürk tarafından görevlendiriliyor ve destekleniyor. Bugün İş Bankası Türkiye’de bireysel ve ticari bankacılık hizmeti sunan en büyük özel banka olma özelliğini koruyor. O dönemlerde ise, ülke kalkınmasında ekonomik manivela vazifesi görüyor.
1932’de Atatürk’ün isteği üzerine yeniden İktisat Vekili oluyor. Bu dönemde tekstil, şeker, kağıt ve demir fabrikaları gibi tesisler, Halk Bankası, Sümerbank, Etibank gibi bankalar, sigortalar ve kooperatifler kuruluyor. Devlet ve özel sektörün ekonomide birlikte yer alması esasına dayalı karma ekonomik modelini benimsiyor. Bazı iktisatçılar günümüzde hamle yapan Çin’in Türkiye’nin bu dönem ekonomi politikasını inceleyerek benzer model benimsediklerine işaret ediyorlar.
Atatürk Sevgisi ve Vefa Duygusu
Mahmut Celâlettin’e Bayar soyadını Atatürk vermiştir. Bayar, yaşamının en bahtiyar ve verimli döneminin Atatürk’le birlikte çalıştıkları yıllar olduğunu söylemiştir.
1938’de Atatürk’ün vefatında başbakan olarak ülkenin kargaşaya girmemesini sağlıyor. Atatürk’ün naaşını Dolmabahçe’den geçici istirahatgâhı olan Etnografya Müzesine getiriyor. Cumhurbaşkanı olduğunda Anıt Kabir inşaatını hızlandırarak 1953’te Atatürk’ün Etnografya Müzesinde bekletilen naaşını Celâl Bayar naklediyor. Orada yaptığı duygusal konuşmada şunları söylemiştir:
“Atatürk! Sen bizdendin! Seni halife yapmak, padişah yapmak isteyenler oldu. İltifat etmedin. Milli irade yolunu seçtin. Hayat ve şahsiyetini milletin hizmetine vakfettin. Türk’ün gıpta ettiği, övündüğü vasıflara maliktin! Bütün meziyetlerinle Türk milletinin ta kendisisin. Şimdi seni kurtardığın vatanın her köşesinden gönderilen mukaddes topraklara veriyoruz. Bil ki hakiki yerin daima inandığın ve bağlandığın Türk milletinin minnet dolu sinesidir. Nur içinde yat!”
Atatürk’ün vefatından sonra Celâl Bayar CHP içinde aktif görev almıyor, ikinci Dünya savaşı yılları öncesi ve sonrası siyasi hatıraları olan “Ben de Yazdım” kitabını kaleme alıyor. 12 Haziran 1945’te mecliste siyasi hak ve hürriyetlerin anayasaya uygun hale getirilmesi alanındaki fikir aykırılıkları dolayısıyla, İzmir milletvekili Bayar, İçel milletvekili Refik Koraltan, Kars milletvekili Fuat Köprülü, Aydın milletvekili Adnan Menderes ile birlikte bir takrir veriyorlar. Dörtlü takrir olarak bilinen bu takrire karşı tek partiden oluşan mecliste büyük infialle karşılaşıyorlar; takrir reddediliyor ve hakaretlere uğruyorlar. Bunun üzerine Celâl Bayar 5 Kasım 1945’te önce milletvekilliğinden istifa ediyor, sonra 3 Aralık 1945’te de kurucusu olduğu ve uzun müddet başkanlığını yapmış olduğu Halk Partisinden istifa ediyor.
Çok Partili Demokrasiye Geçişte Öncülüğü
Bu gelişmeler yeni bir siyasi partinin kurulma çalışmalarına yol açıyor. Celâl Bayar kuruluşunda yer aldığı Demokrat Parti’nin başkanlığına seçiliyor. Çok partili hayata geçiş için Bayar büyük mücadele veriyor. Tek partili mutlak milli şef döneminden çok partili demokrasiye geçiş kolay olmuyor. Bu mücadelede Bayar, devlet saygınlığını, insanlar arası sevgi ve saygıyı ön planda tutuyor:
“Milletin en büyük varlığı istiklalidir. Büyük memleket meseleleri etrafında particilik diye bir şey kabul edemeyiz. İstiklâl bahis konusu olduğu anda ne DP vardır, ne HP. O zaman millet vardır. …. Bu memleketin birbirini seven ve birbirine saygı gösteren partilerle idaresini istiyoruz. Birbirimize düşman olursak memlekete yazık olur (16 Temmuz 1946, Aydın)”.
“Memleketimizde yepyeni bir devir açılmaktadır. Bu devir demokratik hak ve hürriyetlerin kökleşmesi devri olacaktır. Böyle bir devrin henüz fecri karşısındayız ve çok çetin imtihanlar geçireceğimize şüphe yoktur” (17 Temmuz 1946, İzmir).
1950 seçimlerinde DP büyük çoğunlukla iktidara geliyor ve 22 Mayıs 1950’de Celâl Bayar cumhurbaşkanı seçiliyor. 1950-1960 dönemi Türkiye’nin gelişmesinde çok ciddi hamlelerin yer aldığı, aynı zamanda mücadeleli bir dönemdir. Bu dönemde tarımda ve sanayide büyük hamleler gerçekleşmiş, barajlar kurulmuş, enerji üretimi artmıştır. Köylünün yüzü gülmüş, orta sınıf güçlenmiştir. Bu dönemde din ve ifade özgürlüğü, azınlıkların hakları artıyor. Eğitim hayatında reformlar yapılıyor. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Trabzon Üniversitesi gibi önemli üniversiteler Demokrat Parti döneminde kuruluyor. Erzurum’da Atatürk Üniversitesi özellikle Bayar’ın isteği ile kuruluyor.
Çevre ülkelerle dostluklar kuruluyor. Mesela, Yunanistan’da Batı Trakya’da Türkçe eğitim yapan Lise iyi ilişkiler sayesinde bu dönemde açılıyor. Bu sayede pek çok Batı Trakyalı genç kız ve erkek eğitim görebiliyor. Bu liseye “Celâl Bayar Lisesi” adı veriliyor. Kıbrıs’ta garantörlük hakkının elde edilmesi de Demokrat Parti döneminde olmuştur.
27 Mayıs Darbesi ve Cumhurbaşkanı Celâl Bayar
27 Mayıs darbesinin ülke içinde ve dışından destekçileri olmuştur. DP iktidara geldikten hemen sonra bu iktidar değişikliğini kabul edemeyenler ordunun içinde belirli gruplarla temas kurarak her zaman bir darbe hazırlığı içinde bulunmuşlar. DP’nin üst üste seçimleri kazanması ve sonraki seçimlerde de CHP’nin seçimi kazanma şansının az olması bu gayrimeşru faaliyetleri arttırmıştır.
1957 seçimlerinden sonra ortaya çıkan 9 Subay olayında Celâl Bayar bu konunun ciddiye alınarak üzerine gidilmesini istemiştir. Ancak, olayın üstü kapatılmış, subaylar affedilerek tahkikatın derinleşmesi önlenmiştir. Üstelik darbe hazırlıklarını ihbar eden Kurmay Binbaşı Samet Kuşçu ordudan ihraç ediliyor. Oysa, bu subayların 27 Mayıs’ı planlayanlar arasında olduğu daha sonradan ortaya çıkmıştır.
Celâl Bayar, Türkiye tarihinde bir kara leke olan 27 Mayıs darbesini ve Yassıada mahkemelerini hiçbir zaman meşru kabul etmediğini ifade ederek tüm yargılama sürecinde dik duruşuyla tarihe geçti.
1961 Anayasasına göre kurulmuş olan Senato ve Tabii Senatörlük daha önce cumhurbaşkanlık yapmış kişilere ölünceye kadar senatör olma hakkını veriyordu. Demokrat Partili milletvekillerinin 27 Mayıs’ta geri alınan siyasi hakları ancak 1974’te iade edildi. Bunun üzerine Senato Başkanı Bayar’ı tabii senatör olarak meclise davet etti. Ancak, Celâl Bayar bu teklifi “seçilmeden senatoya girmenin demokratik kurallara ve inançlarına uymadığı” gerekçesiyle kabul etmedi. Başka vesilelerle Büyük Millet Meclisinde törenlere onur konuğu olarak katıldı. Ömrünün sonuna kadar demokrasiye inancı ve ilkeleriyle yaşadı.
Eşi Reşide Bayar
Celâl Bayar’ın yaşamında ona tüm mücadelelerinde destek olmuş, onunla birlikte dik durmuş ve güç vermiş olan kişi eşi Reşide Bayar’dır.
Celâl Bayar’ın 1903’te evlendiği eşi Reşide Bayar, Bursa’da ipek üreticiliği ve ticareti yapan İnegöllüzadeler ailesinden. Reşide Bayar 1962 yılında eşini Kayseri cezaevinde ziyaret etmeye giderken 24 Aralık’ta trende kalp krizi geçirerek vefat etti. Ankara’da cenazesi Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir kadın için yapılan en kalabalık cenaze oldu.
Celâl Bayar 1966’da Kayseri cezaevinden çıktıktan sonra İstanbul’da Kadıköy İlçesinde Çiftehavuzlar’da Hazırcevap Sokak’taki evinde yaşadı. Bu evi eşi Reşide Bayar 1957’de: “Cumhurbaşkanlığı bittiğinde oturacak bir yerimiz olsun” diye düşünerek kendi ailesinden miras kalan parayla satın alıyor. Ancak, Bayar, kendisi iktidarda iken hiçbir mülkün alınıp satılmasını istemediği için karşı çıkıyor ve evi kabullenmiyor. Bu evde sadece bir kez eşi ile birlikte bir öğle yemeği yiyorlar.
Bayar 1965’te cezaevinden çıktıktan sonra Çiftehavuzlar’daki bu evde oturdu, milli mücadele anılarını kaleme almaya devam etti. Evinin kapısı herkese açık oldu. Her zaman ona danışmaya gelen ziyaretçilerle doldu. 104 yaşında yaşamı sona erdiğinde zihni açık ve tüm akli melekelerine sahipti. Çok berrak bir hafızası vardı. Her gün kitap okur, gazeteleri takip eder ve o zamanlar tek olan televizyon kanalından Türkiye’deki olumlu gelişmeleri izleyince memnun olur, sorunlarla yakından ilgilenirdi. Büyük küçük herkesi dinlerdi.
Celâl Bayar Vakfı ve Umurbey Köyü
Celâl Bayar doğduğu Umurbey köyünde 1967’de bir vakıf kurarak kütüphanesindeki kitapları, tüm siyasi yaşamı boyunca ona verilmiş olan hediyeleri, fotoğraf albümlerini, evrakı bu vakıfta topladı. Ölünceye kadar köyüne bağlı kaldı, oraya gitmekten zevk aldı. Umurbey’de doğduğu ev, ailenin zeytinlikleri; eşi Reşide Bayar’ın Bursa’da Pirinç Han ve Koza Han’daki dükkânları, arsalar bu vakfa hibe edildi. Vakıf bünyesinde bir müze, kütüphane, sinema ve toplantı salonu inşa edildi. Bu vakıf halen milli mücadele ve demokrasi tarihimiz açısından en önemli bilgi merkezleri arasında yer almaktadır.
1986’da vefat etmeden kısa bir süre önce “Beni köyümden uzakta bırakmayın” dedi. Vefat ettiğinde Anıt Kabir’e gömülmesi söz konusu olduysa da, hem dönemin iktidarının tasarrufu ve ailenin isteği ile Umurbey’de köyüne gömüldü.
Vefat ettiğinde, milli mücadeleye yaptığı öncülük ve hizmetleri, cumhuriyetin kurulması için katkıları, Türkiye’de ekonominin ayakları üzerinde durarak toplumun refahı ve demokrasinin tesisi için adanmış bir asırlık ömrü geride bırakmış oldu.
Celâl Bayar’ın temel özellikleri insana olan derin saygısı, haysiyetli ve dik yaşaması, her zaman samimi ve anlayışlı olmasıdır. Hiç kimseyi kırmak istememesi, disiplinli çalışması ve son nefesine kadar ülkesinin istiklali ve ekonomik refahı için çalışmış olmasıdır.

Celâl Bayar ve Atatürk (Haber: 28 Ağustos 2018)
***
Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. ve İlk Sivil Cumhurbaşkanı Celal Bayar vefatının 32. yılında resmi törenle anıldı
Türkiye’nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ölüm yıl dönümünde anıldı. Merhum Cumhurbaşkanı'nın anıt mezarının bulunduğu Bursa Gemlik'te tören düzenlendi. 28 Ağustos 2018 Salı 15:27

Türkiye Cumhuriyeti'nin 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar, vefatının 32. yılında Bursa'nın Gemlik ilçesindeki anıt mezarı başında düzenlenen törenle anıldı.
Umurbey Mahallesi'ndeki törende, Bayar'ın torunu Akile Gürsoy, Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Metin Kıratlı, Gemlik Belediye Başkanı Refik Yılmaz, Gemlik Kaymakamı Gürbüz Karakuş, bazı siyasi partilerin temsilcileri ve diğer protokol üyeleri hazır bulundu.

Törende, anıt mezara çelenklerin bırakılmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu.

Anma töreni, Bayar'ın torunu Akile Gürsoy'un taziyeleri kabul etmesiyle sona erdi.
"Demokrasimiz böyle zor ve acı günler yaşamasın"

Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı Kıratlı, gazetecilere yaptığı açıklamada, Bayar'ın demokrasinin kahramanlarından biri olduğunu söyledi.
Türkiye'nin gelişmesinde Bayar'ın çok büyük rol üstlendiğini vurgulayan Kıratlı, kendisini rahmetle andığını ifade etti.
Kıratlı, Bayar'ın yakınlarına tekrar başsağlığı dilediğini belirterek, "İnşallah onların geçirdiği zor ve sıkıntılı günler bundan sonraki Cumhuriyet dönemimizde ve sonrasında hiçbir zaman gerçekleşmez. Demokrasimiz böyle zor ve acı günler yaşamasın. Onların yaşadığı bu kötü günlerden bizler ders alalım ve birlik beraberliğimizi muhafaza edelim." diye konuştu.

Akile Gürsoy da bu yıl törenlerin Kurban Bayramı dolayısıyla bir hafta geç yapıldığını belirtti.
Törene katılanlara ve samimi duygularını paylaşanlara teşekkür eden Gürsoy, "Büyükbabamın Türkiye'nin ekonomik olarak istiklalini kazanması için çok büyük uğraşları vardı. Bu törenlerde bizi yalnız bırakmayanlara tekrardan teşekkür ediyorum." ifadelerini kullandı. (Kaynak: AA)

24 Mayıs 2018 Perşembe

DEMOKRASİ'NİN İNFAZI 27 MAYIS! "İnönü MBK subaylarına 'Başladığınız işi bitirin' demiş" Tarihçi-sosyolog, araştırmacı-yazar, H. Emre Oktay [SORU: 12 Eylül ve 28 Şubatı mahkûm edenler; 27 Mayıs'ı yargılamaktan neden ve niçin korkarlar?..]

İŞTE, KORKUNÇ GERÇEK BU!..: 'İnönü MBK subaylarına "Başladığınız işi bitirin" demiş' 

27 Mayıs darbesinden sonra gözaltına alınan ve Yassıada'da işkence sonucu hayatını kaybeden dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay'ın oğlu Emre Oktay, 13 yaşında şahit olduğu darbe dönemini anlattı. (İSTANBUL-Mücahit Türetken)
27 Mayıs askeri darbesi sonrası Yassıada'da işkence sonucu hayatını kaybeden dönemin Emniyet Müdürü Faruk Oktay'ın oğlu Psikolog Emre Oktay, 13 yaşında şahit olduğu darbe dönemini Anadolu Ajansı (AA) muhabirine anlattı.
27 MAYIS
Darbeye giden süreçte "Menderes Kars-Ardahan'ı Ruslara satmış.", "Amerikan yardımları geliyormuş, Demokrat Parti milletvekilleri, hükümet mensupları bu yardımları aralarında bölüşeceklermiş.", "Polis gösteri yapan öğrencilere ateş etti ve yüzlerce ölü var.", "İsmet İnönü ordu ile anlaştı, askeri darbe yapılacak." gibi birtakım gerçek dışı haberlerin yayıldığını belirten Oktay, babasına olaylarla ilgili suçlama yöneltildiğini ve kendisinden hükümet üyelerini suçlamasının istendiğini dile getirdi.
Babasından ortaya atılan yalan haberleri de üstlenmesinin istendiğini aktaran Oktay, şunları söyledi:
"Babamdan, 'Menderes, Bayar ateş et emri verdi, emniyet de ateş etti.' demesini istiyorlar. 'Yüzlerce öğrenci öldü ve bu öğrencileri ne yaptılar?' diye soruyorlar. 'Kıyma makinelerindan geçirdiler, Konya'daki yol inşaatının altına sakladılar, kuyulara attılar. Et ve Balık Kurumu buzluklarında sakladılar.' gibi dedikodular yayıyorlar. Gerçekte iki kişi ölüyor olaylarda. Biri Turan Emeksiz, Orman Fakültesi öğrencisi. Oradan geçerken seken bir kurşun isabet ediyor. Bir de Nedim Özpolat. O da hareket halindeki tankın üstüne çıkıyor, slogan atarken dengesini kaybediyor, düşüyor. Tankın paletleri altında kalıyor. Darbeden sonra 'Hürriyet şehitleri' dediler bunlara. O 100 ölü, 5 ölüye indi. Çok paniğe kapıldılar. İstanbul Üniversitesi Rektörü Sıddık Sami Onar, 'Naaşları belki bulamayacağız ama ölülerimiz vardır.' diye açıklama yapıyor."
HASAN EMRE OKTAY
27 Mayıs 1960 askeri darbesi öncesinde İstanbul Emniyet Müdürü olan ve işkence ile katledilen Faruk Oktay'ın oğlu psikolog Emre Oktay, darbe dönemini ve yaşadıkları acıları AA muhabirine anlattı.
Emre Oktay, darbe gecesi babasının emniyettekilerle telefonla konuştuğunu ve polislere "Evladım, silahlarınızla sakın karşı koymayın, askerdir, çatışma olur." diye talimat verdiğini ifade ederek, yaşadıklarını şöyle anlattı: "Caddeye bir baktık tank gelmiş. İki cemse asker, tam teçhizatlı böyle. Bir cemse daha ve üzerinde bir küçük top. Ondan sonra projektörler. Gündüz gibi oldu ortalık. Evin etrafını çeviriyorlar. 'Bunlar ne yapıyorlar?' dedik. Ben 13, ağabeyim Ömer 15 yaşındaydı. Bayağı telaşlandık, korktuk. Elimiz ayağımız titriyor, ne oluyor? Bakıyoruz, bunlar Türk askeri. Türk askeri olunca ferahlıyoruz. Ondan sonra kapı vuruldu. İki süngülü asker ve bir teğmen gibi bir şahıs. 'Beyefendiyi karargaha götüreceğiz.' dediler. Babam da giyindi, bir telaş, bir üzüntü. Vedalaşmadık. Babacığımla son görüşmemiz. Kapıdan çıkıyor 'Baba hakkını helal et.' bir sarıl, bir şey aklımıza gelmiyor ki. Gidecek, gelecek zannediyoruz. Gitti, oradan camdan baktık cemselerden birine bindirdiler ve gitti. Gidiş o gidiş... Davutpaşa Kışlası'na götürmüşler."
"Acımasız ve kötü niyetli insanlardı"
Babasından hiç haber alamadıklarını ve Davutpaşa Kışlası'ndan Yassıada'ya götürüldüğünü duyduklarını dile getiren Oktay, 50 kelimelik mektuplarla haberleştiklerini, onların da sansürden geçtiğini kaydetti. Oktay, babasının tansiyon hastası olduğunu ve alması gereken ilaçlar bulunduğunu ifade ederek, "Davutpaşa Kışlası'na annem ilk eşinden olan büyük ağabeyimle ilaçlarını gönderdi. Gitmiş Davutpaşa'ya 'Faruk Oktay'ın ilaçlarını getirdim.' demiş. Oradan bir teğmen kalkıp eline bir vurmuş, ilaçlar saçılmış. 'Sen burayı hastane mi sandın? Defol.' demiş. Öyle insanlardı, bu darbeyi yapanlar. Hepsi büyük devrimci, vatan kurtaran, aslan gibi falan lanse ettiler kendilerini ama son derece sadist, acımasız ve kötü niyetli insanlardı." diye konuştu.
Babasına darbe öncesi yaşanan öğrenci olaylarındaki ölüm iddialarının sorulduğunu ileten Oktay, şunları kaydetti:
"Söylenen hiçbir şey çıkmıyor ortaya. Hani 200, 100 ölü? Babama diyorlar ki; 'Nereye sakladın ölüleri?' Babam da 'Ölü olsa ailesi olur, var mı bir aile? Ölüm falan yok.' diyor. Ondan sonra hakikaten anlıyorlar ölü yok, yalanmış bunlar. Bu kez babama 'Menderes'ten, Bayar'dan öğrencilere ateş et emri aldın ama sen etmedin. Ateş etseydin hepsi ölecekti değil mi?' diye sorup teyit etmesini istiyorlar. Babam 'Hayır' diyor. Tehdit ediyorlar, işkence yapıp zindana atıyorlar. Orada Bizans’tan kalan zindanlar var. Tavanı alçak, dar ve ıslak. Babamı üç gün tutmuşlar ve orada ölmüş. Diyarbakır Milletvekili Sezai Demiray, babamın doktor isteyip feryat edişine ve ölümüne şahit olmuş."
Emre Oktay, Yassıada'da, olanlardan habersiz babası bir avukat tutmak istediklerini ancak gittikleri avukatın 50 bin lira talep ettiğini belirterek, yaşadıkları sıkıntıları şöyle ifade etti:
"O zaman 50 bin lira çok büyük para. Babam bir bürokrat. Annem çalışmayan bir kadın. Yani bizim o parayı verecek durumumuz yok. Avukat iftiralara kanıp 'Bunların parası vardır.' diyor. Öyle bir sıkıntıya düştük ki bir de tedbir koydular malımıza mülkümüze. Annem ekmeklerin üzerine yağ döker, kırmızı biber dökerdi, sade ekmek yerdik. Çok zor durumlara düşürdüler bizi."
BELGE: Oktay, Babasının Yassıada'dan gönderdiği son mektupları da paylaştı...

Oktay, babasının ölüm haberini nasıl aldıklarını ise şu sözlerle dile getirdi:
"Bir gün okuldan geldik ve bir baktık annem çok üzgün. Eli ayağı buz gibi. 'Ne oldu anne?' diye sorduk, 'Birileri geldi, babanız hastaymış.' dedi. Aslında öldü demeye gelmişler ama annem öyle telaşlı ve duygulu bir kadındı ki. 'Ay ne oldu?' falan filan deyince 'Basına söyleyelim, biz söylemeyelim.' deyip gitmişler. Çünkü öldüren onlar yani. Bekliyoruz haber var mı diye. Geldiler gittiler, Kasımpaşa Asker Hastanesi'ndeymiş dediler. Hadi kalkalım gidelim derken filan bir telefon çaldı. Bir basın mensubu arıyor ve 'Faruk Oktay öldü, Kasımpaşa Asker Hastanesi morgunda, gidin alın.' diyor. Naaşını verdiler, yara bere içinde. Ağabeyim 'Bakmayın' dedi. Bütün göğsüne dipçik vurmuşlar. Sonradan duyduğumuzda Yassıada'ya götürülürken de tekme tokat dövüp, yerlerde sürüklemişler. Cenazeyi aldık ve Zincirlikuyu'da defnettik."
"Bazı çevreler adeta şenlik başlattı"
Oktay, demokrasi adına utanç verici ve hak ihlallerinin yaşandığı ortamda sevinenlerin de bulunduğunu söyledi.
Bazı çevrelerin adeta bir şenlik başlattığını belirten Oktay, "Sokağa çıkma yasağı vardı. Halk Partililer, 27 Mayıs darbecilerini ellerinin üstünde, başlarının üstünde taşıdı. Sokaklarda askerleri çevirip öpüyorlardı. Sırtlarına alıyorlardı. Hatta Menderes asıldığı zaman daha da büyük şenlik yaptılar. Bunları bu gözler gördü, kulaklar işitti." ifadelerini kullandı. Emre Oktay, darbeye gerekçe olarak sunulup propagandası yapılan haberlerin hiçbirisinin doğrulanamamasının darbecileri köşeye sıkıştırıp kızdırdığını ve bu kez iftira yoluna başvurduklarını bildirdi.
"Sınavlarda 'Demokrat Parti'nin, Menderes'in kötülükleri' sorulurdu"
O dönemde ailece kötü muamele ile karşılaştıklarını, bir gün yan apartmanda oturan Halk Parti taraftarlarının babası üzerinden birtakım sözler söyleyerek kendisini dövdüklerini anlatan Oktay, o yıllarda sınavlarda özellikle 27 Mayıs'ın sebeplerinin, Demokrat Parti'nin, Menderes'in kötülüklerinin sorulduğunu kaydetti.
Darbeler sürecini 27 Mayıs'ın başlattığını ve 15 Temmuz'un da sürecin son halkası olduğunu belirten Oktay, darbecilerin yargılanmasını istedi. Oktay, şunları söyledi:
"Yapılan suçların, işlenen cinayetlerin suçsuz kalması iyi bir şey değil. Ben bir şey beklemiyorum, kin ve nefret içinde de değiliz ama suçluyla masum ayrılsın. Mesela Cemal Gürsel'in Cumhurbaşkanlığı, Cumhurbaşkanlık değil ki dayatma. O iptal edilmeli diye düşünüyorum. AK Parti döneminde çok rahatladık. Biz eskiden 27 Mayıs'ı konuşurken sesimizi kısardık. 'Menderes' filan diyemezdik. 'Aman biri duyacak, sus.' öyleydik. 2000'e kadar böyleydi. Ama şimdi çok rahatız, rahat rahat konuşuyoruz."
"Gürsel, 'Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur.' diyor"
27 Mayıs darbesinden İsmet İnönü ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin sorumlu olduğunu öne süren Oktay, buna delil olarak İnönü'nün Tahkikat Komisyonu kurulma kararı sonrası Meclis'te yaptığı konuşmayı delil gösterdi.
Oktay, sözlerini şöyle sürdürdü:
"İnönü'nün TBMM'de söz alarak 'Eğer baskı rejimi kurulursa ihtilal behemehal olur. Böyle bir ihtilal dışımızda, bizimle irtibatı olmayanlar tarafından yapılacaktır.' Demek ki haberdar, biliyor yani. 'Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır.' diyor. İrtibat halinde olmasa bunları söyleyebilir mi? O sırada o dönemde Kore'de bir darbe olmuş, Cumhurbaşkanı Syngman Rhee indirilmiş, ona değiniyor. Yine İnönü Meclis'te diyor ki: 'Syngman Rhee kurtuldu mu? Üstelik ordu, polis, memur onun elindeydi. Halbuki sizin elinizde ne ordu ne memur ne üniversite ne de polis var. Türk milleti, Kore milletinden daha az şerefli değildir.' Cemal Gürsel, İsmet İnönü'ye telefon açıyor. Konuşmalarının arasında 'Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur.' diyor. Bunları da Metin Toker'in 'İsmet Paşalı Yıllar' kitabından öğreniyoruz. Metin Toker, İsmet Paşa'nın damadı, yanındaymış, yazmış."
İsmet İnönü'nün idamlara karşı olduğu, çok üzüldüğü yolundaki söylemlerin doğru olmadığını savunan Oktay, sözlerini şöyle tamamladı:
"Menderes'i 'Anayasa'yı ihlal etti.' ve 'İnönü'yü öldürmek istiyordu.' diye astılar. Bunun üzerine Menderes'in avukatları, 'İnönü'yü öldürme isteği yok. Sayın İnönü'yü çağıralım, kendisi söylesin.' diyor. Salim Başol da diyor ki, 'İnönü gibi mümtaz bir şahsiyeti bu çatının altına çağırmak sizin haddinize mi?' Topkapı'da öldürmeye niyetlendiler diye anlatıyorlar. Kasım Gülek geliyor 'Ben arabadaydım. Tamam böyle bir nümayişler oldu ama öldürmeye niyetleri vardı diye bir şey, elimi vicdanıma koyarak söyleyemem.' diyor. Bunun üzerine Kasım Gülek'i Halk Partisi'nden attılar. Bir de Muammer Aksoy'un bir anlatımı var. Muammer Aksoy darbecileri teşvik eden profesörler kurulundandır. Yeni Anayasa yapmak için Temsilciler Meclisi oluşturuluyor. Şimdi bu Temsilciler Meclisi tamamen Halk Partililerden müteşekkil. İçerisinde bir Demokrat Partili yok. Milli Birlik Komitesi'nin (MBK) bütün yetkilerini de bu Temsilciler Meclisi'ne devrediyorlar. Yani MBK'nin TBMM'den aldığı yetkileri, Temsilciler Meclisi'ne devrediyorlar. Bunun üzerine MBK'deki subaylar İnönü'ye 'Paşam şu Yassıada mahkemeleri bitmedi daha, kararlar açıklanacak. İdam kararlarının onaylanıp onaylanmamasını da Temsilciler Meclisi'ne devredelim, siz orada hakimsiniz. Ona göre istemiyorsanız onaylamazsınız, isterseniz onaylarsınız.' diyorlar. O da cevap olarak 'Başladığınız işi bitirin.' demiş."

14 Mayıs 2018 Pazartesi

14 MAYIS 1950 CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLARIN ZAFERİ İDİ "Mehmet Arif Demirer" ANAYURT Gazetesi, 14 Mayıs 2018

14 MAYIS 1950 "CUMHURİYET'İN DEMOKRASİ İLE TAÇLANDIRILMASI" CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLARIN ZAFERİ İDİ 
Mehmet Arif Demirer 
(14 Mayıs 2018-Pazartesi) 
14 Mayıs 1950’de gerçekleşen iktidar değişikliği Cumhuriyetçi Demokratların Zaferi idi.
Türkiye’de ilk kez demokratik bir genel seçim yapılmış, iktidardaki CHP’nin çıkardığı ve muhalefetin (Demokrat Parti’nin, DP) de kabul ettiği, çoğunluk sistemine dayalı seçim kanunu ile yapılan seçimlerde iktidar, CHP’den DP’ye geçmişti. Kimsenin burnu kanamamıştı. İsmet İnönü, Çankaya Köşkü’nü boşaltmış ve Pembe Köşk’e dönmüştü.
22 Mayıs günü toplanan TBMM Cumhurbaşkanı’nı 30 dakikada seçmişti. Aynı gün Adnan Menderes Başbakan olarak atanmış ve Birinci Menderes Hükümeti kurulmuştu.

Hükümetin ilk yıllarda başardığı işleri, kronolojik sırada hatırlayalım:
Kore’de oluşturulan Birleşmiş Milletler Askeri Gücüne bir tugay ile katılma.
18 Şubat 1952’de NATO üyeliği.
2. Dünya Savaşı sonrasında Türkiye, adım adım, Batı blokuna yaklaşmış;
1947’de ABD ile Askeri Yardım Antlaşması imzalamış (Bu antlaşma ile silah ve teçhizat yardımı almaya başlamıştı)
1948 yılında ise yine ABD ile Savaş’a katılan Avrupa ülkeleri gibi proje bazında hibe veya kredi almak üzere Marshall Planı kapsamında Ekonomik Yardım Antlaşması imzalamıştı. Türkiye’nin, Marshall Planı kapsamına alınması için ne tür gayretler sarf ettiği, 2. Şubat 1948 tarihli TBMM tutanaklarında görülebilir.
1951: ATATÜRK Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında5816 sayılı Kanun.
1952 – 1956: 11 Şeker Fabrikası. Birinci fabrika 1953 Adapazarı, 12 inci, Malatya, 1956
10 Kasım 1953: ATATÜRK, vefatından 15 yıl sonra vatan toprağına kavuşturulmuştur.
Menderes bu tempo ile, 27 Mayıs 1960’a kadar, Başbakan Bayar’ın 17 Eylül1938 günü Dolmabahçe’de açıkladığı yeni Kalkınma Planındaki (4 Senelik 3 Numaralı Plan) projeleri fazlasıyla gerçekleştirmiştir. 23 bin km karayolu projesini ise CHP’den devir almıştır.
14 Mayıs 1950 İktidar Değişikliği süreci Cumhuriyetçi Demokratlar (CHP ve DP) arasında başlamıştı. Ne yazık ki o süreçon yıl sonra askeri bir darbe ile sona ermiştir.
2018 yılında CHP, İYİ Parti ve DP arasında imzalanan Millet İttifakı da Cumhuriyet’i yeniden rayına oturtmak amacı ile başlatılmış bir süreçtir. İlk sonuç 24 Haziran’da alınabilir.

Sayın UĞUR DÜNDAR’ın 23. Şubat 2018 tarihli YAZISI: “ERBAKAN’ın ŞEKER FABRİKALARI”
Birkaç yıl önce Sayın Dündar ile aramızda birkaç eposta alışverişi olmuştu. O tarihte kendisine “Kamuoyunda yerleşmiş yanlış bilgilerin doğrularını bulup ortaya çıkarmakla uğraşıyorum” demiştim. Yazısında maddi hatalar içeren bir tespitine değinmek istiyorum:
“Aynı yıllarda Türkiye’ye Marshall Yardımı başlıyor. ABD kullanım dışı bırakılmak üzere olan bazı silah, askeri araç-gereç ve uçakları, bu kapsamda bize hibe ediyor. Böylece Vecihi Hürkuş ve Nuri Demirağ’ın, Atatürk’ün emriyle kurdukları yerli uçak fabrikası kapatılıyor.”
Vecihi Hürkuş 1930 – 1933 yıllarında Kalamış’taki ahşap atölyesinde birkaç prototip uçak yapmıştır. Nuri Demirağ ile çalışmamıştır.
Nuri Demirağ ise önce Beşiktaş’da bir atölye kurmuş daha sonra Yeşilköy’de kurduğu tesiste 12 adet Nu. D-36 eğitim ve 1 adet Nu. D.-38 yolcu uçağı yapmıştır. Uçak üretimine uğradığı haksızlıklara karşı her şeyi denedikten sonra, 1944 yılında son vermiştir. Hikayesi uzundur. Marshall Planı ile hiçbiralakası yoktur.

Marshall Planı kapsamına alınmak için Türkiye 1948 yılında çok ricacı olmuştur.
Şeker Fabrikası kurmak için parası ve dövizi olmadığı gerekçe gösterilerek ilan edilen, şeker fiyatına % 60 zammın tarihi 18.9.1948’dir.
1948-1952 yıllarında Türkiye Marshall Planı’ndan 373 milyon dolar hibe ve kredi, PARA almıştır, uçakdeğil.
Kaynak: Türkiye’de Marşal Planı, Dışişleri Bakanlığı Yayını, 1952.
Sonsöz: Erbakan Afyon, Ilgın, Elbistan dışında 5 fabrikanın daha temelini atmıştır.
Böylece, ATATÜRK döneminde 4 şeker fabrikası kurulmuştur:
Alpullu – Uşak – Eskişehir – Turhal.
Menderes döneminde 13 fabrika kurulmuş, 11 fabrika hizmete açılmıştır:
Adapazarı – Amasya –Konya – Kütahya – Burdur – Susurluk – Kayseri – Erzurum – Erzincan – Elazığ – Malatya. 27 Mayıs’ta temellerini Menderes’in attığı Kastamonu ve Ankara Şeker Fabrikaları inşa halinde idi.
Erbakan ise Başbakan Yardımcısı sıfatı ile 8 fabrikanın temel atmıştır:
Afyon – Muş – Ilgın – Ağrı – Kars – Erciş – Elbistan – Çarşamba.
(*) ANAYURT Gazetesi Mehmet Arif Demirer 14 Mayıs 2018 

1 Şubat 2018 Perşembe

Gönderen: Metin Aydoğan Kuramsal Aktarım: "ABD VE ASKERİ İŞGAL" (Bu Konu Lütfen Bilenler tarafından açıklansın ve buraya yorumlansın) Demiştik. Sayın "Hasan Emre OKTAY" tarihi görevini yaptı. İşte mezkür iddialar, cevaplar ve gerçekler:

BİRİLERİ 
HALA ÇARPITMA HABERLERLE
RAHMETLİ MENDERES’İ KÖTÜLÜYOR!..

Adnan Menderes’i bir hiç uğruna iki bakan arkadaşı Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ile birlikte asmak suretiyle öldüren zihniyet, içten bir vicdan azabı çekiyor gibi görünmektedir.Gerçi birçoğunuz diyeceksiniz ki, o zalim insanlarda vicdan ne gezer? Bu haklı düşünceye şöyle cevap verebiliriz, vicdan Allah’tandır, dini bilgilerimize göre ahrette de, dünyada kötü amel işlemiş olanlar yakıcı vicdan azabı altında kıvranacaklardır.

Aziz dostlar bu satırları yazmamın sebebi son günlerde sosyal medyada ve yazılı basında dikkatimi çeken, rahmetli Menderes’i suçlayıcı yazılar, programlardır. Öyle ya, Menderes ne kadar suçlu gösterilirse 27 Mayıs darbesi felaketi Yassıada ve infazlar o kadar meşruluk kazanacaktır. Zaten 27 Mayıs, bahanesini yaratmak ve meşrulaşmak için tamamen yalan, saptırılmış, düzmece haberleri kullandı ve o zaman üretilen bu haberler fısıltı gazetesi vasıtasıyla kulaktan kulağa bir algı operasyonu meydana getirdi. 1960-80 arası da, 20 sene okul ders kitaplarında Bayar-Menderes ve arkadaşlarını kötüleyen, 27 Mayıs darbesini öven konular ders okul kitaplarında adeta bir neslin beynini yıkadı.

Bu gün dikkat ediyorum benzer uygulamalar yine başladı. Bu uygulamaların altındaki esas sebep psikolojiktir. Freud’un rasyonalizasyon (aklileştirme) ve projeksiyon (aksettirme) adını verdiği, EGO’nun (benlik) savunma mekanizmaları vardır. Hani kedi uzanamadığı ciğere murdar der ya, bu rasyonalizasyondur. Projeksiyonda da kendi hatalarını, başkası yapmış gibi aksettirme söz konusudur. Sonuçta ego ve dolayısıyla vicdan rahatlatılacaktır. Ama nafile zira Türk halkının ezici çoğunluğu bugün, rahmetli Menderes’in ve ekibinin bunca hizmetlerine karşılık, sandıktan ümidini kesmişler tarafından nasıl bir haksızlığa uğradığını anlamıştır. Bunun en açık delili Adnan Menderes Havaalanı, Adnan Menderes Bulvarı, Celal Bayar Üniversitesi vesaire gibi hemen her kentimizde önemli eserlere verilen rahmetlilerin isimlerinde tebarüz etmektedir.

Birileri diyor ki, efendim Menderes havacılık sanayiimizin gelişmesini önledi, bu bir ihanettir. Yazık yarım yamalak bilgilerle, katlettiğiniz bir insanı hala suçluyorsunuz. Şimdi lütfen okuyun ve suçlamalarınızdan dolayı özür dileyin,

“Evet, rahmetli Atatürk’ün döneminde düşünülen ve 1926 yılında Kayseri’de başlatılan bir havacılık sanayii girişimimiz vardı. O zamanki adıyla ‘Kayseri Tomtaş Tayyare Fabrikası’ Tomtaş’ın açılımı ‘Otomobil ve MotorTürk Anonim Şirketi’dir. Hatta fabrikanın açılışında başbakan Recep Peker’in yanında Refik Koraltan da bulunmuştur. Fabrika açılır açılmaz Junkers A 20, F13 ve G23 uçaklarının üretimi başlamış. Faaliyetler 1932 yılına kadar devam etmiş. 1932 yılında Amerikan Curtis-Wright grubuyla birlikte çalışmak üzere anlaşmalar yapılmış.
Kayseri’de bu faaliyetler devam ederken bir taraftan da Atatürk’ün ‘İstikbal göklerdedir’ sözü doğrultusunda, Eskişehir’de yine 1926 yılında bir tayyare fabrikası açılmış. Hatta bu fabrikada kurtuluş savaşı kahramanı pilotlarımızdan Vecihi Hürkuş teknisyen olarak çalışmış.

1939 yılında, yani Atatürk’ü kaybettikten bir sene sonra fabrikanın üretim hakkı ’Türk Hava Kuvvetleri’neverilmiş.Bildiğiniz gibi aynı yıl İkinci Dünya Savaşı başlamıştır. Savaşın da etkisiyle tayyare fabrikalarında yavaşlayan üretim, 1942 yılında tamamen durmuş. Bir kısım üretim de Türk Hava Kurumunun Ankara Etimesgutfabrikasına kaydırılmış ama üretim yapılmamış. Nuri Demirağ’ın üretim çabaları da sonuç vermemiş ve 1944 yılında Türk havacılık sanayinin faaliyetleri yok denecek seviyededir.

1944 yılında Türkiye’de CHP Milli Şef yönetimi var. Tayyare fabrikaları kısa sürede bakımsız, perişan bir hale gelmiş. Hatta 1949 yılında atıl hale gelen ve hiç üretim yapılmayan fabrikalarla ilgili bir rapor CHP Hükümetine verilmiş…”

Aziz dostlar tıpkı Köy Enstitülerinin 1949 yılında CHP Tek Parti döneminde işinin bitirilmesi gibi, Atatürk’ün başlatmış olduğu uçak sanayii girişimleri de CHP iktidarı döneminde çalışamaz hale getirilmiştir. Rahmetli Menderes daha iktidarda yok, 14 Mayıs 1950’de DP iktidara gelecek.

Anlaşılacağı gibi tayyare konusu da tıpkı köy enstitüleri, ispat hakkı gibi çarpıtılarak rahmetli Menderes aleyhine hala kullanılmaktadır. İspat Hakkı rahmetli Fevzi Çakmak ile ilgili bir dava dolayısıyla 1949 yılında rafa kaldırılmıştı. Köy enstitüleri de, aynen 1949 yılında komünizim yuvası oluyor diye başbakan Recep Peker döneminde, enstitülerin kurucuları İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel görevlerinden alınarak bitirilmişti. Ama birileri fütursuzca hep suçu DP ve rahmetli Menderes üzerine atmak çabası içinde kıvranmaktadır.Efendim neymiş 1952 yılında ABD Marshall yardımları çerçevesinde Amerikalılar bize uçak ve motor vermişler bu yüzden uçak fabrikaları kapatılmış. Zaten 1944 yılında tamamen kapatılmış metruk hale getirilmiş fabrikalar yeniden niye kapatılsın. Fabrikalar 1954 yılında MKEK’na devredilmiş, 1955 yılında fabrikalarda traktör imalatına geçilmiş. 1968 yılında da fabrikalar MKEK tekstil makinaları fabrikasına dönüştürülmüş.
Amerikalıların NATO muvacehesinde yıllarca yaptıkları silah yardımlarının Türkiye’ye hiçbir faydası olmamıştır, bu başka bir gerçek. Kıbrıs Barış Harekâtında bu gerçeğe Türkiye ilk defa uyandı.

Yukarıda bahsettiğim, psikolojik tahlilini yaptığımız aynı çevreler, son zamanlarda ABD-Türkiye arasındaki gerginlikleri fırsat bilerek,5 Mart 1959 yılında ABD ile yapılan ‘ABD-Türkiye Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması’nı Menderes’in bir ihaneti olarak lanse etmeye çalışmaktadırlar. Kaynak olarak da Haydar Tunçkanat’ı göstermektedirler. Tunçkanat’ın 1970’de yayımlanan ‘İkili Anlaşmaların İçyüzü’ adlı kitabı. Haydar Tunçkanat kimdir? Milli Birlik Komitesi üyesi eli silahlı bir darbecidir. Menderes düşmanı olan bu kişi, seçimle gelmiş, halkı temsil eden meşru bir iktidarı, DP iktidarını silah zoruyla yıkan darbeci güruha aittir. Tunçkanat’a göre Menderes kötü olmalıdır, suçlu olmalıdır. Zira yaptıkları darbenin meşrulaşması için bu şarttır. Tunçkanat ve onun tesirinde olanların çarpıtmalarını bırakalım ve gerçeği kısaca irdeleyelim.

Aziz dostlar her mesele vuku bulduğu ortamın, zamanın şartları göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Aksi takdirde büyük yanılmalar meydana gelir. Devenin sadece hörgücünü görerek devenin bütününü anlayamayız. Şöyle ki, ‘Soğuk Savaş’ dönemini hatırlayalım. Bir tarafta Hür Dünya olarak nitelenen ABD’nin başını çektiği demokratik ülkeler var, diğer tarafta da SSCB’nin rejimini ithal edip, uydusu haline getirdiği Demirperde ülkeleri. SSCB’nin ithal etmek istediği rejim komünizmdir. Karl Maks’ın ideolojisine dayanan bu rejim Rusya’ya 1917 yılında son derece kanlı bir ihtilal ile gelmiştir. Bolşevik ihtilali sırasında burjuvazi addedilen yüzbinler öldürülmüş, konaklara, zengin olduğu saptanan evlere girilmiş proletarya denilen fakir halk kesimi yerleştirilmiş, hatta generaller öldürülmüş ve kendilerince kanlı bir halk devrimi yapılmıştır. Bu ülkelerde ülkeyi yöneten komünist partisi ve rejim seçimle değiştirilemez. Din afyon telakki edilmiş ve yasaklanmıştır. Özel sektör diye bir şey yoktur. Her şey devletindir ve herkes maaşlı çalışır. Hür dünyanın dehşet içinde izlediği bu ihtilal sadece Rusya toprakları ile sınırlı kalmaz. Devletin bütün imkânlarını askeri yatırımlara harcayan ve muazzam bir ordu meydana getiren SSCB rejimini ithal etmek üzere diğer ülkelere saldırır. 1947 yılından itibaren Polonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Ermenistan, Gürcistan, Dağıstan, Azerbaycan ve tüm Türki devletler yani Özbekistan, Türkmenistan, Kazakistan,Kırgızistan SSCB’nin güdümüne girerler. Hür dünya, Rusların güdümünde olan bu ülkelere Demirperde Ülkeleri adını verir.Zira bu ülkelerde lüksü bırakın, konfor bile yasaktır. Basın hürriyeti söz konusu değildir. Dolayısıyla dünyaya kapalı, içe dönük bir yaşam uygulanmaktadır. Özellikle sermaye çevreleri komünizmden öcü gibi korkarlar. Bu insan tabiatına aykırı yönetim dağılacağı 26 Aralık 1991 yılına kadar sürecektir.

İşte böyle bir siyasi konjonktür içinde Türkiye SSCB’den ültimatom üstüne ültimatom yemeğe başlar. Ruslar Boğazların yönetimine dâhil olmak istemektedirler. Ayrıca doğu sınırımızdaki Kars ve Ardahan’ın da Batum gibi SSCB’ne verilmesi gerektiğini dayatırlar. Daha önceki yazımızda ayrıntılı anlattığımız gibi NATO’ya girişimiz böylesine yaşamsal bir zorunluktan dolayı meydana gelmiştir.

Asya’nın devi Çin de komünist rejime geçmiş ve Kızıl Çin adını almıştır. Komünist ülkelerin bayraklarında görülen kızıl, burjuvazi kanı dökmeden komünist idealinin gerçekleşemeyeceğini sembolize eder. Koskoca Kore de bölünür ve Kuzey Kore komünist yönetime girer. Güney Kore ise sürekli tehdit altındadır.

Bu dönemleri yaşamış olanlar gayet iyi bilirler. ABD, Komünizmin yıkılacağı, dolayısıyla soğuk savaşın biteceği 1991 yılına kadar bir kurtarıcı olarak görülmekte ve çok sevilmektedir. ABD’nin 2018 yılındaki emperyalist karanlık yüzü o zaman belirmemiştir.

ABD ve Türkiye arasında DP öncesinde ve hatta sonrasında da birçokikili anlaşma imzalanmıştır. ÖrneğinABD ile yapılan ilk ikili anlaşma 23 Şubat 1945 tarihinde imzalanmıştır.Birçok müellife göre, İnönü döneminde yapılan bu anlaşma çok hatalıdır ve Türkiye’yi ağır yükümlülükler altına sokmuştur. 1959’da Menderes’in yaptığı anlaşmada ‘dolaylı saldırı’ ifadesini şiddetle eleştiren Tunçkanat’ın, tesirindeki kişiler bu anlaşmada ki ‘koruyucu hükümlere’ hiç değinmez, bu hükümlerden hiç rahatsız olmazlar. Onlara göre varsa yoksa Menderes kötüdür. Hâlbuki koruyucu maddeler arasında bakın neler var,

“Türkiye hükümeti sağlamakla görevli olduğu hizmetleri, bilgileri ABD’ye teslim edecektir.”

ABD ile yapılan ikinci ikili anlaşma 1946 yılında imzalanmış, İnönü cumhurbaşkanlığında imzalanan bu anlaşmayı acaba Tunçkanatmubah mı görüyor, çünkü Menderes imzalamamış. Bakın anlaşma şartlarına göre,ABD elinde kalan ve ülkesine götürmesi pahalı olan eskimiş savaş artığı malzemeleri SATIN ALMASI KOŞULUYLA TÜRKİYE’YE BORÇ VERİYOR. Anlaşmayı değerlendirme yorumunu size bırakıyorum. DP öncesi yapılan anlaşmalardan sadece iki örnek verdim. DP sonrası yani 1960’dan sonra da, kerameti kendilerinden menkul ‘vatan kurtaran aslan’ 27 Mayıs darbecileri de ABD ile ikili anlaşmalar yapmışlardır. Zaten darbenin arkasında ABD vardır. Nasıl mı? Hemen bir iki done vereyim.

“27 Mayıs 1960 sabaha karşı saat 04.00'dan, 28 Mayıs 1960 saat 23.00'e kadar ABD'nin Ankara Büyükelçisi FletcherWarren, Washington'a 32 mesaj göndermiş. Bugüne kadar da bu mesajlardan sadece ikisi açıklanmış. Bu mesajlardan birinde darbecilerin başı Orgeneral Cemal Gürsel ABD’den para talep etmiş. İkinci mesaj ’da Ankara’da 50 kişi öldü yazıyormuş.”

Gazeteci Nur Batur’un ortaya çıkardığı bu mesajlar birer belgedir. Diğer mesajlar silinmişler ve okunmuyormuş. Gürsel’in mesajdaki para istemesiyle ilgili de traji-komik mazeretler üretildi. Yok, efendim maaş ödeyeceklermiş bu yüzden 180 milyona ihtiyaç varmış, falan. Uydurun da bari biraz mantığı olsun. Daha darbe gerçekleşmemiş, sabah saat 4.00 veya 6.00. Ne maaşı?Ayrıca maaş verecek para olmadığını nereden biliyorsun. Veya maaş verecek dahi para yoksa neden darbe yapıyorsun? Bekle öyle bir şey varsa zaten yer yerinden oynar, hükümet düşer!

Gazeteci Cüneyt Akalın’da ABD’nin darbenin arkasında olduğu konusuna değiniyor. ABD Büyükelçisi FletcherWarren darbeyi Washington’a şöyle duyurmuş,

“TürkSilahlıKuvvetleriolağanüstüiyibirbiçimdeörgütlenmişbirdarbesonucusabah 4.00 de iktidarıelealdı… Dikkatiçeken organize birkarşıkoyuşyoktur. Elçilikayaklanmanıntümüyleiçpolitikakaygılarındankaynaklandığıinancındadır.”

ABD cephesinde hiçbir telaş, sıkıntı yok. Bilakis memnunlar. Zira 30 Mayıs 1960’da yani darbeden üç gün sonra darbe hükümetini ilk tanıyan ABD olacaktır. EY HAYDAR TUNÇKANAT HANİ TÜRKİYE İLE ABD ARASINDA, ABD’NİN TÜRK HÜKÜMETİNİN YARDIMINA GELECEĞİNE DAİR BİR ANLAŞMA VARDI? ABD yardıma gelip Menderes’i koruyacağına, darbe hükümetini ilk tanıyan devlet oluyor. Bu nasıl bir paradoks veya çelişkidir. Bunları hiç düşünmediniz mi?

Haydar Tunçkanat ve arkadaşları, rahmetli Menderes’in ABD ile yaptıkları anlaşmaları kötüleyeceklerine, kendilerini ABD’nin nasıl darbeye yönlendirdiğini anlatsalar ya. Darbeni ilk bildirisi, üstüne basa basa ‘NATO ve CENTO’ya inanıyoruz ve bağlıyız’ ifadesini niye kullandı? Sabah saat 5.25’de o gergin anda bile bu ifade unutulmuyor! Darbeden bir gün sonra ABD Büyükelçisi FletcherWarren’in cunta lideri konumuna cuntacılar tarafından getirilen Cemal Gürsel’i ziyaret ettiği devlet kayıtlarındadır.Warren bu ziyarette Gürsel’e‘Siz ne yaptığınızın farkındamısınız? Seçimle gelmiş bir hükümeti, genel seçimlere aylar kala devirdiniz, yaptığınız demokrasi ve insan hakları suçudur, ABD hükümeti adına derhal vaz geçmenizi istiyoruz’ demesi gerekmez miydi. Hatta 1959’daki o anlaşma çarpıttıkları gibi olsaydı, Büyükelçi ABD’nin silahlı müdahalesi ile bile Gürsel’i tehdit edebilirdi. Ama Büyükelçi Warren o görüşmede sadece darbenin yapılış şeklini övmüş, tebriklerini iletmiş ve çekip gitmiş.

15 Eylül 1966 günüCemal Gürsel öldü. Bunun üzerine New York Times gazetesinde Gürsel’i öven bir yazı çıkıyor ve Gürsel ılımlı olarak tanıtılıyor ve 27 Mayıs darbesi kepazeliği için de ‘kansız darbe’ ifadesi kullanılıyor. Yalan Dahiliye Vekili Namık Gedik Harbiye binasında öldürüldü, Yassıada’da da 10 ölüm olayı var.

27 Mayıs darbe yönetiminin 1963 yılında imzaladığı Ankara Anlaşması AET ile Türkiye arasındaki gümrük birliğinin tohumlarını atmıştır. İlerde AB’ye hiçbir zaman giremeyeceğimiz için, gümrük birliği tamamen Türkiye’nin aleyhine işlemiştir. Hele 31 Mayıs 1968 yılında ABD ile yapılan ikili,koşullu kredi anlaşması,Türkiye’yi ekonomik, mali ve siyasi alanda tam manasıyla bağımlılığa sürüklemiştir.Anlaşma 30,5 milyon dolarlık bir krediyi öngörür. Ancak bu kredi borcu ağır koşullara bağlanmıştır. Anlaşmaya göre, Etibank’ın Ergani hariç tüm bakır işletmelerini, ABD’nin kontrolü altındaki ‘Karadeniz Bakır İşletmeleri AŞ’ye devretmesini şarta bağlıyor. Anlaşmanın üçüncü maddesine göre,

“Tescil belgesi, organizasyon şeması, Türk hükümetinin krediyi şirkete borç vereceğine ilişkin hükümetle şirket arasında yapılmış olan sözleşmenin tasdikli bir örneği, yönetim kurulu üyelerinin isimleri Türkiye'deki Amerikan Yardım Teşkilatına (AID) bildirilecektir. ABD’nin bütün bunları uygun görmesi halinde kredi ödemesi yapılacaktır.”

Haydar Tunçkanat’ın kitabından yararlanarak merhum Adnan Menderes’i kötüleyenler, bunları niçin görmezden gelirsiniz?

Menderes öncesi ve Menderes sonrası ABD ile yapılan tüm ikili anlaşmaları elinin tersi ile itip, sadece rahmetli Adnan Menderes’in 5 Mart 1959 tarihinde ABD ile yaptığı ikili ‘Türk ABD Güvenlik İşbirliği Anlaşması’nı çarpıtarak kötülüyorlar.

Bu anlaşma, Türkiye’ye yönelik ‘doğrudan ya da dolaylısaldırı’ durumunda ABD’nin Türkiye’yenin yardımına geleceğini taahhüt etmektedir. Aynı anlaşama aynı zamanda Pakistan ve İran ile de yapılmıştır. Esas amaç komünizm yayılmacılığıdır. Zaten bu anlaşmayı kötüleyenlerinde çoğunluğu eski komünistlerdir. Anlaşmaya göre, Türkiye, İran ve Pakistan eğer SSCB tarafından bir saldırıya uğrarsa, ABD bu ülkelere silahlı yardım yapacaktır. Gerçi Türkiye NATO üyesidir. Ancak Türkiye dâhil birçok NATO üyesi ülke de doğrudan olmasa da dolaylı saldırı altındadır.

TCK’da da ‘dolaylı faillik’ diye bir kavram vardır. Dolaylı faillik kişinin başkasını kullanarak suç işlemesi demektir. Dolaylı fail suçun icrai hareketlerine katılmaz, ancak suçun icrasını gerçekleştirecek olan kişinin yönlendirilmesini, iknasını vesaire yapar. Yani bir nevi azmettiriciliktir.

Soğuk Savaş dönemini yaşamış olanlar çok iyi bilirler, Komünist Rusya da hatta kızıl Çin de ajanları vasıtasıyla, ekonomik seviyesi düşük ülkelere kolaylıkla sızmaktalar ve varoşlarda, işçi kesiminde, köylerde o ülke için son derece tehlikeli komünizm propagandası ve organizasyonları yapmaktadırlar. 12 Mart Muhtırası öncesi ve 12 Eylül Darbesi öncesi Türkiye’de yaşanan sağ-sol çatışmalarını, fabrikaları çalışamaz hale getiren grevleri hatırlatırım. Grev elbette demokratik bir haktır ama o dönemlerde sürekli grev yapılıyordu. Dolaylı saldırı ile kastedilen budur. Örneğin FETO yapılanması da Türkiye’ye karşı yıllarca önce başlatılmış, son derece tehlikeli dolaylı bir saldırıdır.

Ancak Menderes’in düşmanı bazı kesimler,bu anlaşmada ki ‘dolaylı saldırı’ ifadesini istismar etmekteler ve anlaşmanın Türkiye ile değil de Türk hükümeti ile yapıldığını iddia etmektedirler. Güya bu anlaşma, sadece ABD taraftarı olan, ABD ile işbirliği yapan hükümetlerle, onları korumak amacıyla yapılmıştır. O halde dolaylı saldırı nedir? Dolaylı saldırı olsa olsa seçilmiş hükümete karşı yapılacak silahlı bir darbedir ve 27 Mayıs’ta yapıldı da. Peki, ABD niçin Menderes hükümetini desteklemedi, korumadı, idamları önlemedi. Bunları yapmadığı gibi neden darbe hükümetini ilk tanıyan ülke oldu.

İnsan bir eleştiri yaparken birazcık olsun mantık bağlantıları kurar. Gerçi rahmetli Menderes’e karşı yapılan bu çarpıtmalar birer eleştiri değildir, olsa olsa kötülemedir ve girişte belirtiğimiz gibi bir takım çevrelerin vicdanını rahatlatmaya çalışmasıdır. Ama bu çabalar sonuçta, ‘özrü kabahatinden büyük’ deyişini hatırlatır.

1.2.2018 Fenerbahçe
Hasan Emre Oktay

*** İŞTE "BAHSE KONU" O MAKALE:
Gönderen Metin Aydoğan Kuramsal Aktarım: ABD VE ASKERİ İŞGAL (Bu KONU LÜTFEN Bilenler tarafından AÇIKLANSIN ve BURAYA YORUMLANSIN)
Gönderen Metin Aydoğan Kuramsal Aktarım:
ABD VE ASKERİ İŞGAL


Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’ye Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda “ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.
Askeri İşgal: Eski Bir Öykü
ABD’nin Türkiye’ye bakışı ve kimi zaman askeri işgali içeren söylemleriyle, yarım yüzyıllık eski bir öyküdür. 1946’da Türkiye’ye girerken; aldığı ve aldırdığı kararlar, ikili ve çoklu anlaşmalar, ekonomik ilişkiler, Türkiye’den bir daha çıkmama üzerine kuruludur. Bu amaca yönelik Amerikan siyaseti; bağımsızlığı köreltme, güçsüzleştirme ve gerekirse askeri güç kullanmaya dayalıdır. Türkiye’den hiçbir koşulda vazgeçmeyeceklerini ve Türkiye’de iktidarı da muhalefeti de kendilerinin belirleyeceğini işin başında açıklamışlardı.

ABD Hükümeti adına Türkiye’ye gelen ve 1949’da adını taşıyan ünlü raporu hazırlayan Max Weston Thornburg, Washington’a, “Türkiye elden gitmesine asla izin vermeyeceğimiz bir ülkedir” diyordu.1

ABD’nin Türkiye’ye verdiği önemi gösteren bir başka örnek, Pentagon’da ‘Güç Dönüşüm Birimi ve Stratejik Gelecek’ uzmanı olarak çalışan, Deniz Harp Okulu profesörlerinden Thomas P.M.Barnet’in, 2005 yılında yaptığı şu değerlendirmedir. “Ben, Türkiye’yi küreselleşmenin Entegre Olmamış Boşluk (Batı dışındaki ülkeler y.n.) içinde yer alan, bu nedenle kitlesel şiddet ve çatışma riskine en açık ülkeler grubu içine alıyorum... Oysa, küreselleşmenin yayılmasında Türkiye’den daha önemli bir rol oynayacak çok az ülke vardır”.2

Silahlı Müdahale Hakkı
Adnan Menderes hükümeti, 5 Mart 1959’da, ABD’yle Türkiye’ye silahlı müdahale hakkı veren bir anlaşma imzaladı. Anlaşma, “Türkiye, doğrudan ya da dolaylı olarak; tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet ya da sivil saldırıya uğraması durumunda” ABD’ye askeri müdahale hakkı tanıyordu. “Tecavüz, sızma, yıkıcı faaliyet, sivil saldırı” gibi kavramların ne anlama geldiğini ve hangi durumda oluşacağını Amerikalı yetkililer karar verecekti.3

ABD, 1974 yılında, “haşhaş ekiminin yasaklanmaması durumunda İstanbul’un bombalanacağını” açıklamıştı. Başkan Nixon, ABD Ankara Büyükelçisi Handley’i Washington’a çağırmış, ona, istenilen yasaklamanın yapılmaması durumunda,“Sultanahmet Camii başta olmak üzere” İstanbul’un bombalanacağını ve 6.Filo’nun İstanbul’a geleceğini bizzat Başbakan’a (Bülent Ecevit) bildirmesi görevini vermişti.4

Tehdit Siyaseti
Askeri işgale yönelik gözkorkutmalar günümüze dek sürmüştür. Şubat 1996’da, ABD California Senatörü Brad Sherman, Temsilciler Meclisi’nde yaptığı konuşmada, Türk Ordusu’nun Doğu ve Güneydoğu Bölgesi’nde katliam yaptığını ileri sürerek, ABD’nin, “NATO üyeliğine bakılmaksızın” Türkiye’ye Askeri müdahalede bulunmasını istemişti. Amerikalı senatör şunları söylemişti: “Birleşik Devletler, Kürtlerin korunması için daha açık ve daha sert bir tutum izlemelidir. Baskıcı rejimlere karşı tutumumuz, bu ülkelerin NATO müttefiki olması ya da olmaması ile değişmemelidir. Türkiye’deki Kürtlerin korunması için Birleşik Devletler askeri güç kullanarak devreye girmelidir”.5

ABD Müşterek Kuvvetler Komutanlığı, 24 Temmuz 2002’de, California eyaletinde maliyeti yüksek kapsamlı bir askeri tatbikat düzenledi. “Bin Yılın Meydan Okuması-2002”(Millenium Challenge 2002) adını taşıyan ve Lozan Antlaşması’nın 79.yıldönümünde başlatılan tatbikatın ayrıntıları gizli tutulmuştu. Ancak, konu ve açıklanan amaçlar, 24 Temmuz tarihiyle birleşince, “hedef ülke” olarak ortaya Türkiye çıkıyordu.

Senaryo
Tatbikat senaryosuna göre; “Bir ülkede büyük yitiklere yol açan bir deprem oluyor (Kocaeli depremi). Aynı günlerde uluslararası mahkeme o ülkenin sınırlarını ilgilendiren olumsuz bir karar alıyor; etnik ve dinsel oluşumlar siyasi olarak güçleniyor. Ülke güvenliğinin tehlikeye girmesi nedeniyle ordu duruma müdahale ediyor ve deniz taşımacılığını önleyecek biçimde ülkeyi güvenlik çemberine alıyor. Birleşmiş Milletler ABD’nin girişimiyle, yaptırım kararı alıyor. Bunun üzerine ABD ordusu, hava saldırısına geçerek ülkenin önemli kentlerini 96 saat içinde (Türkiye’nin seferberlik süresi) işgal ediyordu”.6

ABD Müşterek Kuvvetler Komutanı Orgeneral Kernal o günlerde, Millenium Challenge 2002 Tatbikatı ve Spiral 1, Spiral 2 senaryolarını kastederek, “kendimizi izin verilmeyen durumlara hazırlıyoruz” demişti.7

Bu tür açıklamalar; Türkiye’deki dengesiz yönetim, bölgedeki Rus-ABD gerilimi ve PYD’nin ordulaştırılmasıyla birlikte ele alınmalıdır. Bu yapıldığında, yaşanmakta olan sürecin boyutu genişleyecektir. “Türkiye’nin havasahası NATO havasahasıdır”, “NATO Türkiye’yi korumada kararlıdır” türünden sözlerinin taşıdığı anlam, hala netlik kazanmamıştır. Türkiye’ye yabancı askerin girmesine izin sorunu ya da bir başka deyişle, “izinli işgal”, bu ülkede tartışılmamış bir konu değildir. Bu olasılık, 2003’teki Irak müdahalesinde, gerçeğe dönüşmekten kılpayı kurtulmuştu.

Geçmişten günümüze yarım yüzyıllık olay ve söylemler ortada. Ülke yönetiminin kişi egemenliğine indirgendiği; yasama, yargı ve yürütmenin dumura uğratıldığı, devlet yetkililerinin çıkar aracı olarak kullanıldığı ve muhalefeti olmayan bir ülkede her şey olabilir. İstihbarat örgütünün başındaki kişinin, basına yansıyan, “sekiz füze attırtıp savaş gerekçesi yaratırım” biçimine sözler söyleyebildiği bir ülkede neler olmaz.8

DİPNOT
1 “Bozkırdan Doğan Uygarlık – Köy Enstitüleri ”Yalçın Kaya, Tiğlat Mat., İst., 2001, 2.Cilt, sf.501
2 “Türkiye Merkez Üs” Nilgün Cerrahoğlu, a.g.g. 30.06.2004
3 “Menderes’in Dramı” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit., İst., 1969, sf.29
4 “Sivil Darbe Girişimi ve Ankara’da Irak Savaşları” Fikret Bila, sf.184; ak.Ahmet Erimhan “Çuvaldaki Müttefik”Birharf Yay., İst., 2006, sf.35-36
5 “Haksız Suçlama” Cumhuriyet, 12.02.1999
6 “Çuvaldaki Müttefik” Ahmet Erimhan, Birharf Yay., İst., 2004, sf.216 ve Aydınlık 11.08.2002
7 a.g.e. sf.2168 Aydınlık 27.10.2015