29 Mayıs 2014 Perşembe

Ali Adnan MENDERES: "Oğlum, ticarete girersen alıp sattığın ben olacağım!"

Ali Adnan MENDERES: "Oğlum, ticarete girersen alıp sattığın ben olacağım!.."
1899 yılında dünyaya gelen Adnan Menderes’in göbek adı Ali’ydi. Menderes küçük yaşta öksüz ve yetim kaldı. Önce annesi veremden öldü, hemen ardından kalbinden rahatsız olan babası vefat etti. Ablası Melike de 5 yaşlarında veremden hayatını kaybedince ailenin hayattaki tek ferdi Adnan kaldı. Çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları büyükannesinin himayesinde geçti. Aile terbiyesini büyükannesi Fitnat Hanım’dan aldı. Çalışkan bir öğrenciydi. Sürekli okuyordu. Amerikan Koleji’ne gitti. Yunanların İzmir’i işgal etmesi üzerine ‘Ay Yıldız’ adını verdiği bir milis gücü kurarak istiklal mücadelesine katıldı. İstiklal Madalyası aldı. 1928’de uzaktan tanıdığı Evliyazadelerin kızı Berin Hanım’la evlendi. Serbest Fırka’yı Aydın’da teşkilatlandırdı, İl Başkanlığı’nı yaptı. Partinin kapatılması ile CHP’ye girdi. Celal Bayar’la DP’yi kurdu, genel başkan oldu. 1950-60 arasında 10 yıl başbakanlık yaptı.
Menderes, zengin bir başbakandı. Aydın’da aileden kalma takriben 70 bin dönüm toprağı vardı. Adnan Bey, cömertti, vermesini severdi. Bu büyük arazinin tamamını muhafaza etmedi. Toprağın bir kısmını Çakırbeyli köyüne mera olarak bıraktı. Zeytinlikleri rızasıyla terk etti. Toprak kanunu çıkarken toprak tevzii yaparak arazinin büyük bir kısmını komşu köylülere devretti. Çakırbeyli Çiftliği annesinin babası tarafından miras kalmıştı. 20’li yaşlarda tam bir ziraatçı olmuştu. 1930’da ilk defa pamuk ziraatını denedi.
Siyasete hizmet için girmişti, çiftlik işlerini kâhyasına bıraktı. Çocuklarına ticareti yasakladı. Ailesi ve çevresine nüfuzunu kullandırmadı. 10 yıllık başbakanlığı döneminde ülke şantiyeye döndü; barajların, köprülerin temelleri atıldı, fabrikalar kuruldu. İstanbul’da büyük imar çalışmaları yapıldı. Anadolu yola, suya ve elektriğe kavuştu. Türkiye’de traktörle ziraat devrinin üzerinde Menderes imzası vardı.
DP döneminde ülkede refah düzeyi artarken Menderes’in yaşam tarzı ve mal varlığında hiçbir değişiklik olmadı. 1950’li yıllarda hukuk fakültesinde okuyan Yüksel, ortaokul talebesi Mutlu okullarına otobüsle gidiyordu. Adnan Menderes’in huylarından biri, hediye ve ikram kabul etmemesiydi. Aydın Menderes, hatıralarını kaleme aldığı ‘Babam ve Ben’ adlı kitabında; ‘Bu hususlarda kendisi bir ömür boyu dikkatliydi.’ diyor. Başbakan olarak büyük ilgi gösterdiği Türk traktör fabrikası, Menderes’e traktör hediye etmişti. Birkaç gün geçmeden özel kalem müdürü Muzaffer Ersü fabrikayı arayarak traktörün faturasını istedi. "Biz onu Başbakan’a hediye ettik" diyen fabrika yetkililerine Menderes’in cevabı; "Onlar kim oluyor ve kimin malını kime hediye ediyorlar? Böyle bir şey kabul etmemiz mümkün değildir. Parasını öderiz, hemen ödemeyi yaparız." oldu.
Menderes, 1956’da Türkiye’ye dönen büyük oğlu Yüksel’in ticarete girmesini istemedi. "Baba, izin verirsen serbest meslek, ticaret gibi konulara girmek istiyorum." diyen Yüksel’e, yüzünü asarak şu cevabı verdi: "İyi güzel ama Yüksel, sen serbest meslek veya ticaret konusuna girsen ne yapacaksın? Ne alıp satmış olacaksın? Bir yerde alıp sattığın ben olacağım. Ben Başvekil olduğum müddetçe sen ne yaparsan yap, yaptıkların bana bağlanacak. Bu beni rahatsız edeceği gibi seni de rahatsız edecek. Kusura bakma ama bu düşünceni uygun görmüyorum." Yüksel Menderes de, "Tamam." diyerek babasının kararına sadık kaldı.
Menderes, siyasete girdikten sonra mal varlığında bir artış olmadı. Aydın’daki miras çiftliğinin dışında biri Meşrutiyet’te biri Kocatepe’de iki apartmanı, bir de ikamet ettikleri daha sonra yıkılan Güvenevler’deki evi vardı. 1950 yılı başında bir iş hanını aldı. Milletvekili seçilince, eşi Berin Hanım’a vekâlet verdi. "Ankara’daki binaların kiralarını toplayacak olan sensin, harcayacak olan da sensin, bu evi çekip çevirecek olan da sensin. Yetmezse bir ihtiyaç olursa bana söylersin." dedi.
Bir gün dahi bana…
Başbakanlık Menderes’i değiştirmedi. Ömrünün sonuna kadar alçakgönüllülüğünü korudu. Son derece zarif, kibar ve güleryüzlüydü. Şık giyinirdi. İnsanlara değer verirdi. Onları daima hatırlayacak işlek bir zekâ ve hafızaya sahipti. Ceketsiz dolaşmazdı. Onu çeket düğmesi iliksiz gören olmamıştı. Vatandaşın önüne ceketini giyip önünü iliklemeden çıkmıyordu. Yanında çalışanlara son derece iyi davranıyordu. 27 Mayıs’tan sonra sorgulanan şoförü başbakandan hürmetle bahsedince, "Neden sabık, sakıt, düşük demiyorsun?" diye çıkışanlara şöyle diyordu: "Efendim ben o zatla on yıl beraber çalıştım, bir gün dahi bana Nuri Bey dışında başka bir tarzda hitap etmedi. Şimdi ben kendisinden bahsederken ondan başka türlü bahsetmek elimden gelmiyor."
Menderes inançlı, millî manevi değerlere bağlı, tarihine saygılı bir devlet adamıydı. Fırsat buldukça sabahın erken saatlerinde görülme ihtimalinin en düşük olduğu anlarda Eyüp Sultan’a giderdi, adak kurban kestirirdi. Caminin zeminindeki halıları dokutup hediye etmişti. 1990’a kadar Eyüp Sultan’da bu halılar kullanıldı. Başbakan Menderes hayırseverdi ancak bilinmesini istemezdi. Türkiye’ye dönen Osmanoğlu’nun kızlarına bir daire tahsis ederek, her ay düzenli olarak maddî yardımda bulunduğu 27 Mayıs’tan sonra kiraları aksayan ev sahibinin Berin Hanım’ın kapısını çalması ile ortaya çıkmıştı.
Menderes, 1931 Mayıs ayında CHP’den Aydın milletvekili olarak parlamentoya girdi. Dilekçe komisyonuna seçildi. İşini ciddiye alıyor, müzakereleri kaçırmıyordu. Kısa zamanda milletvekillerinin dikkatini çekti. Konuşma kabiliyetini bilgi ile teçhiz ediyordu. Umumiyetle bilmediği konular üzerinde konuşmuyordu. Aynı zamanda savaş sebebi ile yarım kalan hukuk tahsilini tamamladı. 1945 yılında Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan’ın CHP’de değişim isteyen fikirlerinin dile getirildiği takrir fırtınalar kopardı. ‘Dörtlü Takrir’ diye adlandırılan takrir 7 saat müzakere edildi. Adnan Menderes, şiddetli tenkitler ve hakaretleri metanetle savundu. Celal Bayar, bu toplantıda Menderes’in yıldızının parladığını söylüyor: "Menderes saldırılardan yılmıyor, sinirlerini bozmuyor, içinde fikir varmış gibi görünen demagojik sözlerin parlak balonlarını bir cümleyle patlatıp söndürüyordu."
(DP, 07 Ocak 1946'da kuruldu)
7 Aralık 1945’te Demokratik Parti kuruldu. 14 Mayıs 1950 seçim zaferinden sonra Celal Bayar cumhurbaşkanı, Menderes ise DP genel başkanı ve başbakan oldu. İsmet İnönü’ye karşı 1954 ve 57’deki seçimleri kazandı. Halkın taleplerine cevap veren politikaları ile toplumsal desteğini artırdı. Ezan Türkçeden Arapçaya çevrildi. Din eğitiminin önündeki yasakları kaldırdı. Ekonomide müteşebbislerin önünü açtı. Dış politikada yeni anlaşmalara imza attı. Menderes, dünyanın da sözüne güvenilir, barış taraftarı bir devlet adamı olarak sevgisini kazandı. Ülkeyi on yıl birlikte yönettiği Celal Bayar, gazeteci Nazlı Ilıcak’a (27 Mayıs Yargılanıyor, Doğan Yayınları) Menderes’teki devlet adamı vasıflarını şöyle anlatıyor: "Zeki bir adamdı. Kafası ve yüreği muvazeneliydi. Denilebilir ki, fikirlerini, vicdanının adaletine uğratmadan tatbikata götürmezdi. Doğru düşünmesini bilirdi. Onun için bir fikrin güzelliği değil, doğruluğu önemliydi. Bir fikrin doğruluğu da hayata uygulanabilirliği, insanı ve toplumu daha ileriye götürebildiği ölçüde aşikâr olurdu. Doğru düşünmesini bildiği için kuvvetli bir mantığı vardı. Fikirlerini sonuna kadar savunmasını severdi. Kendisinde halkın içinde yaşamanın halkın içinden gelmenin gücü vardı. Memleketi tanıyordu. Kusursuz bir vatanseverdi. Bu yüzden düşüncelerinde büyük çoğunlukla haklı çıkıyordu. Genel idare kurulunda fikirleri azınlıkta kaldığı zaman iddia ve düşüncelerinden hemen vazgeçer, bunları unuturdu. Yalnız vazgeçmek ve unutmakla da kalmaz neden yanlış düşündüğünün sebeplerini de arardı. ‘Büyük ve kuvvetli Türkiye’ idealine inanmıştı. Bunun için gerçekten çok çalışırdı. Menderes’in eğlenmek için, dinlenmek için, ailesine vermek için çok az zamanı olmuştur."
Her kuruşun hesabını verdi
Menderes’in başbakanlığı döneminde muhalefet DP’nin iç ve dış politikalarını çok sert eleştirdi. 1957’den sonra ülkedeki gerilim tırmandı. Ancak Menderes, yolsuzluk, suiistimal, kara para aklama, altın kaçakçılığı gibi suçlamalara muhatap olmadı. Nefret dili kullanmadı. Ülke meselelerini cesurca savundu. 27 Mayıs darbesinden sonra ise, yalan haber ve iftiralarla halkın gözünden düşürülmek istendi. Menderes tertiplerle linç edilmek istendi.
Adnan Menderes, basında hakkında çıkan iddialara tek tek cevap verdi. El yazısı ile savunmasını yaptı. ‘Gayrimeşru servet elde ettiği’ iddiasını avukatı Talat Asal belgelerle yalanladı. Aydın Satış Kooperatifi ekstrelerini ortaya koydu. Avukat Asal, 1950’de Ahmet Erkmen Hanı’nın 185 bin liraya alındığını açıkladı. Avukat Ertuğrul Akça da örtülü ödenekle ilgili iddialara şu cevabı verdi: "Başsavcı örtülü ödenek davasından bahsederek hakaret ediyor. Her zamanki âdeti veçhile tavsifi bırakarak bu sefer de tahkiri iddiasının mesnedi yapıyor. Bu davanın neticesi ne olursa olsun şu muhakkaktır ki kendi cebinden 200 bin lirayı hayır cemiyetlerine hibede bulunan bir adamın 200 bin liranın mürtekibi olacağı mantıkla kabil telif değildir. Yılda 400 bin lira sadece emvalinden geliri olan bir kimsenin bu yola tevessülünde mana yoktur." DP’lilere döviz temininde bir rüçhaniyet içinde bulunduğu iddiası da, CHP’lilerden döviz alma işlemi yapanların listesi açıklanarak çürütüldü. Listede Aziz Uras, Fethi Çelikbaş, Kasım Gülek, Nüvit Yetkin, Sırrı Atalay, Hüseyin C. Yalçın, Cihat Baban gibi isimler bulunuyordu.
Çadır tiyatrosunu andıran Yassıada’da davalardan biri de örtülü ödenek davasıydı. Mahkeme on yıl içinde Menderes’in zimmetine örtülü ödenekten 200 bin lira gittiğine ve bir milyon küsur lira da usulsüz ödeme yapıldığına karar vermişti. Temyiz yoktu. Aile Menderes’in acısını yaşayamadan hukuki bir süreçle karşı karşıya kalmıştı. Ya babadan kalan mirası kabul edecek cezasıyla birlikte Menderes’in vârisi olarak 4 bin 700 küsur lirayı devlete ödeyeceklerdi ya da mirası kabul etmeme hakkını kullanacaklardı. Aileye intikal edecek ne varsa hazineye kalacaktı. Aile mirası kabul etti. Her şey haczedildi, bütün gelirlere el kondu. Hazine’nin talepleri doğrultusunda taşınır taşınmaz ne varsa hepsi için icraya müracaatlar başladı.
Menderes’in 2 bin dönümlük çiftliği ve Ankara’daki dört gayrimenkulü, değil icra şartlarında piyasanın üstünde şartlarda satılsa bile 4 milyonu geçen paranın denkleştirilmesi mümkün görülmüyordu. Muhtelif parti teşkilatları aileye destek için yardım kampanyaları düzenledi. Menderes’in mirasına halk sahip çıktı. Gayrimeşru iktisap adı altında açılan davalar ağır ceza mahkemelerinde görüldü ve bir bir beraatla sonuçlandı.
Menderes ailesinin dramı baba Menderes’in idamıyla da bitmedi. Maddi zorlukları göğüsleyen Berin Hanım ve çocukları ağır imtihanlardan geçti. Aydın milletvekilliği yapan ailenin en büyük ferdi Yüksel Menderes 1 Mart 1972’de Ankara’daki evinde ölü bulundu. Yüksel’in intiharı kuşku doluydu. Ancak dosya kapatıldı. Ailenin diğer ferdi Mutlu Menderes, Ankara’da 8 Mart 1978 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Kazaya ilişkin soru işaretleri vardı ancak aydınlatılamadı. Adnan Menderes’in hayattaki son oğlu Aydın Menderes de trafik kazası geçirdi ve felç oldu. 2011 yılında hayatını kaybetti.
10 yıl başbakanlık yapan Adnan Menderes milyonların gönlünde taht kurdu. 27 Mayıs askerî darbesi ile iktidardan indirildi. İşkence gördü ve idam edildi. Ancak millet onu hiç unutmadı. 54 yıl sonra bile İstanbul’daki anıt mezarına binlerce insan akın ediyor. Ruhuna Fatihalar okunuyor. (AKSİYON; 26 Mayıs 2014 / İDRIS GÜRSOY)
***
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKI:
Bir de kendini aziz   Menderes'imize benzeten ve yakın siyasi tarihimizi bilmeyen cahillerin, ısrarla benzettiği kişiye bakın... Başbakanlık koltuğunda otururken geçinemiyoruz diyerek, oğlunun ticaret yapmaya hakkı olduğunu söyleyen, ve sözde Cumhurbaşkanı adayı olmaya hazırlanan şahsiyete iyi bakın.. Yakışıyor mu? Kendisine, Menderes'in intikamını alıyor, cesur adam diyen "Yetmez ama  "EVET" çilere selammmmmmmm,,
Hayrını görsünler... SAygılarımla, DP.//.Yusuf Dülger

26 Mayıs 2014 Pazartesi

27 MAYIS 2014; İKİNCİ "karşı (turuncu) devrimin ya da Türk Baharı'nın" 54.CÜ SENE-İ DEVRİYESİ

Celal Bayar’ın kızı Nilüfer Gürsoy: 
Kötülük, 27 Mayıs’tan sonra yayıldı
ÖZEL HABER, AYÇA ÖRER; 25 Mayıs 2014, Pazar
Çiftehavuzlar’daki apartmanların arasında kaybolan tek katlı bir ev. Uzun yıllar ‘İcazet Kapısı’ olarak anılan kapıdan girince bizi 93 yaşındaki Nilüfer Gürsoy karşılıyor.
27 Mayıs’ta hem babası Celal Bayar, hem eşi Ahmet İhsan Gürsoy tutuklanan Nilüfer Gürsoy ile Timaş Yayınları’ndan çıkan ‘27 Mayıs Darbesi ve Bizler’ kitabından yola çıktık, aileyi toparlama sürecini, siyasete atılmasını konuştuk.
Babanız Celal Bayar ve eşiniz Ahmet İhsan Gürsoy nedeniyle 27 Mayıs’ın en canlı tanıklarından birisiniz. Sizin için 27 Mayıs nasıl başladı?
Çok planlı hazırlanmış bir projeydi darbe. İçinde sadece askerler yoktu, sivil-asker karışımıydı olayı hazırlayanlar. Tabii cunta önde gidiyordu ama destekleyicisi dönemin muhalefet partisiydi. Çok sonradan dışarıdan da tesirler olduğu anlaşıldı. İçeriden de muhalefet partisi adım adım ilerledi. 27 Mayıs dönemiyle sınırlı kalmadı, sonraki darbelere de yol açan darbe oldu.
Demokrasi tarihinde de bir kırılma noktası sayılabilir mi 27 Mayıs? Nihayet, çok partili sistemin ilk uzun süreli denemesiydi Demokrat Parti...
Kesinlikle bir kırılma noktası oldu. Böyle bir sürecin geleceğinin emareleri vardı. Mesela Dokuz Subay Olayı bir hazırlıktı. Köşk’e bir Muhafız Alayı Kurmay Albayı Osman Köksal yerleştirilebilmişti. Celal Bayar’ın da bu subay üzerinde çok durduğunu biliyoruz. Bize cumhurbaşkanı ailesi olarak ayrı bir muamele uygulandı, bu muamele başka bir aileye yapılmadı. Diğer aileler de muhakkak ki baskılar karşısında bizim hissettiklerimizi hissetmiştir. Hayat tarzımız müşterekti. Tek ayrılan durum, bizim tecrit yaşamamızdı.
Tecridi yaşarken ne hissettiniz?
Cumhurbaşkanlığı bir mevki. Yapılanları düşünüyorduk, mevki gelmiyordu aklımıza. Yapılan hareketler karşısında nasıl davrandığımız önemliydi. Üstelik yalnız babam değil, eşim Ahmet İhsan Gürsoy da hapisti.
Ziyaret engelleniyor, mektuplarınız okunuyor, çocukları okuldan almak zorunda kalıyorsunuz. 
Bu süreci nasıl geçirdiniz?
Düşündüğüm zaman ‘O günleri nasıl geçirdik, bunları yaşayan biz miyiz?’ diyoruz. O günkü hissiyatı, acıyı elbette şimdi hissetmek mümkün değil. ‘Neden yapıldı, ne oldu, başka hallerde aynı şeyleri yaşayanlar da aynı acıları hissetti mi?’ diye düşündüğünüz başka bir çember oluşuyor. Darbeye maruz kalanların psikolojisi değişmiyor. Şiddeti, tarzı farklı olabilir ama hissedilenler aynı.
O dönem Demokrat Partililerin ailelerine ‘Düşükler’ deniliyor...
Bu sıfatlar, yapılan suçlamaların, hakaretlerin yanında az kalıyordu. 103 milyonları, ‘gençleri öldürdünüz’ suçlamalarını gördüğümüz zaman. Bunu söyleyebilen insanların elbette ağzı bozuk olacak. Acı olmakla beraber bu yalanların, bu suçlamaların yersizliğini görüp ‘Nasılsa günün birinde gerçekler ortaya çıkacak.’ diye düşünüyordum. Zulüm arttıkça kendi şahıslarından korktuklarını görüyordum. Çünkü yaptıklarının düzmece olduğunu biliyorlardı. Zulümleri de o nispette artıyordu.
Onlarla şimdi karşılaşsanız ne dersiniz?
‘Onlar bizle karşılaştıkları zaman ne derler?’ diye sorsanız, Faruk Güventürk 27 Mayıs’ın içindeydi. Kayseri’nin kumandanlığını yaptı. Yıllar sonra Umurbey’deki babamın vakfındaki defteri imzalayıp, ‘Bayar, seni bize yanlış tanıtmışlar.’ yazmış. Belki onların da beyni yıkandı.
27 Mayıs’a gidilen süreçte akademisyenler de yaptıkları yürüyüşlerle Demokrat Parti’ye karşı askere destek veriyor. Siz de o sırada akademi görevlisisiniz...
27 Mayıs olduğunda Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) asistandım. Darbe olduğu sırada Sokrates’in savunmasını okuyorduk tesadüfen. Orada yazılanların kopyasını yaşamış olduk. DTCF bu süreçlerin dışındaydı. O süreçte o havayı benimseyenler akademi hayatı dışında darbenin yakınında bulunanlardı. Sonra neye ne kadar destek verdikleri ortaya çıktı. 27 Mayıs’ın hemen arkasından öne sürdükleri iddialar daha önce basında yer almamıştı.
Birçok iftiraları 27 Mayıs’tan sonra dile getirdiler.
Eşiniz de babanız da cezaevinde, çocuklarla ve annenizle siz ilgileniyorsunuz...
Hepimize kuvvet veren annemdi. Çok metanetliydi. Milli Mücadele’den gelmiş, birçok şeye göğüs germiş bir insandı. Babam Milli Mücadele’de evi terk ediyor. Gitmeden önce gelip anneme ‘Efelerin yanına gideceğim.’ diye soruyor, annem genç yaşına rağmen ‘Tabii bu senin vazifen, gideceksin.’ diye cevaplıyor. O yaşında babamın kaçtığı anlaşılmasın diye tül perdenin önünde fes giyip dolaşmış. Ağabeyimi alıp İzmir’den Bursa’ya geçmiş. Babam İstanbul Meclis-i Umumisi’ne mebus seçiliyor. Annem, geride aileyi toparlıyor. Onun desteği olmasa babam bu kadar rahat çalışamazdı. Elbette ki böyle bir kadının 27 Mayıs’ı karşılayışı da ona göre oldu.
Çiftehavuzlar’da oturduğunuz bu evin alınmasında da annenizin etkisi var değil mi?
Annem, babasından kalan mirasla bu evi aldı. 1958-59 yıllarında. Babamın prensibi ‘ne bir şey alınsın ne bir şey satılsın’dı. Siyasetle maddi işlerin bir arada yürümeyeceğini bilen biri olarak öyle düşünürdü. Annem, ilerisi için bir güvence olarak istedi. İkisi maalesef bir arada yaşayamadı bu evde. Sadece bir öğle yemeği yiyebildiler evin hazırlanması sırasında. 27 Mayıs olduktan sonra babam önce Yassıada’da, sonra Kayseri’de kaldı. Biz de tecride alındık, Çeşme’ye gittik. Ev teslim edildikten sonra, annem ve çocuklar buraya yerleştik. Annem, babam Kayseri’den döndüğünde hayatını kaybetmişti.
Babanız nasıl bir ruh haliyle geri geldi?
Çok metindi, metanetini kaybetmeyen bir insandı. Şahsiyetinden taviz vermezdi. Güçlüklere direnmesini bilirdi. Kayseri ya da başka bir yer onun için fark etmezdi. Babam eski Demokrat Partililerin bir araya gelip, hem o günü hem de bugünü konuşması için ‘Bizim Ev’ diye bir dernek kurdu. Önce Mısır Apartmanı, sonra Kalamış’ta. Buna ilaveten bütün arkadaşlarına bir mektup yolladı, yaşananların tarihe mal edilmesi için hatıralarını yazmalarını istedi. Yassıada’da bulunan arkadaşlarına ve davaya sahip çıkma özelliğini sonrasında da gösterdi. Kayseri’den sonra siyasi partiler kuruldu ve DP’nin oylarına talip oldu bu partiler. Tek tek burayı ziyaret ettiler. Bu evin perforje kapısı o dönem gazetelerde ‘İcazet Kapısı’ olarak adlandırılıyordu. Ömrünün sonuna kadar okumaya devam etti. Kitaplarını, evraklarını elden geçirdiğimizde 60’ların, 70’lerin, 80’lerin içinde de bütün olayları çok iyi takip ettiğini, ne kadar neşriyat varsa hepsini izlediğini görüyoruz.
Şimdiden bakınca 27 Mayıs’ın diğer darbelerin önünü açtığı görülüyor. Siz bu günden bakınca nasıl görüyorsunuz o süreci?
Darbe, birçok şeyi altüst etti. Meclis’i kapattı. Cumhuriyet’in tekliğini ortadan kaldırmak isteyip 2. Cumhuriyet demeye kalkıştılar. Düşünebiliyor musunuz, bir hukuk profesörü darbeye katkı veriyor. İlimle gerçekle alakası olmayan şeylerdi. İdamların olmaması gerekirdi. Ve onun ezikliği hâlâ bu toplumda konuşuluyor, nefretle karşılanıyor. O günlerde de Fatin Rüştü Bey’in Birleşmiş Milletler’deki sandalyesine çelenk konuldu, herkes bu olayı kınadı. Yapılan kötülükler 27 Mayıs’tan sonra da devam etti. 12 Eylül’den sonra da... Darbeler olmasın diye Tahkikat Komisyonu açıldı ama daha çok 28 Şubat’ın üzerinde durdu. İlk örnek 27 Mayıs esasen. 12 Eylül’den sonra da hadiseler durmadı, rejim yerine oturmadı. 27 Mayıs, darbelere yol açtı. Her harekete de darbe sıfatı konulmamalı. 27 Mayıs darbesi yalnız Demokrat Parti’ye olmadı, sivillere de olmadı, orduya da bir darbe yapıldı. Asıl bu göz ardı ediliyor.
Annemi trende kaybettik
Aklınızda en çok yer eden olay ne, o günlerden?
Annem kalp hastasıydı, tansiyonu sürekli inip çıkıyordu. Trende, babamı ziyarete giderken kaybettik. Cenazesi bir hanıma yapılacak en büyük cenaze töreni oldu. Kendiliğinden toplandı insanlar. Kalabalığın bir ucu Hacı Bayram’a bir ucu Cebeci’ye uzandı. Halk bize orada sahip çıktı. Bir de Kayseri’de babamı ziyaret ederken Kaman’da durduk. Ben inmedim. Baktım halk otobüsün etrafına toplandı. Gelip, ‘Bir çayımızı içmez misiniz?’ dediler. Davet eden de daha sonra bütün Demokrat Partililerin ahbap olduğu Aşir Bey’di. Bir taraftan çay ikram ediyorlar, bir taraftan halk sessiz, konuşmuyor da. Baktı baktı, ‘Baban da geldiydi buraya, onun da ellerinde siyah noktalar vardı, ona benziyorsun.’ dedi. Sonra babam sağlığı dolayısıyla serbest bırakıldı. Yine büyük bir konvoyla yola çıktı. Kaman’a gelindi, yine Aşir Efendi’nin lokantasına öğle yemeğine gidildi. Ne bulduysa ortaya konuldu. O arada haşlanmış yumurtalar da geldi. Gazeteciler de vardı aramızda. Babam sağlık dolayısıyla serbest bırakıldığı için bunu çürütmek sebebiyle ‘Bayar dokuz yumurta yedi’ manşeti atmışlar. Seneler geçti, o gazeteciyle Boğaz’da karşılaştık. ‘Siz babama dokuz yumurta yedirmiştiniz değil mi?’ diye sordum. Sustu.

22 & 24 MAYIS; "TEVFİK İLERİ HAFTASI", Rahmet, minnet ve şükranla anıyoruz!..

DP Milletvekili, Milli Eğitim Bakanı Tevfik İLERİ
ADNAN MENDERES’İN "BEYİN KADROSU" VE EN YAKIN ÇALIŞMA ARKADAŞLARINDAN "MİLLİ EĞİTİM BAKANI" TEVFİK İLERİ’YE İADEYİ İTİBAR
Adnan Menderes’in çalışma arkadaşlarından olan ve yassı ada mağdurlarından eski Milli eğitimBakanı Tevfik İleri Rize Valiliği tarafından organize edilen geniş kapsamlı bir program ile anılıyor.
Türk eğitim sisteminde ilk kez Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini zorunlu kılan ve 1930 yılında kapatılan İmam Hatip Liseleri'nin yeniden açılmasında yaptığı öncülükler ile tanınan eski Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri vefatından 53 yıl sonra memleketi Rize’de Rize Valiliği tarafından organize edilen geniş kapsamlı bir program ile anılıyor.
Rize Valisi Nurullah Çakır bugün düzenlediği basın toplantısında anma etkinlikleri hakkında bilgi verdi. Çakır, 22 Mayıs akşamı düzenlenecek mevlit programı ile başlayacak etkinliklerin iki gün sürecek yoğun bir sempozyum programı ile devam edeceğini ve programlar içerisinde fotoğraf sergileri, şiir dinletileri gibi etkinliklerin gerçekleştirileceğini açıkladı. Çakır, ayrıca sempozyumda, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile eski Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in yanı sıra Tevfik İleri’nin hayatta olan yakınlarının da sunumları olacağını dile getirdi.
Vali Nurullah Çakır
Vali Nurullah Çakır, Tevfik İleri’ye olan vefa borcunu ödemek istediklerini kaydederek "Tevfik İleri’yi derinlemesine incelediğimizde Rize’nin yetiştirmiş olduğu değerleri ile başta Başbakanımız olmak üzere daha önce siyaset ve idare, farklı ilim cephelerinde görev yapmış tüm Rizelileri yad ederek İleri’yi gençliğe örnek rol modeli anlatmak istiyoruz. Siyasetin yaptığı 1050 ile 1960 yılları arasında önemli oranda Milli Eğitim Bakanlığı yaptı. 1960 darbesinin ardından Yassı Ada’da mahkumiyet süreci yaşadı. Bu sırada yaşadığı sağlık sorunlarından dolayı 1961 yılında vefat etti. 52 yıl diye bileceğimiz bir yaşam serüveni içerisinde çok farklı noktalar ile bizlere rol model hayat bırakmış bir insandır. Benim gözümde çizgisi değişmeyen bir demokrasi bilgesidir, filozofudur” dedi.
TEVFİK İLERİ KİMDİR?
Ahmet Tevfik İleri, 1911 yılında Rize’nin Hemşin ilçesinde dünyaya geldi. 1933 yılında İTÜ Yüksek Mühendislik Okulu'nu bitirdi. Aynı yıl Vasfiye Hanım ile evlendi. Çiftin Cahide, Cahit, Ayşe adlarında üç çocukları oldu. Öğrenciliğinin son yılında Milli Türk Talebe Birliği başkanlığını yaptı. Tevfik İleri, öğrencilik yıllarından itibaren hareketli bir hayat sürmüştü. Öğrenciliğinde Bulgar gençleri tarafından Razgrad Türk Mezarlığı'nın tahribinin protestosu, Türkçenin daha yaygın bir şekilde kullanılması, yerli malına gerekli önemin verilmesi gibi amaçlarla miting ve gösterilerin yapılmasına öncülük etti. İstiklâl Marşı çalınırken ayağa kalkılması, 18 Mart günleri Çanakkale Şehitleri'nin anılması gibi gelenekler onun bu dönemdeki öncülüğünde başladı. 1950 seçimlerinde Demokrat Parti milletvekili olarak TBMM'ye girdi. Büyük oranda Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere bir çok Bakanlık görevinde bulundu. Milli Eğitim Bakanlığı döneminde; Din derslerini ilkokul programlarına soktu; din derslerinin okutulup okutulmama kararını velilerin seçimine bıraktı; 1930 yılında kapatılan İmam Hatip Liseleri'nin açılmasına öncülük etti. İstanbul'da Yüksekİslam Enstitüsü kurdu. Köy Enstitüleri'ni yeniden düzenleyerek öğretmen okullarıyla birleştirdi. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından Yassıada Mahkemeleri'nde idama mahkum edildi. Cezası ömür boyu hapse çevirildi. Yargılamanın ardından Kayseri bölge cezaevine yollanan İleri, hastalanması üzerine Ankara Hastanesi'ne kaldırıldı ve 31 Aralık 1961 günü vefat etti. 
(REF: İHA & 22 Mayıs 2014 - 11:49, Milliyet.com.tr » Rize Haberleri » Haber)

14 Mayıs 2014 Çarşamba

14 MAYIS (EFSANESİ, BEYAZ İHTİLÂL "İNSAN HAKLARI, ADALET, HUKUK" VE DEMOKRASİ BAYRAMI);, Naci AKIN

14 MAYIS (EFSANESİ, BEYAZ İHTİLÂL "İNSAN HAKLARI, ADALET, HUKUK" VE DEMOKRASİ BAYRAMI)
Naci AKIN
14 Mayıs 1950, tarafsız gözlemcilere, siyaset bilimcilerine, sosyologlara, politika analistleri ve araştırmacılara göre; Türkiye’de halkın kendi geleceğine el koyduğu, oligarşik diktaya başkaldırarak kutsal oylarıyla Milli Şeflik rejimine son verdiği, iktidarın kansız, darbesiz, baskısız, hilesiz ve entrikasız bir şekilde el değiştirmesine vesile olduğu gündür. Büyük millet çoğunluğuna göre de ‘öteki’ olmaktan, tebaa olmaktan kurtulup, vatandaş olduğunu hissettiği; Mustafa Kemal’in “Köylü Milletin Efendisidir” sözünün gerçekleştiği; ülkenin, sivil asker bürokratlar, seçkinler, mütegallibe ve bir avuç oligark tarafından değil bizatihi halkın kendisi tarafından da yönetilebileceği iradesinin ortaya konulduğu gündür.
Din, dil, ırk, etnik kimlik, cinsiyet, siyasal tercih, inanç ve ideolojileri ne olursa olsun, kendini bu ülkenin asli unsuru olarak gören, demokrasiyi benimsemiş ve özümsemiş, evrensel değerlere, hukuka, temel hak ve hürriyetlere saygılı her Türk vatandaşının da 14 Mayıs vakası ile ilgili bakış açısı hemen hemen yukarıdaki tanımlamalarla aynıdır.
Elbette 14 Mayısa bu gözle bakmayanlar da vardır. Milletin iktidara ortak olmasını, milletin gerçek efendilerinin yönetime el koymasını hazmedemeyen seçkinciler, jakobenler, eşit yurttaşlığı içlerine sindiremeyenler, halkı cahil oy çoğunluğu diye görenler 14 Mayısı bir türlü kabullenememişler ve hep karşı devrim olarak nitelemişlerdir. Sadece onlar mı? Demokrat Partinin ellerinden silahını aldığı din istismarcıları, İslam Devleti hayalcileri, siyasal İslamcılar da 14 Mayısı kabullenememişlerdir. Zira 14 Mayısta milletin iktidara gelmesiyle “din elden gidiyor” safsatasıyla arkalarına alabilecekleri insan kalmamıştır. Demokrasi hem laikliğin ve hem de din ve vicdan hürriyetinin teminatıdır ve 14 Mayıs ile Türkiye’de demokrasinin yolu açılmıştır. Bu kadar da değil! Siyasal Kürtçüler ve bölücüler de 14 Mayısı hazmedememiştir, Zira 14 Mayısın getirdiği demokrasi ve hürriyet iklimi yurdun her köşesindeki yurttaşlarımızı bu devletin asli unsuru olarak görmüş, yönetime katılım ve hizmette paylaşımı düstur edinmiştir. Kalkınma köyden başlayacaktır politikası, Diyarbakır, Erzurum, Mardin, Hakkari kırsalı ile Edirne, Manisa, Aydın, Samsun kırsalını birbirinden ayırmamış hizmeti imkanlar ölçüsünde eşit dağıtmaya özen göstermiştir. Her yörede, her kimlikte yurttaşlar siyasete katılım, seçme ve seçilme hakkını özgürce kullanabilme hakkına kavuşmuştur. O yüzdendir ki; 89 yıllık Cumhuriyet tarihinde bölücü silahlı kalkışmanın yaşanmadığı yegane dönem 10 yıllık DP iktidarıdır. Zira bölücü Siyasal Kürtçülere istismar edecekleri alan bırakılmamış, taraftar da bulamamıştır.
64 yıl sonra bugün maalesef yeniden bir 14 Mayısa ihtiyacımız var! 
Büyük millet çoğunluğunun arzusu ve isteği de budur. Maalesef 14 Mayısın getirdiği demokrasi ve hürriyet ikliminden gittikçe uzaklaştık. 14 Mayısı karşı devrim gören zihniyetin gerçekleştirdiği darbeler, muhtıralar, demokrasi dışı müdahaleler, demokrasiyi, özgürlükleri rafa kaldırdığı gibi, demokrasi dışı, rejim karşıtı, bölücü ve siyasal İslamcı unsurların yeşermesi, güç kazanması için zemin oluşturdu. Demokrasiyi amaç değil araç olarak gören zihniyet iktidara taşındı, hukuk siyasallaşmaya yüz tuttu, baskılar arttı adeta Milli Şeflik dönemi hortlamaya başladı. Çare yeniden 14 Mayıs ruhunu yeşertmekte, onun kucaklayıcı şemsiyesi altında birleşmektedir. Eminim ki; Bugün hem iktidar partisi ve hem de muhalefet partileri guruplarında farklı açılardan baksalar dahi aynı arzuyu taşıyan, 14 Mayıs ruhunu arayan veya en azından arayanlara yoldaş olabilecek yüzlercesi vardır. Öyle inanıyorum ki; Büyük milletimizin kahir bir çoğunluğu aynı paralelde düşünmektedir.
O yüzdendir ki Bahçeli’nin çatı formülünü önemsiyorum. 
Herkesin siyasi hesapları ve mülahazaları bir tarafa bırakarak büyük millet çoğunluğunun hislerine, isteklerine tercüman olabilecek ortak bir çözüm etrafında birleşmesi gerekmektedir. Bu çözüm yeniden bir 14 Mayıs ruhunu ateşleyecek, milletin ortak değerlerini öne çıkaracak, kutuplaştıran değil kucaklayan bir portre çıkarmalıdır. Bugünkü CHP 14 Mayısta yenilen CHP değildir, en azından sosyal demokrat olduğunu ve yeni olduğunu ifade etmektedir ve 14 Mayıs ruhuyla da çok fazla ters düşmemektedir.
14 Mayısta oligarşik diktaya dur diyen aziz Türk milleti böyle bir portreyi de bağrına basacak, bugün de bir 14 Mayıs tarihi yazacaktır. Peki bu portre nasıl olmalıdır?
Demokrat olmalıdır. Hangi siyasi görüşte olursa olsun karşıt fikirlere saygılı, demokrasiye bağlı, temel hak ve özgürlükleri savunmalıdır.
İnançlı olmalıdır, dine ve dindarlara saygılı olmalıdır ancak kendi inancında olmayanlara hürmetkâr, laikliğe bağlı, din ve vicdan özgürlüklerine sonuna kadar sahip çıkmalıdır.
Milli ve Manevi değerlerine, kültürüne, tarihine bağlı olmalıdır. Ancak milliyetçiliği, ayrıştırıcı, bölücü değil aksine birleştirici, bütünleştirici, tüm kimlikleri koruyucu ve kucaklayıcı olmalıdır.
Ulusal değerlere bağlı olduğu kadar küresel bakış açısına da sahip olmalı, dünya ile bütünleşmeye açık olmalı ancak milli çıkarları her daim ön planda tutmalıdır.
Cumhuriyete bağlı, Cumhuriyetin temel niteliklerinin tümünü birden sahiplenen hiçbirini diğerinin önüne geçirmeyen bir anlayışa sahip olmalıdır.
Halkının refah ve saadetini, her şeyin üstünde tutan, fakirlikte değil zenginlikte eşitliği hedefleyen, bireyler arasında ve bölgeler arasında gelir dağılımındaki adaletsizliği en aza indirebilecek bir vizyona sahip olmalıdır.
Kutuplaştırıcı değil kucaklaştırıcı olmalıdır, 75 milyonun tamamını kucaklamalıdır.
Katılımcı olmalıdır, katılımcı demokrasiyi benimsemeli, çoğunlukçu değil çoğulcu zihniyette olmalıdır.
Karizmatik olmalı, lider vasıflarına sahip olmalı halkı söylem ve davranışları ile etki alanına çekebilmelidir.
Tabi bu nitelikler daha da çoğaltılabilir, böylelikle aday sayısı da azaltılabilir. Asıl olan Türkiye’nin süratle gerilimden kurtulması, normalleşmesine zemin oluşturacak, halkın taleplerine, arzularına cevap verebilecek ortak çözümün bulunmasıdır.
Yeni bir 14 Mayıs, yine bir 14 Mayıs.., 
Hedef yeniden hür ve bağımsız, müreffeh büyük Türkiye.
http://www.selendimedya.com/naci-akin-13/

5 Mayıs 2014 Pazartesi

555K (05 MAYIS 1960, SAAT:05, KIZILAY-ANKARA) SENE-İ DEVRİYESİ!..

555K OLAYI 
(5. ayın 5’i, saat 5’de Kızılay’da buluşalım)
05 Mayıs 1960)
5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara, Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemi. Adını 5. ayın 5. günü saat 5`te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk "sivil itaatsizlik" eylemi olarak da anılır. 
BAŞVEKİL ADNAN MENDERES ORADA...
28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti.DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. 
DENİZ BAYKAL, 
HÜRRİYET VE DEMOKRASİ
Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in “Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp “Hürriyet istiyoruz” demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: “Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?”
21 Mayıs'ta bu kez Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında Meclis'e sunulacağını kamuoyuna duyurdu.
Yürüyüşten kısa süre sonra, 27 Mayıs 1960 tarihinde cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi gerçekleşti.
***
555K NEDİR?
Önerge Darbeyi Getirdi
1959 yılı iktidar ve muhalefet arasındaki ilişkiler açısından son derece gergin geçmişti. Bu gerginlik 1960'a girildiğinde bir türlü yumuşamak bilmediği gibi daha da sertleşmeye yüz tuttu. 7 Nisan'da DP Meclis Grubu bir bildiri yayımladı.
Bildiride CHP'nin ülkedeki bütün yıkıcı grupları çevresinde topladığı, halkı orduyu iktidara karşı ayaklanmaya kışkırttığı öne sürüldü. Bu bildirinin ardından DP Meclis Grubu TBMM Başkanlığı'na muhalefetin eylemlerinin soruşturulması için bir önerge verdi.
Önerge 18 Nisan'da Meclis'te büyük bir çoğunlukla kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluşturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basının eylemlerini soruşturacaktı.
Öğrenci Olayları Tırmandı
Muhalefet ve basını soruşturmak için Tahkikat Komisyonu kurulması ülkede geniş yankı yaptı. Komisyon görevine başlar başlamaz, Ankara ve İstanbul'da öğrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisan'da İstanbul Üniversitesi öğretim üyeleri baskıları protesto ederken, 28 Nisan'da da öğrenciler merkez binada bir toplantı düzenlediler. Güvenlik güçlerinin toplantıya müdahale etmesiyle olay çıktı.
Üniversite içinde başlayan çatışma Beyazıt Meydanı'na taştı. Buradaki çatışmada Orman Fakültesi öğrencisi Turan Emeksiz aldığı bir kurşun yarasıyla hayatını kaybetti. Olaylar nedeniyle Ankara ve İstanbul'da sıkıyönetim ilan edildi ve gece sokağa çıkma yasağı kondu, ancak öğrencilerin gösterileri durmadı.
Parola Ters Tepti
30 Nisan'da İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda düzenlenen protesto gösterileri sırasında Nedim Özpolat adlı bir başka öğrenci hayatını kaybetti. 28-29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP yönetimi, 5 Mayıs günü saat 5'te , Ankara'da Kızılay Meydanı'nda bir gösteri düzenlemeye karar verdi.
Buna göre iktidar partisine mensup gençler, Kızılay Meydanı'nda, Meclis'ten çıkıp Çankaya 'ya gidecek olan Celal Bayar ve Adnan Menderes'i alkışlayıp destekleyeceklerdi.
Ama iktidara karşı olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5'inci ayın 5'inci günü saat 5'te Kızılay Meydanı'nda) parolasını geniş bir öğrenci kitlesine duyurdular. 5 Mayıs günü iktidara karşı olan gençler, Kızılay'a akın ederken, iktidarı destekleme amacıyla Kızılay'a gelen DP yanlısı gençler azınlıkta kaldı.
Saat 6 civarında meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karşılaştı. Hatta bazı göstericiler Menderes'i tartakladılar. Menderes bir gazetecinin arabasına binerek meydandan güçlükle uzaklaştırıldı.
Harp Okulu'ndan İlk İşaret
Ordu içinde de on yıllık DP iktidarına karşı alttan alta başlayan hareket, protesto gösterileri sırasında kendini açıkca belli etmeye başlamıştı. Özellikle 29 Nisan'daki gösteriler sırasındaki öğrenci-ordu dayanışması dikkat çekiciydi.
Ankara'daki 5 Mayıs gösterilerinden iki gün önce de Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel, Milli Savunma Bakanı Ethem Menderes'e bir mektup göndermiş ve ülkenin içinde bulunduğu bunalımdan çıkış için bazı önerilerde bulunmuştu.
21 Mayıs'ta bu kez Ankara'daki Harp Okulu öğrencileri iktidarı protesto için bir gösteri yürüyüşü düzenlediler. Artık ok yaydan çıkmıştı. Gerginlik doruktaydı. Bu arada Başbakan Menderes, bir açıklama yaparak Tahkikat Komisyonu'nu başlangıçta üç ay olarak öngörülen çalışmalarını tamamladığını, raporun yakında Meclis'e sunulacağını kamuoyuna duyurdu.
Ancak bu açıklama darbecileri daha önce almış oldukları yönetime el koyma kararından vazgeçirmedi. Geniş bir kesim de ordunun yönetime el koymasını sabırsızlıkla bekliyordu.
Ve Asker Yönetime El Koydu
Menderes'in Tahkikat Komisyonu'nun CHP hakkında verilen önerge hakkındaki çalışmalarını tamamladığını açıklamasından iki gün sonra 27 Mayıs 1960'da başkanlığını Orgeneral Cemal Gürsel'in yaptığı ve Milli Birlik Komitesi adı altında toplanan bir subay grubu, emirleri altındaki askeri birliklerle birlikte Ankara ve İstanbul'daki bazı önemli yerleri ele geçirdi ve Türk Silahlı Kuvvetleri adına yönetime doğrudan el koyduğunu açıkladı…
27 Mayıs sabahı, Silahlı Kuvvetler adına radyodan yayınlanan bildiride, "Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgalarına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri memleketin idaresini eline almıştır" deniyordu.
Menderes İdam Edildi
Toplam 202 oturum yapılırken, binin üzerinde tanık dinlendi. DP'nin önde gelenlerinden 31 sanık ömür boyu hapis cezasına çarptırılırken, 418 sanığa altı ayla 20 yıl arasında değişen çeşitli hapis cezaları verildi. 123 sanık beraat etti. Beş sanık hakkında dava düştü.
16 ay boyunca Yassıada'da kalan Adnan Menderes, hakkında açılan 6 davadan birinde beraat ederken, diğerlerinden mahkum edildi. Yüksek Adalet Divanı Menderes'in de bulunduğu 15 kişiyi idama mahkum etti.
MBK bunlardan sadece Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun kararlarını onayladı. 65 yaşını geçmiş olan Bayar ile oy çokluğuyla ölüm cezasına çarptırılan öteki 11 sanığın cezaları ömür boyu hapis cezasına dönüştürüldü.
Polatkan ve Zorlu'nun cezası 16 Eylül'de, Menderes'in cezası ise kararın açıklanmasından bir gün önce intihar girişiminde bulunduğu için tedavisi tamamlandıktan sonra 17 Eylül'de infaz edildi.
38 kişiden oluşan Milli Birlik Komitesi üyelerinin 5'i general, 8'i albay, 7'si yarbay, 10'u binbaşı ve 8'i yüzbaşı idi. Komite, izleyen günlerde Türkiye'nin siyasi yaşamına egemen oldu ve 25 Ekim 1961'e kadar görevini sürdürdü.
***
Tarih tekerrür eder mi?
TAHA KIVANÇ (YENİ ŞAFAK)
"Türban yasağının medyadaki savunucuları hafta sonu karşıt eyleminin '222A' adıyla yapıldığını duyunca ayılacaklar mı acaba?"
Zihnime takılan bu soruya dün gazete sayfalarında cevap aradım. Bir-iki zaten demokrat yazar dışında, bugüne kadar kendisini 'demokrat' olarak tanıyalım diye yapmadığı numara kalmamışlar arasından 'ironi'ye dikkat çeken ve "Benden bu kadar" diyen tek kişiye rastlamadım. Demek ki, '222A' arkasından da benzer bir 'olay' gelse gıkları çıkmayacak...
Bizde 'tarihin tekerrür ettiğine' dair inanç tamdır. Rahmetli Mehmet Akif, "Hiç ibret alınsa tekerrür mü ederdi" diye sormuş ya, biz de kabulün gerçekliğine bir kez inanmışız. Bu sebeple de 'gez-göz-arpacık' gibi 'determinist' bir yaklaşıma sahibiz: 'Gerici bir ayaklanma' olarak yansıtılabilecek herhangi bir girişim, ardından karşıt kitle eylemleri ve sonunda da o meşum olay, darbe!
31 Mart vakası 'gerici ayaklanma' idi, ardından Hareket Ordusu İstanbul'a girdi ve iktidar el değiştirdi. Demokrat Parti'nin 'Tahkikat Komisyonu' kurması bir 'gerici girişim' sayıldı; ardından 28 ve 30 Nisan karşı kitle hareketleri ve '555K' olayı geldi, sonra da 27 Mayıs oldu... Dizin 28 Şubat'a kadar uzatılabilir: Televizyonlardaki görüntüleri 'gerçek' sayıp 'bir dakika aydınlık' eylemleri yaptılar, 28 Şubat gerçekleşti...
Şimdi de aynı dizinin tekerrür etmesi bekleniyor. 27 Mayıs'ın '555K' eyleminin benzeri olarak sahneye konulan karşı kitle eylemi sonrası için geri sayıma başlayanlar herhalde vardır. '555K' eyleminden 22 gün sonra askerler yönetime el koymuştu 1960'ta.
'555K' eylemi nedir mi?
İlkokul sonrası başlayıp üniversite bitene kadar 'Devrim Tarihi' dersi okutulan Türkiye'de 27 Mayıs öncesinin en önemli olaylarından birini bilmeyenler çıkması tuhaftır, ama yine de normal karşılamamız lâzım. Bazı noktaları zihinlere sokmak için her yıl tekrarlatanlar, bazılarını da unutulmaya terk ediyorlar. '555K' unutulmaya terk edilenlerden...
İnternet ansiklopedisi Wikipedia '555K' olayını şöyle anlatıyor: "555K, 5 Mayıs 1960 tarihinde, Ankara Kızılay'da Demokrat Parti aleyhtarı öğrencilerin yaptığı protesto eylemidir. Adını 5. ayın 5. günü saat 5'te Kızılay'da gerçekleşmesinden alan eylem Cumhuriyet tarihinin ilk 'sivil itaatsizlik' eylemi olarak da anılır. 28 ve 30 Nisan 1960 tarihlerinde polisle öğrenciler arasında çıkan çatışmalarda iki öğrencinin hayatını kaybetmesi ülkedeki ortamı iyice germişti. DP mitingi için Kızılay Meydanı'na gelen dönemin başbakanı Adnan Menderes, bir anda kendini protestocuların arasında buldu. Rivayete göre, o zamanlar öğrenci olan, şu anki CHP lideri Deniz Baykal, şair Cemal Süreya'nın aktardığına göre ise Vedat Dalokay, Menderes'in 'Ne istiyorsunuz?' sorusu üzerine başbakanın yakasına yapışıp 'Hürriyet istiyoruz!' demişti. Menderes ise şu soruyla cevap vermişti: 'Başbakanın yakasına yapışıyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?' 555K eyleminden 3 hafta sonra 27 Mayıs İhtilali gerçekleşti."
Olayın pek çok görgü tanığı var, bazısı gördüğünü kitaplaştırdı da. Olayın üç aşağı beş yukarı Wiki tarafından aktarıldığı biçimde geçtiği söylenebilir. Menderes göstericiler içerisine girer. Kendinden emindir. Ancak orada toplananlar da ne yaptıklarını ve niçin yaptıklarını bilmektedirler. Karşılıklı restleşmeler yaşanır ve bir delikanlı başbakanın yakasına yapışır.
O delikanlının kim olduğu tartışmalıdır işte. Çoğu kişi "Deniz Baykal'dı" derken, başka isimler veren de çıkmıştır. Doğru veya yanlış, o olaydaki rolü Deniz Baykal'ı bugüne kadar izlemektedir.
50 yıl önce olan bir olaya ismi karışan birinin isminin bugün de pek farklı olmayan bir olayda anılmasındadır gariplik... '555K' eylemi ile '222A' eylemi arasında derhal kurulması beklenen süreklilik görüntüsünü sağlayan nedir sizce? Rakam ve harften oluşan bir şifre mi, yoksa Deniz Baykal ismi mi?
Bizde sürekliliği sağlayan başka benzerlikler de bulunabilir.
27 Mayıs öncesinde Türk basınında yeni filizlenmeye başlayan bazı isimler bugün ağır yazar konumundalar. Çoğu 80'li yaşlarını sürdürüyor, bazısı 80'ine merdiven dayamış durumda... Onların 27 Mayıs öncesi yazdıklarıyla bugün hâlâ korudukları sütunlarında yazdıkları arasında da müthiş benzerlikler bulunuyor. Kimleri kast ettiğimi herhalde anlamışsınızdır; okuyun yazdıklarını, gözlerinizi kapatıp 27 Mayıs öncesine zihinsel bir yolculuğa çıkın; evet, o zaman da benzer şeyler yazmışlardı...
Tarihi tekerrürden ibaret sayıyor bazıları. Evet, yakın zamana kadar öyleydi, tekerrür ederdi. 'Zamanın ruhu' ve 'egemen siyasi akıl' eskisinden değişik bugün. İnşallah avuçlarını yalayacaklar...